Sayfa 2/64 İlkİlk 12341252 ... SonSon
Arama sonucu : 509 madde; 9 - 16 arası.

Konu: Cari Açık

  1. #9

    Esas

    Cari açık komisyonumuz hayırlı olsun

    Özgür ALTUĞ / DERİN PİYASA
    [email protected]

    31.07.2008 - 08:50

    Malum finans piyasalarında şu anda AKP'ye açılan kapatma davasıyla ilgili bir çok senaryo alınıp satılıyor. Son günlerin yükselen trendi ise AKP'nin kapatılmayacağı ve Başbakan Erdoğan'a herhangi bir siyasi yasak gelmeyeceği senaryosu. Bu konuda sizler de takip ediyorsunuz, inanılmaz bir senaryo kirliliği mevcut. Her kafadan bir ses çıkıyor. Fakat unutulmaması gereken bu konuda matematiksel analize dayanan rasyonel bir tahmin yapmanın çok kolay olmadığı gerçeği. O nedenle ben geçen hafta kaldığım yerden devam edeceğim.

    Geçen hafta sizler tarafından ilgi gören ve cari açığın önemli unsurlarından biri haline gelmeye başlayan Türkiye'deki yabancı şirketlerin yurtdışına yaptıkları k‰r transferlerini ele almıştım. Bugün ise bu konunun ikinci önemli kısmını ele alacağım; o da Türk şirketlerinin yurtdışından yaptığı borçlanmalar ve bu borçlanmalara yapılan faiz ödemeleri. Hepimiz biliyoruz ki; cari açığın temel nedeni ithalatımızın ihracatımızdan ciddi boyutta fazla olmasından kaynaklanıyor. İthalatımızın bu kadar fazla olması da enerji ihtiyacımızı kendi kaynaklarımızla karşılayamamamızdan kaynaklanıyor. Dolayısıyla cari açığın esas nedeni ve çözümlerini ararken genelde bu dengesizliği ele almak gerekiyor. Bizim temas ettiğimiz k‰r transferleri veya bugün bakacağımız yurtdışına faiz ödemeleri ise ikincil öneme sahip. Şimdilerde medyada yer alan cari açığın acı reçeteyle mi yoksa yumuşak geçişle mi çözülmesi gerektiğine yönelik tartışmalar da bizim tartıştığımız eksende değil, sorunun esas nedenine yani ihracat ithalat dengesizliğine yönelik. Fakat gelecek dönemde ele aldığımız sorunlar daha fazla tartışılacak buna emin olabilirsiniz.

    Bizler bu tartışmaları yapaduralım hükümet de bir karar aldı ve cari açık çözümlerinin tartışıldığı bir komisyon kurma kararı aldı. Yeni cari açık komisyonumuz vatana millete hayırlı olsun. Buradan bir çözüm çıkar mı çıkmaz mı bilinmez ama yine de komisyonda cari açıkla ilgili her konunun gündeme gelip tartışılmasının bile çözüm üretmek açısından olumlu olduğunu düşünüyorum. Fakat faiz ödemelerine geçmeden bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum; o da yaptığımız uluslararası anlaşmaların biraz elimizi kolumuzu bağladığı gerçeği. Sorun ithalat da olduğuna ve döviz kurlarına şimdilik bir şey yapmak kolay olmadığına göre hükümetin doğal olarak konsantre olacağı nokta içinde enerjinin de olduğu ara malı ithalatı olacaktır. Yerli aramalı tüketimini cazip hale getirmenin yolları aranacaktır. Ama iki anlaşma bize problem yaratabilir ki bunlar AB ile yapılan Gümrük Birliği Anlaşması ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ile yapılan ticaret anlaşmaları. Bu anlaşmaların dış ticaretle ilgili düzenleme yaparken bizi ne oranda sınırlayacağını dikkate almak gerekiyor.

    Gelelim konumuza; daha önceki yazılarımda bundan önceki beş yılın aksine bu yıl Türkiye'nin cari açığını finanse etmekte zorlanacağını ve Türk şirketlerinin yurtdışından yapacağı borçlanmalara ağırlık verilme zorunluluğunun doğduğuna değinmiştim. Nitekim Türk şirketleri yurtdışındaki kötü kredi koşullarına rağmen yılın ilk beş ayında da yurtdışından çok ciddi borçlanmalar gerçekleştirdi. Merkez Bankası'ndan aldığımız verilere göre önümüzdeki 12 ayda Türk şirketleri 38 milyar dolarlık daha önceki orta vadeli dış borçlanmalarından kaynaklanan geri ödeme yapacak. Bu rakam önceki yıllara göre düşünüldüğünde gerçekten çok yüksek. Zaten özel sektörün dışborç stokundaki artış hızı da gerçekten çok fazla. Bu borçlanma verilerinin detayını bir başka yazıya bırakalım ve biz esas konumuz olan faiz ödemelerine dönelim: İşte bu dış borçlanma eğiliminin kuvvetlenmesi nedeniyle yurtdışına yaptığımız faiz ödemelerinde de belirgin bir artış mevcut. Bilgi amaçlı olarak yurtdışına yaptığımız faiz ödemelerinin de cari işlemler dengesi altında gözüktüğünü dolayısıyla yüksek faiz ödemelerinin cari açığını artırdığını belirtelim. İşte rakamlar:

    2004 yılında kamu sektörü de dahil olmak üzere Türkiye'nin yurtdışına yaptığı faiz ödemesi miktarı 4.3 milyar dolar. 2005 yılında bu ödeme miktarı 5.0 milyar dolara çıkıyor. 2006 yılında 6.3 milyar dolar ve nihayet 2007 yılında toplam faiz ödemesi 7.5 milyar dolar olarak gerçekleşiyor. Bu yılın ilk beş ayındaki resmi rakamlara göre de yurtdışına yapılan faiz ödemeleri geçen yılın ilk beş ayında yüzde 20'lik artış kaydetti. Bu tempo ile giderse 2008 yılında 9.0 milyar dolarlık bir faiz ödemesi gerçekleştirmiş olacağız. Diğer bir ifadeyle 4 yıllık bir dönemde faiz ödemeleri iki katına çıkmış. K‰r transferleriyle beraber yıllık cari açığımızın yüzde 25'inin bu ödemelerden kaynaklandığı düşünüldüğünde gelecek dönemde de bu konuya eğilmemiz gerekecek.

  2. #10

    Esas

    Bu kar transferleri gelecekte başımızı ağrıtacak

    Özgür ALTUĞ / DERİN PİYASA
    [email protected]

    23.07.2008 - 09:03

    Bu konuyu bu köşede ilk olarak geçen yıl başlarında ele almıştım. Doğrudan yabancı sermaye gelmesine birçok insan seviniyor. Ben de seviniyorum; çünkü bir yandan cari açığımızın finansmanına olumlu katkı yapıyor; bir yandan yeni teknolojiler getiriyor; bir yandan da yeni iş imkanları yaratıyor. Ama doğrudan yabancı sermaye girişlerinin doğal bir olumsuzluğu var ki; o da kar transferleri.

    Şimdi diyebilirsiniz ki "Kardeşim ülkeye parayı getirip yatırımı yaparken iyi de, kar edince, kendi ülkelerine göndermeyecekler mi?". Tabii ki gönderecekler ama bu rakamların giderek büyüdüğünü görünce de, üstelik bu para çıkışlarının cari açığı (kar transferleri cari denge içinde gösterilir) artırdığını görünce biraz rahatsız oluyorum.

    Sizlere rakamlarla ve diğer ülke örnekleriyle durumu izah etmeye çalışayım: Yabancı şirketlerin yurtdışına kar transferleri veya temettü ödemeleri Mayıs 2006'da 12 aylık bakıldığında 900 milyon dolara ulaşmıştı. Mayıs 2007'ye geldiğimizde bu rakam 1.6 milyar dolara ulaştı. Ve nihayet son olarak açıklanan Mayıs 2008 rakamlarına baktığımızda son 12 ayda yapılan kar transferlerinin 2.7 milyar dolara ulaştığını görüyoruz. Yani diğer bir ifadeyle, kar transferleri son iki yılda üç kat artış kaydetmiş.

    Kar transferlerine toplam doğrudan yabancı yatırımın bir oranı olarak bakacak olursak ise tablonun daha vahim olduğunu göreceksiniz. 12 aylık toplam doğrudan yabancı yatırımlara oran olarak yurtdışına kar transferleri Mayıs 2006'da yüzde 5.4 iken, Mayıs 2007'de yüzde 8.2 ve en son Mayıs 2008'de yüzde 18.0'e ulaşmış durumda. Dikkat edin, son iki yılda doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının deyim yerindeyse patladığı bir ortamda, bu patlamaya rağmen kar transferleri oran olarak çok daha hızlı artıyor. Aynı hesaplamayı cari açığın payı olarak da yapalım: 12 aylık cari açığın içinde kar transferlerinin payına baktığımızda Mayıs 2006'da yüzde 3.2 olan payın, Mayıs 2007'de yüzde 5.2'ye ve Mayıs 2008'de yüzde 6.2'ye yükseldiğini görüyoruz.

    Oranlardaki hızlı kötüleşmeye karşın miktarların henüz tehdit edici boyutta olmadığını söyleyebiliriz. Ama diğer ülke örneklerine baktığımızda bu konuya tam anlamıyla da kayıtsız kalınmaması gerektiği gerçeği ortaya çıkıyor. Kazakistan'da (doğal kaynaklar konusunda bir cennet) yabancıların yaptığı kar transferleri toplam cari açığın yüzde 140'ına ulaşmış vaziyette. Yani kar transferleri artık cari açığı açmış ama dış ticaret fazlası olduğu için cari açıktaki bozulma nispeten sınırlı kalıyor. Benzer bir sorunu 90'larda Malezya yaşadı ve hükümet kar transferlerine belli dönemler için yüzde 30'a kadar vergi koymak zorunda kaldı. Pakistan'da 2007 yılında kar transferleri yüzde 59 artarak 804 milyon dolara yükseldi ve toplam cari açığın yüzde 12'sine ulaştı ve politika yapıcılar neler yapabileceğini tartışıyor. Amerika'da ise ülkenin doğası gereği farklı bir düzenleme var. Cari açık sorunuyla uğraşan Amerika, Amerikan şirketlerinin yurtdışındaki faaliyetlerinden elde ettikleri karları Amerika'ya getirmeleri için (bu yolla cari açığı azaltabilecek) teşvikler veriyor.

    Bizim de bu konuyu şimdi masaya yatırıp doğrudan yabancı sermayeyi ürkütecek bir önleme imza atmamıza gerek yok ama gelecek dönemde kar transferlerine sınırlı vergiler getirmeye veya şirket karlarının ülke içinde yatırımını cezbedecek bazı teşviklere ihtiyaç duyabiliriz uzun vadede. Kısa vadede ise ülkedeki yatırım ortamını iyileştirmek için elden ne geliyorsa yapılması gerekiyor. Şimdilerde ise her türlü doğrudan yabancı sermaye yatırımını teşvik edecek düzenlemelerin ivediklikle hayata geçirilmesi gerekiyor; çünkü mevcut cari açığımızı finanse edecek başka sağlıklı kaynak yok. Son dönemde hepimizin takip ettiği üzere portföy yatırımları (ki sevilen bir finansman şekli değil, hep sıcak para diye eleştirilir) zaten eksiye dönmüş durumda. Yani Türkiye'ye yabancı portföy girişi değil, aksine çıkış var. Doğrudan yabancı sermaye önceki iki yıla göre ciddi şekilde azalıyor ve elimizde cari açığı finanse etmek için sadece borçlanma seçeneği kalıyor ki, bana sorarsanız portföy yatırımından bile daha fazla tehlike arzeden bir finansman şeklidir.

  3. Esas

    kendimce bende birşeyler yazma istiyorum izninizle cari açık aslında var olan ekonomimizin doğal bir parçasıdır nasıl mı şöyleki
    -gelişmekte olan asya ülkelerinde gsmh %30 lara varan yurtiçi tasarruf oranı bizde %20 lerde sürünmektedir ki buda dış tasarruf ihtiyacını daha doğrusu yabancı sermaye girişini açıkça gerekli kılmakta buda meşhur değerli kur sorunu ve cari açığı körüklemekte çözüm nedir derseniz finansal sistemin yapılandırılması ve tasarruf teşviki .
    -üretimin arttırılması kaçınılmaz fakat hammadde ithalatına bağımlı bir ülke olarak ürettimizin geniş bir kısmı yurtdışına gidiyor ne yaparız orası biraz iki ucu küllü değnek ab ülkelerinin bizim tarım ürünlerine uyguladığı vergi dışı tarifeler ilk aklıma gelendir evet ben ithal ikamesi diyorum neden mi çin bile gatt anlaşmaları önünde göz göre göre gümrüklerini dış aleme kapattıktan sonra neden olmasın
    -yabancı sermaye doğrudan yatırımları ülkemizde çok azdır olanlarda katma değerini kar yada yabancı teknik eleman ücreti ile yurt dışına çıkarmaktadır bize kalan ne işçi ücretleri yani bir nevi kapitalist üretim zincirlerine taşaronluk puting out sistemi yani diğer yatırımlar günlük sıcak para operasyonudur %80 lere varan faiz arbitrajı dış dünyaya bu sayede aktarılmaktadır ne yapmalıyız 32 sayılı kararı gözden geçirmeliyiz yani finansal serbestinin kısıtlanması bunu zamanında bazı ülkelerin disiplinle uyguladığını biliyoruz.
    -tarımda kendi kendimize yeterliliği sağlamalıyız ab ülkelerinin bile doğru dürüst uygulamadığı doğrudan gelir sistemi sayesinde tarım ülkesi olan biz imf nin isteği ile tarım ürünler ithalatçısı olduk çıktık tarımda yapısal ve yönetsel revizyon sayesinde istihdamın%34 ne sahip fakat gsmh nin %13 üne düşmüş bu önemi sektörün canlandırılması önemli
    -aslında tüm yukarıda saydığım durumlar tek bir çıkış yolunu göstermektedir bu plan ekonomisidir .imf ye ve küresel sermayeye kendimizi teslim ettiğimiz sürece gelişmiş ülkelerin dünya ekonomisi üzerinde bize biçeceği rol bugünkü gibidir gelişmiş ve gelişmekte olan ülke kavramı kapitalist ekonomilerin doğal ve sürekli sebebidir.
    cari açık sadece ekonomik sorunun bir paçasıdır
    saygılar

  4. #12

    Esas

    Ekonominin sırtındaki Hylomma kenesi

    Taylan ERTEN / ANKARA'dan
    [email protected]

    04.08.2008 - 09:00

    "Yüksek faiz-düşük kur" ekonominin "sırtına" yapışmış "Hylomma" soyundan türeme "kene" gibi. Sessiz ve sinsi. Türkiye'nin "kanını" emiyor. "Hylomma" türünü vurguluyorum; çünkü "Kırım-Kongo Hemorajik (kanamalı) Ateş"li ölümcül hastalığa yol açan "Nairovirüs"ü bunlar taşıyor ve bulaştırıyor.

    "Naiorvirüs" öyle bir organizma ki, bir kere "bünyeye" girmesin; zamanında, hızlı ve etkin bir tedavi uygulanmazsa tam tabiriyle götürüyor! Nereye? Ölüme... Ama, önce bünyede bazı belirtiler veriyor: Ateş, kırıklık, baş ağrısı, halsizlik, yüzde ve göğüste kırmızı döküntüler; gövde ve bacaklarda morluklar; burun kanaması, ifrazatta kan görüntüsü gibi...

    Tatsız konu, fazla uzatmayalım. Fakat, madem "yüksek faiz-düşük kur" politikasını Hylomma soyundan türeme keneye benzettik, şu soruyu da soralım: Özellikle son yedi yıldır kan kaybı hızlanan Türkiye ekonomisinde hangi belirtiler görülüyor: Ateş mi, kırıklık mı, baş ağrısı mı, halsizlik mi; yoksa hepsi birden mi?

    Ekonominin "üretim cephelerindeki" duruma bakılırsa tek tek hepsi mevcut. Gene de şimdilik "iyi haber" şu: Bu belirtiler henüz bünyeyi yıkacak bir bileşim görünümü vermiyor. "Kötü" haber de şu: Kan kaybını durdurması gerekenler şimdinin ağır rehavetini sürdürürlerse, tedbir almayı akıl edebildiklerinde iş işten geçmiş olacak.

    Tepkiler haklı da...

    "Yüksek faiz-düşük kur" 2001-2002 krizinin ağırlığı altında ezilmiş, neye "uğratıldığını" şaşırmış, dramatik bir çaresizliğin pençesinde kıvranan Türkiye'ye dayatılan emsalsiz bir sömürü denklemi. Denklem, "müesses ekonomik nizamın" adet... "değiştirilmesi teklif dahi edilemez" temel ilkesini formüle ediyor.

    Bu nizamı "koruma ve kollama" görevi, denklemi Türkiye'ye dayatanların "iç hizmet yasasında" yazılı. Yasa, ekonominin kanını "ağır borç-yüksek faz-düşük kur-manipülatif borsa" emme basma tulumbasıyla "vantuzlayan" iç-dış ittifaklı güçlü bir azınlığın güvencesi altında. Kimse dokunamıyor.

    Ama, bu "sistem hakimi" azınlığın dışında, ekonomide elini taşın altına koymuş, başta sanayici ve ihracatçılar, herkes şikayetçi. Herkes doğru teşhiste birleşiyor. Hylomma kenesinin ekonominin sırtından temizlenmesini istiyor. Ama, değişen bir şey yok; yola devam...

    Yola devam; çünkü, "yüksek faiz-düşük kur" denkleminin ekonomide yol açtığı kan kaybını durdurmak, yabancı ağırlıklı faiz sömürüsünü hiç olmazsa hafifletmek, ancak müesses nizamı ayakta tutan temel "iktisat politikasını" esaslı biçimde elden geçirmekle mümkün.

    Adres yanlış

    Politika değişikliğini mümkün kılacak güç, herhalde bu sömürünün, baskının yükünü çeken sanayicisi, ihracatçısı, KOBİ'cisiyle ekonominin aktörleri değil. Onlar, "kene saldırısının" bünyelerinde yarattığı tahribatı, hatta "ekonomik ölüm" tehditini yıllardır bizzat yaşıyor, anlatıyor, çözüm istiyorlar.

    Fakat garip bir durum var: "Yüksek faiz-düşük kur" Başbakan Tayyip Erdoğan dahil hükümet yetkililerinin de "şikayet" listesinde. Ya da, karşılaştıkları baskılar karşısında şikayet eder görünüyorlar. Öyle veya böyle, sorunu kabulleniyorlar.

    Peki, çözüm? İktidar olarak, ekonomiye zarar verdiğini gerçekten veya görüntüde kabul etseler de bu temel sorunu kendilerinden başka kim, hangi güç çözebilir? İşte garabet de burada. İktidar yetkililerinin çözüm makamı olarak gösterdikleri adres Merkez Bankası!

    Çözüm Merkez'i dövmek!

    Daha da tuhaf olan şu: İktidarın, haklı tepkileri savuşturmak için "paratoner" gibi gösterdiği Merkez Bankası, "yüksek faiz-düşük kur" mağduru sanayicilerin, ihracatçıların da hedef tahtasında... Ağzını açan, gözünü yuman Merkez'e yükleniyor.

    Bu tuhaflığın son örneğini Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ile Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Oğuz Satıcı verdiler. Haberlere göre, Muğla'da ihracat rakamlarını açıklarken Satıcı zımnen, Tüzmen ise alenen Merkez Bankası'nı eleştirdiler, "suçu" üzerine attılar!

    Hükümette Tüzmen ile iş dünyasında Satıcı bu "isabetsiz" tutumlarında yalnız değiller. Hükümet kanadında Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan'ı da, belki unuttuğumuz diğerlerini de saymalıyız. Peki, bu tutum sorunu çözüyor mu? Hayır!

    O zaman hükümetin yetkili bakanlarına düşen sorumluluk, bu meseleyi hükümet düzeyinde resmi tartışmaya açmak, çözümü bu düzeyde üretmek için uğraşmak olmalı. Çünkü, "yüksek faiz-düşük kuru" sadakatle kabullenen ve sürdüren güç hükümet. Kendileri de hükümetin mensupları. Merkez Bankası'nı kamuoyu önünde ikide bir "dövmek" ise ne doğru ne de şık!

  5. #13

    Esas

    Çaresizlik ve çifte standartlar...

    Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN


    28.07.2008 - 08:43

    Son haftalarda, etkisi küresel düzeyde hissedilen bazı uygulamalar nedeniyle geleceğe yönelik belirsizlik artmaya devam ediyor. Beklenti yönetimi yolu ile istenmeyen fiyat hareketlerinden kaçınmanın zorlaşması, korumacı önlemlerin devreye girmesine sebep oluyor! Bazı hisse senetlerinin açığa satışına getirilen sınırlamadan sonra, enerji vadelerinde yukarı yönde spekülasyonu sınırlamayı amaçlayan hazırlıklar belki günün kurtarılmasına yardım ediyor; fakat ortaya çıkacak güven kaybının gelecekteki maliyetinin nasıl ödeneceği konusu sistemik riski farklı boyutlara taşıyor. Zira eğilim değişiklikleri kendisini liberal veya küreselci olarak tanımlayanları, ortaya koydukları, çifte standartlar nedeniyle hem güvenilmez kılıyor, hem de çözümü bugüne kadar uzak durmaya çalıştıkları eğilimlerde aramaya mecbur kalmaları nedeniyle içine düştükleri çaresizliği açığa çıkarıyor.

    Özellikle mali sektör hisselerinde açığa satışın sınırlanması ve daha önce yapılan açığa satışların kapattırılması bir süre için sermaye piyasaları üzerindeki olumsuz baskıyı sınırladı daha kötünün yaşanmasını bir süre için engelledi. Petrol ve doğalgaz kontratlarında ise yukarı yönlü spekülasyonu sınırlamayı amaçlayan hazırlıklar ise yine etkisini hissettirdi; açılmış fakat kapatılmamış pozisyon miktarı azaldı ve bu süreçte fiyatlar bir miktar geriledi. Kısa vadede gün kurtarıldı fakat derinlik kaybı ve buna bağlı olarak daha büyük fiyat hareketliliği ve belirsizlik kapısı sonuna kadar açıldı. Kendisini liberal veya küreselci olarak tanımlayanlar; putlaştırmaya çalıştıkları serbest piyasa anlayışına bir kez daha tecavüz ederek kendi çıkarlarından daha önemli hiçbir şey olmayacağı anlayışlarını teyit ettiler!

    Son on yılda benzer nitelikteki örneklerin çoğalıyor olmasının küresel düzeyde yapısal sorunları ağırlaştırıp dengesizlikleri büyütmesi, güçlüler lehine adaletsizliğin büyümesi ve çifte standartların artması olumlu düşünmeye izin vermiyor. Hatırlayalım 1997'de Malezya parasına yapılan spekülasyonu sınırlamak isteyen Mahattir nasıl eleştirilmiş ve Soros nasıl alkılanmıştı? Veya Çin'in parasını dalgalanmaya bırakması, en doğru fiyatın müdahalesiz serbet piyasada oluşacağı, bunlar yapılmaz ise ileride büyük sıkıntılar yaşanacağı yönündeki baskıları yapanlar kimlerdi? Bugün bazı hisse senetlerinde aşağı ve enerjide yukarı spekülasyonu sınırlayan uygulamalar ne adına ve kimler tarafından tasarlanıyor? Belli ki kendisini dünyanın efendisi veya ondan yana taraf olarak görenler tüm değerlerini kaybetmiş, başkalarını düşünmeden kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa onu istemiş, kendi nefislerinin köpeği olmaktan kurtulamamış ve canavarlaşmışlar... Kendi çıkarlarını koruyacak ise küreselleşmeye ve liberal görüşlere küfür de edebilir, planlama ve korumacılık taraftarı olabilirler... Geçmişte vahşi kapitalizim olarak anılan bu ilkesizlikler bütününün dünyayı ne hale getirdiğini belli ki ya unutmuşlar, ya da mevcut tercihleri ile o sonuç arasında daha mesafe olduğunu sanarak kendilerini aldatacak kadar gaflet içine düşmüşler!

    Bugüne dönecek olur isek, bir ay önce yapılabilen ancak bugün yapılmasına izin verilmeyen uygulamaları sorgulamaya neden gerek duyulduğunu ve ne gibi sonuçlar yaratabileceğini irdelemek gerekiyor. Hisse senedinde aşağı ve enerjide yukarı spekülasyonu sınırlayan yeni uygulamalar hem sistemik riskin olağandışı boyutlara geldiği, hem de iyice ağırlaşmış sorun ve dengesizlikler nedeniyle beklenti yönetimi yaklaşımının artık umulan faydayı sağlayamadığı anlamına geliyor. Muhtemel sonucu ise artık mevcut olmayan yatırım ortamı ve büyüyen güvensizlik nedeniyle risk alma isteği azalmaya devam edecek, işlem hacimleri hızla daralan ve fiyat hareketliliği kontrol edilemeyen finansal piyasalarla birlikte küreselci ve liberal söylemlerde iflas edecek; bugün kendisini güçlü sanıp yaptıkları herşeyde haklı görenler, ne ektiler ise onu biçecekler: Uzlaşmazlık ve sürdürülebilir olmayan kaos...

    Gelişmeler Lefontaine'in fabllarından birini anımsatıyor: Leylek ve tilki... Tilki'nin yemek yiyebildiği kase leyleğe uygun değildir, leyleğe uygun olan da tilkiye: Serbest piyasa anlayışı da güçlülerin kontrolünde evrim geçirdi ve sayısı büyüyen güçsüzler edilgenleşti ve aç kalmaya başladı. Peki serbest piyasa devrimi tamamladığında ne olacak, diğerleri o güne kadar zulmedenlere karşı nasıl bir tavır sergileyecek? Kehanete gerek yok, tarih kendisini bir kez daha tekrarlayacak...

    Bu ve benzeri gelişmeleri Türkiye örneğine de uyarlamak mümkün. Serbest piyasa anlayışının özü gitmiş şekli kalmış ise ve sorunlar ile dengesizlikleri ağırlaştırmak pahasına günü kurtarmaktan başka işe yaramıyor ise ne yapacağız? Çıkarını yabancı sermaye ile işbirliğinde arayan güçlü bir azınlık ile çaresizliğe mahkum edilmiş büyük çoğunluk arasındaki çıkar çatışması nasıl ortadan kalkacak? Alternatif mi aranacak yoksa mevcut uygulamalara devam etmek için alternatif üretmeye çalışanların yok edilmesi için mi seferber olunacak? Bu kısır çekişmenin kazananı olacak mı, uzlaşı ve adalet geri gelebilecek mi?

    Finansal piyasalara çaresizce yapılan müdahaleler basit ve önemsizmiş gibi gösterilebilir; fakat gerçek böyle değildir. Ortaya çıkan bu çaresizlik her konu için geçerlidir ve görünen sadece buzdağının tepesidir. Yalnız ekonomik değil, sosyal ve siyasi konularda çok büyük bir değişimin ilerlemekte olduğunun işaretidir...

  6. #14

    Esas

    Özü tükenmiş, şekli kalmış kavramlar...

    Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN


    30.07.2008 - 08:50

    Teorik olarak serbest piyasa anlayışının dinamik bir yapıya sahip olduğu, kıt kaynakları etkin bir şekilde dağıttığı ve demokrasi anlayışına uyumlu ve bağımlı olduğu iddia edilir. Tanım böyle olunca insan merak ediyor. Küreselleşme anlayışı yaygınlaştıkça, serbest piyasa anlayışı ve demokratik düzey ilkesinin etkili olduğu alan büyüdükçe herşeyin daha iyiye gitmesi geleceğe, umutla bakılması gerekiyordu; neden tam tersi gerçekleşti ve yapısal sorunlar ağırlaşırken dengesizlikler büyüdü ve krizler kader haline geldi? İddia doğru ise sonuç çok daha farklı olmalıydı, nerede hata yapıldı? Evet kıt kaynakları etkin bir şekilde dağıtan serbest piyasa anlayışı demokrasiye bağımlıdır ve ancak bu durumda etkin olabilir. Zira herkesin herşeyi bilmesi başka bir deyişle aldatılmaması, tutarlı davranış ve etkinlik açısından hayati önem taşır. Tam rekabet ortamına doğru yol alınması ve tekelleşmeye yol açacak gelişmelerden uzak durulması gereklidir; ve ancak bu sayede faaliyet dışı gelirler asgariye iner, gelir dağılımının bozulması yanı sıra yapısal sorun oluşumu önlenebilir. Kimsenin tek başına veya belli bir kesim ile işbirliği yaparak fiyatları yapay bir şekilde yönlendirememesi bu süreçte ön şart durumundadır. Refah artışı yaratıcılığa, verimliliğe ve daha çok çalışmaya bağımlıdır. Kıt kaynakların paylaşımında uzlaşı mümkün olamıyor ise demokrasiden ve serbest piyasanın varlığından bahsetmek mümkün olamaz. Özetlemeye çalıştığımız temel ilkeler açısından bugünü değerlendirmeye çalışır isek, mevcut uygulamaların şeklen serbest piyasaya benzediği fakat şekil dışında başka ortak bir yönünün kalmadığı söylenebilir.

    Zira serbest piyasa ve demokrasi ikilisi sürdürülebilir büyümeye bağımlıdır; tıkandığı yerde ya bunlardan vazgeçmek ve herşeyin değişeceğini kabullenmek, ya da sorunların büyümesine izin vermeden gerekli bedelleri peşinen ödeyerek gerekli ve yeterli koşulları yeniden tesis etmek için seferber olmak gereklidir. 1970'lerin sonunda yaşanan tıkanmada tercih ilk alternatif lehine kullanılmış, güçlüler zorunlu değişimi kendi lehlerine yönlendirmek adına bu gerçeği kamuoyundan gizleme çabasında olmuştur. Zaman içinde gerek demokrasinin gerekse serbest piyasanın temel ilkeleri kademeli olarak tüketilmiş, yapısal sorunların oluşumu rekabet koşullarının bozulması ve gelir dağılımının bozulmasına yol verilmiştir. Küreselleşme olarak tanımlanan bu dönemde söylenenin aksine hedef gösterilen değerlerden sistemli bir şekilde uzaklaşılmıştır. Ortaya güçlülerin haklı ve güçsüzlerin haksız sayıldığı, dünyayı cehenneme çeviren ve anarşiyi yaygınlaştıran bir kaos çıkmıştır. Serbest piyasa anlayışının lanetlediği yapay fiyat oluşturma ve bu amaçla beklentileri ve kitleleri yönlendirme gibi sapıklıklar ekonomi politikası haline dönüşmüş, günü kurtarmak dışında birşey düşünülemez hale gelmiştir. Kıt kaynakların israfı anormal boyutlara ulaşmış, geniş kesimlerin birlikte insanca yaşamalarını mümkün kılacak koşulların yok edilmesi için çaba harcanmıştır, gerek yapının gerekse ilişkilerin olabildiğince karmaşıklaşması geniş kesimlerin olup biteni anlamasını zorlaştırmış ve tepki vermesini engellemiştir. Hatta terörle mücadele adı altında geniş kesimlerin sindirilmesi ve kafasını kaldırmasının değişik yollarla engellenmesi gerekmiştir.

    Aklını kullanamayan, dostunu düşmanını birbirinden ayırt edemeyenlerin mevcut koşullarda insanca yaşayacağı bir geleceğe sahip olması mümkün değildir. Kendisini liberal veya küreselci diye tanımlayanlar, serbest piyasa ve demokrasi anlayışlarının havarisi değil tam aksine katilleridir. Güçlüyüm öyleyse haklıyım tavrı içinde olanlar veya onlara yalakalık ederek varlıklarını korumaya çalışanlar önemli bir kısmı yaptıklarının bilincinde olmayabilir; fakat sonuç değişmez; iyi olan herşeyin düşmanı olarak anılmaktan kurtulamayacaklar.

  7. #15

    Esas

    Sadece yöntem farklı!

    Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN


    04.08.2008 - 09:00

    Her bakımdan ilginç bir haftayı geride bıraktık; küresel düzeydeki finansal piyasalar genelde yatay bir eğilim sergiler iken içeride ise ülke gerçekleri ile ilgili olmayan aşırı iyimser rüzgarlar kısmen etkili oldu. Kısa vadede günü kurtarma amaçlı iyimserlik peşinde koşmak gerek iç gerek dış gelişmelerin ortak yönü idi; bu yapay zorlama dışarıda olumsuzluğun büyümesini sınırlar iken içeride kendileri çalıp kendileri oynayanlar derinlik sarhoşluğuna kapıldılar.

    Dış piyasalarda sermaye piyasalarının gerilemesini, enflasyon baskısı üreten hammadde piyasalarının yükselmesini ve genelde beklentilerin daha fazla bozulmasını engellemek peşinde koşan yönlendirme kısmen etkiliydi; AB'den gelen kötü haberler sonucu Euro'nun değer kaybının tersten yorumlanarak doların güçlendiği şeklinde algılanması ve algılatılması olumsuzluğun sınırlı kalmasına yardımcı oldu. Görüntü böyleydi, fakat gerçekler olumsuzluk dozunun etki alanını genişleterek büyüdüğünü teyit ediyordu, gelişmiş ekonomilerin tamamı yükselen enflasyon ve ciddileşen durgunluk riski nedeniyle daha fazla bunalmaya devam edecekti. İşsizlik artışı, faaliyet gelirlerinde erime, faaliyet dışı gelir yaratmanın imkansızlaşması ve yükselen enflasyon kontrol edilemiyordu; sorunlardan birini çözmek için yapılacak eylemin, diğerlerini ağırlaştıracağı bilindiği için sıkıntı büyüktü. Hammadde fiyatları buralarda kalsa veya bir miktar gerilese bile enaz bir yıl boyunca hem enflasyon yükselecek hem de faaliyet gelirleri erimeye devam ettiği için durgunluk derinleşecekti. Kısa vadede beklentiler iyimserleştirilerek sorunun büyümesi arasıra ve kısmen kontrol altına alınabiliyor fakat çözülemiyordu. Sonuçta risk almaktan kaçınma eğiliminin dalga dalga büyümesi kaçınılmaz olacaktı.

    Son yıllarda içerideki olumsuzlukları görmezden gelip olumlu olanları abartan fakat dış kökenli olumlu ve olumsuz gelişmelerden etkilenen piyasalarımız ise iyice tuhaflaştı. İpin ucunu kaçırdı ve hesabını iyice şaşırdı. Sene başından bugüne yaşanan olumsuzluklar dış piyasa kökenliydi ve iktidar partisinin kapatılması veya herhangi bir iç istikrarsızlık kesinlikle hesaba katılmamıştı. Onlar için AKP'nin kapatılıp kapatılmaması değil, mevcut politikaların devamı önemliydi ve nasıl olsa bir yol bulunur umudu ile hesaba katmamışlardı. Çeşitli kesimlerden gelen sağduyu çağrılarının nihai amacı mevcut politikaların devamını sağlamak içindi. Gerçek böyleydi fakat piyasaların iddiası farklı idi; vatandaş nasıl olsa cahildi ne olup bittiğini anlamıyordu, öyleyse olumsuzluğun kaynağı olarak iç gelişmeleri gösterirler bir şekilde mevcut politikaların devamı yönünde siyasi belirsizlik azaldığında piyasaları şişirmek için bir fırsat daha yakalamış olurlardı. Sonuçta öyle oldu geçen hafta boyunca dış piyasalardaki olumsuzluklar, cari açık ve finansmanı gibi önümüzü görmemizi engelleyen sorunlar ve içerideki geniş kesimlerin çaresizliği unutuldu, unutturulmaya çalışıldı.

    Evet yabancı sermaye ve onlarla işbirliği içinde olan kesimler ile bu ülkede yaşayan sessiz ve giderek çaresizleşen çoğunluk arasında büyük bir çıkar çatışması vardır. Mevcut politikalar ilk grubun çıkarını temsil etmektedir ve finansal piyasalar bu durumun kısa vadede devam etmesi yönündeki belirsizliğin azalmasını kutlamışlardır. Başka bir deyişle geniş kesimlerdeki çaresizliğin büyümesi ve sessiz kalmaya devam etmeleri ihtimali artmıştır. AKP'nin kapatılmamasının yabancı sermaye ve işbirliği yaptığı kesimler nezdindeki anlamı budur. Geniş kesimlere büyük haksızlık yapılır iken hukukun nasıl kazandığını anlamak geniş kesimler açısından pek mümkün değildir.

    Başta sanayi olmak üzere üreten kesimlerin ayakta duracak hali kalmamış, tüketicilerin büyük kısmı ise perişanlaşmıştır. Sınai üretim açısından asgari ücret yüzde 5, elektrik yüzde 22 ve doğalgaz yüzde 18 zamlanmış maliyetler artmıştır; buna karşılık küresel düzeyde büyüyen dengesizliklere rağmen Türk Lirası'nın değerlenmesi rekabet şansını sıfırlamıştır. Olumsuz iklim koşulları ve artan maliyetler, tarım sektöründeki sıkıntıları da artırmıştır. Nisbi fiyatların değişmesi, tartıları değişmeyen enflasyon hesabını anlamsızlaştırmış güvensizlik büyümüştür. İşçi, çiftçi, memur, emekli ve esnaftan oluşan büyük çoğunluk borç batağındadır ve insanca yaşama şansı elinden alınmıştır. Yıkıcı bir durgunluk kapıdadır, devamında ise çok yönlü istikrarsızlık potansiyeli büyüktür. Bu tabloya bakınca finansal piyasaların neyi kutladığını ve kimden yana olduğunu görmek ve bundan sonraki tercihlerde hesaba katmak gerektir. Mevcut politikaların devamı, büyük çoğunluğun çaresizliğini kademeli olarak büyütmek ve sahip oldukları herşeyi kaybettirmek şeklindeki sonuçları bünyesinde taşımaktadır.

    Belli ki yabancı sermaye kendi geleceği ve güvenliği açısından dikensiz gül bahçesi istiyor, çıkarları çatışan kesimleri ise diken olarak görüyor ve en büyük dikenin kendisi olduğunu kavrayamıyor. İnsanlık, madeniyet, inanç ve adalet gibi kavramlardan nasibini almayanlar da; bu aza tamah edemeyen kesimlere kulluk etmekte bir sakınca görmüyorlar. Geniş açıdan bakınca Türkiye'de yaşananlar ile Irak'ta son yıllarda yaşananlar arasında nihai sonuç açısından önemli bir fark yok; sadece yöntem farklı...

  8. #16

    Esas

    Nüfusumuz azaldı, işgücü istatistiklerinde seri bozuldu

    Alaattin AKTAŞ / EKO ANALİZ
    [email protected]

    04.08.2008 - 09:00



    Nüfusumuzu tüm Türkiye'yi eve hapseden çağdışı sayımlarla belirledik yıllar boyunca. Aslında gerçek anlamda belirlediğimiz de hep tartışmalıydı ya. En belirgin falso, 1985 yılı sayımında ortaya çıktı. O dönemde ANAP hükümetinin getirdiği, "belediyelere bütçeden nüfusları ölçüsünde yardım yapılması kararı" neredeyse tüm yerel yönetimlerin kafasında şimşek çakmasını sağlamış ve bu karar istismar edilmişti. Her yerel yönetim adeta bir tek kendilerinin düşündüğünü sandığı "formülü" uygulamaya koymuş ve nüfusunu fazla gösterme telaşı içine girmişti. Öyle ki, on bir kişi yazılabilen bir anket formuna, bazı yörelerde isim bulmaktan bıkan anketörler, o dönemin gözde televizyon dizisi Dallas'ın karakterlerinin isimleri yazmaya kadar götürmüştü işi. Hatta, bazı ilçelerde çok genç kaymakam ve eşine dokuz çocuk yazanlar bile olmuştu. 1985 sayımı, bu haberlerden sonra yeniden ele alındı, nüfus ilk sayıma göre 700 bin kadar düşürülerek revize edildi.

    Ama sorun sonraki sayımlarda da sürdü. Hem yöntem çok çağdışıydı, hem her seferinde gerçek nüfusun belirlendiği konusunda kaygılar vardı. Nihayet uzun süren çalışmalardan sonra adrese dayalı nüfus kayıt sistemine (ADNKS) geçildi. Ve bu sistem bize gösterdi ki, nüfusumuzu sayımlarla hep yüksek belirlemişiz; mükerrer yazımların da, nüfusu yüksek gösterme amaçlı yazımların da önüne geçememişiz.

    Eski yöntemle gerçekleştirilen sayım ve buna bağlı projeksiyona göre, 2007 yılının ekim ayında Türkiye nüfusu 73 milyon 792 bin kişiydi. ADNKS'ye göre ise aynı tarihteki nüfus 69 milyon 121 bin kişi olarak belirlendi. Yani, iki veriye sahip olduğumuz son tarih olan ekim 2007 için fark tam 4 milyon 671 bin kişi. Yıl ortalaması olarak ise 2006 verilerini karşılaştırabiliyoruz ve fark 4 milyon 473 bin kişi düzeyinde.

    İşsizlikte seri bozuldu

    Nüfusun 5 milyona yakın azalması, on beş ve üstü yaş grubundaki nüfusta da doğal olarak bir azalmaya yol açtı. Örneğin 2006 yılı için işgücüne katılma oranı yüzde 48 ve bu oran, eski sayıma göre 51 milyon 668 bin kişilik on beş ve üstü yaş grubuna uygulandığında işgücü 24.6 milyon kişi, istihdam 22 milyon kişi, işsiz 2.5 milyon kişi olarak bulunuyordu.

    Yüzde 48'lik işgücüne katılma oranı, 2006 için ADNKS'ye göre bulunan yeni nüfusa uygulanınca tablo tümüyle değişti. ADNKS'ye göre on beş ve üstü yaş grubu 48.5 milyon kişiye inmişti ve buna göre işgücü 23.2 milyon kişiye, istihdam 21 milyon kişiye, işsiz sayısı da 2.3 milyon kişiye geriledi.

    Bir başka ifadeyle, işgücüne ilişkin verileri yıllık bazda iki bölümde izlemek gerekiyor. Eski nüfus verilerine dayalı ilk bölüm ancak 2007 yılının ekim ayına kadar geliyor. ADNKS'ye dayalı olarak oluşturulan yeni seri ise 2006 yılından başlıyor.

    İşgücü, istihdam ve işsiz sayılarının bir seride izlenmesi, nüfustaki değişiklik yüzünden mümkün olmaktan çıktı. ADNKS'ye göre geriye doğru bir seri oluşması, TÜİK'in geçmiş yıl verilerini revize etmesiyle mümkün olabilecek.

    Sektörlere göre istihdam

    Hangi sektörde ne kadar istihdam artışı ya da azalışı olduğunu da sözünü ettiğimiz iki dönem olarak ele almak gerekiyor. 2002-2006 döneminde toplam istihdam 977 bin kişi arttı. Bu dönemde tarımdaki istihdam yaklaşık 1.4 milyon kişi azalırken, sanayide 453 bin, inşaatta 309 bin, hizmetlerde ise 1.6 milyon kişilik istihdam yaratıldı.

    Yeni seriye göre 2007 yılında ise tarımdaki istihdam daralmaya devam etti. Tarımda çalışanların sayısı geçen yılın tümünde 112 bin kişi azaldı. Sanayideki istihdam 50 bin, inşaattaki 35 bin, hizmetlerdeki ise 262 bin kişilik artış gösterdi.

    Nüfus ve İşgücü Durumu (Bin Kişi)

    Kurumsal İşgücüne

    Olmayan 15 + İşsizlik Katılma

    Sivil Nüfus Nüfus İşgücü İstihdam İşsiz Oranı (%) Oranı(%)

    2002 68.393 48.041 23.818 21.354 2.464 10,3 49,6

    2003 69.479 48.912 23.640 21.147 2.493 10,5 48,3

    2004 70.556 49.906 24.289 21.791 2.498 10,3 48,7

    2005 71.611 50.826 24.565 22.046 2.520 10,3 48,3

    2006 72.606 51.668 24.776 22.330 2.446 9,9 48,0

    2006 Ekim 72.879 51.922 25.148 22.805 2.344 9,3 48,4

    2007 Ekim 73.792 52.796 25.208 22.750 2.458 9.7 47.7



    Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemine Göre

    2006 68.133 48.485 23.250 20.954 2.295 9,9 48,0

    2007 68.897 49.215 23.523 21.189 2.333 9.9 47.8

    2007 Nisan 68.733 49.054 23.512 21.216 2.296 9,8 47,9

    2008 Nisan 69.500 49.819 23.943 21.650 2.293 9.6 48.1





    İstihdamın Sektörel Dağılımı (Bin Kişi)

    Tarım Sanayi İnşaat Hizmetler Toplam

    2002 7.458 3.954 958 8.984 21.354

    2003 7.165 3.846 965 9.171 21.147

    2004 7.400 3.987 1.030 9.374 21.791

    2005 6.493 4.284 1.173 10.096 22.046

    2006 6.088 4.407 1.267 10.569 22.331

    2006 Ekim 6.109 4.586 1.420 10.689 22.804

    2007 Ekim 5.884 4.603 1.419 10.844 22.750



    Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemine Göre

    2006 5.713 4.135 1.189 9.918 20.955

    2007 5.601 4.185 1.224 10.180 21.190

    2007 Nisan 5.665 4.135 1.166 10.249 21.215

    2008 Nisan 5.726 4.262 1.236 10.427 21.651

    Özden Abi!

    Önceki cumartesi özel bir ziyaret için Ankara'dan Kayseri'ye giderken radyoda haberleri dinliyorum: "Gazeteci Özden Alpdağ vefat etti." Arabada yalnızım ve duygularımı paylaşacak kimse yok, kalakalıyorum. Kimi meslektaşlarımızın hitap şekliyle "Papaz"ı kaybetmişiz. Pamuk gibi bembeyaz ve uzun sayılabilecek saçları yüzünden mi bu şekilde anılırdı anımsamıyorum doğrusu. Uygun bir yerde durup Nazan Abla'yı arıyorum, ama ulaşamıyorum.

    Özden Abi, genellikle çok şen, kahkahalar patlatan, espri üstüne espri yapan biri olarak tanınırdı. Ancak onun, yeri geldiğinde ne kadar ciddi bir insan olduğunu ve bulunduğu ortama ağırlığını koyduğunu da herkes bilirdi.

    Bulgaristan'ın sosyalist rejimden çıktığı yılların hemen ertesinde bir otobüs dolusu gazeteci olarak Balkan ülkelerini dolaşıyoruz. Sofya'da Bulgar gazetecilerle bir aradayız. Türkiye-Bulgaristan ilişkileri çok gergin. Bir süre sonra, Türk ve Bulgar gazeteciler birbirlerine girecek hale geliyorlar. Duruma el koymak gerekiyor ve bunu tabii ki Özden Alpdağ yapıyor. Özden Abi'nin konuşması cümle cümle tercüme ediliyor; Bulgar gazeteciler de can kulağıyla dinliyorlar. Özden Abi konuşmasında, politikacıların düştüğü hataya gazeteciler olarak bizlerin düşmemesi gerektiğini, hatta bizlerin politikacılardan daha ileri görüşlü davranıp iki ülke yurttaşlarının kardeşliğini sağlayacak adımlar atmak, bunun için çaba göstermek durumunda olduğumuzu vurgulayan bir konuşma yapıyor. Konuşma bittiğinde salonda bir alkış tufanı kopuyor. Bir süre öncesinin buz gibi havası dağılmış, herkesin yüzü gülüyor, gerginlikten eser yok.

    Özden Abi dönüyor bizlere, "Konuşmayı kim banda kaydetti" diye soruyor. Kimseden ses çıkmıyor, hiç kimsenin aklına gelmemiş konuşmayı banda almak. Seyahatteki tüm gazeteciler olarak okkalı bir küfür yiyoruz Özden Abi'den. Hiçbir zaman gocunmadığımız gibi, o an da bir gocunma söz konusu değil. "Ulan" diyor Papaz; "Bu konuşma banda alınmaz mıydı"...

    Nur içinde yat Özden Abi!

Sayfa 2/64 İlkİlk 12341252 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •