Sayfa 1/72 1231151 ... SonSon
Arama sonucu : 571 madde; 1 - 8 arası.

Konu: Tasavvuf Edebiyatından Seçmeler

  1. #1
    Duhul
    Nov 2005
    İkamet
    istanbul suriçi
    Gönderi
    121

    Arrow Tasavvuf Edebiyatından Seçmeler

    Tasavvuf edebiyatı okuyan arkadaşlar, beğendiğimiz yazıları (kısa ve öz olmak kaydıyla) burada paylaşalım, yazdıklarımız hakkındaki görüşlerimizi tartışalım.

    Son dönem mutasavvuflarından merhum İskender Naci Şirin Baba'nın bazı sözleri:
    (kaynak: halvetisivasi.4t.com)

    ALLAH'IN yer yüzündeki gerçek beyti insan olup, o yer bir mümin kulunun kalbidir. O beyti tavaf edenler gönülleri ile akıllarını bir edenlerdir.

    Sevgi gözüyle baktığınızda hiçbir çirkin ve kötü göremezsiniz. Ancak nefs gözü devreye girdiğinde çirkin ve kötü başlar.

    Dostlarım, bütün kötülükleri içinizden siliniz. İyi şeyler düşününüz, göreceksiniz ki bütün üzüntüleriniz, kederleriniz ve dertleriniz birden kaybolacaktır.

    Dostlarım! Her işinize Hz.ALLAH'IN ismini anarak ve onun yüceliğini düşünerek başlayınız. Göreceksiniz onunla başladığınız her şey mutlaka sizlerin lehinize sonuçlanacaktır. O nun sevgisiyle başarılmayacak iş aşılamayacak engel yoktur. Yalnız yücelik ve tükenmeyen güç ona aittir.


    Göz yaşı, riya taşımayan gözlerde ALLAH'IN bir rahmetidir. Onu sevdiği gönüllere lütfeder. O dökülüşten korkunuz ve sakınınız. O dökülüşün önünde hiç bir engel bulunmaz.

    Riya denilen illet, insan oğlunu hiçliğe esir ederek, ömür sermayesini boşa harcatan bir beladır. Riya, güzeli ve iyiyi öldürmekla kalmadığı gibi, bunlara dönük tüm amelleri de mahvedmeye bir nedendir.

    Akıllı insanlar, her gördüğünün arkasına düşmeyen, her çağrıldığı kapıyı yüzsüzce aralamayandır.

  2. #2
    Duhul
    Nov 2005
    İkamet
    istanbul suriçi
    Gönderi
    121

    Esas

    Hacı Bektaş Veli'nin İnanç Sistemi:
    (kaynak: http://www.ziyababa.org.tr/hacibekta...ancsistemi.asp)

    Hacı Bektaş Velî’de Allah sevgisi esastır. Allah’ı seven, yaratılmış kulları sever; yaratılmışları bu sevgiden dolayı kucaklar. Bu inancı benimseyen kişi, kendisinin yücelmesi için fedakarlıkta bulunur.

    Hacı Bektaş Velî’nin inanç yapısında mutlak bir hoşgörü, samimiyet ve sevgi vardır. İyilik etmek, hüsn-i niyyet sahibi olmak, tevâzu ve edeb içinde olmak, kulun mutlak varlığa karşı başlıca sorumluluklarındandır. Yoksa insan gerçek kimliğini bulamaz, hayvanî davranışlardan kurtulamaz.

    Hacı Bektaş Velî’nin en fazla değer verdiği şey; “Fazîlet ve bilgidir”. Fazîletli bir insan tipi oluşturmak için tek bir yol vardır. O da ilimdir. İlmi pek bir üstün değer kabul eden Hacı Bektaş Velî, Makâlât’ında şöyle der:
    “Her kim ki ilme yakın olsa, öğrenmelikten mahrum kalmaya.” Elbette ki başta; “Allah ilmi” gelir.

    Türk ve Dünya İslâm tarihinde derin ve benzersiz izler bırakan Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin, felsefi düşüncelerinin temelinde Allah ve insan sevgisi vardır.

    Hacı Bektaş Velî’nin şu sözleri, felsefesini en iyi ve en güzel bir biçimde açıklamaktadır:
    Araştırma açık bir sınavdır.
    Eline, diline, beline sahip ol.
    Her ne arar isen kendinde ara.
    Kadınlarınızı okutunuz.
    İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
    Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.

  3. #3

    Esas

    ALLAH'IN yer yüzündeki gerçek beyti insan olup, o yer bir mümin kulunun kalbidir. O beyti tavaf edenler gönülleri ile akıllarını bir edenlerdir.

    Tasavvufî kaynaklardaki bilgilerden, görünüşte şeriat ilmiyle çelişen bilgiler, avamı ilgilendirmez, sadece ehl-i tasavvufu ilgilendirir. Yukarıdaki bilgiler bu türdendir. Şeriat ilmine göre Beytullah bellidir. Tavaf yeri de orasıdır. Ayrıca gerçekte alakası olmasa bile, içerik olarak Fazlullah Hurufî'nin kurduğu bir insana tapma dini olan Hurufîliğin temel felsefesinin bir tür yansıması gibi algılanabileceği için buradaki düşünceye, tasavvufun dışında olanların şeriat bilgisi gözüyle bakmaları ve evet Allah mümin kuluna şah damarından daha yakındır, ama tavaf edilmesi gereken hiçbir kalp yoktur diye düşünmeleri daha uygundur. Saygılarımla...
    Muhiddin Arabî'ye ait diye hatırladığım şu söz de benim dikkat çekmeye çalıştığım nazik notaya bir uyarıdır aslında." Bizden olmayan bizim kitaplarımızı okumasın."

  4. #4
    Duhul
    Nov 2005
    İkamet
    istanbul suriçi
    Gönderi
    121

    Esas

     Alıntı Originally Posted by Bilge
    ALLAH'IN yer yüzündeki gerçek beyti insan olup, o yer bir mümin kulunun kalbidir. O beyti tavaf edenler gönülleri ile akıllarını bir edenlerdir.

    Şeriat ilmine göre Beytullah bellidir. Tavaf yeri de orasıdır.
    Konuya çok mantıklı yaklaşmışsınız, tebrik ederim. Ancak yukarıdaki ifadede yer alan "insan gönlünü tavaf etmek" sözü, "Kabe'ye gitme, bir müninin etrafında tavaf et (dön)" anlamında kullanılmamıştır. Gönlü tavaf etmekten maksat, insanların gönlünü hoş tutmak, kalp kırmamaktır.

    Bu konuya Yunus Emre çok daha açık ve net bir şekilde değinmiş...:

    Yunus Emre der hoca,
    İstersen bin var hacca
    Hepsinden iyice
    Bir gönüle girmektir.

    Yani, "Hacca gidişin yalnızca Arap ekonomisine fayda sağlıyorsa, sen gittiğin gibi geleceksen, hiç gitme. Suratı asık olan birinin tebessüm etmesini sağlaman, senin için daha büyük ibadet." demek istemiş bence...

  5. #5

    Esas

     Alıntı Originally Posted by ForExit
    Konuya çok mantıklı yaklaşmışsınız, tebrik ederim. Ancak yukarıdaki ifadede yer alan "insan gönlünü tavaf etmek" sözü, "Kabe'ye gitme, bir müninin etrafında tavaf et (dön)" anlamında kullanılmamıştır. Gönlü tavaf etmekten maksat, insanların gönlünü hoş tutmak, kalp kırmamaktır.

    Bu konuya Yunus Emre çok daha açık ve net bir şekilde değinmiş...:

    Yunus Emre der hoca,
    İstersen bin var hacca
    Hepsinden iyice
    Bir gönüle girmektir.

    Yani, "Hacca gidişin yalnızca Arap ekonomisine fayda sağlıyorsa, sen gittiğin gibi geleceksen, hiç gitme. Suratı asık olan birinin tebessüm etmesini sağlaman, senin için daha büyük ibadet." demek istemiş bence...
    Yukarıdaki satırların sahibi Bilge, demekki sözünü ettiğiniz bu anlamı görmemiş sizce. Açıkladığınız iyi oldu. Bu tür bilgilerin nasıl aktarılması gerektiği anlaşılmış oldu. Böylece tasavvuftan behresi olmayanlar da nasiplendiler. Saygılarımla...

  6. #6
    Duhul
    Nov 2005
    İkamet
    istanbul suriçi
    Gönderi
    121

    Esas

    Doğu ve batı düşünürlerine göre felsefenin tanımı.
    (kaynak: http://www.neuroquantology.com/turkish/philosophy.htm)

    # Pythagoros “Başlangıcı; ilim sevgisi, ortası; insanın gücü kadarıyla varlıkların mahiyetini bilip tanıması, sonu da ilme uygun bir şekilde konuşup yaşamaktır.”

    # Platon “ Görülmesi mümkün olmayanın ilmi”

    # Aristo “İlk prensipler ve son sebepler hakkında bilgi”

    # Genel tanımı “Evren hakkında tefekküre dair bir bilgi, teemmüllü bir bilgi”, “Mutlak ilim”, “İlimlerin ilmi”, “İlimlerin izahı”

    # Descartes(1595-1650)”Felsefe sözünden hikmeti (bilgelik) incelemek anlaşılır. Bilgelikten de, insanın bilebildiği kadar, bütün şeylerin tam bilgisi anlaşılır.”

    # Hegel (1770-1830) “Önce genel olarak düşünce tarafından nesnelerin(eşyanın) derin bir şekilde incelenmesidir.”

    # İslam filozofları “Felsefe, eşyanın mahiyet ve hakikatını bilmek, varlığın sebebini açıklama gayretidir. İnsanın kendini bilip tanımasıdır.”

    # İslam filozofu El-Kindi(öl. M.S. 873) “Felsefe insanın kendisini tanımasıdır. Felsefe sanatların sanatı, hikmetlerin hikmetidir. Felsefe, insanın gücü yettiği sürece külli-edebi şeylerin hakikatlarını, mahiyetlerini ve sebeplerini bilmektir.”

    # Farabi (870-950) “Varolmaları bakımından varlıkların bilinmesi…”

    # Muyiddin ibn el-Arabi(1165-1240) “Nesnelerin hakikatlerini oldukları gibi bilmek ve onların varoluşları ile hüviyetleri konusunda hüküm vermek suretiyle, insan ruhunun olgunlaşmasıdır.”

  7. #7

    Esas

    sahsen herhangi bir dine ya da tanriya inanmamakla birlikte tasavvuf edebiyati cok ilgimi ceker ve severim; boyle bir baslikta da Cuneyd-i Bagdadi'den bahsedilmesi gerek diye dusundum.
    cüneyd-i bağdâdî'ye; "ihlâsı kimden öğrendiniz?" diye sorduklarında; "mekke-i mükerremede bulunuyordum. bir berber gördüm. ona; "allah rızâsı için benim saçlarımı düzeltebilir misin?" dedim. berber; "elbette." dedi. o sırada, mevki sâhibi birini traş etmekte idi. hemen traşını bırakıp; "efendi, kalk. bir kimse allah için bir şey istedi mi, bütün işler durur, derhal ona bakılır." dedi. sonra berber koltuğuna beni oturtup traş etti. sonra da bana bir mikdâr altın verip; "ihtiyaçların için lâzım olur, onlara harcarsın!" dedi. ben bu hâle çok hayret edip, elime geçecek ilk parayı kendisine hediye etmeye niyet ettim. az bir zaman sonra bana basra'dan bir kese altın gönderdiler. hemen götürüp o keseyi ona verince sebebini sordu. ben de niyetimi açıkladım. bunun üzerine bana; "sen, allah rızâsı için beni traş et." dedin. ben de o niyetle seni traş ettim. şimdi bunları alırsam, niyetimde bir değişme olmasından korkuyorum." dedi.

    cüneyd-i bağdâdî bir gün arkadaşı büyük velî ebû bekir şiblî'yi; "lâ havle velâ kuvvete illâ billah." derken gördü. ona; "bu söz canı sıkılanların kelâmıdır. can sıkıntısı ise kazâya rızâ göstermemekten kaynaklanır." buyurdu.

    cüneyd-i bağdâdî'ye; "rızkımızı arıyoruz." dediklerinde; "nerede olduğunu biliyorsanız, orada arayınız?" buyurdu. "allahü teâlâdan istiyoruz." dediklerinde, "eğer sizi unutmuş sanıyorsanız, hatırlatınız!" buyurdu. "tevekkül ediyoruz, bakalım ne gönderecek?" dediklerinde; "imtihan ederek, deneyerek tevekkül etmek, îmânda şüphe bulunmasını gösterir." buyurdu. "o hâlde ne yapalım?" dediklerinde; "emrettiği için çalışmalı, rızk için üzülmemeli, tedbirlerin arkasında koşmamalıdır. rızk için allahü teâlânın verdiği söze güvenmelidir. emrine uyarak çalışanı, rızkına ulaştırır." buyurdu.

    cüneyd-i bağdâdî'ye; "hiç ibâdet ve tâat yapmadan karşılıksız olarak allahü teâlânın lütfuna kavuşmak mümkün müdür?" diye sordular. cevâbında; "zâten gelen bütün nîmetler, bütün iyilikler, hep allahü teâlânın lütfudur. bu kadar âciz ve zavallı olan insanların yaptıkları ibâdet ve tâatlerin, o'nun lütfu olan nîmetlere karşılık olması mümkün müdür?" buyurdu.

    "belâ ve musîbet, âriflerin kandili, müridlerin uyanıklığı, gâfillerin de helâkıdır."

    "kimde şu dört haslet bulunursa, bu hasletler o kimseyi yüksek derecelere kavuşturur. hem allahü teâlânın katında, hem de insanlar yanında kıymeti çok olur. 1. hilm (yumuşaklık ve sabır) sâhibi olmak, 2. ilim sâhibi olmak, 3. cömert olmak, 4. güzel ahlâk sâhibi olmak. yine dört haslet vardır ki, bu hasletler de sâhibini en aşağı derecelere düşürür. allahü teâlâ katında ve insanların yanında sevilmeyen birisi olur. 1. kibir (büyüklenme), 2. ucb (amellerini beğenmek), 3. cimrilik, 4. kötü ahlâk."

  8. #8

    Esas bayazid-i bestami

    bayezid, mekke’ye doğru yola çıkmıştı. hacca gidiyordu. hangi şehre varırsa orada manevi büyükleri araştırıyor, “can gözü açık, gönlü uyanık kim var?!..” diye sorup duruyordu. bir yerde gövdesi hilal gibi incelmiş bir ulu ere rastladı. onda erenlerin halini müşahede etti. yanına gidip oturdu. hal hatır soruştular. ihtiyarın hem fakir, hem de çok kalabalık bir ailesi olduğuna tanık oldu. aralarında şöyle devam ettiler:

    – ey bayezid! nereye gidiyorsun, gurbet pırtısını nereye dek sürükleyeceksin?

    – hacca gidiyorum, kâbe’ye!

    – yol harçlığı olarak ne kadar paran var?

    – ikiyüz dirhem gümüş. hırkamın eteğinde düğümlü durur.

    – bilmez misin ki ey bayezid, allah kâbe’yi gerçi kurdu; ama kurdu kuralı bir kere bile içine girmedi. halbuki şu eve (yani benim şu gönlüme) o ebediyyen diri olan yaradan’dan başka giren olmamıştır.

    çocukken bir gün câmi avlusunda oynuyordu. oradan geçmekte olan şakîk-i belhî kendisini görüp; "bu çocuk büyüyünce zamânının en büyük velîsi olacak." buyurdu. yine bir gün hadîs âlimlerinden bir zât onu görünce çok hoşuna gitti. zekâ ve anlayışını ölçmek için sordu: "güzel çocuk, namaz kılmasını güzelce biliyor musun?" bâyezîd-i bistâmî de ona; "evet allah dilerse becerebiliyorum." cevâbını verince; "nasıl?" diye sordu. bâyezîd-i bistâmî de; "buyur yâ rabbî! emrini yerine getirmek üzere tekbir alıyor, kur'ân-ı kerîmi tâne tâne okuyor, tâzim ile rükûya varıyor, tevâzu ile secde ediyor, vedâlaşarak selâm veriyorum." deyince, o zât hayran kalarak; "ey sevgili ve zekî çocuk! sende bu fazîlet ve derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamalarına niçin izin veriyorsun?" diye sordu. bâyezîd-i bistâmî de; "onlar beni değil, allahü teâlânın beni süslediği o güzelliği meshediyorlar. bana âid olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl engel olabilirim?" cevâbını verdi.

    bâyezîd-i bistâmî hocalarından birinin huzûrunda bulunuyordu. hocası; "şu rafdaki kitabı getir." dedi. bâyezîd; "hangi rafdaki kitabı istiyorsunuz efendim?" dedi. hocası; "bunca zamandır buraya gelip gidiyorsun. dershânede oturduğun yerin üstündeki rafı diyorum." deyince, bâyezîd-i bistâmî; "efendim, mübârek sohbetinizi dinlemekteki dikkat ve edebe riâyetten dolayı, şu âna kadar başımı kaldırıp etrafa bakmış değilim." diye cevap verdi. hocası bu söz karşısında "mâdem ki durum böyledir. senin işin tamamdır. şimdi artık bistam'a dönebilirsin ve bizden öğrendiklerini başkalarına öğretebilirsin." buyurdu.

    bâyezîd-i bistâmî, kabristanda çok dolaşırdı. bir gece gezerken, gece bekçisi elindeki sopayla vurdu. bâyezîd; "lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm." dedi. bekçi birkaç kere daha vurunca sopa kırıldı. bâyezîd hazretleri eve dönünce talebelerine sopanın fiatını sordu. o kadar parayı bir keseye koyarak, bir mikdar da tatlı ile berâber bir talebesiyle, o bekçiye gönderdi. bir de mektup yazarak bekçiye vermesini söyledi. mektup şöyle idi: "muhterem bekçi efendi, belki beni hırsız sanarak dövdün. kabahat bendedir. gece kabristanda gezmeseydim, dövmezdin. sopanızın kırılmasına da sebeb oldum. gönderdiğim parayla kendine bir sopa al! sopanın kırılma üzüntüsünün kalbinden gitmesi için de, yolladığım tatlıyı ye! allahü teâlânın selâmı üzerine olsun." genç bekçi mektubu okuyunca, gelip özür dileyerek tövbe etti. onunla birlikte birkaç bekçi daha hak yola girdi.


    bâyezîd-i bistâmî bir defâsında bir imâmın arkasında namaz kıldı. namazdan sonra, o imâm, bâyezîd'e; "siz bir yerde çalışıp para kazanmıyorsunuz. başkalarından da bir şey istemiyorsunuz. o halde siz, nafakanızı nereden temin ediyorsunuz?" dedi. hazret-i bâyezîd bunu duyunca; "ben hemen namazımı iâde edeyim. zîrâ rızıkları kimin verdiğini bilmeyen birinin arkasında namaz kılmışım, bu ise câiz değildir." buyurdu.

Sayfa 1/72 1231151 ... SonSon

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •