Sayfa 2/16 İlkİlk 123412 ... SonSon
Arama sonucu : 128 madde; 9 - 16 arası.

Konu: Ariflerin hikmetli sözlerinden ne anlıyoruz

  1. Esas Olduğum gibi görünemiyorum,göründüğüm gibi olamıyorum

    İnsanın bir ağaç altında mola vermek misali kısacık ömründe,en iyi ahlakla bezenmesi,ahlaklanması murad edilmiş.Yakın çevremiz,uzak çevremiz,tüm kainat ,Mürebbilerimiz ,bize bunun dersini veriyor.
    Büyüklerimiz bakın nasıl özetlemiş:
    Cömertlik,yardım etme
    Şefkat ve merhamet
    Başkalarının kusurunu örtme
    Hiddet ve asabiyetten eser olmaması
    Tevazu ve alçak gönüllülük
    Hoşgörü
    İç aleminin dışa olduğu gibi yansıması hareketlerinde görülmesi
    Dış görünüş ve davranışların iç alemini doğru göstermesi ,insanları yanıltmaması.
    İşte ARİF söylerse böyle söyler.

  2. #10

    Esas

    Ayn’a Ayn’a ! - Meryem Irmak

    Aklın devâsı bilgidir.

    Her şeyin bir vuslatı vardır. Burnun vuslatı koku ile, gözün vuslatı görünen ile, aklın vuslatı bilgiyledir. Bilgi “isim”dir; sözdür; müsemmâ değildir. Bu nedenle, akılla idrâk ilmel yakîndir ve burası şeriat kapısıdır. Küçük çocuklara ve akli dengesi yerinde olmayanlara dinde sorumluluk yoktur. Öyleyse, aklını kullanmak şeriatın emri ve gereğidir. Akla davet ilmel yakine davettir ki bu başlangıç noktasıdır. O nedenle ilmel yakini küçümsememek, tersine çok önemsemek lâzımdır! Bilmenin başı burasıdır. İnsan bir şeyin ortasına veya sonuna davet edilmez! Başa davet edilir. Başlasın ve yürüyüp gitsin diye... Nitekim Kur’an’ı Kerim Azimüşşân insanları akla ve aklını kullanmaya davet eder. Bilişmemizi, bilgiyle buluşmamızı ister.. Çünkü aklın devâsı bilgidir.

    Gönlün devâsı vuslattır.

    O’dur. Sadece O. İlle “Müsemmâ”... Sevgili’den başkasına kanmaz ki gönül... İlle O, ille O... Kavuşmadıkça, bilgi falan para etmez. Aşk, otomatikman, terk-i “her şey”dir.

    Lokman hekim gelse yaram azdırır

    Yaramı sarmaya yâr kendi gelsin.

    Yâr kendi gelsin!

    Başka türlü olmaz! Yâr kendi gelsin! Aşıkın maşukundan gayrı devâsı yoktur. Derdi, dermanıdır ve her şeyi onundur.

    Başka söz söylemem aşktan yana ben

    Yaralı bir kuşum battım kana ben.

    Ömrümce baş koydum güzelliğine

    Azadsız köleyim bil ki sana ben

    Azadsız köleyim bil ki sana ben



    Bâki Sühâ Ediboğlu

    Herkesin ona yoldaş bir derdi vardır. İnsan derdiyle iyi geçinmelidir. Çünkü dermanı en iyi bilen “dert”tir.

    Dertlerin efendisi Aşk’tır. Mecazi aşktan dahi öğrenilecek çok şey vardır. Geçen yüzyılın büyük mürşidlerinden, Cerrâhi Şeyhi Muzaffer Ozak Efendi’ye bir adamcağız gelir, “Ben de derviş olabilir miyim?” der. Efendi, sorar: “Sen hiç hayatında bir kadına aşık oldun mu?” “Hayır, olmadım” yanıtını alınca, “Sen önce git, bir kadına aşık ol, ondan sonra gel!” derler. Selâm olsun Muzaffer Efendiye (k.s.) ve tüm aşıklara, erenlere, hâl ehline...

    “Herhangi bir kimsede, gizli bir aşk derdi yoksa, o yaşıyormuş gibi görünse de, onun gönlü ve canı yoktur. O âdeta gezen, dolaşan bir ölüdür. Eğer aklın varsa, git de Hak'dan derd iste, çünkü derdsiz olmak, aşk derdine düşmemek, tedavisi imkansız bir hastalıktır.”

    Hz. Mevlânâ

    İnsan birini sevince onun tarafından da sevilmek ister. Sevilmedikçe acı çeker. Kavuşmak, sevilmektir. İster ki sevgilisi de onu sevsin, hem de başka hiç kimseyi onu sevdiği gibi sevmesin. İnsan vuslatsız da sever, ama sevgi doğası gereği vuslat ister. “Allah gayyûrdur”. Abdülkâdir Geylâni Hz. anlatır Allah’ın nasıl kıskanç/gayyûr olduğunu. Allah kulunu sevince onun gönlünden herşeyi uzaklaştırır, o gönülden masivâyı silermiş. Kâbeden putları sürermiş! Allah’ın sevdiği kuluna belâyı çoğaltması da bu yüzden herhalde! Celâlî temizlik! Ne mutlu “hoşgeldin belâ” diyebilenlere.... Ve Muhiddin Arabi hazretleri “Kıskançlık sevginin sıfatıdır” diyorlar. “Ben güzele güzel demem / Güzel benim olmayınca”. Ben’im olmadığım gönül, benim değildir. O sevgiliyi ne kadar seversem seveyim; o gönülde kendimi görmedikçe olmaz; olmaz sevilmedikçe!... “Kendimi görmem”, onun beni sevmesidir. Benim onu sevmem değil! O beni severse “onda” olurum. Gönül sahibinin gönlünde ne varsa, ancak onu sevmiştir. Gönlünde olmayanı sevmemiştir!

    Mecâzi aşk öğretti: Mutasavvıfların “ayna” dedikleri şey, aslında, gönülde “kendini” bulmak! Başkasını değil! Kendini! Ki bu “sevilmektir”.

    İnsan vuslatsız da sever birini, ama üzülür. Kendini sevgilinin gönlünde TEK görmedikçe, gülmez. Ben o gönülde, sevdiğimde kendimi görmedikçe mutlu olamam. Kendimi görmek isterim onda. Nasıl? Sevsin beni! Hem de her şeyden çok. Başka türlü olmaz. O beni ben onu sevince, o benim gözlerimde kendini, ben onun gözlerinde kendimi görünce, o bende ben onda OLunca, tamamdır! İnsanın sevince sevgilisinin gönlünde kendini görmek, bulmak istemesi ancak sevgilinin de onu sevip gönlüne almasıyla mümkün oluyor. Birbirinde olmadan BİR olunmaz! Ayna olmaz!

    “Mürşidin gönlüne giren düdüğü çalar” Lütfi Filiz

    “Ayn” olmak aynada OLmaktır. Ayna, mürşid-i kâmildir, onun gönlüdür.

    “Beni sev ki sende olayım, seni sevdim BENDE oldun!”

    “Kulun Allah’ı sevmeye gücü yoktur. Allah kulunu sevince kul âşık adını alır”Aziz Mehmet Dumlu. Demekki el tutan, “bende” olan, “gönüle giren” Sevgilinin gönlüne girmiştir. Ne mutlu ona! O, sevilmiştir. Fakat gâfilin bir şeyden haberi yoktur! O benlik sahibi olarak “ben seviyorum” sansa da, aslında seven Sevgili’dir. O sevilendir. Böylece, sevildiği için mutlu olacağına, “seviyoruM ama kavuşamıyoruM” diye mutsuz olur!

    “Kulun gücü yoktur bulmaya mürşidi!

    Mürşid bulur daima müridi!

    Kul ölüdür, mürşid ise diri!

    Cem etmiştir o Kâmil HAY ismini!”

    “Vay ÖLÜ! ”

    “Demek sandın ki, sen buldun O’nu!”

    Bu yüzden;

    “Her şey mâşuktur, âşık bir perdedir. Yaşayan mâşuktur, âşık bir ölüdür.
    Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!
    Sevgilimin nuru önde, artta olmadıkça ben nasıl önü, sonu idrak edebilirim?
    Aşk, bu sözün dışarı çıkıp yazılmasını ister; ayna gammaz olmaz da ne olur?
    Aynan, bilir misin, neden gammaz değil?
    Yüzünden tozu, pası silinmemiş de ondan!”

    Hz. Mevlânâ

    “Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini, kalemden sanır.”

    Hz. Mevlânâ

    “Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki, bu zamanda, senin yanıbaşında ve önündedir. Mağara da, dost da onunla terennüm etmektir. Ne fayda, senin gözünde ve kulağında mühür var!”

    Hz. Mevlânâ

    “Bu söz idrak etmekte söze muhtaç olanlar içindir. Sözsüz idrak edebilenlerin söze ne ihtiyacı var? İdrak edebilen (anlayabilen) için bu göklerin yerlerin hepsi sözdür. Hafif bir sesi işitene bağırıp çağırmaya ne lüzum var.”

    Hz. Mevlânâ

    “Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı. Ham, pişkinin halinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir, vesselâm.”

    Hz. Mevlânâ

    yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey
    mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey
    dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken
    dünyada senin aşıkın olmak ne saadet
    bir bitmeyecek aşk-u muhabbet ne güzel şey
    yıldızların altında ibadet ne güzel şey

    Fâik Ali Ozansoy

  3. Esas Davranışlarımızı belirliyen tutkular

    Arzu ve isteklerimiz, yaşama dürtüsünün önde gelen itici güçleri.
    Kendimize ve çevremize karşı sorumluluklarımızın gerçekleştirilebilmesi için ne kadar çok gerekli.
    Ancak ariflerin dediği gibi,arzu ve istekler,tutku haline geldiğinde ,artık dizginlenemez olduğunda,ruhlarda nefsin esareti altına girmekte ve o zaman tutkulara tutsaklık, başlamaktadır.
    Şu an yaşadığımız dünya ve yaşama biçimi eskilerle, özde aynı olsa bile,işleyişi,koşulları ile çok farklılıklar içermektedir.
    Bu çağı yaşarken nefsin tutsaklığından kurtulabilmek,herhalde çok daha zor olmalıdır .
    Çağın yaşama koşullarında davranışlarımızı belirleyen tutkuları ,bastırabilmek için neler yapıyoruz? Hangi gayret içindeyiz? Ne kadar sıklıkla sorguluyoruz?

  4. #12

    Esas

    Cevizi kırıp özüne inemeyen, hepsini kabuk zanneder.

    (İmam Gazali)

  5. #13

    Esas

    Kadim vahylerin silik izleri

    İslamiyeti bir emirler zinciri olarak görenlerle, gönülden gelen bir bağlılıkla, zorlama olmaksızın yaşanması gerektiğini söyleyenler vardır. Hua hu ching’deki şu satırlarda bir gerçek gizli olmasın?:
    “Yol’un saygınlığı varlıkların lütfuyla değil
    Kendiliğinden öyledir
    Yol’a saygı duymak ve erdeme değer vermek,
    Emredilmiş bir vecibe değil,
    Tabii bir durumdur.”

    Ancak bu tabi duruma perdeli olup içlerinde coşkuyu bulamayanlar için, idrak seviyeleri gereği, İslamiyet bir yaptırımlar bütünü haline gelir. İşte fark buradadır. Bu yaptırım zorunluluğu olmalıdır ki izafi nefs köreltilebilsin. Yine de aynı metinden, huşu haline örnek sayabileceğimiz şu pasajıları verelim:

    “Sıradan insana göre mabet kutsal olduğu halde tarla öyle değildir
    Bu ise hakikate aykırı olarak gelişen bir ikiliktir”

    “Ne ilahiler söylemek, bir fırtınanın uğultusunu dinlemekten
    Ne tesbih çekmek nefes alıp vermekten daha kutsaldır
    Ne de dini kisveler, iş giysilerinden daha ruhanidir
    Tao ile yekvücut olmak istersen yüzeysel maneviyata kapılma
    Bunun yerine, sakin ve basit,
    Düşüncelerden ve kavramlardan uzak bir hayat yaşa
    Huzuru, tek gerçek güç olan anlama erdemini edinmekte bul”

    Tao te ching’de de şöyle denir:
    “Akıl ve duyguların karmaşasından azad olmak ve
    Tao ile yek vücud olmak için iki yol vardır:
    Birincisi kabul etme yolu:
    Herşeyi ve herkesi kabul ederek
    İyi niyetini ve dürüstlüğünü her yönde sebestçe yay
    Uyumlu birliğin bir parçası olarak herşeyi kucakladığında onu anlayacaksın
    İkincisi reddetme yolu:
    Etrafta gördüğün herşeyin ve düşüncelerinin
    Yanlış, yanılsama ve gerçeğin yüzüne örtülmüş peçeler olduğunu fark et
    Birliğe, tüm peçeleri sıyırdığında ulaşacaksın
    Kendiliğinden, büyük birliğin farkına varacaksın
    Onunla bütünleşmeyi sağlamak için
    Mücadele etmen gerekmeyeceğini hatırla
    Tek yapman gereken, onun bir parçası olmaktır”

    V. Korhan Koral (www.sufizmveinsan.com)

  6. Esas Cevizin kabuğu,bizim dogmalarımız

    Kabuk yaratılmış güzellikleri,faydalı halde tutabilmek için bizlere sunulmuş bir nimet.
    Evrene baktığımızda, her aşamada, vazifesini yapan bir koruyucuyu görebiliyoruz.
    Annenin yumurta hücresi,babanın spermleri,cenin'in rahimde belli süre muhafaza edilmesi,hep koruyuculara muhtaç.
    Gerçekler ,bilgiler,bize apaçık sunulmuş.Kabuğa ihtiyaç olmasın,hikmet nerdeyse kolayca alalım,diye.
    Akıl hakikatler arasında köprü olup,doğruyu gerçeği bulmaya yarasın diye istifademize sunulmuşken,onu kullanmadan,düşünme yeteneğimizi hiç işin içine sokmadan,sorgulamadan,sadece genel kabul edilmişi değişmez,biricik, doğru kabullenmek,bizlerin oluşturduğu,gerçeklerin doğru algılanmasına engel kabuklardır.

  7. #15

    Esas

    Ceviz ile insanın benzerliği üstüne bir yazı:

    http://www.ahmedbaki.com/turkce/kita...uma/cuma05.htm

  8. Esas İnsanlara teşekkür edebiliyormuyuz ?

    Beraber yaşadığımız ailemiz.
    Komşularımız,
    Mahalle ve iş çevremiz,...
    Sosyal bir varlık olarak hergün ilişki içinde olduğumuz bir çok insan.
    Hatta hiç görmediğimiz ,tanımadığımız ,sanal dünyada bilgi alışverişinde bulunduğumuz kişiler.
    Aldığımız hizmetin karşılığını rayiç bedelle ödediğimizde tüm borcumuzu ödemiş oluyormuyuz.?
    Muayene olduğumuz doktora vizitesini ödediğimizde,eve gelen tesisatçının musluğu tamir ettiğinde ücretini verdiğimizde.Bizi taşıyan şöföre taksimetrenin yazdığını takdim edince tüm gerekenleri yapmış oluyormuyuz ?
    Sosyal düzen içinde gösterilen saygı ve sevgi ,kazanmak için hiç bir çabanın gerekmediği, doğal hakkımız mı ? Herkes bu davranışları göstermek zorunda mı?

Sayfa 2/16 İlkİlk 123412 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •