Sayfa 30/31 İlkİlk ... 2028293031 SonSon
Arama sonucu : 248 madde; 233 - 240 arası.

Konu: Tarım Haberleri

  1. #233
    Duhul
    Feb 2004
    Yaş
    67
    Gönderi
    10,347
    Blog Yazıları
    9

    Esas

    Aşağıdaki yazıyı hem sağlığınız hem ülkemiz tarımı hem de toplumumuz ve ülkemiz ekonomisi açısından okumanızda yarar var.
    Yazı başlığı "Sütle ilgili bildiklerinizi unutun" olsa da konuyla ilgili tüm sektörlerle bağlantıları anlatılmış.
    Sadece sütle ilgili birkaç ipucu da bende:
    Sütü kesinlikle süt olarak tüketmiyorum.
    Süt ürünü olarak Yoğurt, peynir ve tereyağını tüketiyorum. inek sütünü asla içmiyorum. Sadece bahsettiğim süt ürünleri olarak tüketiyorum.


    gazeteci - yazar yusuf yavuz yazısı


    Sütle ilgili bildiklerinizi unutun!

    by Yusuf Yavuz

    Sütle ilgili bildiklerinizi unutun!

    Okul sütü dayatmasının arkasındaki inanılmaz gerçekler. Meğer sütün kendisi bile "sütten çıkmış ak kaşık" değilmiş…

    Yusuf Yavuz

    Geleneksel tarım konusunda dünyanın pek çok ülkesinde araştırmalar yapan Araştırmacı Erhan Ünal, küresel ölçekli endüstriyel süt üretimi ve tüketimi konusunda oynanan oyunları ortaya koyduğu analizinde, tüketicileri ezberlerini bozmaya davet ediyor ve ekliyor: “Bireysel direniş kurtuluşun başlangıcıdır!”

    İNEK SÜTÜ KONUSUNDA BİLDİKLERİNİZİ UNUTUN

    Süt ve süt ürünlerinin günümüzdeki konumu, beslenme açısından nedir? İnek sütü, tüketici açısından ne gibi sorunları içermektedir? Bu soruların cevabı, ‘Kitlesel Tarım Üretimi’ ve buna bağlı olarak ‘kitlesel hayvancılık’ modelinin irdelenmesinde bulunmaktadır.

    endüstriyel süt üretimi tüketiciyi tüketime zorluyorEndüstriyel süt üretimi tüketiciyi tüketime zorluyor
    Exif_JPEG_PICTUREEndüstriyel süt üretiminde inekler adeta canlı robotlara dönüştürülüyor

    KIRSAL NÜFUS NEDEN YEDEK İŞÇİ TABURLARINA EKLENİYOR

    Kısaca tekrar hatırlayalım: Geleneksel olarak yapılan tarım, ailenin ihtiyaçlarını karşılamak için yapılır. Ürün fazlası ise yakın pazarda satılır. Bu tür tarımda, amacı gereği ürün çeşitliliği oldukça geniştir fakat ürün miktarları ise göreceli olarak düşüktür. Bununla beraber, tarımsal üretim sayıca çok fazla kişi (çiftçi- köylü) tarafından yapıldığı için sonuçta ülkeye yetecek miktarda tarımsal üretim ortaya çıkar. Kırsaldaki çiftçiler de doğayla iç içe, insan için üreten, onurlu dik insanlar olarak yaşamlarını sürdürürler. Küresel Finans Oligarşisi (KFO), sahip olduğu bütün ekonomik ve politik gücünü sistematik olarak kullanarak oluşturduğu ‘Kitlesel Tarım Üretimi’ modelinde ise durum, tamamıyla tersidir. Kitlesel Tarım, sermaye yoğunluklu büyük tarım şirketleri tarafından, çok geniş topraklarda, çok az insan ile yapılır. Çok dar bir ürün çeşitliliği ( Soya, Mısır, Buğday…) üzerine oluşturulmuş bu sistemde elde edilen ürün dev boyutlarda olmakla beraber, ürün çeşitliliği söz konusu bile değildir. Kırsalda yaşayan geniş insan kitleleri de topraklarından şehirlerin varoşlarına bir şekilde sürülüp, endüstrinin yedek işçi taburlarına eklenmişlerdir.

    MERALAR NEDEN ÖNEMLİ

    Birçok defa sözünü ettiğim gibi KFO, üretimini organize ettiği yüzlerce milyon ton tahılın tüketilmesini de organize etmek zorunda. Eğer küresel dev tarım kuruluşları bu tahılların üzerinde oturup kalırlarsa, kurulmuş olan sistem çatırdamaya başlar. Yüzlerce milyon ton tahılın tüketilebilmesi için, bir yandan küresel olarak gıda üretimi bu tahıllar üzerinden yapılandırılmakta, öte yandan insanların beslenme gelenekleri de bu gıda sistemine talep oluşturacak bir şekilde yeniden eğitilmektedir. İnsanlara bu kadar tahılı tükettirmenin yollarından bir diğeri de direk olarak tükettiremedikleri tahılları, yem olarak büyük ve küçükbaş hayvanlara yedirmektir. Bu hayvanların etleri ve sütleri de tekrar insanlara tükettirilebilmektedir. Ortalama bir hesapla günümüzde, 1 kg sığır eti 6,5 kg tahıl demektir. Meralarda otlayan hayvanların ‘küresel sisteme’ getirisi yoktur.

    ‘Kitlesel Tarım Üretimi’ olgusu ile ‘süt ve süt ürünlerinin’ günümüzdeki yapısını ve bizlere dayatılan sorunlarını yukarıdaki kısa açıklamanın perspektifinde irdelemek ve anlamaya çalışmak gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz durum; ‘bir takım kötü insanların, kar amacı ile insanların sağlığını tehlikeye attıkları’ ya da ‘geri kalmış ülkelerin halklarını koruyamadıkları’ gibi ve benzeri savlar ile açıklanamayacak kadar karmaşık, küresel olarak geniş tabanlı ve disiplinli bir şekilde yönlendirilmektedir.

    YAŞAMIMIZDA SÜT

    Süt üretiminin geçmişini kim hatırlar ki? Çok değil 1960’larda ‘cins’ bir ineğin süt verimi, yaklaşık olarak günlük 10 kg civarında. Daha gerilere gidersek bu miktar 1940’larda günlük olarak 6 kg, hatta daha da düşüyor. Yani 50-60 yıl öncesinde süt tüketimi hiçbir şekilde günümüzdeki boyutlarda değil. O yıllarda inek sahibi olmanın esas amacı sütten yağ kazanmak (Sade Yağı). Sütü uzun süreli saklayabilmenin yolu olarak da yoğurt ve peynir gibi süt ürünleri söz konusu olmuş.

    endüstriyel süt üretimiEndüstriyel süt üretimi

    OKUL SÜTÜ NEDEN ZORLA DAYATILDI

    Günümüzde insanlar, küresel olarak süt ve süt ürünlerini tüketmeye alabildiğince özendirilmekte, teşvik edilmekte ve hatta okul sütü konusunu hatırlarsak adeta zorlanmaktadırlar. Kimse kolay kolay ‘ne oluyor yahu? İtelemesenize arkadaşlar’ diyemiyor. Süt konusu, tartışılmaz olarak; çağdaşlık, kalkınmışlık, sağlık sembolü halinde insanlara kabul ettirilmiş durumda. Bir zamanlar ülkelerin kalkınmışlık indeksi, kişi başına elektrik tüketimi gibi, alabildiğince mesnetsiz ve safça kabul görmüş enerji tüketim ölçütleriyle ifade edilirdi. Günümüzde ise kişi başına süt tüketimi üzerine bazı idealleştirilmiş rakamlar da aynı sahte temellendirmelerle ortalığa sürülmekte ve maalesef kabul görmektedir.

    SORUN NEREDE?

    Süt konusunda önemli bir uzman olan ABD’li araştırmacı yazar Robert Cohen,* süt sorununun başlangıcını şöyle anlatıyor: ‘Süt, memeli hayvanların, dolayısı ile insanların, dişisel bir meme salgısıdır. Bu salgı sadece ve sadece yeni doğan yavruyu kısa bir süre için, komple olarak besleme amacına yöneliktir. Sütün bileşimi de memelinin cinsine göre farklılıklar göstermekle birlikte, yavrunun büyümesi için yüksek seviyede büyüme hormonu içerir. Anne’yi emme sürecinin sonunda hiçbir memeli bir daha süt içmez ve kendisini cinsinin diğer yetişkinleri gibi besler.”

    TÜRKİYE’DEKİ SÜT TOLERANSI NE KADAR

    İnsanlarda ise durum böyle mi? Süt en doğal ve işlem görmemiş şekliyle dahi bir sağlık riski içerir. Bu durum sütün içeriğinde olan ‘Laktoz’ (süt şekeri) isimli maddeden kaynaklanır. Laktoz’un hazmedilebilmesi için gerekli olan enzimlerin insan vücudunda üretimi, yaklaşık olarak küçük çocuğun ‘memeden kesilme’ dönemi ile birlikte sona erdiğinden, daha ileri yaşlardaki insanların bir kısmı sütü hazmedemeyerek hasta olmaktalar. Bu hastalığa ‘laktoz tahammülsüzlüğü’ (laktoz intoleransı) denilmekte. Bu durum, dünyada değişik ırklar arasında farklı oranlarda görülmektedir. Bazı kuzey-batı ülkelerinde süt toleransı yüksek olabilmekle beraber Türkiye’de süt toleransı yüzde 40 civarında. Bu gerçeğe rağmen, eğer Türkiye de okul sütü diye çocuklara ‘pastörize’ ve ‘homojenize’ süt dağıtılıyor ve çocukların ishal ve kusma haliyle tabur tabur hastanelere taşınmasına sebep olunuyorsa, tek neden sütlerin bozuk olmasında değil aynı zamanda var olan süt intoleransıdır. Buna rağmen, ısrarla okullarda kutulanmış endüstriyel üretim, inek sütü dağıtmanın amacı da ‘aman çocuklar iyi beslensin’ endişesi değildir. Bu durumda ‘bu aksiyonların arkasında hangi nedenler bulunmaktadır’ diye sormak gerekmez mi?

    DÜNYA ADETA SÜT DENİZİNDE YÜZÜYOR

    Dünya da taze süt üretimi FAO’nun 2011 yılı verilerine göre, 614 milyon ton civarında. Adeta bir süt denizinde yüzüyoruz. Bir de geleneksel olarak laktoz intoleransı yüksek olduğu için süt içemeyen doğu Asya topluluklarını tüketici olarak saymazsak, kişi başına düşen taze süt miktarı yıllık olarak yaklaşık 250 kiloyu bulur. Doğal olarak bu miktara yoğurt ve peynir tüketimi de dâhildir. Bu sayıların perspektifinde soralım:

    BU KADAR SÜT NASIL ÜRETİLİYOR?

    Kitlesel süt besiciliğinde süt üretiminin nasıl gerçekleştirildiği sorusunu, İtalyan gazeteci ve araştırmacı Stefano Liberti’nin** kitabından Suudi Arabistan’daki en büyük besi ve süt ürünleri çiftliği ‘Almarai’ ile ilgili bölümden bir alıntı ile cevaplamaya çalışalım:

    ‘…Almarai’de ki tesis bir şehir büyüklüğünde. İçinde ineklerin tutulduğu ahırlar sıralar halinde ufka kadar uzanmakta... Burada inekler endüstriyel bir üretim sistemine uyarlanmışlardır. İçinde klima sistemleri bulunan ahırlarda inekler 8 er saatlik aralıklarla sağılmakta. Sağılma süreci esnasında modern cihazlar sütün kalitesini ölçmekteler ve bu verilere göre bilgisayarlar yemin besi değerini ayarlamakta (...), Almarai’de devamlı olarak 20.000 ton yem depolanmaktadır… Burada ve etrafta Almarai için üreten diğer çiftliklerle beraber 80 bin inek yaşıyor ve günde 3 milyon litre süt veriyorlar. Tesiste içmek için süt ile peynir ve yoğurt da üretilmekte.’

    GÜNDE 10 BİN TON OT VE SAMAN TÜKETİLEN AHIR KENT

    Göz önüne getirilmesi çok zor bir fotoğraf. 80 bin ineğin yaşadığı bir ahırlar sitesi ve bu siteden süt, yoğurt vs. taşıyan bir kamyon seli. Aynı anda ters yönden sel halinde gelen boş süt kamyonları ve yem taşıyan kamyonlar. Bu hayvanların günlük olarak tükettikleri yem (ot ve samanı ile birlikte) ağırlık olarak 10 bin tonu bulmakta. İçinde bulunduğu iklim şartlarından dolayı kendi tarımsal üretimi önemsiz derecede az olan Suidi Arabistan’da yem olarak kullanılabilecek tahıl ve bitkisel kitle (kuru ot ve saman) yeterli miktarda olmadığından bütün bunlar ithal edilmekte. Kimden mi? Tabii ki Amerika kıtasında konuşlu büyük tarım konzernlerinden. Teorik olarak her gün Amerika kıtasından yem yüklü büyük bir geminin Suidi Arabistan’a doğru yola çıktığını ve her gün Cidde’ye tahıl (soya, mısır) taşıyan bir gemi yanaştığını düşünebiliriz. Bu durum, fotoğrafın bir yanı. Öte yanı ise bir günde bu hayvanların sıvı ve katı dışkılarının oluşturacağı atık dağları. Bu atıkların Suudi Arabistan gibi yağış almayan bir ülkede ne denli bir çevre sorunu yaratabileceğini düşlemeyi okuyucuya bırakıyorum.

    Kitlesel süt besiciliği, bu çarpıcı örnekte çerçevesi çizilen manzaraya benzer şekilde Avrupa’da ve giderek artan boyutlarda ‘kitlesel besiciliğin’ dayatıldığı diğer bütün ülkelerde (Türkiye’de daha mütevazı boyutlarda olmakla beraber) öz olarak görünüş böyledir.

    KİTLESEL SÜT ÜRETİMİNİN RİSKLERİ NELER?

    Daha önceki yazılarımda besi hayvanlarının kapalı alanlarda ve yapay yem (soya, mısır ve hayvansal protein) ile semirtilmeye olumlu cevap verebilmesi için nasıl yapısal değişikliklere (genetik manüplasyon yoluyla) uğratıldığını ve türlü ilaçlarla bu sürecin ayrıca desteklendiğini anlattım. Aynı durum tabiatı ile süt besiciliği için de geçerlidir. Bununla beraber süt besiciliğindeki bir diğer uygulama daha da dehşet verici bir durum yaratmakta; yapay büyüme hormonu.

    Geleneksel tarım konusunda dünyanın pek çok ülkesinde araştırmalar yapan Erhan Ünal küresel finans oligarşisine işarGeleneksel tarım konusunda dünyanın pek çok ülkesinde araştırmalar yapan Erhan Ünal küresel finans oligarşisine işaret ediyor

    HAPSİ GÖZE ALAN CESUR BİLİM İNSANLARI GERÇEKLERİ İFŞA EDİYOR

    ‘Somatotropin’ doğal bir hormon. Bu hormon ineğin doğum yapmasının ardından, hayvanın beynindeki hipofiz (Hypophyse) bezi tarafından salgılanmakta ve süt oluşumunu hızlandırmakta. Neticede inek yeni doğan yavrusunu besleyebilmek amacı ile belli bir süre için daha fazla süt vermektedir. Dana sütten kesilince bu hormon tekrar azalmakta ve süt verimi de normale dönmekte. Bu olgunun 1936 da Sovyet bilim adamları tarafından tespit edilmesi, bu hormonu yapay olarak oluşturmak için hummalı bir yarış başlatmıştı. ABD kökenli bir kuruluş olan Monsanto’ya çalışan bilim adamları 1980’lerde bu hormonu yapay olarak oluşturmayı başardılar. Kısa adı, akademik alanda ‘rBGH’ (recombinant Bovine Growth Hormone) olarak tanınan yapay büyüme hormonu, 1994 yılında bir skandallar zinciri ile ABD’de sahaya sürülür. ABD de konuyu incelemeye yetkili ve sorumlu, sağlık enstitüsü FDA (Food and Drug Administration), hormonun kullanıma serbest bırakılması sürecinde, ayrıntılarını, yer sorunu dolayısı ile uzun uzadıya veremeyeceğim, bir dizi savsaklama, belgeleri saklama, olayın üstüne gitmeye kararlı memurlarını görevden uzaklaştırma gibi girişimlerle, Monsanto lehine aktif rol oynamıştı. Gerçektende hormonun enjeksiyon yoluyla haftada iki kez ineklere verilmesi ile 8 ila 12 litre arasında süt artışına ulaşılabildiği görülmüştür. İneklere yapay büyüme hormonu (rBGH) verilmesinin pek çok olumsuz sonuçları olduğu ise başta ABD’li cesur bilim adamlarınca bütün baskılara ve tehditlere rağmen ısrarla kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bu uğurda hapsi göze alan bilim adamları dahi vardır.

    erhan ünal eşiyle birlikte geleneksel tarım üretimini yaşatma çabası veriyorErhan Ünal, eşiyle birlikte geleneksel tarım üretimini yaşatma çabası veriyor

    İNEKLER HORMONDAN NELER ÇEKİYOR


    Hormonun inekler üzerindeki olumsuz sonuçlarını çok kısa olarak sıralamak gerekirse:
    - En başta artan meme iltihabından (mastitis) söz etmek gerekir. Mastitis demek ise yoğun antibiyotik tedavisi ve sütün içeriğinde antibiyotik artıkları demektir
    - İneklerde çiftleşme ve döl alma sorunlarının oluşmasıdır
    - Hayvanların bacak ve tırnaklarında çeşitli deformasyonlar meydana gelmektedir
    - İneklerde aşırı bedensel tükenmekten dolayı, erken oluşan kesim zorunluluğu neticesi, kısa aralıklarla hayvan dökümünü yenileme sorunu.
    - Enjeksiyon noktalarında geniş ödemler oluşması vs. vs…

    ‘rBGH’ hormonunun insanlar üzerindeki olumsuz etkileri ise büyük bir dikkat ve özveri ile ele alınarak araştırılması gereken ve insanların acilen bilgilendirilmesi gereken önem ve boyutlardadır.

    HORMONLU SÜTLER İNSAN SAĞLIĞINI NASL ETKİLİYOR

    İneklerde rBGH hormonunun üretimini tetiklediği bir başka hormon daha var. Aslında doğal bir hormon olan söz konusu hormonun akademik ortamdaki tanımı, IGF-1 ( İnsulin-like Growth Factor-1). Bu hormon, büyümeyi hızlandırmakta. Daha da öz bir ifade ile hücre çoğalmasını tetiklemekte. Bu sütü içen çocuklar ve yetişkinler de kaçınılmaz olarak ilave olarak IGF-1 hormonu almış oluyorlar. Ne olur alınırsa? Böylece çocuklar daha boylu poslu olurlar, yetişkinler ise artan hücre çoğalması dolayısı ile gençleşirler fena mı, denilebilir. İşin aslı ise başka. En iyisi, konunun uzmanı Robert Cohen* den alıntı ile çok kısa olarak anlatalım:

    - IGF-1 hormonu hücre bölünmesini arttırıyor evet, fakat her türlü hücre için geçerli bu. Yani insan vücudunda zaten var olan kanser hücreleri de çoğalmaya başlıyor. Daha açık bir ifade ile IGF-1 kanser gelişmesini de tetikleyebilmekte. Özellikle meme kanseri, prostat kanseri, pankreas kanseri, kolon kanseri, lösemi…
    - İnek sütündeki IGF-1 Hormonu, pastörizasyon işlemlerinden etkilenmemekte.
    - Sütün homojenizasyonu, yani süt yağının çok küçük partiküller halinde küçültülmesi, hormonun insan ince bağırsağı duvarından, taşıyıcı yağ partikülleri ile birlikte sorunsuz olarak geçerek kana karışmasını sağlamakta.
    - IGF-1 hormonu, çocuklarda ‘antikor’ oluşumuna neden olmakta ve bu antikorlar pankreas da insülin üreten ‘beta’ hücrelerini tahrip ederek diabet mellitus’a sebebiyet vermekte…

    AB ÜLKELERİ POSİLAC’A SÜRELİ YASAK UYGULADI

    Ticari adı ABD de ‘Posilac’ olan, ‘rBGH’nın, Monsanto tarafından AB ülkelerinde de satışa çıkarılabilmesi için müracaatı yapılmış fakat AB’nin reaksiyonu; süreli yasak, beklemek ve konuyu araştırmak olmuştur. Her ne kadar AB’de rBGH kullanımına genel müsaade çıkmamışsa da üye ülkelere, bilimsel deneme amaçlı olarak sınırlı izin verilmiştir. Bu yasak etkili olmuş mudur? Bu sorunun cevabını süt endüstrisi üzerine geniş tecrübeye sahip Alman hukukçu ve yazar Maria Rollinger*** dolaylı olarak şöyle cevaplıyor:

    ‘Gerçek odur ki 1990 lı yıllarda (yıllık 6000 ila 8000 lt süt verimli), -turbo inekler- bizde de ortaya çıkmıştır. Aynı yıllarda Büyüme hormonunun serbest olduğu ABD’de ve yasak olduğu AB de, ortalama süt verimi aynıdır. 90’lı yılların ortalarında ABD ve AB de süt ineklerinin aynı gelişmeyi göstermelerinin nedeni nedir acaba diye insan kendine sormadan edemiyor…’ Önemle vurgulanması gereken bir ayrıntı da; AB’nin sınırlı yasağının, AB harici ülkelere rBGH üretim ve satışını içermediğidir. Eski doğu bloğu ülkelerinde ve özellikle de Rusya Federasyonunda ise, hormonun uygulanması serbesttir. 1999 yılında AB ve Kanada kendi ülkelerinde rBGH uygulamalarını yasakladılar. Bu yasağın kalıcı olmasını umalım!...

    Araştırmacı Erhan Ünal, tarım konusundaki çalışmalarını bir kitapta bir araya getirmeyi hedefliyorAraştırmacı Erhan Ünal, tarım konusundaki çalışmalarını bir kitapta bir araya getirmeyi hedefliyor

    ENDÜSTRİYEL SÜT İLE BİR ÇOK HASTALIK ARASINDA BAĞLANTI VAR

    Maria Rollinger burada hormonun el altından kontrolsüz bir şekilde yayılmakta olduğunu açıkça ima etmektedir. Büyüme hormonu rBGH (diğer tanımı ile rBST) Avrupa da ve diğer ülkelerde ‘Somatech’ ve Optiflex -640 gibi isimlerle, kimi ilaç şirketlerinde piyasaya sürülmektedir. İnek sütü suni büyüme hormonu olmaksızın da bir sürü sağlık sorunu yaratabilmektedir. Astım, osteoporose, diabet tip 2, alerji, beyin kanaması, kalp sektesi ve kollestirin gibi birçok hastalığın nedenleri ile endüstriyel olarak işlenmiş (pastörize ve homojenize) inek sütü tüketimi arasında bağlantılar olduğu, akademik alanda pek çok saygın bilim adamlarınca ifade edilmektedir. Bu bilim adamlarının araştırmaları ve savlarının ayrıntılarına başka bir zaman da değinmek üzere, şimdilik kestirmeden soralım:

    ASLINDA SÜT İÇMEZSEK NE OLUR?

    Robert Cohen, ABD için şöyle söylüyor: ‘Eğer süt ürünleri aniden ortadan kaybolsaydı neler olurdu? Belki ABD, öldürücü hastalıklar listesinde 1 numara olan kalp hastalıklarının sorumlusu olan kollestirin problemi olmayan bir ülke olurdu. Kanser sorunu olmayan bir topluluk olurduk. Büyük bir ihtimalle çok daha az; lösemi, enzefalitis, menenjit, diabet, osteropoz, artritis ve alerji vakalarımız olurdu.’

    Bu kısa ifadeleri burada uzun uzadıya açıklama şansım yok. Belki ileride…

    VE… NEDEN SÜT İÇMEYE ZORLANIYORUZ

    Günümüzde insanlığın yaşamsal açıdan en yakıcı sorunu; Küresel Finans Oligarşisinin (KFO) ‘tek merkezli dünya hâkimiyeti’ne ulaşabilme yolunda, çok önemli temel hedeflerden olan, ‘merkezi gıda sistemi’nin yapılandırılması ve bu sayede ‘tüm insanlığın beslenmesini merkezi olarak elde tutabilme’ amacına ulaşmada, önemli stratejik girişimleri gerçekleştirebilmiş olmasıdır.

    SAHİP OLDUĞUMUZ BİLGİLERİ ONURLU BİLİMİNSANLARINA BORÇLUYUZ

    Eti için beslenen milyonlarca sığırın yanı sıra, milyonlarca ineğin de kesimini iki veya üç yıl uzatarak sütünün değerlendirilmesi sayesinde, bu ineklere yedirilen yapay yemlerin (soya, mısır, vs) süt ürünlerine dönüştürülmesiyle, gıda maddeleri arz yelpazesinin bir parçasının daha merkezi siteme bağlanması mümkün olabilmiştir. Yukarıda kısaca sözünü ettiğim, insanlara zararlı yapısal özelliklerine rağmen inek sütü, sistemin ürettiği diğer kitlesel gıda maddeleri gibi insanlığa zorla dayatılmakta ve olası önemli tehlikeler ise önemsizleştirilerek geçiştirilmektedir. Bazı onurlu bilim adamlarının ümitsizce verdikleri karşı mücadele ise genellikle etkili olamamaktadır. Bununla beraber günümüzde sahip olduğumuz bilgileri yine de bu onurlu bilim insanlarının şahsi fedakârlıklarına borçluyuz.

    NE YAPMALIYIZ?

    Gıda konusunda küresel olarak insanlığı tehdit eden olguları konu alan 5 yazılık bir seriyi, değerli dost ve saygın gazeteci Yusuf Yavuz’un katkıları ile siz okuyuculara ilettik. Yazılar çok tehlikeli bir oluşumun görünen boyutlarına ve olgunun ardındaki küresel planlara kısaca değinerek, bu tehlikeyi az çok tarif edebilme amacı ile kaleme alınmıştı. Her yazı ile bu karanlık tablonun bir bölümünü görünür kılmaya çalıştım. Yazıların sonu ise bu olumsuz görüntünün iç karartan havası ile son buldu. Bu gün ele aldığım süt konusu ile bu karanlık seriyi farklı bir biçimde sonlandırıyorum. Farklı olan ise bu kez çözüm önerileri ve çıkış yönleri üzerine bazı önerileri içermesi.

    BİREYSEL DİRENİŞ KURTULUŞUN BAŞLANGICIDIR

    Değerli okurlar, her ne kadar görünen tablo iç karartıcı ise de durum ümitsiz değildir. Sadece bilincimizde ‘değişmezler’ sınıfındaki bazı bilgi yapı taşlarını yerinden oynatmayı göze almamız gerekecek. Her bireyin, önce kendisi ve çocukları için yeni bir beslenme modelini adım adım oluştururken bilgi birikiminde ve olaylara bakışında bazı değişmeler olması kaçınılmazdır. Önce bireyin kendisini teslimiyet duygusundan kurtarması gerekir. Bireysel direniş, kurtuluşun başlangıcıdır ve bu imkânsız değil.

    EZBERLERİ BOZMA ZAMANI GELDİ

    Etrafımızdaki her şey giderek artan bir hızla değişmekte. Günümüzde olup biten; hayatımıza bize rağmen yön veren politik ve sosyal gelişmeleri, anlamak, yorumlayabilmek için beyinlerimizde oluşturmuş olduğumuz bilgi rezervi sizce yeterli oluyor mu? Gelecekten; çocuklarımız ve gelecek nesiller adına kaygılı mıyız? Çağdaş birer aydın ve sorumluluk duygusunu yitirmemiş insanlar olarak, pek çok konuda olduğu gibi, beslenme konusunda da ‘bildiklerimizi’ gözden geçirmek ve değişik açılardan yeniden ve tekrar bakmak zorunluluğundayız. Kısacası ‘ezber bozma’ zamanı gelmiştir.

    - Çağdaş ve aydın bir insanın, küresel merkezin sinsi planlarını anlama ve kendi kişisel reaksiyonunu akıllı bir şekilde oluşturma kapasitesi vardır.

    - Çağımızda internet diye bir imkânımız var. İsteyen herkes gerekli bilgilere kısmen de olsa internet üzerinden ulaşabilir. Yabancı dil bilenler için bu imkân daha da fazladır.

    - Kişisel bilgi birikimini zenginleştirmek için, pek ala arkadaş veya komşu gurupları
    kurularak, hep beraberce yararlanılabilecek bir bilgi havuzu oluşturulabilir.

    - Bu guruplar bulundukları yörelerin imkanlarına göre, sağlıklı beslenme konusunda yöresel ve gerçekçi çözüm modelleri oluşturabilirler.

    - Hafta sonları AVM turlamaları yerine, pek ala topluca çevre köylere gidilebilir. Hala
    geleneksel üretimi terk etmeyip direnen bu insanlarımızla tanışıp onların ürünlerini birinci elden alma imkanı vardır (sebzeden, süt ve yumurtaya).

    - Çiftçi ile kurulan direk ilişki; bir yanda tüketiciye ürünün kalitesi üzerine söz hakkı
    imkânını verir, öte yanda çiftçiyi organik üretime önem vermeye cesaretlendirir.

    - Asla unutulmamalıdır ki köylünün topraklarını terk ederek şehirlere göç ettirilmesi,
    Küresel Merkezin (Küresel Finans Oligarşisi) planıdır.

    - Köylülere terk ettirilen topraklar bir şekilde birleştirilerek KFO’ya bağlı ‘küresel tarım kuruluşlarına’ verilecektir.

    - Binlerce yılda oluşmuş olan, insanlığın beslenmesinde büyük rol oynayan on binlerce bitki türü yok olmaya mahkumdur. Küresel merkezin planında biyolojik çeşitlilik (Biodiversite) öngörülmemektedir.

    - Tüm bu küresel planlar gerçekleşirse; sonuçta insanlığın beslenmesi, görsel çeşitlilik (rengârenk paketler), özde ise (içerik olarak) müthiş bir fakirleşme getirecektir.

    - Bu gidişe dur demek bireyin elindedir. Kimse başka yerlerden köklü çözüm beklemesin.

    - Bugün, Avrupa birliğine girerek çağdaş ve hür olmayı uman Ukrayna’da, ekilebilir tarım arazilerinin yüzde 35’i Batılı Tarım Kuruluşlarına 49 yıllığına kiralanmıştır.

    - Orta Afrika’da şiddet girdabı yine alabildiğine hız almıştır. Hala topraklarını terk
    ettiremedikleri Afrika insanını kan ve zulümle toplama kamplarına doğru sürme süreci bütün vahşeti ile devam etmekte. Subsahara bölgesinde 100 milyon hektara yakın ekilebilir toprak halen küresel tarım kuruluşlarına 99 yıllığına kiralanmış vaziyettedir.

    - Bağımsızlık; en başta kendi insanı için sağlıklı ve yeterli tarımsal üretim yapabilmektir. Sağlıklı üretim ise geleneksel aile tarımıdır.

    - Birçok sinsi oyunla, köylüyü köyünde yaşayamaz hale getirmek; geniş mera alanlarını kullanmak yerine, ‘sermaye yoğunluklu’ kitlesel besiciliği teşvik etmek; bu ülkeye ve insanına karşı en hafifinden aymazlıktır.

    - Küresel Merkez (KFO) ne kadar güçlü ve örgütlü olursa olsun; bizler de sayısal olarak çok fazlayız, hem de çok (6,5 milyar). Aydın birey bilinçli olarak direnmeye başlarsa, bu olgu süratle yayılacak ve küresel sistemi en hassas olduğu noktadan vuracaktır.

    - Dünyada Hindistan’dan Endonezya’dan Güney Amerika’ya kadar yüzlerce milyon insan bu hassasiyeti oluşturmuş durumda ve aktif. Bizde niye olmasın?

    Saygılarımla…
    Erhan Ünal

    Yararlanılan kaynaklar:
    * “Milk – The Deadly poison”, Robert Cohen, Argus Publishing, Inc. Englewood Cliffs, NJ
    ** “Landraub”, Stefano Liberti, Rotbuch Verlag GmbH, Berlin
    *** “Milch besser nicht”, Maria Rollinger, Jou-Verlag, Trier-Mariahof

    Araştırmacı Erhan Ünal’ın diğer yazılarını okumak için:

    TÜRKİYE KÜRESEL TARIM SAVAŞINA HAZIR MI:
    http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordp...asina-hazir-mi

    BU SAVAŞIN BOMBASI MISIR KURŞUNU SOYA:
    http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordp...r-kursunu-soya

    HAYVANLARA KENDİ ETLERİNİ YEDİRİP NASIL DELİRTTİLER:
    http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordp...il-delirttiler

    CORDON BLUE İLE TAVUK DÖNERİ NASIL KARDEŞ OLDU:
    http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordp...il-kardes-oldu

    01.03.2014

  2. #234
    Duhul
    Jun 2008
    İkamet
    Papatyanın hışırdamadığı, hapşurmadığı, kokmadığı
    Gönderi
    9,983
    Blog Yazıları
    7

    Esas




    hisse.net iPad uygulaması ile gönderilmiştir.
    ~ O.K.U. ~
    Forum Kuralları

    Hayat bazen çok cimridir.
    İnsanın yeni bir duygu tatmaksızın günler, haftalar, aylar hatta yıllar geçirdiği olur.



  3. #235

    Esas

    Tahıl ürünlerinde, 2012-2013 piyasa döneminde yurt içi üretimin, yurt içi talebi karşılama derecesi yüzde 93,1 oldu.

    Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2012-2013 dönemine ilişkin Bitkisel Ürün Denge Tablolarını açıkladı. Buna göre, ‘Tahıllar ve Diğer Bitkisel Ürünler’ kategorisinde en yüksek yeterlilik derecesi yüzde 122,4 ile kırmızı mercimekte gerçekleşti. Toplam tahıl ürünlerinde, 2012-2013 piyasa döneminde yurt içi üretimin yurt içi talebi karşılama derecesi yüzde 93,1 oldu.

    Toplam tahıl üretiminde en büyük paya sahip olan buğdayın yeterlilik derecesi yüzde 98, yem sanayinin en önemli girdilerini oluşturan arpanın yeterlilik derecesi yüzde 91,8, mısırın ise yüzde 77,5 olarak gerçekleşti.

    Tüketimin fazla olduğu nohudun yeterlilik derecesi yüzde 99,5 olarak gerçekleşti. Kendine yeterli ürünlerden birisi olan patateste, yeterlilik derecesi yüzde 105,6, yağlı tohumlar ürün grubundan ayçiçeğinde yüzde 52,5, soyada yüzde 9,3 ve kolzada yüzde 44 düzeyinde oldu. Toplam şeker üretiminin büyük kısmı yurt içinde tüketilmiş olup, yeterlilik derecesi yüzde 105 olarak gerçekleşti.

    Sebzeler

    Sebzeler kategorisinde en yüksek yeterlilik derecesi yüzde 112,1 ile taze soğanda gerçekleşti. Toplam sebze ürünlerinde, 2012-2013 piyasa döneminde yurt içi üretimin, yurt içi talebi karşılama derecesi yüzde 106,6 olarak gerçekleşti.

    Toplam sebze arzının büyük bir kısmı yurt içinde tüketilirken, sadece yüzde 6,4’lük bölümü ihraç edildi. Kök ve yumru sebzeler grubundan taze soğan yüzde 112,1 ile en yüksek yeterlilik derecesine sahip iken, bunu yüzde 109 ile havuç ve yüzde 107,2 ile kuru soğan izledi.

    Meyvesi için yetiştirilen sebzeler grubunda, toplam sebze üretiminde en büyük paya sahip domatesin yeterlilik derecesi yüzde 111,2 olarak gerçekleşti. Bunu yüzde 108,6 ile hıyar, yüzde 108,5 ile biber takip etti.

    Baklagil sebzeleri grubunda, yeterlilik derecesi bezelyede yüzde 101,5 ve baklada yüzde 100,5 iken, en düşük yeterlilik derecesi yüzde 100,1 ile taze fasulyede gerçekleşti.

    Meyveler, sert kabuklular ve içecek bitkileri

    Sert kabuklu meyvelerde, 2012-2013 piyasa döneminde en yüksek yeterlilik derecesi yüzde 699,2 ile fındıkta gerçekleşti. Sert kabuklular grubunda yer alan ve kendine yeterli olan diğer ürünler ise yüzde 111,6 ile Antep fıstığı ve yüzde 111 ile kestane oldu.

    Turunçgiller grubunda yer alan meyvelerin tamamında kendine yeterliliğin olduğu görülüyor. Turunçgiller üretiminde en düşük paya sahip greyfurdun yeterlilik derecesi yüzde 252,8 olurken, limon yüzde 223,8, mandalina yüzde 185,7 ve portakal yüzde 111,4 olarak gerçekleşti.

    Diğer meyveler grubunda yer alan, kendine yeterliliğin oldukça yüksek olduğu ürünlerden kayısının yeterlilik derecesi yüzde 415,6, incirin yüzde 1.639,6, narın yüzde 147, üzümün yüzde 142,8, elmanın yüzde 110,9 ve muzun yüzde 45,7 olarak gerçekleşti.

    Toplam çay arzının büyük bir kısmı yerli üretimden karşılanmakta olup, çayın yeterlilik derecesi yüzde 99,3 oldu.

    http://www.buyuyenturkiye.com/haber/...endine-yetiyor

  4. #236

    Esas

    Afetlerden zarar gören çiftçilerin tarımsal kredi borçları 1 yıl ertelendi.

    Bakanlar Kurulu'nun ‘Çeşitli Afetler Nedeniyle Zarar Gören Gerçek veya Tüzel Kişi Üreticilerin T.C Ziraat Bankası AŞ ve Tarım Kredi Kooperatiflerine Olan Düşük Faizli Kredi Kullandırılmasına İlişkin Bakanlar Kurulu Kararları Kapsamındaki Kredi Borçlarının Ertelenmesine Dair Kararı’, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

    Buna göre, 23 Ağustos 2013'ten 31 Aralık 2014'e kadar ülke genelinde meydan gelen yangın, aşırı sıcak zararı, samyeli, çığ, heyelan, taban suyu yükselmesi, sel-su baskını, fırtına, aşırı yağış, aşırı kar yağışı, kar fırtınası dolu, kırağı, don, kuraklık, yıldırım düşmesi ve hortum afetlerine maruz kalan ve bu afetler sebebiyle ekilişleri, ürünleri, hayvan varlıkları, tesisleri veya seraları zarar gören Çiftçi Kayıt Sistemine (ÇKS) ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın diğer kayıt sistemlerine göre kayıtlı üreticilerin Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri’ne olan kredi borçları 1 yıl süreyle ertelenecek.

    Borç ertelemelerinde Hasar Tespit Komisyonu kararının olması gerekecek. Komisyon kararları oy çokluğuyla alınacak. Çiftçilerin borçlarının ertelenebilmesi için zarar oranının en az yüzde 30 olması şartı aranacak.

    http://www.buyuyenturkiye.com/haber/...re-buyuk-mujde

  5. #237
    Duhul
    Sep 2008
    Yaş
    33
    Gönderi
    4,847
    Blog Yazıları
    37

    Esas


    GDO' lu ürünlerin sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış bile olsa ne yazık ki ticari kaygılar ve stratejik, jeopolitik hedefler doğrultusunda GDO' lu ürünlerin dünya ticaretinde hızla yaygınlaşması desteklenmekte, tohum tekelleri yaratılmaya çalışılmaktadır. GDO' lu ürünlerin sağlığımız dışında diğer önemli bir riski de tıpkı Akdeniz'e yayılan katil yosunlar misali, ekosisteme yayılarak doğada binlerce yıldan beri var olan tahıl ve diğer bitki türler ile tozlanma yolu ile yeni türler oluşturması, yapısı laboratuar ortamında değiştirilmiş ve antibiyotikte taşıyan bu genlerin ekosistemi zarara uğratması, önceleri bilimkurgu filmlerinde izlediğimiz ve artık günümüzde yaşadığımız salgınlara sebep olma riski taşımalarıdır.

    GDO'ya Hayır Platformu'nun paydaşı olarak; Türkiye'ye giren tüm GDO'ların izinlerinin iptal edilmesini ve GDO ithalatının durdurulmasını talep ediyoruz.

    Geçen sene olduğu gibi bu yıl da,24 Mayıs'ta kamuoyunun dikkatini GDO ve Monsanto'ya çekmek için yürüyüşler düzenleniyor.

    Yeşil Öfke'nin düzenlediği ve tüm dünyada eşzamanlı olarak gerçekleşecek yürüyüş, Monsanto Türkiye temsilciliği önüne kadar sürecek.

  6. #238
    Duhul
    Feb 2004
    Yaş
    67
    Gönderi
    10,347
    Blog Yazıları
    9

    Esas

    Avrupa kazdığı kuyuya düştü

    Ukrayna krizi ile Kırım’ın ilhakını gerekçe göstererek Rusya’ya yaptırım uygulama kararı alan AB, Putin’in gıda ithalatını yasaklamasıyla şoka uğradı. İspanya’da çiftçiler satamadıkları ürünlerini caddelere dökerek AB bayrağı yaktı

    http://www.yenimesaj.com.tr/?haber,1...i-kuyuya-dustu
    ================================================== =============

    Yukarıdaki haber gerek Türk tarımı gerekse Türk ekonomisi açısından çok önemli. SSCB bundan sonra tarım ürünü alımlarını aağırlıklı olarak Türkiye üzerinden sağlayacak. Şimdiden gözlemleyebildiğim kadarıyla Başta Antalya olmak üzere çiftçiler ve ihracatçılar ciddi beklentiler içine girdiler, hazırlıklar bağlantılar yapılıyor.
    Bu olayın gerçekleşmesinde Prof Dr Haydar Baş'ın büyük rolü oldu. Kendisi Putin'in ekonomi danışmanlarından biri.
    Umarım ülkemiz, ve ülke tarımımız için ciddi gelişmelere neden olur.

  7. #239
    Duhul
    Feb 2004
    Yaş
    67
    Gönderi
    10,347
    Blog Yazıları
    9

    Esas

    Üniversite hocalığı yerine çiftçiliği tercih etti, köyde bilimsel tarım yapıyor

    Zonguldak’ta Ertan Erdoğmuş(30), isimli vatandaş üniversitede hocalık yapmak yerine çiftçiliği tercih etti. Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde önce lisan ardından yüksek lisans eğitimini tamamlayan Erdoğmuş, bir süre asistan olarak fakültede görev yaptıktan sonra, akademik kariyerin kendisine göre bir iş olmadığına karar vererek baba ocağına yani köye döndü. Üniversitede öğrendiklerini köyde hayata geçiren Erdoğmuş, sulamayı içme suyundan, gübreyi ısırgan otundan, ilacı da sarımsak ve soğan karışımından elde ederek hem bilimsel hem de doğal üretim yapmayı başardı

    >>>>> http://www.cihan.com.tr/caption/Univ...CHMTUyNDA3Ny8x

  8. #240
    Duhul
    Nov 2013
    İkamet
    ANKARA
    Gönderi
    3,740

    Esas

    "Türkiye kırsalındaki sessiz dönüşümün en çarpıcı örneği tarım sektöründe yaşandı. Öyle ki, yüzlerce yıldır atadan kalma tohumları saklama yoluyla üretimini sürdüren küçük çiftçiler, bugün yalnızca dev şirketler eliyle üretilen ve oldukça pahalı olan sertifikalı tohumları kullanmak zorunda. Bunun nedeni ise 2006 yılında çıkartılan ‘Tohum Yasası. Yasa, köy popülasyonu olarak anılan yerel tohumların ticari olarak satılmasını yasaklamakla kalmıyor, ihlal edilmesi durumunda üreticiye 10 bin lirayı bulan para ve hapis cezası gibi yaptırımlar da getiriyor. Hal böyle olunca da başta tarımsal üretimin oldukça yoğun olduğu Ege Bölgesi olmak üzere ülkenin pek çok bölgesinde üreticiler yerel tohumları takas ederek küresel tohum işgaline karşı direnme mücadelesi veriyor. Bu amaçla düzenlenen şenliklerde bir yandan da biyolojik çeşitliliğin geleceğe aktarılması amaçlanıyor...."

    http://www.odatv.com/n.php?n=binlerc...ldu-2910141200

Sayfa 30/31 İlkİlk ... 2028293031 SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •