21.YÜZYILDA YENİ BİR DÜNYA SAVAŞI TÜRÜ : “KUR SAVAŞLARI”
YENİ BİR BRETTON WOODS’A DOĞRU



Geçmişten ders alamayanların geleceği olmaz. II.Dünya savaşı sonrasında, ülkelerarası ticareti serbestleştirecek, yıkılan ekonomilerin yeniden onarımını kolaylaştıracak uluslar arası ticari ve mali bir sisteme şiddetle ihtiyaç duyulmuş, iki savaş arasında yaşanan deneyimler ve bunun ikinci dünya savaşından sonra yaşanacağı kuşkusu ile, daha savaş sona ermeden 44 farklı ülkenin 1 Temmuz 1944’de Amerika’da Bretton Woods (New Hempshire) da bir araya gelmiş, dünyanın yeniden imarı için istikrarlı bir finans sistemi ve koordineli bir çalışma; ithalatçı ve ihracatçı ülkeler arasındaki finansal ilişkiler sonucunda döviz kuru dalgalanmalarının minimize edilerek uluslar arası ticaret hacminin daha iyi yönetilmesine karar vermiştir.

Bretton Woods ismiyle kurulan sisteminin ana unsurları:

- Altının yanında ABD Dolarının uluslararası ticarette ödeme aracı olarak kullanılması,
- ABD’nin emisyona çıkardığı her dolar başına %25 altın stoku bulundurması,
- ABD dolarına düzenlenen sabit kur sisteminde 1 ons (ounce) altının fiyatının 35 Dolar olarak saptanıp ABD’nin bu fiyatların alım ve satımını taahhüt etmesi ve ABD dışındaki ülkelerin kendi paraları cinsinden saptanan altın fiyatıyla dolara bağlı kılınması,
- Ülke ulusal paraların dolar paritesi etrafında + - %1 marjı (%2) etrafında dalgalanmasına izin verilmesi, aşılması halinde ülke Merkez Bankalarının döviz piyasalarına müdahale ederek değerin bu sınırlar içinde kalmasının sağlanması,
şeklinde özetlenebilir.

Yine bilindiği gibi Bretton Woods konferansları sonucunda, uluslar arası para sisteminin işleyişinde sorumlu olacak Uluslararası Para Fonu (İnternational Monatery Fund – IMF) ile Avrupanın İmar ve Kalkınma çabalarına katkıda bulunacak Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası - Dünya Bankası (İnternational Bank for Reconstruction and Developmant – IBRD) kurulmuştur.

Bretton Woods Sabit kur sisteminin yumuşak karnını, sistemin ABD dolarına, dolayısıyla da ABD ödemeler bilançosuna bağlı olması teşkil etmekteydi. Nitekim ABD Başkanı Nixon’un 1971 yılında, ortaya çıkan petrol krizi nedeniyle ödemeler bilançosunun açık vermesi ve altın fiyatlarının yükselme nedeniyle altın alımını askıya almasıyla, ülkelerin paralarını ABD Dolarına karşı dalgalanmaya bırakması sonucunda halen süren Değişken Dalgalı Kur Sistemi’ne (Flooting Exchange Rate System) kur ayarlamaları pazarın görünmez eline bırakılmasına başlanmıştır.

Bu yeni dönemde fon yasasında yapılan değişiklikle, IMF, uluslar arası para sisteminin düzenli işlemesini sağlamak üzere üye ülkelerin kur politikalarını izlemek için gözetim görevini üstlenmiştir. Otuz yılı aşkın bir süredir, bazı ülkelerde değişik kur uygulamaları (Sabit kurlu/Sepete Dahil Dövizler Resmi Olmayan Sepet, Hedef Bölge düzenlemesi Avrupa Para Sistemi-EMS, Güdümlü Dalgalanma/Managed – Dirty Floating gibi) olmasına rağmen Dalgalı Kur Sistemine bir alternatif sistem getirilememiştir.

Günümüz global ekonomik / finansal krizinin, dünya ekonomisinin son yüzyıldaki tüm savaşlardaki kayıpların toplamından daha fazla ekonomik kayba yol açtığı belirtilmektedir.

Son günlerde, yazımızın başında belirttiğimiz I. ve II. Dünya askeri güce dayanan savaşlar, yerini dünya ticaretinden daha fazla pay alarak ülkelerini ekonomik krizden çıkaracak özel stratejilere dayalı sermaye/kur savaşlarına bırakmıştır. Büyük emeklerle ve uzun süreçlerle oluşturulan ekonomik ve siyasi birlikler (AB gibi) bugün kendi ülkelerinin gelecekleriyle ilgili özel tedbirler almakta, bu savaşlar en az zararla kurtulmaya çalışmaktadırlar. Kısacası, bugün her ekonomi kendi başının çaresine bakıyor. Bu küresel soruna, Bretton Woods örneğindeki gibi uzlaşmaya dayalı çözümler bulunmayınca da “Kur Savaşları” şeklinde “ülkelere özel” korumacılıklar ön plana çıkmaktadır.

Geçtiğimiz yüzyıldaki askeri güce dayalı, ülkelerinin refahını daha fazla toprak kazanımı ile doğal kaynaklara ulaşarak ülke halkının refahını sağlamaya yönelik savaşların yerini “ürettikleri malları ihraç ederek dünya ticaretinden daha fazla pay alınması” yolundaki mali piyasalardaki silahların kullanılmasına bırakmıştır. Son bir ay içindeki konuyla ilgili bir özet yaparsak;

- IMF Başkanı Dominique Strauss – Kahn 3 Ekim 2010 tarihindeki demecinde Japonya’nın izlediği kur politikasını “döviz kuru savaşı”na benzeterek, Japonya’nın para arzını arttırarak “Yen’in değerini düşürmeye yönelik izlediği politikayı “kolay para politikası silahı” olduğunu belirtmiştir.
- Aynı tarihte Financial Times gazetesi baş yazarı Martin Wiilf ekonomide yaşananları “döviz kuru savaşı” olarak niteledi.
- Hemen sonra Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Wen Jiabao, ulusal paraları rembinminin değerini yukarıya çekmek gibi bir planlarının olmadığını belirtti. Bunun üzerine ABD kongresi Ekim başında Çin’in ABD’ye olan ihracatını zorlaştırıcı kararlar aldı. Tarihi misyonunu sürdürmeye drevam eden IMF ise her ülke yöneticisini “Global ekonomideki kırılganlıklara” dikkat etmesi gerektiğine dair uyarı yaptı.
- Brezilya, başkanlık seçimlerindeki siyasi bir çekişme konusu olarak öne çıkan döviz kurundaki hareketleri sınırlamak için, yabancı yatırımcıların yerel piyasaya ihraç edilen tahvil alımlarına uygulanan vergiyi %2 den %4’e yükseltti.
- Japonya Merkez Bankası’nın (BOJ) gösterge faiz oranını düşürmesi ve varlık satın alımını arttıracağını bildirmesi ve doların zayıflaması, servetlerinin erimemesi için yatırımlarını altına yöneltmeleri altın talebini arttırdı. Gümüş fiyatları ise son 30 yılın en yüksek düzeyine ulaştı. Japon Merkez Bankası’nın (BOJ) 5 Ekim 2010 tarihli kararları, ekonomik iyileşme konusunda, hala kaygıların sürdüğünü belirtmesi, altına olacak talep değerini daha da artacağını gösteriyor. Reuters’in haberine göre, dünyanın en zenginlerinin fiziksel altın talebinin külçeleri aşarak “ton” larla ifade edilmekte, bu kesime hizmet eden bankacıların, bu kişilerin paralarını finans sisteminden çıkardıklarının söylemektedir. Küresel ekonomide çift dip, yeni bir resesyon yaşanacağı kaygısı altın ve gümüş kadar madencilik şirketlerinin hisselerine ve borsa yatırım fonlarına olan talebi arttırmıştır.
- Finansal yorgunluk, başkanlık seçimlerinin üzerinden kısa bir süre geçmesine rağmen kızgın seçmen kitleleri ve Çin’in Yuan’ı değerlendirmeye reddetmesi karşısında ABD, Japonya ve muhtemelen İngiltere, ihracatlarını arttırmak, aksayan ekonomilerini canlandırmak ve paralarının değerini düşürmek için para basmaktalar. Chicago FED Başkanı Charles Evans, yavaş ilerleyen ekonomik toparlanmayı desteklemek için FED’in çok daha gevşek bir politika izlemesi gerektiğini belirtti. İngiltere Merkez Bankası (BOE) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) parasal daha fazla gevşeme ve bankalara kredi desteği verirken, Avustralya , Kanada ve Yeni Zelanda faiz artışını durdurmuştur.
- ABD, Japonya ve İngiltere gibi büyük ekonomilerdeki ucuz para politikası nedeniyle, yatırımcılar gelişen piyasalardaki menkul kıymet portföylerine yönelmektedir. Ülkemizin de dahil olduğu ülkeleri akmakta olan portföy yatırımlarına gelen ve “Sıcak Para” olarak adlandırılan fonların geliş nedeni budur.

- 1944 yılında kurulduğundan bu yana, dünyadaki likiditenin kontrolü, kurların bir dengede gitmesi ve uluslararası ticaretin gelişmesi için çalışmalarını sürdüren IMF bu son kriz döneminde de ülkelerin finansal konumlarını yakından izlemiş ve sıkıntıda olan bazı ülkelere finansal destekler sağlamıştır.
- IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, ülkelerin iç problemlerini çözmek için kurları kullanmaya çalışmaları halinde bir “kur savaşı” yaşanması riskini üstlenecekleri uyarısında bulundu. “Kurların bir politika silahı olarak kullanabileceğine yönelik bir fikir ortada dolaşmaya” başladığını söyleyen Kahn, “böyle bir fikrin eyleme geçirilmesi global toparlanma için çok ciddi bir riski oluşturduğunu, bu yöndeki bir yaklaşım uzun vadede negatif ve çok zarar verici etkisi olacağının”altını çizmiştir.
- Nitekim geçen hafta Washington’da yapılan IMF, Dünya Bankası Yıllık Toplantıları çerçevesinde düzenlenen uluslar arası Para ve Finans Komitesi’nin “IMFC” toplantısında zengin ülkelerin ekonomi politikalarının daha sıkı gözetimden geçirilmesi öncelikler arasına alınmış. Kur savaşları konusunda bir uzlaşmaya varılmamıştır. Toplantı sonuç bildirisinde “büyük gelişmiş ülkelerdeki zayıf noktaların açığa çıkarılması için daha güçlü ve tarafsız gözetimin yapılması önceliklerden biri” ifade edilerek, ülkeler arasındaki “döviz kuru savaşları” konusunda ise anlaşma sağlanamamıştır.
- ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner, gelişmekte olan ülkeler IMF yönetiminde daha fazla söz hakkı verilmesini öngören reform planlarıyla döviz kuru politikaları arasında doğrudan bağlantı olduğunu kaydederek “gelişmekte olan ülkeler, etki güçlerini arttırmak istiyorlarsa para birimleri üzerindeki sıkı kontrollerini kaldırmalılar” demiştir.
- Fransa Maliye Bakanı Chiristine Lagarde de döviz kuru tartışmalarına dair öfkeli söylemlerin tonunun yumuşatılması gerektiğini işaret ederek “her savaşın bir kaybedeni vardır ama bu durumda bir kaybeden olmamalı ” demiştir.
- IMFC Başkanı Butros Gali, IMF’nin para birimi tartışmalarının çözümü çabalarında merkez rolünün kabul etmesinin önemli bir başarı olduğunu ifade etmiştir.

Bütün bunlardan sonra yeniden bir “küresel para sistemi” ihtiyacının açık olduğu ve uygulanacak sistemin de 1970’li yıllardan bu yana uygulanan esnek dalgalı kur sistemin uygulanamayacağı, sermaye hareketlerinin eskisi kadar akışkan olmayacağı ve bazı engelleyici tedbirlerin uygulanacağı kesin gibidir.

Bazı ülkeler bu yönde bazı düzenlemeler ve sıkı denetlemeler uygulamaktadır. Bu yeni döneme, bahsedilen kategorideki ülkeler çabuk adapte olabileceklerdir.

Ülkemiz açısından baktığımızda, süreci doğru yönetme becerimizi aynı ciddiyetle sürdürülmesi halinde, gelişmekte olan ülkeler arasında gelecek on yılın yıldız ülkesi konumundayız. Avrupa Birliği ülkelerinden ve PIGS diye adlandırılan, Portekiz İtalya, Yunanistan ve İspanya geçtiğimiz yakın dönemde ciddi ekonomik krizlerle karşı karşıya kalmış ve halen sorunlarını çözememişlerdir. Almanya dışındaki diğer ülkelerde rahat değildir. Türk Bankacılık ve Finans Sistemi, 2001 ekonomik krizi sonrasındaki yapılanma ile kriz dönemini çok başarıyla geçirmiş ve diğer ülkelere örnek teşkil etmiştir. Dolayısıyla gelişmiş ülke bankalarından başlayan kriz, Türk bankacılık sisteminin sağlamlaştırılması sayesinde herhangi bir sorun yaratmamıştır. Ancak, ülkemiz sürekli net ithalatçı olan yani toplam ithalatın toplam ihracatından fazla olan bir ülkedir. Dolayısıyla dövize ihtiyaç duyan bir ülkedir. Yüksek cari açık, yukarıda yazılı nedenlerle yurt dışından yüksek verimli menkul değerlere yatırım için gelen dövizlerle karşılanmaktadır. Fon akışı devam ettiği müddetçe yüksek maliyetle de olsa döviz ihtiyacı karşılanmaktadır. Yüksek döviz talebine rağmen döviz arzı yüksek olduğundan Türk Lirası gittikçe değerlenmekte, mal ve hizmet artışları dahi kurlara yansımamaktadır. Yıllık enflasyon %10 dolayında gerçekleşmesine rağmen $/TL kuru düşmeye devam etmekte (TL değerlenmekte, dalgalı kur sistemi geçerli olmasına rağmen bir nevi “örtülü kur çıpası” rejimi uygulanmaktadır. Öte yandan ithalat, üretimi menfi etkilemekte, işsizliği büyütmekte, gelişmiş ülkelerde parasal genişleme ve ekonomik politika silahı olarak kullanılan “kur sistemi” ülkemizde ters çalışmaktadır. Kurların enflasyona paralel gelişmesi doğal olarak ihracatta rekabeti arttırır, özellikle tüketim malları ithalatını caydırıcı rol oynar, varlık balonlarının ve devalüasyon birikim risklerini ortadan kaldırır. Yüksek maliyetli de olsa, yüksek cari açığın kapatılması ülkemizin bugüne kadar aldığı borçlarını ödeyen ve güven veren performansının devamı önümüzdeki dönemi de siyasi istikrarına doğrudan bağlıdır. Zira bu zincir koparsa, daha önce de birkaç yılda bir yaşanan ekonomik krizler yaşanır ve her zaman olduğu gibi bedelini de halkımız yoksullaşma pahasına öder.

2000’li yılların başında, gelecek on yılın yıldızlarının BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, ve Çin) olacağını yazan ekonomistler günümüzde, gelecek on yılın yıldızlarının CIVETS (Kolombiya, Endonezya, Vietnam, Mısır, Türkiye ve Güney Amerika) olduğunu öngörmektedirler.

Dünya ekonomi aktörlerinin de Bretton Woods benzeri bir tarihsel “ortak akıl”la bir araya gelip telaş ve bencilliği bırakıp yeni ve tüm dünya ekonomileri için adil bir çözüm bulacağına dair inancı taşıyorum.

Bu yazımda rakamsal boyutlara hiç girmeden geçmiş, günümüz ve geleceğe dair döviz (kur) risklerini güncel olaylar ışığında değerlendirerek günümüzdeki “Kur Savaşları” çığlıkları üzerine düşüncelerimi yazdım.

Fransız Bakanı’nın da dediği gibi, her savaşta kaybedecek bir taraf olacaktır. Günü kurtarmak yerine olabildiğince adil ve sürdürülebilir “sistem”lere bugün çok daha ihtiyaç vardır.



Dr. Niyazi ERDOĞAN

Ankara, 10.10.2010