Sayfa 5/172 İlkİlk ... 345671555105 ... SonSon
Arama sonucu : 1369 madde; 33 - 40 arası.

Konu: Maillerimize gelen Guzel hikayeler...

  1. #33

    Esas

    Bir Kizilderili Kitabesinden


    Asagidaki yazit bir Kizilderili kitabesinden alinmistir :



    - Yalan tohumdur. Bire kırk verir.Verdigi kırkın her biri bir tohumdur ki bire kırk verir.

    - Bilgi de tohumdur. Bire yüz verir. Verdigi yüzün her biri bir tohumdur ki; sana bilgelik, torunlarina da ilham verir.

    - Zeka sudur. Tohumları yeşertir. Yalanı da bilgiyi de.

    - Yetenek topraktir. Ne ekersen onu bicersin. Ekmezsen uzerinde ayrik otlari biter.

    - Emek gunestir. Tohuma da suya da topraga da hayat verir.

    - Kader,çadirindaki kilim gibidir. Ipligini Ulu Manitu verir sen dokursun. Deseni sendendir, renkleri Tanri'dan.

    - Şans dogal gübredir.Ne zaman nereye dusecegi belli olmaz. Kilimine duserse kirletir. Desenini degistirir.Oysa topragina duserse besler.

  2. #34
    Duhul
    Jan 2005
    İkamet
    Ankara
    Yaş
    60
    Gönderi
    78

    Esas

    >>> >Bu hikaye trakyada gecmis gercek bir olay;
    >>> >Yasli bir amca, eseginin üzerinde karayolunda
    seyretmektedir. Bunu goren trafik polisleri, amcaya takilmak isterler ve
    >>> >durdururlar.
    >>> >Polis: Be amca, necin dakman golani? (Golan: Emniyet
    kemeri.) Amca: Dakmam be iste!
    >>> >Polis: E bak gordun mu, simdi ceza keseceyik.
    >>> >Amca: Kes bakalim ne
    >>>keseceysan da gidecem, acele isim var.
    >>> >Polis: Peki amca, cezayi sana mi yazalim yogsam esege mi?
    >>> >Amca: ???
    >>> >Polis: Yani cezayi sana yazarsak bes milyon odeycen,
    esege uc milyon odeycen.
    >>> >Amca: Bana kes o zaman.
    >>> >Polis: Neden sana keseyon amca?
    >>> >Amca: Onun sicili temiz ossun, polis yapcez onu

  3. #35

    Esas

    Koskoca bir bahçede harikulada çiçekler içinde bir papatya..Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş Ak sakallı bahçıvana..Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından Onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin.. Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormus.. Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları.. Kıskanıyormuş bahçıvanı,Kırmızı güllerden, Sarı lalelerden, Mor menekşelerden..Zambaklardan...Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını.. Bir gün, Aşkı öyle büyümüşki.. Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.. Eğilivermiş boynu..Toprağa bakıyormuş artık.. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş Ayaklarını görüyormuş..Bunada şükür diyormuş.. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek.. Zaman akıp gidiyormuş..Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.. Ne var sanki boynumu kaldırsa Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş.. Ve işte bir gün.. Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış.. İncecik bedenini ellerinin arasına almış..Elindeki sopayı, köklerinin
    yanına, toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.. Hala göremiyormuş onu, Ama bedeni kurtulmuş.. Uzun bir müddet sonra, Bahçıvan uğramaz olmus bahçeye.. Gelen giden yokmuş.. Kahrından ölecekmiş papatya..Ama işte bir sabah... Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.. Derin bir oh çekmiş.. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüs.. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş..Başka birisiymiş.. Adamın elinde bir de makas varmış.. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru..Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış..Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış.. Ama gövden seni taşımıyor demisş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış..Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış.. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdigini.. O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış..Birde o gencecik, yakışıklı delikanlıyı
    düşünmüş.. Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini..O her seye rağmen, papatyaya emek vermiş.. Ona hiç bir zaman güzel oldugunu söylememiş, Ama onu aslında hep sevmis.. Papatya anlamış artık..Sevgi, emek istermiş...Yere düstüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini..Teşekkür etmis ona içinden..Son yaprağıda kuruduğunda, Biliyormuş artık..
    Gerçek sevginin,söylemeden, yaşamadan, ve asla kavuşmadan varolabileceğini...

  4. #36
    Duhul
    Aug 2005
    İkamet
    eskişehir
    Yaş
    39
    Gönderi
    93

    Esas

    >>BEŞ ÖNEMLİ DERS
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>Birinci Ve De En Önemli Ders.
    >>
    >>
    >>
    >>Okuldaki İkinci Ayımda, Hocamız Test Sorularını
    >>Dağıttı. Ben Okulun En İyi Öğrencilerinden Biriydim.
    >>
    >>Son Soruya Kadar Soluk Almadan Geldim Ve Orada
    >>Çakıldım kaldım. Son Soru Şöyleydi:
    >>
    >>"Her gün Okulu Temizleyen Hademe Kadının İlk Adı Nedir?.."
    >>
    >>Bu Herhalde
    Bir Çeşit şaka Olmalıydı. Kadını Yerleri
    >>
    >>Silerken Hemen Her gün Görüyordum. Uzun Boylu,
    >>Siyah Saçlı Bir Kadındı. 50'lerinde Falan Olmalıydı.
    >>
    >>Ama Adını Nerden Bilecektim Ki!.. Son Soruyu
    >>
    >>Yanıtsız Bırakıp Kağıdı Teslim Ettim. Süre Biterken
    >>
    >>Bir Öğrenci, Son Sorunun Test Sonuçlarına Dahil
    >>
    >>Olup Olmadığını Sordu.
    >>
    >>"Tabii Dahil" Dedi, Hocamız... "İş Yaşamınız Boyunca
    >>
    >>İnsanlarla Karşılaşacaksınız. Hepsi Bir birinden Farklı
    >>
    >>İnsanlar. Ama Hepsi Sizin İlginiz Ve Dikkatinizi Hakeden
    >>
    >>İnsanlar Bunlar. Onlara Sadece Gülümsemeniz Ve
    >>'Merhaba' Demeniz Gerekse Bile..."
    >>
    >>Bu Dersi Hayatım Boyunca Unutmadım. Hademenin
    >>
    >>Adını da... Dorothy
    idi.
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>İkinci Önemli Ders Yağmurda Otostop!..
    >>
    >>
    >>
    >>Bir Gece Vakit Gece yarısına Doğru Alabama Otoyolunun
    >>Kenarında Duran Bir Zenci Kadın Gördüm. Bardaktan
    >>
    >>Boşanırca Yağan Yağmura Rağmen, Bozulan Arabasının
    >>
    >>dışında Duruyor Ve Dikkati Çekmeye Çalışıyordu. Geçen
    >>
    >>Her Arabaya El Sallıyordu. Yanında Durdum. 60'lı Yıllarda
    >>Bir Beyazın Bir Zenciye Hem De Alabama'da Yardıma
    >>Kalkması Pek Olağan şeylerden Değildi. Onu Kente
    >>
    >>Kadar Götürdüm. Bir Taksi durağına bıraktım. Ayrılırken
    >>
    >>ille De Adresimi İstedi Verdim. Bir Hafta Sonra Kapım
    >>
    >>çalındı. Muazzam Bir Konsol Televizyon İndiriyordu Adamlar.
    >>
    >>Bir De
    Not Ekliydi, Armağanda...
    >>
    >>"Geçen Gece Otoyolda Bana Yardımınıza Teşekkür Ederim.
    >>O Korkunç Yağmur Sadece Elbiselerimi Değil, Ruhumu Da
    >>Sırılsıklam Etmişti. Kendime Güvenimi Yitirmek Üzereydim,
    >>
    >>Siz Çıka Geldiniz. Sizin Sayenizde Ölmekte Olan Kocamın
    >>
    >>yatağının baş Ucuna Zamanında ulaşmayı Başardım. Biraz
    >>
    >>Sonra Son Nefesini Verdi. Tanrı Bana Yardım Eden Sizi Ve
    >>Başkalarına karşılık Beklemeksizin Yardım Eden Herkesi
    >>Kutsasın!.. En İyi Dileklerimle, Bayan Nat King Cole."
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>Üçüncü Önemli Ders Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...
    >>
    >>
    >>
    >>Bir Pastanın Üç Otuz Paraya satıldığı Günlerde 10
    >>yaşında Bir Çocuk Pastaneye Girdi. Garson Kız
    Hemen
    >>
    >>Koştu... Çocuk Sordu:
    >>
    >>"Çukulatalı Pasta Kaç Para?.."
    >>"50 Cent!.." Çocuk Cebinden çıkardığı Bozukları Saydı.
    >>Bir Daha Sordu:
    >>"Peki Dondurma Ne Kadar..." "35 Cent" Dedi Garson Kız
    >>sabırsızlıkla... Dükkanda yığınla Müşteri Vardı Ve Kız Hepsine
    >>
    >>Tek başına koşturuyordu. Bu Çocukla Daha Ne Kadar Vakit
    >>
    >>Geçirebilirdi Ki...Çocuk parasını Bir Daha Saydı Ve
    >>
    >>"Bir Dondurma Alabilir Miyim Lütfen" Dedi.
    >>Kız Dondurmayı Getirdi. Fişi tabağın Kenarına Koydu Ve
    >>
    >>Öteki Masaya Koştu. Çocuk Dondurmasını Bitirdi. Fişi
    >>
    >>Kasaya Ödedi. Garson Kız Masayı temizlemek Üzere
    >>
    >>Geldiğinde, Gözleri Doldu Birden. Masayı Sanki Akan
    >>
    >>göz yaşlarıyla
    Temizleyecekti.
    >>
    >>Boş Dondurma tabağının Yanında Çocuğun bıraktığı 15
    >>Centlik bahşiş Duruyordu...
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>Dördüncü Önemli Ders Yolumuzdaki Engeller...
    >>
    >>
    >>
    >>Eski Zamanlarda Bir Kral, Saraya Gelen Yolun Üzerine
    >>Kocaman Bir Kaya Koydurmuş, Kendisi De Pencereye
    >>
    >>Oturmuştu. Bakalım Neler Olacaktı?. Ülkenin En Zengin
    >>
    >>Tüccarları, En Güçlü kervancıları, Saray Görevlileri Birer
    >>
    >>Birer Geldiler, Sabahtan Öğlene Kadar. Hepsi Kayanın
    >>
    >>Etrafından Dolaşıp Saraya Girdiler. Pek Çoğu Kralı Yüksek
    >>
    >>Sesle Eleştirdi. Halkından Bu Kadar Vergi Alıyor, Ama
    >>
    >>Yolları Temiz Tutamıyordu. Sonunda Bir Köylü
    Çıkageldi.
    >>
    >>Saraya Meyve Ve Sebze Getiriyordu. sırtındaki Küfeyi
    >>
    >>Yere İndirdi, İki Eli İle Kayaya sarıldı Ve Ikına sıkına
    >>İtmeye başladı. Sonunda Kan Ter İçinde Kaldı Ama,
    >>
    >>Kayayı Da Yolun Kenarına Çekti. Tam Küfesini Yeniden
    >>
    >>sırtına Almak Üzereydi Ki, Kayanın Eski Yerinde Bir
    >>Kesenin Durduğunu Gördü. Açtı... Kese Altın Doluydu.
    >>Bir De Kralın Notu Vardı İçinde...
    >>
    >>"Bu Altınlar Kayayı Yoldan Çeken Kişiye Aittir" Diyordu Kral.
    >>
    >>Köylü, Bugün Dahi Pek Çoğumuzun Farkında olmadığı Bir
    >>
    >>Ders almıştı.
    >>
    >>"Her Engel, Yaşam Koşullarınızı Daha iyileştirebilecek Bir
    >>fırsattır...
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>Beşinci Önemli Ders Önemli Olan
    Vermektir...
    >>
    >>
    >>
    >>Yıllar Önce Hastanede çalışırken, ağır Hasta Bir Kız
    >>Getirdiler. Tek yaşam şansı Beş yaşındaki Kardeşinden
    >>
    >>Acil Kan Nakli İdi. Küçük Oğlan Aynı Hastalıktan Mucizevi
    >>şekilde Kurtulmuş Ve Kanında O hastalığın mikroplarını
    >>Yok Eden bağışıklık oluşmuştu. Doktor Durumu Beş
    >>
    >>yaşındaki Oğlana Anlattı Ve Ablasına Kan Verip
    >>
    >>vermeyeceğini Sordu. Küçük Çocuk Bir An Duraksadı.
    >>
    >>Sonra Derin Bir Nefes Aldı Ve "Eğer Kurtulacaksa,
    >>
    >>Veririm Kanımı" Dedi. Kan Nakli yapılırken, ablasının
    >>
    >>Gözlerinin içine Bakıyor Ve Gülümsüyordu. Kızın
    >>
    >>Yanaklarına Yeniden Renk Gelmeye Başlamıştı, Ama
    >>
    >>Küçük Çocuğun Yüzü De Giderek
    Soluyordu...
    >>
    >>Gülümsemesi De Yok Oldu. Titreyen Bir Sesle Doktora
    >>Sordu: "Hemen Mi Öleceğim?.."
    >>
    >>Ufaklık, Doktoru yanlış anlamıştı, Ablasına
    >>Vücudundaki Bütün Kanı Verip, Öleceğini düşünüyordu.
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>
    >>Göndericinin Notu :
    >>
    >>
    >>
    >>Bu maili 5-10 veya daha fazla kişiye, içinizden
    >>gelmeden göndermeyin. Hiç kimseye göndermezsinizde
    >>
    >>bir şey olmaz zaten. Eğer burada anlatılanlar sizi hiç bir
    >>
    >>şekilde etkilemediyse içinizdeki bazı duyguları
    >>
    >>kaybetmişsinizdir.
    >>
    >>
    >>
    >>ASLINDA EN ÖNEMLİ ŞEY, ELİNİZDEKİ DEĞERLERİN
    >>
    >>FARKINDA OLUP, KIYMETİNİ BİLMEKTİR... GÜN GELİR
    >>
    >>BURUN
    KIVIRDIĞINIZ ŞEYLERİDE BİR BAKMIŞSINIZ
    >>
    >>YİTİRMİŞSİNİZ..( SANIRIM HAYTTAKİ EN KÖTÜ ŞEYDE
    >>BU OLSA GEREKKK...
    >>
    >>YAŞAMINIZI CİDDİYE ALINNN..!!
    >>
    >>RUHUNUZUN GÜNEŞİ HİÇ BATMASIN
    >>

  5. #37
    Turkuaz Guest

    Esas

    Ruh kanseri

    Nazan Arda geçen hafta 55 yaşında öldü. Göğüs kanseriydi.

    Ameliyat için gittiği Amerika'da bir göğsü alınmıştı.

    Döndükten 11 yıl sonra beyin kanaması geçirdi.

    Beyninde de tümör vardı. Peş peşe geçirdiği iki ameliyatın ardından komaya

    girdi ve kurtarılamadı.

    Gazetedeki fotoğrafında, elinde bir ayıcıkla gülümsüyordu.

    "Ayıcık", kendisi 4 yaşındayken vefat eden annesinin armağanıydı.

    Arda, oyuncak ayısını 51 yıl boyunca hiç yanından ayırmamıştı.

    Karacaahmet'e gömülürken, ayıcığını da yanında toprağa verdiler.

    * * *

    Burada Arda'yı anmamın nedeni, 11 yıl önce Amerika'ya ameliyata giderken

    yazıp eşine bıraktığı ölüm ilanı...

    Ecel, beklediğinden geç gelmiş, ama boşandığı eşi vasiyete uyup kendi

    kaleminden vefat ilanını gazetelere vermiş.

    İlan şöyle:

    "Şu anda Tanrı'ya teslim etmiş olduğum ruhumu,

    ömrümce

    tüm sevdiklerim için mükemmeliyetçilik adına çok hırpaladım.

    Kendimi sevecek ve özgürlük tanıyacak vaktim olmadı.

    Bilmem o çok uğraş verdiğim 'özel biri' olabildim mi?

    Rahatsızlık vermekten her zaman çekindiğim sizleri

    bugün (..) beni uğurlamanız için bekliyor,

    hepinizi çok seviyorum."

    İlanın köşesinde küçücük bir fotoğraf var:

    Nazan Arda'nın ayıcığının fotoğrafı...

    * * *

    Metni okuyunca bunun bir vefat ilanından çok pişmanlık beyanı olduğunu

    düşündüm.

    Başkalarını mutlu edebilmek uğruna kendinden vazgeçmiş,

    "rahatsızlık veririm" kaygısıyla benliğini tarumar etmiş,

    ruhunu doyasıya salıveremeden can vermiş "mükemmeliyetçiler" için kaleme

    alınmış bir ağıttı bu...

    Nazan Arda, uğruna bir ömür adadıklarından, belki de

    ilk -ve son- kez bir "rahatsızlık" rica edip cenazesine çağırıyordu.

    Törene kaç kişi gitti bilmiyorum; ama ilanı verenin,

    "boşandığı eşi" olması, o çok uğraş verdiği "özel

    biri" olup olamadığı sorusunu yanıtlıyordu.

    Başkalarını seveyim derken, kendini sevecek vakti bulamamıştı.

    Son yolculuğunda yanında sadece vefakar ayıcığı vardı.

    * * *

    Arda'nın fizyolojik hastalığına olduğu kadar psikolojik rahatsızlığına da

    teşhisi Jean Baudrillard koyuyor:

    ("Tam Ekran", YKY, 2002, s.10)

    Fransız felsefeciye göre, vücudumuzdan bütün biyolojik düşmanları,

    mikropları, parazitleri atarsak

    nasıl savunma sistemi bozulan bedende hücreler birbirini kemirmeye başlar

    ve kanser tehlikesi doğarsa,

    ruhta da aynı şey oluyor:

    "Sürekli pozitif olacağım" diye eleştirel ögeleri

    benliğinden uzak tutan, negatif duyguları dışlayan

    her ruhsal yapı, kendi kendini yiyerek felakete sürükleniyor.

    Eleştirel düşünce ise, krizi damıtma yeteneği sayesinde bu felaketi

    önlüyor.

    * * *

    Benim yukarıdaki ilandan öğrendiğim şu:

    Bütün varoluşunu "Beni beğenecekler mi?", "Beniseviyor mu?", "Rahatsız eder

    miyim?"

    kaygısı üzerine kuruyorsan, bil ki sonun hüsran...

    Bir küçük serzeniş, sıradan bir tenkit ya da kadirbilmezlik, acılar

    pahasına kurduğun o

    "mükemmel kale"yi yerle bir edebilir.

    Ölüm ilanını kaleme alacağına azat et kendini...

    Seni, sen diye kabul edip sevecekleri sev.

    Eleştir, ki onun için "özel biri" olabilesin.

    Kendini, kendine beğendir herkesten önce...

    Kimseye beğendirmek için de kendinden vazgeçme.

    Acını göze al, çünkü Dostoyevski'nin dediği gibi,

    "İnsanın ruhunu yücelten bir acı, ucuz bir mutluluktan evladır."

    Can DÜNDAR

  6. Esas

    Lütfen Geç Kalmayın


    10. Sınıf

    İngilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için 'benim en iyi arkadaşım' diyordum... ama ben onun ipek gibi saçlarına bakıp onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün sınıfta olmadığı için o günün notlarını istedi ona notları verirken bana teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

    11. Sınıf

    Telefonum çaldı, arayan oydu ve ağlıyordu bana aşkın nasıl kalbini kırdığını anlattı, beni evine çağırdı, yalnız kalmak istemediğini söyledi, bende tabiki gittim, koltuğa, onun yanına oturdum, güzel gözlerine bakmaya başladım ve onun benim olmasını diledim, 2 saat sonra Drew Barrymore'un bir filmi başladı ve onu izledik filmi izledikten sonra uyumaya karar verdi, bana her şey için teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

    Son Sınıf

    Mezuniyet balosundan bir gün önce yanıma geldi ve "çıktığım çocuk hasta ve partiye gelemeyecek" dedi, benimde çıktığım biri yoktu ve 7. sınıfta birbirimize söz vermiştik eğer çıktığımız biri olmazsa partilere birlikte gidecektik, "en iyi arkadaş" olarak. Ve partiye birlikte gittik, o akşam çok güzeldi, her şey yolunda gitti, partiden sonra onu evine kapısının önüne kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana "hayatımın en güzel zamanını geçirdiğini" söyledi ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

    Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çattı...

    Sürekli onu izledim onun mükemmel vücudunu seyrettim. Diplomasini almak için sahneye çıkarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Herkes evine gitmeden önce yanıma geldi ve ağlayarak bana sarıldı sonra başını omzuma koydu ve "sen benim en iyi arkadaşımsın, teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

    Aradan yıllar geçti...

    Bir kilisedeyim ve o kızın nikahını izliyorum... evet artık evleniyordu, onun "evet, kabul ediyorum" demesini, yeni hayatına girmesini izledim, başka bir adamla evli olarak. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve "nikahıma geldin teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

    Yıllar çok çabuk geçti...

    Şu an benim bir zamanlar en iyi arkadaşım olan kızın tabutuna bakıyorum, eşyaları toplanırken lise yıllarında yazdığı günlüğü ortaya çıktı... Hemen günlüğünü aldım ve günlükte okuduğum satırlar şöyleydi...

    "Onun gözlerine bakarak onun benim olmasını diledim... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum... Keşke bana beni bir kez sevdiğini söyleseydi..."

  7. #39

    Esas

    --------------------------------------------------------------------------------

    "İlk görev yerim Bingöl'de idi, Trenden indim, sırtımda yorganım, elimde bavulum 10 km yürüdüm... Nehri sal'la geçtim... Sonra at sırtında yolun yarısına kadar gittim. Atın sahibi dedi "hocam buradan sonra at gitmez..." civar köyden öküz verdiler, öküzle gittik. Okulu beyaz badanalı bir bina olarak hayal ediyordum. 20 metrekarelik bir samanlık çıktı. Okula girdim, öğrenciler samanlığın duvar diplerinde taşların üzerine oturmuş bekliyor... Etrafta meşe sırıkları var, ilk işim o taşların üzerine meşe sırıklarını gererek öğrencileri onların üstüne oturtmak oldu... Sonra başka bir sırığa bavulumdaki Bayrağımı astım. Üzerinde bayrağımın dalgalandığı her yerde görev yaparım demiştim ya, işte o bayrağı kendi ellerimle astım..."

    Bu sabah bir TV pogramında gözyaşları ile izledim bu öğretmenimizi. Bu sözlerin sahibi yazdığı kitapların geliriyle Hakkari'den Edirne'ye kadar 20 tane okul yaptırmış, "bir ömür verdim bu mesleğe... doyamadım..." sözlerinin sahibi Hüseyin Hüsnü TEKIŞIK...

  8. #40
    Duhul
    Jul 2004
    İkamet
    İstanbul
    Gönderi
    1,096

    Esas

    Hani meşhur bir hikaye vardır sadakati ve ona beslenen ihaneti anlatan. İhanetin adı göçmen bir kuşa verilir.
    Sadakatin adı ise bir serçeye.
    İki dost bütün bahar ve yaz boyunca uçarlar, küçük bir koyun semalarında.
    Küçük sinekleri, kurtçukları yerler.
    Arsız yağmurların şaha kaldırdığı derelerden içerler.
    Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezerler. İki dost söz vermiş birbirine. AYRILMAYACAĞIZ!
    Öyle ya mevsim değişiyor. Kış gelmiş.
    Almış bir telaş göçmen kuşunu. Serçe ise her zaman verdiği söze sadık.
    Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için.
    Yaşamaksa önemli imiş göçmen kuşu için. Geçen baharın tatlı bir eğlencesi hatırına gel demiş göçmen kuşu serceye yeni baharlara uçalım.
    Serçe çaresiz burda bekleyelim demiş yeni bir baharı.
    Ama kış acımasızdır demiş göçmen kuşu ' aç kalırız, uşuruz, ölürüz burda ' Serce hayır demiş gözüyaşlı, ' korunuruz direniriz birlikte bütün zorluğa.'
    Göçmen kuşu inanmamış zayıf ve zarif dostuna. İsrar etmiş 'gidelim' Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse onca yaşadığı yere, kalmakda aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye. Ve seçerek sevgiyi karar vermiş. Uçacakmış göçmen dostuyla yeni baharlara.
    Göçmen ile Serçe cıkmışlar yola.
    Fakat serçe zayıfmış, kanatları narin. Izdırap iliklerinde gezinmeye başlamış serçenin. Kanatları uzun uçuşlar için değil.
    Dayanamayacak hale gelmiş bu yola.
    Göçmen kanatları sanki çelikten ve güçlü.
    Nice baharlara yelken açmada usta bir uçucu. Acımasız yaklaşan bir fırtına kanatlarını dövüyormuş inceden kuşların.
    Göçmen önde serçe arkada.
    Yorgunlukdan serçe iyice yavaşlamış. Göçmene 'duralım' demiş artık. 'Biraz dinlenelim' İtiraz etmiş göçmen. Demiş 'daha aşılacak okyanuslar var. Ölürüz'

    Eyvah!

    Çok fırtınalar görmüş serçe. 'Kurtuluruz' desede nafile. İhanet almış başını en önde gidiyor. Sadakat narin yapısıyla onun peşinde.
    Serçe sevgisine uymuş, son bir gayretle salmış zarif kanadını fırtınalara. Gökyüzünden daha büyük gelmiş okyanus serçeye. Yorgun bir sesle son kez seslenmiş göçmen dostuna.
    'Yoruldum uçamıyorum' Göçmen serçeye şöyle bir bakmış 'dostum bağışla beni, ben yaşamak istiyorum, ve devam ediyorum.
    Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT.
    Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET.'

Sayfa 5/172 İlkİlk ... 345671555105 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •