Sayfa 3/64 İlkİlk 123451353 ... SonSon
Arama sonucu : 509 madde; 17 - 24 arası.

Konu: Cari Açık

  1. #17

    Esas

    AKP’li Yıllarda Ekonomi KORKUT BORATAV
    03/08/2008 07:54 Arkadaşına gönder Yazdır
    Kime: E-posta adresiniz: Mesajınız:
    “Kapatma davası”nın yarattığı belirsizlikler son bulurken Türkiye ekonomisinin 2008 ortalarındaki görüntüsü üzerinde bir değerlendirme yapmanın da zamanı gelmiş bulunuyor. Bugün birkaç vurgulama ile sınırlı “kuşbakışı bir gezinti” ile yetineceğim. Ayrıntılı tartışmaları sonraki haftalara erteleyerek...

    ***

    • Emperyalizmin metropollerinde patlak veren finansal kriz çevre ekonomilerine henüz bulaşmamıştır. Türkiye’de de bugünden yarına bir finansal krizi öngörecek durumda değiliz. Yakın gündemde durgunlaşma vardır.

    • 2001 çöküntüsünü izleyen dönemde her yıl artan dış kaynak girişleri iç talebi genişletmiş; kısa dönemli büyüme hızının yüksekliği bu etkene bağlı kalmıştır.

    • Bu sürecin iki nedenle sınırlarına gelinmektedir. Bir kere dış kaynak girişleri durgunlaşmaktadır. İkinci olarak da üretim potansiyelinin üst sınırına yaklaşılmıştır. Büyüme, artık, kısa vadeli talep artışlarından ve bunu tetikleyen dış kaynak girişlerinden çok sermaye stokunun genişlemesine ve teknolojik ilerlemeye bağlı olacaktır.

    • Krizi izleyen yıllar bu etkenlerden kaynaklanan bir dinamikleşmeye yol açamamıştır. Sermaye birikim oranı hâlâ on yıl öncesinin altındadır ve sermaye stokunun niteliğinde anlamlı bir düzelmenin gerçekleştiği söylenemez. Bu nedenlerle önümüzdeki on yıllık bir dönem içinde ortalama büyüme hızının yüzde 4-5’lik bir aralığın içinde sıkışıp kalması beklenmelidir.

    • Dış kaynak girişleri içinde aslan payı, artık, özel sektörün dış borçlanmasından oluşuyor. Büyüme hızının çok üstünde bir tempoyla artan dıç borçlar Türkiye ekonomisinin ana kırılganlık öğelerinden birini oluşturmaktadır. Tek teselli öğesi, kısa vadeli dış borçların, hızla artan toplamın içindeki payının çok yüksek olmamasıdır.

    • Büyüme hızı düştükçe, cari işlem açığının millî gelir içindeki oranı yükselmektedir. Temel neden, genel olarak üretimin, özellikle de sanayi sektörünün ithalata bağımlılığının çarpıcı boyutlarda artmış olmasıdır. İhracata dönük sanayi, bir anlamda dış dünya için fason üretim yapan bir konuma gelmekte; ihracattaki artışlar, istihdamı ve sınaî katma değeri dış dünyaya taşımaktadır.

    • Bugünkü iktisat politikasının sınırları içinde cari işlem açığı, ancak büyüme oranı sıfıra yaklaştıkça aşağı çekilebilir. Gümrük Birliği’nin revizyonu ve Merkez Bankası’nın döviz kurlarını hedeflemeye başlaması gibi gerçekten derde deva (ve aslında ılımlı) öneriler sapkınlık olarak görülmektedir.

    • 2001 krizinin bölüşüm ilişkilerini emek aleyhine dönüştüren etkileri AKP’li yıllar içinde telâfi edilmemiş; kalıcı hale getirilmiştir. Genellikle finansal krizler içinde ve ertesinde emekçi sınıfların göreli durumu önce bozulur, sonra telâfi edilir. AKP yönetimi altında sözü geçen sarkacın “telâfi” salınımı bilinçli politikalarla durdurulmuştur. AKP’nin, sadece tarikat-cemaat sermayesinin değil, genel olarak burjuvazinin partisi olduğunu ortaya koyan olgulardan biri de budur.

    • Bölüşüm göstergeleri gözden geçirildiğinde, 2001 krizinin öncesi ile 2007 karşılaştırıldığında, faal nüfus içinde istihdam edilenlerin payının düştüğü; geniş anlamda işsizlik oranının arttığı; reel ücret düzeyinin, ücretlerin katma değer içindeki payının, çiftçinin eline geçen göreli fiyatların ve tarımsal istihdamın çarpıcı boyutlarda gerilediği gözlenmektedir. Bu göstergelerin bir bölümü AKP’li yıllar boyunca da bozulmaya devam etmiş; kriz sonrası konjonktürde eski hale yaklaşması gereken diğerlerinde ise, düzelme eğilimi belirgin biçimde frenlenmiştir.

    ***

    Bu saptamaların nicel desteklerini ileriki haftalara bırakıyorum. Bugün tek bir rakamla yetineceğim: Beş yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye’ye 186 milyar dolarlık yabancı sermaye girmiştir. Sıcak para, doğrudan yatırım ve krediler aracılığıyla Türkiye ekonomisini sömüren uluslararası sermaye için de AKP’nin çok makbul bir “işbirlikçi” olduğu ortadadır.

    Türkiye toplumunun sınıfsal ve siyasî dengeleri 1990’lı yılların büyük bir bölümünde iktidarları çalkantılı, istikrarsız ve “eskinin kötü bir kopyası” olan popülizme doğru savurdu. Emekçilerin güncel taleplerine karşı duyarlılıkların siyaseti fazlasıyla etkilemeye başlaması, egemen sınıfları “popülizmi ebediyen tarihe gömmeyi” hedefleyen bir önceliğe yöneltti. 1998 sonlarında IMF ile ilişkilerin yeniden kurulması ve bu bağlantıların 2001 kriziyle bütünleşerek on yıl boyunca kesintisiz sürmesi bu önceliğin ürünüdür.

    AKP bu yönelişi devraldı; sermayenin genel çıkarlarını içerde, dışarıda sadakatle gözetti. İçerde cemaat-tarikat, dışarıda Arap sermaye çevrelerini kayıracak yöntemler geliştirmesi, neoliberal modelin temel öğelerini zedelemediği için fazla tedirginlik yaratmadı.

    2008’in ortalarında böyle bir noktadayız.

  2. #18

    Esas

    , August 04, 2008
    Yeni bir Türkiye mi kuruluyor?
    (Cumhuriyet 28/07/08)


    (ya da tatildeyken, oldukça spekülatif düşünceler)
    AKP davası, Ergenekon derken birileri “yeni bir Türkiye kuruluyor” havasına girdiler. Eski “militanlar” “İç savaşta taraf seçmekten” söz ediyorlar. Chatam House’dan Fadi Hakura da, Türkiye’de “yeni bir tarz siyasetin” doğmak üzere olduğunu ileri sürüyordu. Hürriyet’ten Cüneyt Ülsever’in Perşembe günkü yazısında yaptığı özet de, bu “yeni Türkiye” beklentisinin içeriğini bence, çok güzel özetliyordu.

    Ülsever’le aynı dünya görüşünü paylaşmadığımdan, saptamalarını ister istemez, yorumlayarak özetleyeceğim: Bu “yeni Türkiye”, parlamenter (genel seçimler ve siyasi partiler) bir rejimi benimseyen, ama “demokrasinin sınırlarını” siyasal İslam’ın “hakikat rejimi” temelinde yeniden düzenleyen, uluslararası sermayeye açık, AB ve Avrupa’nın bölge politikalarının hayata geçirilmesinde işlevsel bir ülke olacak.
    Belki, ama henüz değil?
    Böyle bir Türkiye, gerçekten kuruluyor mu? İki nedenle “belki”. Ülkede ve ABD Avrupa ekseninde böyle bir niyet ve çabalar var. İkincisi, yerine yenisini bırakmak üzere ortadan kalkacak olan “eski”nin yıkılma süreci, hatta bu yıkımı benimsemeyi kolaylaştıracak psikolojik ortamın oluşumu oldukça ilerlemiş, hatta belki de geri dönülemez bir noktaya gelmiş gibi görünüyor.

    Ama “henüz değil” derken, “yeni Türkiye” projesinin ülkedeki sürücüsü AKP ve çevresini bu güne kadar destekleyen uluslararası ortamın, özellikle kimi bileşenlerinin değişmeye başladığını düşünüyorum.

    Bu nedenlerle “Eski Türkiye’nin” dağılmakta olduğunu söylemek olanaklı ama, yenisinin kurulmasına ilişkin çabaların henüz bir “ekolojik hakimiyet” (Bob Jessop’un bir kavramını ödünç alırsak: Kendisine karşı güçlerin yapacakları etkiden daha güçlü bir etki yaratma kapasitesini kalıcılaştırmış) kurmuş olduğunu söylemek olanaklı değil. Bu “Yeni Türkiye” projesini inşa etmeye çalışan güçlerin, başarıya ulaşabilmek için gerekli olan toplumsal ve kurumsal desteğin, özellikle fark yaratan kesimini, koşullar değiştiğinde hızla kaybetme olasılığı hala var.
    “Eski Türkiye’de yıkımın üç vektörü
    Bu vektörlerden biri, 1980’lerden bu yana uygulanan neoliberal politikaların etkisiyle, hem toplumsal dokuda yaşanan tahribat, hem de, bu kriz yönetme modeline bağlı olarak yaygınlaşan “hedonist (işleve değil hazlara odaklı) tüketim kültürünün etkisiyle gelecek duygusunu kaybetmiş, “anı yaşa”, “içindeki gerçek seni bul”, kimliklerinin, yeni kuşaklar arasında giderek yaygınlaşmış olmasıdır. Artık geleceğini “yapmaktan” vazgeçenlerin tek seçeneği yalnızca kar yapmayı arzulamak olacaktır.

    İkinci vektör, eski Türkiye’nin doğuş öyküsünü (mitosunu) yeniden yazma çabasıdır. Bu çaba Cumhuriyetin kuruluşunu, bir tarihsel hata, sapma, olarak yeniden tanımlamayı, 1980’den sonra giderek zayıflamasına karşın, 1990’ların ilk yarısına kadar siyasetin egemen söylemini oluşturan “ulusal proje” ‘sadakatini’ (bağımsızlık ve kalkınma, sağda; anti emperyalist, gerçekten demokratik ya da sosyalist Türkiye, sol’da… ve Laiklik her iki kesimde de…) tasfiye, kuruluş öncesinin Osmanlı (imparatorluk) geleneğini, öncelikle popüler kültür alanında restore etmeyi amaçlıyor. Bu vektörün temsilcilerinin, “Kemalizm” kavramını, tasfiye etmek üzere hedef aldıkları her şeyin içine doldurulacağı bir “boş göstergeye”, dahası bir “müstehcen baba”nın adına dönüştürme çabaları da işte bu tasfiye ve restorasyonla ilgili.
    Üçüncü vektör ise: kapitalizme yönelik eleştirel yaklaşımların teorik zeminini oluşturan “komünist hipotezin” de tasfiye edilmesiyle ilgilidir. Bunu başarmak için, Türkiye’de kapitalizme yönelik eleştirilerin “komünist hipotezi” uygulamaya koyma çabalarının ilk kez ve tüm renkleriyle kitleselleşmeye başladığı döneme dönmek ve bu “olayın” bıraktığı tüm izleri, yaratığı ‘sadakatleri’ silmek gerekecektir. 1980’lerde postmodern - liberal entelijansiyanın bitmez tükenmez pişmanlıkları, 70’lerin “devrimci” kimliğinin karalama çabaları bu tasfiye çabasının ilk dalgasıydı. Başarılı da oldu. 1980’lerde kuşaklar 1970’lerin gerçekte nasıl yaşandığını, özverileri, tutkuları, “yeniyi yaratmak” için birlikte mücadele etmenin, hazlarını bilemeden, adeta korku, kabus öyküleriyle yetiştiler.

    Şimdi, neoliberalizm krize girer, post modern entelijansiyanın, liberalizmden uzaklaşarak, siyasal İslam’ın otoriter eğilimleriyle örtüşmeye başlayan dünya görüşü teşhir olmaya, teorik/felsefi açıdan eleştirel düşüncenin yeniden canlanma koşulları oluşmaya başlarken, “Denizlerin” kuşağının mirasına yönelik yeni bir saldırı daha gündeme gelmiştir. Onlar milliyetçidir, cuntacıdır, biraz zorlarsanız ulusalcı sosyalist (Nasyonal Sosyalist demeye getirerek) bile diyebilirsiniz…

    Böylece bir ülkenin halkının elinden hem, emperyalizme ve eski rejime karşı kaderini ilk kez tayin ettiği ulusal başlangıç “olayı”nın, hem de baskı ve sömürüye başkaldıran çocuklarının anısının onuru elinden alınmaya çalışılmakta, yeni kuşakları, tarihsiz, köksüz, geleneksiz ve pasif bir kitle olmaya itilmektedir.
    AKP’yi taşıyan dalga geri çekiliyor
    Tüm bu olumsuzluklara karşın henüz hiç bir şey kesin değil. Bizi bu noktaya getiren AKP hükümetini (bir önceki hükümetin ve CHP’nin katkılarını da unutmadan) taşıyan uluslar arası finansal dalga geri çekilmeye başladı. Bu dalganın en önemli bileşeni, tam AKP iktidar olurken şişmeye başlayan, ama geçen sene patlayan kredi balonuydu. Böylece Türkiye ekonomisi önemli bir kaynaktan yoksun olurken, AKP döneminde bu köpük sayesinde gizlenebilen tüm zaafları da su yüzüne çıkmaya başlıyor. Bu sırada AKP’nin kaynak açığını kapatmak için petrol zengini Arap sermayesine döndüğünü görüyoruz. Birinci bu kaynağın beraberinde getirdiği siyasi yakınlıklar, Türkiye’nin önemli ve geleneksel müttefiklerinde gerginlik kaynağı olmaması kaçınılmaz.
    İkincisi ABD ve AB Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesi olarak tanımladıkça, bu tanımın, AB bağlamında AKP’ye destek veren kesimlerde gerginlik kaynağı olması da kaçınılmaz. Nihayet mali kriz içinde başlayan kaynak bölüşün savaşının, bir bütün olarak AKP’yi destekleyen Siyasal İslam mozaiği içinde de yeni gerginliklere

  3. #19
    Duhul
    Dec 2007
    İkamet
    Trakya Bölgesi
    Gönderi
    904

    Esas

    İyi akşamlar beyler...elinde 1985-2008 arası yıllık para arzı (M1 YADA DOLAŞIDAKİ PARA) verileri olan varmı? yada nereden bulabileceğimi bilen ...
    merkez bankasının net sitesini önermeyin 1994 den oncesi yok bulmadım.

    teşekkürler

  4. #20

    Esas

     Alıntı Originally Posted by livingston Yazıyı Oku
    İyi akşamlar beyler...elinde 1985-2008 arası yıllık para arzı (M1 YADA DOLAŞIDAKİ PARA) verileri olan varmı? yada nereden bulabileceğimi bilen ...
    merkez bankasının net sitesini önermeyin 1994 den oncesi yok bulmadım.

    teşekkürler
    http://evds.tcmb.gov.tr/

    -PARA-BANKA VERİLERİ
    -Parasal Göstergeler
    -M1
    başlıkları altında 1986 yılından itibaren veriler bulunmakta...

  5. #21
    Duhul
    Dec 2007
    İkamet
    Trakya Bölgesi
    Gönderi
    904

    Esas

    Sayın Kurmay çok teşekkürler....

  6. #22

    Esas

    5 Ağustos 2008, SalıSon Güncelleme 9:52detaylı aramaYAŞAM | TÜRKİYE | POLİTİKA | YORUM | DIŞ HABERLER | EKONOMİ | SPOR | DİZİ | SANAL ALEM | KÜLTÜR-SANATKararın ekonomik sonuçları

    05/08/2008
    [email protected]
    YAZDIR | YOLLA



    Anayasa Mahkemesi’nin verdiği AKP’yi kapatmama kararı ekonomi üzerinde doping etkisi yarattı.İlginç olan şu: Eğer AKP aleyhinde böyle bir dava hiç açılmamış olsaydı ekonomik göstergeler bugün geldiğimiz noktada olduğu kadar iyi olmayacaktı. Dava önce aşırı karamsar bir ortam yarattı. Ekonomideki gidiş bu dava olmasaydı bu kadar karamsar bir havayı hak etmiyordu. Karar AKP’nin kapatılmaması yönünde çıkınca bu kez aşırı iyimser bir hava yaratıldı. Oysa ekonomideki gidiş bu kadar iyimser bir havayı da hak etmiyor. Türkiye, dünyanın hiçbir ülkesine benzemiyor. Bazen Latin ülkelerini, bazen Ortadoğu ülkelerini, bazen Avrupa ülkelerini hatta bazen Uzakdoğu ülkelerini andıran bir hava oluşsa bile Türkiye bunların hepsinden farklı, değişik, ilginç bir ülke. Kendi sorunlarını kendisi yaratıyor, bazen bunları IMF desteğiyle bazen de kendi başına çözüyor.
    Türkiye ekonomisinin son dönemdeki çizgisini size bir şekil yardımıyla özetleyeyim. Dikey eksen ekonomik göstergeler sepetini, yatay eksen de zamanı gösteriyor. Türkiye ekonomisinin gidişini ortaya koyan büyüme, cari açık, bütçe açığı, borç yükü, enflasyon, işsizlik, faiz gibi ekonomik göstergeleri belirli ağırlıklarla bir sepete koyduğumuzu ve bunlarla bir ekonomik göstergeler sepeti (EGİ) oluşturduğumuzu düşünelim. Bu sepet 2008 yılı başından (hatta aslında 2007 yılı başından) beri iniş eğilimindeydi (EGİ doğrusu.) Çünkü sepete dahil olduğunu varsaydığımız ekonomik göstergeler (bütçe hariç) önceki yıla göre bozuluyordu. Mart ayında AKP hakkında kapatılma davası açılınca bu göstergelerin çok daha hızlı bozulacağı düşünülmeye başlandı ve faizle başlayan gerçek bozulma, sepete dahil göstergelerin bazılarına ilişkin beklentilerin de hızla bozulmasına yol açtı (aşağı dönen noktalı çizgili doğru.) Temmuz sonunda Anayasa Mahkemesi kapatmama kararı verince bu kez yine faizle başlayan gerçek düzelme, sepete dahil bütün göstergelere ilişkin iyimser bir beklenti yayılmasına yol açtı (yukarı dönen kesikli doğru.) Eğer ortada bir kapatma davası olmasaydı ekonomi aşağıya doğru hafif bir eğimle inen bir çizgide yoluna devam ediyor olacaktı. Kapatma davası doğruyu sanal olarak aşağıya büktü, kapatmama kararı ise doğruyu yine sanal olarak yukarıya büktü. Algılamalardan arındırılmış gerçek doğru EGİ doğrusudur.
    Kapatmama kararıyla birlikte zaten değerli olan YTL daha da değer kazanmaya başladı. Bugüne kadar hem cari açığa finansman sağlamak hem de enflasyonu baskılamak için faizi yükseltmiş olan Merkez Bankası’nın bundan böyle ne yapacağını merakla bekliyorum.

  7. #23

    Esas

     Alıntı Originally Posted by sampolyon Yazıyı Oku
    5 Ağustos 2008, SalıSon Güncelleme 9:52detaylı aramaYAŞAM | TÜRKİYE | POLİTİKA | YORUM | DIŞ HABERLER | EKONOMİ | SPOR | DİZİ | SANAL ALEM | KÜLTÜR-SANATKararın ekonomik sonuçları

    05/08/2008
    [email protected]
    YAZDIR | YOLLA



    Anayasa Mahkemesi’nin verdiği AKP’yi kapatmama kararı ekonomi üzerinde doping etkisi yarattı.İlginç olan şu: Eğer AKP aleyhinde böyle bir dava hiç açılmamış olsaydı ekonomik göstergeler bugün geldiğimiz noktada olduğu kadar iyi olmayacaktı. Dava önce aşırı karamsar bir ortam yarattı. Ekonomideki gidiş bu dava olmasaydı bu kadar karamsar bir havayı hak etmiyordu. Karar AKP’nin kapatılmaması yönünde çıkınca bu kez aşırı iyimser bir hava yaratıldı. Oysa ekonomideki gidiş bu kadar iyimser bir havayı da hak etmiyor. Türkiye, dünyanın hiçbir ülkesine benzemiyor. Bazen Latin ülkelerini, bazen Ortadoğu ülkelerini, bazen Avrupa ülkelerini hatta bazen Uzakdoğu ülkelerini andıran bir hava oluşsa bile Türkiye bunların hepsinden farklı, değişik, ilginç bir ülke. Kendi sorunlarını kendisi yaratıyor, bazen bunları IMF desteğiyle bazen de kendi başına çözüyor.
    Türkiye ekonomisinin son dönemdeki çizgisini size bir şekil yardımıyla özetleyeyim. Dikey eksen ekonomik göstergeler sepetini, yatay eksen de zamanı gösteriyor. Türkiye ekonomisinin gidişini ortaya koyan büyüme, cari açık, bütçe açığı, borç yükü, enflasyon, işsizlik, faiz gibi ekonomik göstergeleri belirli ağırlıklarla bir sepete koyduğumuzu ve bunlarla bir ekonomik göstergeler sepeti (EGİ) oluşturduğumuzu düşünelim. Bu sepet 2008 yılı başından (hatta aslında 2007 yılı başından) beri iniş eğilimindeydi (EGİ doğrusu.) Çünkü sepete dahil olduğunu varsaydığımız ekonomik göstergeler (bütçe hariç) önceki yıla göre bozuluyordu. Mart ayında AKP hakkında kapatılma davası açılınca bu göstergelerin çok daha hızlı bozulacağı düşünülmeye başlandı ve faizle başlayan gerçek bozulma, sepete dahil göstergelerin bazılarına ilişkin beklentilerin de hızla bozulmasına yol açtı (aşağı dönen noktalı çizgili doğru.) Temmuz sonunda Anayasa Mahkemesi kapatmama kararı verince bu kez yine faizle başlayan gerçek düzelme, sepete dahil bütün göstergelere ilişkin iyimser bir beklenti yayılmasına yol açtı (yukarı dönen kesikli doğru.) Eğer ortada bir kapatma davası olmasaydı ekonomi aşağıya doğru hafif bir eğimle inen bir çizgide yoluna devam ediyor olacaktı. Kapatma davası doğruyu sanal olarak aşağıya büktü, kapatmama kararı ise doğruyu yine sanal olarak yukarıya büktü. Algılamalardan arındırılmış gerçek doğru EGİ doğrusudur.
    Kapatmama kararıyla birlikte zaten değerli olan YTL daha da değer kazanmaya başladı. Bugüne kadar hem cari açığa finansman sağlamak hem de enflasyonu baskılamak için faizi yükseltmiş olan Merkez Bankası’nın bundan böyle ne yapacağını merakla bekliyorum.
    yukarıdaki yazıya ait grafiği ekleyemedim.ilginizi çektiyse radikal gazetesinde yazarın sayfasındadır.Çok enteresan lütfen oradan bakınız.

  8. #24

    Esas

    Ercan KUMCU
    [email protected]

    Erken gevşemenin maliyeti


    Yıllık enflasyon temmuz ayı itibariyle yüzde 12’yi aştı. Geçen yılın temmuz ayında aynı bazda tüketici fiyatları endeksindeki artış yüzde 6.9 idi. Ne oldu da enflasyon bir yıl içinde neredeyse ikiye katlandı?

    Enerji fiyatları arttı. Gıda fiyatları da arttı. Bütün dünyada artan bu fiyatlar elbette ortalama enflasyonu yukarı çekti. Bu olgu tüm ülkelerde yaşanıyor. Ama, enflasyonla açıkça mücadele ettiğini iddia eden ülkelerde bir yıl içinde enflasyon nerdeyse ikiye katlanmadı.

    Bizde, genel seçimler sonrasında yaşanan olumlu havayla geçen yıl para politikası erken gevşetildi. Yıllık enflasyonun dip yaptığı noktada para politikası gevşetilmeye başlandı. İleriye doğru değil, geçmişe bakarak para politikası kararlarının verildiği görünümü verildi.

    Şimdi yanlıştan dönülmeye çalışılıyor. Ama, enflasyonun yeniden eski düzeylerine gelmesi yükselişinden çok daha fazla zaman alacak. Dış şartların yardımcı olmadığı bir dönemde enflasyonla mücadelede zaman kaybettik.

    AYRINTILAR

    Döviz kurlarına çok hassas olan üretici fiyatları döviz kurlarının küçümsenmeyecek düzeyde düştüğü bir dönemde dahi temmuz ayında ortalama yüzde 1.25 arttı. Üretici fiyatlarından tüketici fiyatlarına olumsuz geçişin yaşanması kaçınılmaz. Yıllık bazda üretici fiyatlarındaki artış yüzde 18.4 oldu. İmalat sanayindeki artış da yaklaşık bu civarda.

    Ekonomik büyüme yılın ilk yarısındaki düzeylerde devam ettiği takdirde, üretici fiyatlarından tüketici fiyatlarına olumsuz geçiş daha kolay olabilecektir. Büyümenin düştüğü diğer ülkelerde dahi bu olgu yaşanmaya başlamıştır. Türkiye’de de benzer bir gelişmeyi izlemek şaşırtıcı olmayacak.

    Merkez Bankası’nın para politikasının etki alanında diye tanımladığı kalemlerden oluşan fiyat endeksi (H) temmuz ayı itibariyle yıllık yüzde 10.6 arttı. Bu endeksteki yıllık artış geçen yılın ekim ayında yüzde 6 olmuştu.

    Son dönemlerde bilgi sahibi olduğumuz I endeksi bu yılın temmuz ayında yüzde 0.85 düştü. Geçen yılın aynı döneminde ne olduğu hakkında bilgimiz yok. Ama, H endeksi bu yılın temmuz ayında yüzde 0.44 düşerken, geçen yıl aynı dönemde 0.63 düşmüştü. Geçen yıl ile karşılaştırıldığında, bu yılın temmuz ayında artan endeksler bu yıl daha fazla artmış, azalan endeksler bu yıl daha az azalmışlar.

    ENFLASYONUN GELECEĞİ

    Para politikasının son aylarda sıkılaştırılmaya başlaması enflasyon eğilimleri üzerine mutlaka olumlu, ama sınırlı bir etki yapacaktır. Bu etkiyi sonbahar ayları ile birlikte görmeye başlayabileceğiz. Aynı dönemde, petrol fiyatlarının belli bir ölçüde geri gelmesi de ölçülen enflasyona azaltıcı yönde etki yapacak. Dolayısıyla, son aylarda gözlenen enflasyondaki bozulma sonbahar aylarında en azından durabilecek.

    Bu yılın enflasyon hedefinin (yüzde 4) anlamsız bir hale gelmesi dikkatleri doğal olarak gelecek yılki enflasyon hedefine (yüzde 7.5) yoğunlaştırıyor. Bu hedefin itibarlı olup olmayacağı bu yıl sonu gerçekleşecek enflasyon ile çok yakından ilişkili. Dolayısıyla, bu dönemde enflasyona yönelik alınacak politika kararları gelecek yıl hedefinin itibarına ve gelecek yıl enflasyonun hedef civarında oluşmasına odaklanmak zorunda.

    Son dönemde enflasyonda yaşanan eğilimler bu yıl sonunda yıllık enflasyonun temmuz ayında gözlenen yıllık enflasyon civarında gerçekleşeceğini gösteriyor. Yani, enflasyonda daha gidecek çok yolumuz var.

Sayfa 3/64 İlkİlk 123451353 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •