Sayfa 51/78 İlkİlk ... 41495051525361 ... SonSon
Arama sonucu : 620 madde; 401 - 408 arası.

Konu: Komplo Teorileri

  1. #401
    Duhul
    Oct 2004
    İkamet
    Onuncu Köy
    Yaş
    74
    Gönderi
    7,869
    Blog Yazıları
    57

    Esas

    Hedef, su , bence.
    Ortadoğuda yıllardır süren savaşa ait yer isimleri saymanız istense, sayabileceğiniz yerler, su kaynakları olan yerlerdir.
    Türkiye'nin yeni barajlar kurmasına itiraz ediliyor. Hedef, dicle ve fırat sularıdır. Akıllılar, yirmi yıldan sonrasının hesabını yapıyorlar, Türkler, ahiretin hesabını yapıyorlar.
    İstanbul satıldı, limanlar satıldı, telefona ait ne varsa satıldı, sular da özelleştirilir, öldükten sonra rahat edilir.

  2. #402

  3. #403
    Duhul
    Nov 2008
    İkamet
    eskisehir
    Yaş
    53
    Gönderi
    3,317

    Esas

    Yukarida yazdigim komple teorime ek olarak :
    Kriz oldugu soylenen USA de her gun nerdeyse dolar basiliyor, dusununki bi ulkede para bastikca o ulkenin parasinin degeri duser ama goruyoruzki USA in dolar dunyanin tum ulkelerinde gorulmedik bicimde deger kazaniyor. Bu arada buzlu duz yolda hizla giden CIN durmak uzere duvara toslamadan yani, buzda durdugunda yeniden yuruyebilmesi icin bir kac sene patinaj yapmasi lazim, ayrica son zamanlarda insanlarda beliren AB cok guclendi USA ya kafa tutacak fikirleri hizla duvara carpti, yani ABD hala tas gibi duruyor, hedeflere yavas yavas ulasilmaya baslaniyor, aslinda ABD de kriz yok ABD dunyaya hizla kriz ihracati yapan super bi guc olmaya devam ediyor, daha oncede dedigim gibi ABD de kisi ve kurumlarin cok onemi yoktur aslolan devlettir, devletin bekaasidir bunun icinde her yol mubahdir

  4. #404

    Esas

    Kriz var.

    Dünya kaynaklarını yok eden bir felaket, bir durum mu var?Hepsi yerli yerinde.

    Nükleer savaş oldu veya asteroid çarptı da tesisler harap mı oldu? Hepsi yerli yerinde.

    Salgın gibi birşey insanları sildi süpürdü mü?Yoo.

    Birileri çok borca girip , parasız kalmış , batıp işlerini kapatmışlar veya kaptacaklar.
    Çok borcun çok da alacaklısı vardır.Öyle ise:

    Alacaklı güçlü çıkacak çok şey el değiştirecek ve çarkı yeni sahipler döndürecek.

    Veya bir zorba çıkıp kimsenin kimseye borcu yoktur hepsi benimdir diyecek.

    Bunlar olmaz ise demekk ki şakaymış denilip geçiştirilecek.

  5. #405

    Esas

    Nanotaknoloji uzman Detlef Kuschel, 2029 yılında dünyanın yakınından geçmesi beklenen Apophis adlı asterodin 2036 yılında yörüngesini değiştirip dünyaya çarpabileceğini söyledi.


    Kütahya'da Bilim ve Sanat Merkezi tarafından Öğretmenevi salonunda düzenlenen ‘Nanoteknoloji ve Popüler Astronomi Bilgi Günü' konulu toplantıya konuşmacı olarak nanoteknoloji uzmanı Detlef Kuschel katıldı. Çok sayıda kişinin izlediği toplantıda slayt gösteriler eşliğinde konuşan Detlef Kuschel, 2004 yılında gökbilimcilerin keşfettikleri ve Yunanca'da yok edici anlamına gelen Apophis adını verdikleri asterodin, 2029 yılında dünyanın 30 bin kilometre yakınından geçmesinin beklendiğini söyledi.


    Apophisin güneşin etrafından dönüp yörüngesini değiştirebileceğini ve 2036 yılında dünyaya çarpabileceğini öne süren Detlef Kuschel şunları kaydetti:“300 metre çapında olduğu tahmin edilen Apophis'in dünyaya çarpması halinde Hiroşima'ya atılan atom bombasının 65 bin katı şiddetinde etki yapacağı düşünülüyor. Çarpma nedeniyle 300 kilometrekarelik alanda hiçbir canlıya yaşama ihtimali verilmiyor. Apophis denize düşecek olursa boyu 100 metreyi aşacak tusunami tehlikesi oluşturabilir. 8 şiddetindeki bir depremin bin megatonluk etki yaptığı düşünülürse Apophis'in dünyaya düşmesi halinde bin 480 megatonluk etki yapacağı tahmin ediliyor.


    Asıl tehlike ise Apophis'in 2029 yılında 30 bin kilometre yakından geçecek olması değil güneşin etrafından dönüp yörüngesi değişebileceğinden 2036'da tehlike oluşturmasıdır. Apophis, 2029 yılında geçip gidecek ancak güneşin etrafından dönüp gelirken şayet yörüngesi değişirse 2036 yılında dünyamıza çarpabilir. Çarpma olursa atmosfere gaz ve toz parçaları dağılır. Bu da çok tehlikelidir. Çünkü kalın toz bulutundan dolayı bitkiler fotosentez yapamaz. Bitkiler yetişemeyeceği için de insanların ve hayvanların yaşama şansı azalır. Umarım, bilim adamları evrendeki bu tür tehlikelere karşı dünyamızı savunmak için silahlar bulurlar ve gerekli tedbirleri alırlar.”

  6. #406

    Esas

    Zahide Uçar - Yeni Bir Meslek “Başbakan”lık(!)

    Anadolu’da bir söz vardır. “Arkasıyla köy yıkmak” diye. Başbakan da diliyle köy yıkıyor. Kendileri Polonya’da maç yapıyor. Sonra bir cümle ediyor ki, dillere şenlik. Kültürüne bayıldım valla (!)… Aynen şöyle söylüyor:”Biz de önceden futbol oynadık, sonra okuyup Başbakan olduk (!)…”

    İnsanı okuyunca başbakan yapan ünüversite nerede acaba? Böyle bir bölüm var mı? Okuyup, başbakan olmak (!)…

    Bu RTE’ye ait özel bir üniversite herhalde (!) Ben de hep düşünürdüm, Başbakan'ın neden bir okul arkadaşı ortaya çıkmaz? Nerede okudu? Niye bütün tanıdıkları İstanbul belediyesinden?

    Meğer özel- gizli bir okulda okumuş? Adamı başbakan yapan bir okul (!)…

    Kendi de başbakan olduğuna inanamıyor olmalı ki, ikide bir “başbakanım” deyip duruyor.

    Gerçek lider oturduğu koltuktan güç almaz, oturduğu koltuğa güç verir. Olgun, hazımlı insanlar hatayı kendine, başarıyı ekibine atfeder.

    Bir Savunma

    Yatıp-kalkıp Ergenekon diyen paçavra bir basın var. Her seçim öncesi zayıf noktasından hadım edilen bir Doğan medyası var. O medyada da Başbakan’ın Hasan Abisi var , Akif Deki, pardon, Beki’si var. Bunun adına da "Türk basını" diyorlar(!)..

    Silivri’ye gidip davayı seyretmiyorlar ya da savunmaları asla yazmıyorlar. Yazarlarsa “yalan rüzgarı dizisi” iflas eder.

    Ergenekon davasının 82. Duruşmasında gazeteci Hayrullah Mahmut Özgür’ün sorgusu yapıllıyor. Star gazetesinin Uzan Grubuna ait olduğu dönemde 2003 yılında Ankara Temsilciliğini yapan Özgür, çapraz sorgusu sırasında çarpıcı bilgiler veriyor.
    Bu bilgilere göre:

    “Tayyip Bey, belediye başkanı olduğu dönemde Zapsu ile birlikte ABD Başkonsolosluğu'nu ziyaret ediyor. Başbakan olması halinde neler yapacağını anlatıp sözler veriyor. İşte bu sahnelerin videosunu bazı kişiler Hayrullah Mahmut'a izletiyorlar.

    Ardından söz alan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, Özgür'e sorduğu sorular ve Özgür'ün yanıtları şöyle:
    PERİNÇEK:
    İzlediğiniz, ABD İstanbul Başkonsolosluğu’ndaki toplantı görüntülerinde, Tayyip Erdoğan'ın “özelleştirmeyi sonuna kadar götürme” taahhüdü dışında başka başlık var mı? Görüntülerde Cüneyt Zapsu da var mı?

    MAHMUT ÖZGÜR:
    Görüntülerde RTE, Neo-Sevr dediğimiz sonradan yaşananlarla somutlanan ABD’yle gizli anlaşmanın tüm maddelerini kabul ettiğini, Ermeni soykırımının kabul edileceği, Büyük Ermeni devletinin kurulması, anayasa değişikliği, AB uyum yasalarının değiştirilmesi, TSK etkisizleştirilmesi vb tüm hususları kabul ettiğini söylemektedir. Başkaca taahhütlerde vardı, aklımda kalan bunlardır.Görüntülerde Cüneyt Zapsu da bulunmaktadır.”

    Ülkeye bakın. Normal ülkelerde böyle vahim bir iddia karşısında kıyamet kopar. Böyle bir iddia manşet olur. Bizim ülkemizde Ergenekon ile yatıp-kalkan, nerede ise sırtı kaşınsa Ergenekon diyecek hale gelen Ergenekon sapıkları bunları görmüyor. Onlar “çakma” gazeteci.

    Ne demişti Cüneyt Zapsu? “Bu adamı deliğe süpürmeyin, kullanın.” RTE’nin bu söze tepkisi ne oldu? Sıfır!

    Onurlu bir insanın yapması gereken nedir? Derhal bu insan hakkında gerekli hukuku işletmek ve kendi ülkesinin başbakanını yabancı bir ülkenin yetkililerine “kullanın” deme cüretini göstermesinin hesabını sormak.

    Başbakan ne yaptı? Üç maymunu oynadı. Böyle bir hakareti insan niye yutar? Bir gebeliği varsa yutar tabii…

    Koskoca ülke RTE ve saz ekibinin mecburiyetlerine mahkum edildi.

    Mayın Temizleme İşi

    Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi gene gündemde… Ülke gene AKP’nin mecburiyetlerinin faturasını ödemekle karşı karşıya...

    Hangi ülke SINIRINI mayın temizleme kılıfı ile yabancıya vermeye kalkar? Bu aleni ihanettir ama bu ihanet yasaları artık sıradan bir şey gibi gündeme geliyor.

    Ne buyurmuş İngiliz vatandaşı Mustafa Şimşek? Yabancıya satışı savunmuş(!)… Eee… İngiltere Şimşek’i oraya boşuna oturtmadı.

    Osmanlı’yı parçalamanın alt yapısını kim oluşturdu? İngiltere! Ortadoğu üzerinde en büyük istihbarat çalışması yapan ve Kürt Kartı’na oynayan devlet kim? İngiltere! İsrail’in kurulmasına kim sebep oldu? İngiltere!

    Şimdi Suriye sınırını mayın ayağına tarım arazisi olarak İsrail’e vermeye kalkıyorlar. İsrail aslında bu noktadan Suriye’yi kontrol edecek. Sonra vaat edilen topraklar için bir ÜST. Ne ala bir memleket ya.

    Mehmet Şimşek İngiltere’de böyle bir savunma yapsa tutuklanır. İngiltere’de bütün mülk Kraliçe’ye aittir. Kendi vatandaşına toprak satmaz, belli süre ile kiralar.

    Mehmet Şimşek görevini yapıyor, Kraliçesine bağlılık yemini zaten neyi gerektirir ki(!)?

    İlk önce Talabani ve Barzani’yi Türkiye’ye beslettirdiler. Yani, kendi canavarımızı kendimize büyüttürdüler. Şimdi İsrail’e bir üst vermeye çalışıyorlar. “Sahi, o bölgede çıkan petrol ne oldu? Önce bir haber: ‘Çok kaliteli petrol fışkırdı.’ Sonra ne oluyor? Ne olduğu meçhul.”

    Rumlar’ın AB’ye girişini imzalayanlar güneyimize AB ordusunu da yerleştirmiş oldular. Şimdi Ermenistan’ı büyütün diyorlar.

    Nasıl Kurtuluruz?

    Hep yazdım, ilk önce bu ülkede aydın görünümlü tipler ve üniversite kadroları devşirildi.

    Bakınız, Trakya Üniversitesi Biyoloji Bölümü bilinmeyen yeni bir tür buluyor. Bir Türk üniversitesi yeni bir buluşa normalde ne ad verir? Kendi dilinde bir ad verir değil mi? Tıpkı Behçet hastalığını bulan doktorun kendi ismiyle dünya tıp literatürüne geçtiği gibi. Peki bunlar ne yapıyor? Türkçe bir isim yerine Latince bir isim koyuyor. Biz de kendi dilini küçümseyen bu zihniyete “bilim adamı” diyoruz öyle mi (!)? Beyni kültür emperyalizmine teslim olmuş insanlardan ne kadar bilim adamı olur?

    Bu üniversitelerin GDO konusunda gıkı çıkmadı. Halkı aydınlatması gereken kesimler susarak halkına ihanet etti.

    Küresel gücü elinde bulunduranlar tohum bankası kuruyor. Çok yakın bir gelecekte dünya açlık sorunu ile karşı karşıya kalacak. Bunu bilen güç Türkiye’ye tarım arazi satış kanunu çıkarttırdı.

    Dünyayı az bir nüfus ile yönetmeyi hedefleyen güç, gerekli yatırımını yapıyor. Biz ise birilerinin koltuk-makam sevdası mecburiyetleri nedeni ile sonumuzu hazırlıyoruz.

    Neler yapmalıyız diye soruyorlar. Aslında herkes ne yapması gerektiğini biliyor ama herkes bir başkası yapsın, ben hazıra konayım diye bekliyor.

    Zulme sessiz kalan herkes zulme ortaktır. Korkaklar ile çetin yollar aşılmaz.

    Farkında mısınız, birçok vatansever Boğazlıyan Kaymakamı durumunda. “Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i idama götüren müftü zihniyeti her yerde…” Kemal Beyler’in idamını seyredenlerin konuşmaya hakkı yoktur.

    ATV Diye Bir Kanal

    Bizim paralarımızla alınan Çalık televizyonu... Ana haber sunan zat haber yerine kin kusuyor.

    Türüt’ün son yaptığı şarkısı için “yeni kışkırtıcılık” diye suç duyurusunda bulunuyor. Aslında kendi haberi kışkırtıcılık yapıyor. Ne demiş Türüt? Karanlık aydınlara sövmüş.

    Türüt’ü kışkırtıcılıkla suçlayanlar Etyen Mahçupyan’ın PKK’ya "silah bırakmayın" çağırısını kışkırtıcılık ve teröre destek vermek olarak görmüyor.

    Eğer Türk isen ağzını açmayacaksın. Ya faşist olursun, ya Ergenekoncu. İtibar görmek için illa “etki ajanı “ olacaksın.

    Kaynak

  7. #407

    Esas

    Taraf'ın Haberini "Mutabakatlar" Ekseninde Okumak - Fatma Sibel Yüksek

    On bin tirajlı küçük provokatör, kendisinden bekleneni yine büyük bir başarıyla icra etti ve İran’ın karışmasıyla eş zamanlı olarak Ankara’yı karıştırmayı başardı. Bir taş bile atmadan… Oturduğu yerden.. Bir piyon muhabirciğe imza attırarak…

    Oysa her şey iyi gidiyor gibiydi. Bir takım “mutabakatlar” rayına oturmuş görünüyordu. “İnsan kendi askerini teslim eder mi” diye hislenenler bağrına taş basmışken, Ergenekon’a kurban seçilenler hapishane hayatına alışmaya başlamışken, gece sohbetleri sunucusu ve Ajda Pekkan’ın eski partneri Aziz Üstel bile “İlker Paşa, Özkök Paşa’nın yolundan gideceğini ispatladı” diye yazılar döktürürken…

    Eski genelkurmay başkanları “İfademe başvurmazsanız ölümü görün; ama tanık ama sanık olarak benim de çorbada tuzum olsun” diye kuyruğa girmişken,

    “Darbeler dönemi bitmiştir” şeklinde manşetler atılırken…

    Ne oldu da birden bire “Ergenekon 2009!” noktasına gelindi?

    Taraf gazetesine yaptırılan son hamle, bir takım “mutabakatlarda” bir takım kırılmalar yaşandığını düşündürüyor. Sarı öküz feda edenler, sıranın ‘kara öküzlere’ geldiğini görünce mızmızlanmaya başlamış olabilirler mi? Veya sarı öküz almaktan sıkılmış olanlar, hazır İran da karışmışken, planın son perdesini sahneye koyma kararına varmış olabilirler mi?

    “Bana paşam demeyiniz” ricasında bulunan, eline Ceza Mukakemeleri Usulü Kanunu’nu alarak basın toplantısı düzenleyen, üç güne bir “Hukuka bağlıyız” açıklamaları yapan bir Genelkurmay’a reva görülen davranışa bakar mısınız?

    Provokatör gazetenin manşeti üzerine aynı gün soruşturma başlatıldığı halde, soruşturma başlatılmasaydı, “Genelkurmay neden sessiz kalıyor” diye manşet atacak olanlar, bu kez “Böyle bir soruşturma askeri mahkeme tarafından yapılamaz” demeye başladılar. Bir yandan askeri mahkemelere savaş açıp diğer yandan belgenin doğruluğunu baştan kabul eden bir yaklaşımla haberler yayımlamaya, bu doğrultuda tepkiler organize etmeye giriştiler.

    Böyle bir soruşturmanın bir günde sonuçlandırılamayacağı bilindiği halde, “TSK neden geciktiriyor, kamuoyuna derhal açıklama yapılsın” diyen bir koro daha ortaya çıktı. Yani, zaten başından beri yapılması gerekenleri gecikmeksizin yapmış olan TSK, haberin yayımlanmasının üzerinden daha 48 saat geçmeden “ ağır hareket etmek ve belgenin doğruluğu konusundaki kuşkuları güçlendirmekle” suçlanmaya başlandı.(Bu arada, belgenin ofisinde ele geçirildiği iddia edilen eski malûl üsteğmenin avukatı, “Bizde böyle bir belge ele geçirilmedi” diye kendini paralıyor, ancak bu önemli açıklama kayıtlara bile geçirilmiyordu)



    TSK üzerinde bir süredir alttan alta kaynatılan kazanlar, birden bire meydanlara taşındı. Bu iş artık açıktan açığa yapılmaya başlandı…

    N’oluyor?

    Bir takım ‘kırılmalar’ şu noktalarda ortaya çıkmış olabilir mi?

    1-Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, göreve geldikten sonra kullandığı dikkatli üslupla iktidar ve cemaat çevrelerinin teveccühünü kazanmış, yeni “demokrat paşa” alkışlamaları ortaya çıkmıştı. Ancak, 14 ve 29 Nisan’da yaptığı açıklamalar bu havayı birden bire tersine çevirdi. Ergenekon iddiamasinin hukukiliği konusunda kuşku belirtmesi, kazılarda bulununan mühimmat konusunda Emniyet’i adres göstermesi, yandaş medyayı açıkça “ahlaksızlıkla” suçlaması, Ergenekon sanıkları hakkında “İnşallah hepsi beraat eder” temennisinde bulunması ve cemaati hedef alıcı ifadeler kullanması, kendisine açılmış olan kredinin sona erdirilmesine neden oldu. “Biz Başbuğ’u yanlış tanımışız, erken hüküm vermişiz” diyenler belirdi. Ordunun üst kademesine yönelik değerlendirmeler gözden geçirildi, iyimserlik havasına erken kapılındığına karar verildi.

    2-“Kürt sorununun çözümünde tarihi fırsat” adı verilen ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkan’nın Kandil’deki terörist bozuntusuyla muhatap kılınmasına neden olan süreçte Genelkurmay ayak sürüdü. Abdullah Gül ve Beşir Atalay’ın “Devletin her kademesinde uyum ve kararlılık var” şeklindeki heyecanlı açıklamaları sessiz geçiştirildi. Dahası, “Kimin kiminle ne pazarlık yaptığı bizi bağlamaz. Teröristi gördüğümüz yerde vururuz, üniter devletin de çivisini oynatmayız” şeklinde açıklamalar yapıldı. Bize göre de bu konuda “devletin her kademesinde uyum” var ama “kararlılık” aynı seviyede mi, işte orası belli değil… TSK gibi bir kurumun, Kandil’deki terörist bozuntusu bir gazeteciyle haber gönderdi diye ‘sevindirik’ olması da beklenemezdi zaten. O tuzağa, sanki on yıllık tecrübe büyük bir tecrübeymiş gibi, “Devlette on yıllık tecrübem” var diye övünen Abdullah Gül düştü. (Devlette on yıl tecrübe genel müdürlük için yeterlidir, cumhurbaşkanlığı için değil(!)). Devletin sivil kanadını coşturan bu ani “tarihi fırsat” rüzgârı, askerde aynı heyecanı yaratmadı. İhale hükümet ve Çankaya’nın üzerinde kaldı. Askerden kamuoyu önünde destek gelmeyince açıkta kaldılar. İşte bu süreç de Başbuğ’a ve Genelkurmay’a duyulan “güvenin” aşınmasına neden oldu.

    3-Başbuğ’un ABD gezisi. Bu ziyaret, cemaat cephesinde ciddi bir tedirginlik yarattı; çünkü; “Uzun zamandır kopan TSK ABD hattı yeniden onarılıyor” şeklinde yorumlar yapılmaya başlanmıştı. Birden bire ortaya çıkan “ABD ilişkilerini artık TSK üzerinden mi götürecek” sorusunun kaynağı, Washington'ın etkili düşünce kuruluşlarından Stratejik ve Uluslararası Etütler Merkezi'nin (CSIS) yerel seçimlerden 1 gün sonra, yani 30 Mart’ta yayımladığı rapordu.. Raporda, Obama yönetimine "Genelkurmay'ın siyasî rolünün artması Türk-Amerikan ittifakını bitirmez" önerisinde bulunuluyor, tıpkı eski yönetimler gibi Türkiye ile ilişkileri askerler üzerinden kurmalarının yararlı olacağına işaret ediliyordu. Bu rapor, hükümet-cemaat cephesinde küçük çaplı bir panik atak yaşanmasına neden oldu. Acaba AKP döneminde siviller üzerinden işleyen mekanizma bitirilecek, bunun yerine askerlerin belirleyeceği yeni yol haritası mı benimsenecekti? AKP hükümetine yakın gazetelerde, böyle bir makas değişikliğinin “darbeler dönemine” geri dönüşü getireceğini ima eden felaket yazıları bile yayımlamaya başladılar. General Başbuğ'a, ABD’de CSIS'in, ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye ziyareti öncesinde hazırladığı bir raporda, Türkiye'de daha milliyetçi bir yönetimin veya askeri bir yönetimin iktidara gelmesinin ABD ile ilişkiler bakımından sıkıntı teşkil etmediğini yazdığı söylendi. Bunun üzerine Başbuğ, CSIS yöneticilerinin ABD Savunma Bakanlığının 25 kişilik danışma kurulundaki isimlerden oluştuğuna işaret etti ve “O düşünce kuruluşu önemli bir kuruluş olduğu için biz o kuruluşla beraber olmanın yararlı olacağını düşündük” diye konuştu.Yani, “Neticede bir düşünce kuruluşudur, değerlendirmeleri kimseyi bağlamaz, zaten bizim de ABD ile doğrudan irtibat kurmak diye bir niyetimiz yok” falan demedi. Bu yaklaşımın da Başbuğ ve Genelkurmay’la ‘kankalık’ tesis etmeye başlayanların hoşuna gitmediği anlaşılıyor.

    4-Ve Erdoğan cephesi….Dikkat edilsin Erdoğan, askerin soğuk durduğu iki konuda, yani Ermenistan sınır kapısı ve “Kürt açılımı” konusunda kendisini bir takım rüzgârlara kaptırmadı. (Bunu, Serdar Akinan duygusallığı veya Yeniçağ gazetesi uyanıklığı ile söylemiyorum; yani Erdoğan’ın “ehven-i şer” olduğunu düşünenlerden değilim, sadece bir tespit yapıyorum) “Erdoğan, Gül’e karşı Başbuğ’a yakın duruyor” fısıltısı bu yaklaşımla birlikte yayılmaya başladı. Anlaşılan Gül de kendisini bütün “Devlette uyum var” açıklamalarına rağmen, “farklı bir çizgiye itilmiş’ gibi hissetti ki, hem anayasa değişikliği, hem de “tarih fırsat” konusunda giriştiği ataklarda, liderlik pozisyonu almalarda frene bastı. Bir süredir sesi soluğu çıkmaz oldu.

    O bakımdan, Küçük Provokatör’e attırılan manşeti, sadece TSK’ya karşı yürütülen psikolojik harbin yeni bir safhası olarak değil, aynı zamanda Erdoğan-Başbuğ eksenine vurulmak istenen bir darbe olarak okumak gerekir. Her ikisi de bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek bir takım planlarda senkronizasyon sorunu yaşanmasına neden oluyorlar çünkü…

    Kaynak

  8. #408

    Esas

    Sahte MİT Belgelerinin Tarihi - Soner Yalçın

    “İrticayla Mücadele Eylem Planı” bu haftanın bir numaralı gündem maddesiydi. Herkes kendi ideolojik safına göre belgeyle ilgili görüş/yorum ileri sürdü. Medyadaki bu gürültülü ortama son bir-iki yıldır sık rastlamaya başladık. Bir “belge” manşet yapılıyor; sonra birkaç gün tartışılıyor ve sonra hemen bir başka “belgenin” peşine sürükleniyoruz. Ancak belgeler sahte çıkınca, “belgeleri” konuştuğumuz kadar sahtelik üzerinde durmuyoruz. Çünkü arkasından hemen bir “belge” daha çıkarılıveriyor. Bu konuda size iki somut örnek vermek istiyorum.

    Tarih 11 Mayıs 2008
    Taraf Gazetesi manşeti:
    “İşte MİT’in Sabancı Cinayeti Raporu.”
    Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesi Özdemir Sabancı, Toyota-SA Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreter Nilgün Hasefe, 9 Ocak 1996 tarihinde Levent’te bulunan Sabancı Center’ın yönetim katı olarak adlandırılan 25’inci katında öldürülmüştü.
    Gazetenin haberine göre MİT’in, 1996/114 hazırlık, 1997/443 esas belgesi bu suikasti ortaya çıkarıyordu.
    Haber şöyleydi:
    “Özdemir Sabancı suikastıyla ilgili ortaya çıkan bir Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) belgesinde, DHKP-C’nin cinayeti para karşılığı üslendiği, organizasyonun ise Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ ve o dönemde kıdemli piyade yüzbaşı rütbesindeki Hüseyin Pepekal tarafından yapıldığı saptanıyor. MİT belgesinde ayrıca cinayeti işleyen Mustafa Duyar, Fehriye Erdal ve İsmail Akkol’un devlet tarafından kullanıldığı; olay sırasında Piyade Yüzbaşı Hüseyin Pepekal’ın da cinayet mahalli olan 25. katta bulunduğu belirtiliyor.
    MİT raporunda başka tespitler de var. Belgede, İstanbul Büyükçekmece’deki Akçimento fabrikasında, Emniyet’in kaçakçılardan ele geçirdiği uyuşturucuların yakıldığı, ancak bir süre sonra bunların Akçimento ocaklarında imha edilmek yerine Avrupa’ya satıldığının öğrenildiği anlatılıyor. Özdemir Sabancı’nın uyarılmasına rağmen işleyişin sürdüğü bilgisi de belgede yer alıyor.”

    Bırakın gazeteci olmayı, bir vatandaş olarak böyle bir belgeye ulaşsanız ne yaparsınız? Tabii ki öncelikle doğrulatmaya çalışırsınız.
    Hayır bu yapılmadı; haber manşetten bu deli saçması iddialarla yayınlandı.
    Tabii medyada yer yerinden oynadı; kimi köşe yazarları “kanım dondu” diye makale yazdı.
    Bu haberden sonra odatv.com adlı haber sitemizde Ahmet Altan’a bir mektup yazdık:
    Sayın Altan,
    Gerçeğe sadık olmayan ne Türkiye'yi ne dünyayı analiz edemez.
    Taraf Gazetesi bazen siyasal görüşlerine ve dolayısıyla gazetenin çizgisine uygun gördüğü haber ya da belgeyi gözü kapalı sayfalarına taşıyor.
    Ve ne yazık ki en az bir-iki kaynaktan ‘çek edilmeyen’ bu haberler sonuçta fiyaskoyla sonuçlanıyor.
    Sayın Altan,
    Birçok gazeteci bilir ki, bu tür sözde MİT belgeleri gerçek değildir.
    Ve tüm yayın organlarına sızdırılır.
    Bu belgeye inanan yayın organları ya da son dönemlerin, internetten bulduklarıyla kitap yazan kişiler bu oyunun bir parçası oluyorlar.
    Telefon açıp Ankara'daki deneyimli gazeteci temsilcinize ve meslektaşlarınıza bu durumu sorabilirsiniz. Eminiz ki onlar da size ‘evet bizde de buna benzer onlarca belge var’ diyeceklerdir.
    Sayın Altan,
    Böylesine büyük bir iddiayı ne kadar kolay manşete taşıyorsunuz?
    En azından açıp bu deli saçması haberi Güler Sabancı'ya sorabilirdiniz.
    Ve bir uyarı:
    Taraf Gazetesi şimdiden yorulmaya başladı; bu tür editoryal hatalar bunun sonucudur.
    Ve karanlık güçler bunu bildikleri için bu tür belgeler / bilgiler sızdırıyorlar.
    Lütfen biraz daha dikkat ediniz.”

    MİT AÇIKLAMASI

    Taraf Gazetesi’nin haberinin ardından sonra ne oldu?
    MİT belgenin sahte olduğunu açıkladı.
    Peki bu sahte belgenin hikayesi neydi?..
    MİT’in Silivri’deki “Ergenekon Mahkemesi”ne gönderdiği açıklaması şöyleydi:
    “Ergenekon Soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Doğu Perinçek’in ikametgâhında yapılan aramada, Tuncay Güney İpek'ten elde edildiği öğrenilen dokümanlar arasında ayrıca benzer içerikli, MİT antetli. Mart 1996 tarih ve 11.07.14 (okunmuyor) sayılı yazının da bulunduğu belirlenmiştir.
    - Her iki dokümanın incelenmesi neticesinde;
    -MİT Müsteşarlığı olarak yasal görevimiz gereği çeşitli Bakanlık/ kuruluşlarla bu tür antetli kağıtlar kullanılarak yazışma yapıldığı, bu itibarla Müsteşarlığımıza ait antetli kağıtların Müsteşarlık dışından da temin edilerek fotokopi ile boş kağıt haline getirilip kullanılmasının mümkün olduğu,
    -Belge olduğu öne sürülen yazılardaki sayıların Müsteşarlığımızca kullanılan sistem ile ilgisinin bulunmadığı, makama hitap tarzının Teşkilatımızın yazışma kurallarına uymadığı,
    -Sabancı Center başlıklı yazının sonunda yer alan 413-914 Dinçer Bozak (Kd.Bnb.) ve 210-719 Yusuf Balbay (İstihda Yrd.) ibarelerinin Teşkilatımızla ilgisinin bulunmadığı, hususları belirlenmiş olup, söz konusu dokümanların dezenformasyon çalışması olduğu izlenimi edinilmiştir.”

    Ne sözüm ona MİT belgesi ne de MİT’in benzer açıklamaları yeniydi.
    Son yıllarda gazeteciler benzer olaylarla sık karşılaşır oldu.
    Taraf’ın manşeti yalandı.
    Peki sonra ne oldu dersiniz?
    Bu kez şöyle bir iddia ortaya attılar...

    “ERGENEKONCULAR’IN İŞİ BU”

    Tarih 25 Temmuz 2008.
    Haber şöyle:
    “ 'Gizli' kaşeli MİT belgesinin Ergenekon soruşturması kapsamında örgütün üst düzey yöneticisi olduğu iddiasıyla tutuklanan İşçi Partisi (İP) lideri Doğu Perinçek'in evinden çıktığı öğrenildi. Soruşturmayı yürüten savcılığın Sabancı suikastını anlatan belgenin doğru olup olmadığını MİT'e sorduğu ancak olumsuz cevap aldığı kaydedildi. Savcılığın, iddianamede, Ergenekon terör örgütünün suikastlar sonrası sahte belgelerle kamuoyunu manipüle etmeyi amaçladığı tespitine yer verildiği ileri sürüldü.”

    Ne kolay değil mi?
    MİT belgesi yalan çıktı.
    O halde bu sahte belgeyi de Ergenekoncular hazırladı!
    Gördünüz mü şu Ergenekoncuları, sahte belgelerle gözüpek/cesur süper gazetecileri nasıl ellerinde oyuncak yapıyorlardı. Manşet bile atmalarına neden oluyorlardı! Şaka gibi…
    Bitmedi.
    Bir de bu sahte MİT belgesi üzerine “Kod adı Darbe” adında kitap yazan Zihni Çakır gibi gazeteciler vardı.
    Kooperatif yolsuzluğu suçlamasıyla tutuklanan Çakır, yine sahte bir MİT belgesine göre Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden'in CIA ajanı olduğunu da yazdı! Güya bu MİT belgesine göre Özden, 1994 yılı başlarında CIA Türkiye masası eski şeflerinden Direktör Albay W.Bob tarafından CIA ile irtibatlandırılıp, 'güvenilir ajanlar' statüsünde alıyordu. Kod numarası ise, EC-7-97 idi!
    Gülmeyin, bunları yazanlar tv tv dolaştırılıp, ekranlara “uzman” diye çıkarılıyor…Neyse.

    Sabancı cinayetiyle ilgili sahte MİT belgesi dava konusu da oldu. Sahte MİT belgesinde adı geçen Albay Hüseyin Pepekal Taraf Gazetesi’ne dava açtı. Dava Kadıköy 2’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor.
    Bir not ile bu bölümü noktalayayım.
    21 Şubat 2009 tarihinde yapılan bu duruşmadan başka, aynı gün Taraf Gazetesi’nin 20 duruşması daha vardı!…
    İnanması zor ama, mesleğin duayeni olarak bildiğimiz bazı gazeteci ağabeyler Taraf’ın bu tür sansasyonel haberciliğine övgü düzüyor.
    Öyle ya haberin gerçek/doğru olup olmaması önemli değildi; yeter ki ses çıkarsındı!

    İŞTE UĞUR MUMCU’NUN KATİLLERİ

    Tarih 11 Nisan 2008
    Vakit Gazetesi’nin manşeti:
    “İşte Uğur Mumcu katilleri”
    Gazeteye göre bakalım Uğur Mumcu’nun katilleri kimdi?
    “2 Şubat 1993 tarihli ve MİT tarafından Başbakanlık'a hitaben yazılmış MİT Müsteşarı Sönmez Köksal imzalı 'çok gizli ibareli' Uğur Mumcu cinayeti konulu belgenin içeriği şöyle:
    ABD'nin, güvenliğini ve hayat çıkarlarını yakından ilgilendiren Türkiye'nin, gerekli yerlerinde kuvvet bulundurmak ve bu maksatla Orta Doğu'yu kontrol altına alıp, Türkiye'nin dine dayalı bir yönetim altına girmesini önlemek maksadıyla; ABD Haberalma Servisi CIA denetiminde, İsrail kabine görevlisi Haim Bar-Lev kontrolünde, İsrail GANDA birliklerinde eğitim gören altı kişilik özel TİM Hayf Deniz Üssü'nden botla Türkiye'ye giriş yapmışlardır. Mezkur timin ülkemizdeki görevleri, Teşkilatımızın değerli haber kaynaklarından Gazeteci Uğur Mumcu ve Mehmet Ali Birand'ı öldürmektir.
    Gazeteci Uğur Mumcu'yu öldüren tim elemanları, ikinci görevleri olan Mehmet Ali Birand'ı öldürmek için ülkemizden çıkış yapmamışlardır. TİM elemanlarının yaptığımız istihbarat neticesinde İsrail Hükümeti'nin Ankara Temsilciliği'nde kaldıkları tesbit edilmiştir."

    BENZER OLAYLAR ÇOK

    Bu haberden sonra hemen aynı gün odatv.com’da şunu yazdık:
    “Karanlık odaklı merkezlerin en çok sevdiği yayın organları el altından sızdırdığı bilgi/belgeleri hiçbir süzgeçten geçirmeden yayınlayan yayın organlarıdır.
    Son dönemlerde özellikle “Ergenekon” soruşturması nedeniyle bunun medyada sıkça örneğini görüyoruz.
    Bu gazetelerin başında ne yazık ki Vakit Gazetesi geliyor. Bugün yaptıkları habere göre: “Ergenekon terör örgütüne yönelik düzenlenen operasyon kapsamında Veli Küçük’ün evinde çıkan ‘çok gizli’ kaşeli eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal imzalı bir belgeye göre, Uğur Mumcu ve M. Ali Birand MİT’e haber kaynaklığı yapmış.
    Yine aynı belgede Uğur Mumcu’nun MOSSAD tarafından öldürüldüğü dile getiriliyor.”
    Haber bu.
    Vakit Gazetesi’nin bilmediği gerçek ise şu:
    Bu tür uydurma sahte belgeler Ankara’da her medya kuruluşuna gönderilir. Hangi gazeteye gitseniz bir torba dolusu böyle akla ziyan belgelerin bulunduğu dosya görürsünüz.
    Ve işin daha garip yanı:
    Vakit’in haber yaptığı bu belge zamanında medyada tartışma konusu oldu. Uğur Mumcu cinayetinden hemen sonra basın toplantısı düzenleyen RP Genel başkan Yardımcısı Şevket Kazan’ın dağıttığı belgenin aynısıydı.
    Ancak kısa bir zaman sonra bu belgenin sahte olduğu ortaya çıktı.”

    MİT “YALAN” DEDİ

    Vakit’in manşetinden verdiği MİT belgesi sahteydi.
    MİT yıllar önce yalanladığı belgeyi bir kez daha yalanladı. Bakın nasıl bir açıklama yaptılar? Ancak MİT’in açıklamasını dikkatli okumanız gerekiyor. Bakın sahte belgeciler neler yapabiliyor:
    “Uğur Mumcu suikastı ile ilgili basında yer alan sahte MİT belgesi hakkında; 16/05/2000 tarih ve 10.2.001.01.000.440.35-610/14026 sayılı yazı ile Adalet Bakanlığı’na yapılan suç duyurusu. (Listede yer aldığı sıra no: 35, 92, 103, 259)
    Uğur Mumcu Suikastını konu alan ve MİT tarafından yazıldığı izlenimi yaratılmak istenen her iki dokümanla ilgili olarak yapılan incelemelerde;
    -İlk belgede (02/02/1993 gün ve 01.786/0875/433 sayılı yazı) geçen imzanın doğru olduğu ancak, başka bir belgeden alınarak bu yazının altına monte edildiği,
    -MİT Müsteşarlığı olarak yasal görevimiz gereği çeşitli Bakanlık/ kuruluşlarla bu tür antetli kağıtlar kullanılarak yazışma yapıldığı, bu itibarla Müsteşarlığımıza ait antetli kağıtların Müsteşarlık dışından da temin edilerek fotokopi ile boş kağıt haline getirilip kullanılmasının mümkün olduğu,
    -Belge olduğu öne sürülen yazıdaki sayılarında Müsteşarlığımızca kullanılan sistem ile ilgisinin bulunmadığı, makama hitap tarzının Teşkilatımızın yazışma kurallarına uymadığı, hususları belirlenmiş olup, dezenformasyon olduğu anlaşılmış ve Adalet Bakanlığı'na suç duyurusunda bulunulmuştur. Anılan dezenformasyon çalışmasının Uğur Mumcu suikastının gerçekleştirildiği tarih itibariyle, faillerin tespitine ilişkin hedef saptırmak amacıyla ortaya çıkartıldığı izlenimi edinilmiştir.”

    Vakit Gazetesi, Ergenekon sanığı Veli Küçük’ün evinde bulunan MİT belgesini hiç doğrulatma gereği duymadan manşetine taşımıştı.
    Herhalde belgeyi aldığı kaynağına çok güveniyordu!
    Haberi doğrulatma ihtiyacı duymamıştı.
    Durun ilgili haberle ilgili gelişmeler bitmedi.

    AH ERGENEKONCULAR!

    Tarih 13 ağustos 2008
    Aynı Sabancı suikastiyle ilgili sahte belge olayında olduğu gibi yandaş medyada yine benzer manşeti yaptılar:
    “Ergenekoncular suikastlerden sonra sahte MİT raporu düzenlemişler.”
    Peki bu önemli iddiaya ilişkin elde hiç somut bir delil var mıydı?
    Vardı! Çünkü bu sahte MİT belgeleri Ergenekon sanıklarının evlerinde ele geçirilmişti!
    Siz hala, “İrticayla Mücadele Eylem Planı”nı gerçek mi sahte mi olduğunu mu düşünüyorsunuz?
    Bu sözde belgenin sahte olduğu ortaya çıkarsa ne yazacakları da şimdiden belli değil mi?
    Türkiye tarihinin gördüğü en büyük psikolojik savaşa sahne olmaktadır.

    Kaynak

Sayfa 51/78 İlkİlk ... 41495051525361 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •