Sayfa 5/5 İlkİlk ... 345
Arama sonucu : 37 madde; 33 - 37 arası.

Konu: Yaşanmış gerçek bir hikaye...

  1. #33
    Duhul
    Nov 2010
    İkamet
    (TR) ANKARA
    Gönderi
    6,566
    Blog Yazıları
    2

    Esas

    Hilmi Dede Mucizesi...!

    İzmirli emekli öğretmen Hilmi Güner'in borsadaki öyküsü masal gibi dilden dile dolaşıyor. 84 yaşındaki Hilmi Dede, 40 yıl önce almaya başladığı Ereğli - Demir Çelik Fabrikası (ERDEMİR) hisseleriyle bugün 2 trilyon liralık servetin sahibi oldu. Öğretmenlik yıllarında birçok ünlü isim yetiştiren Güner, elinde bulundurduğu 65 milyon adet hisseyle ERDEMİR'in en büyük özel hissedarı oldu.
    Sekiz yaşında ailesiyle birlikte Yunanistan'dan mübadele yoluyla İzmir'e gelen Hilmi Güner, 1940 yılında Buca Ortaokulu'nda öğretmen olarak görev yapmaya başladı. Aralarında Prof. Dr. Veli Lök ve NASA uzmanlarından bilim adamı Hüseyin Yılmaz'ın da bulunduğu çok sayıda ünlü ismi yetiştiren Hilmi Hoca, kısa bir süre bankacılık yaptı, ardından mesleğine geri dönüp 1960 yılında Zonguldak'a atandı.
    Güner, iki trilyonluk servete giden yolda ilk adımı da Zonguldak'taki öğretmenliği sırasında attığını belirterek, o günleri şöyle anlatıyor:
    "O zaman 44 yaşındaydım. Ereğli Demir Çelik Fabrikası'nın halka arz edilen ilk hisselerinden 1000 liralık aldım. 1965 yılında faaliyete geçen fabrikanın geleceğini parlak gördüğüm için tüm imkanlarımı zorlayarak beş bin liralık nominal hisselerden almaya devam ettim. 5 - 10 - 20 derken, elimde Ereğli Demir Çelik'e ait şimdi 65 milyon adet hisse seneti birikti. Yani bugün senetlerimin değeri iki trilyon lirayı buluyor."



    Fabrikayı gezdi

    Ereğli - Demir Çelik tesislerinin bugünkü durumunu merak ettiğini ve geçen yıl 25 Nisan'da fabrikayı ziyaret ettiğini belirten Hilmi Dede, Genel Müdür ile aralarında geçen bir diyaloğu şöyle aktarıyor:
    "Müdür Bey, 'Hisselerinize ne kadar istiyorsunuz' diye sordu. 'İki dolar verseniz de satmam' dedim. EERDEMİR, yakında İskenderun Demir - Çelik'i alacak. O zaman hisse dört dolar olur. ERDEMİR yıkılsa bile arazisi yeter. Barajı, limanı vardı, hepsi küçük geldi. Yedi - sekiz köyün arazisi satın alındı. 1200 sosyal konutu var."
    Hilmi Dede, 44 yaşından sonra başladığı servetini "geleceği görme" yeteneğine bağlıyor. Tüm servetine inat, İzmir - Alsancak'taki mütevazı evinde 44 yıllık eşi Mahmure Hanım'la birlikte oturan, 573 milyon liralık üç aylık emekli maaşıyla geçinen, çok gerektiğinde bankadaki yatırım fonu ve vadeli hesabında bulunan beş milyar lirasından da kullandığını anlatan 84 yaşındaki "kurt borsacı", "Ereğli'nin yeni devlet satışından da büyük pay alacağım. Pahalı da olsa, oradan alacağım. Onu bekliyorum. Ereğli hayranı değilim, ama mantıklıyım. Ondan iyisi olmadığını düşünüyorum" diyor.



    Serveti hastane ve okul olacak

    Hayatta, eşinden başka kimsesi bulunmayan Hilmi Güner, servetini ne yapacağına ilişkin sorumuza, "Akhisar'da Kayalıoğlu kasabası var. Eskiden adı 'Yahudi Çiftliği' idi. İşte oraya hastane ve okul yaptıracağım" yanıtı veriyor.



    Genç borsacılara öğütler

    * Üstünlük duygusuna kapılma
    * Borçla oynama
    * Likit kaynak tut
    * İhtirasa kapılma
    * Geleceği görmeye çalış

    Yıllarca dokunduğunu altına dönüştüren Hilmi Dede, başta gençler olmak üzere, borsada oynayan yatırımcılara şu tavsiyelerde bulunuyor:
    "En büyük hata, kendini üstün görmektir. Aracı kurumlarda oyun çok. O yüzden dikkatli olmak lazım. Yatırımcı için, başta bilgi gerekiyor. Ondan sonra devamlı parada olmak, ileride ne olacağını tahmin edebilmek, açıktan, kredi ile oynamamak ve ihtirasa kapılmamak gerekiyor."



    Eşi yakınıyor: Para hastalığı var

    "Kuruşunu harcatmaz, renk vermez"
    Hilmi Dede'nin 44 yıllık eşi Mahmure Güner, eşinin hergün düzenli olarak borsa seanslarına gittiğini söyledi.
    Eşiyle İzmir'de bir aile ziyareti sırasında tanıştıklarını ve ardından evlenmeye karar verdiklerini belirten Mahmure Hanım, Milliyet'e şunları söyledi:
    "İlk hisseyi aldığında çok heyecanlıydı, yıllar yılı bunun heyecanıyla yaşadı. Eşimde gerçekten para hastalığı var, bir kuruşunu harcamaz, sürekli hisselere yatırım yapar. Borsanın düştüğünü ya da yükseldiğini onun yüz ifadesinden hiçbir zaman anlayamazsınız. Hiçbir zaman renk vermez, şimdi bu parayla, çocuklarımız olmadığı için okul ve hastane yaptırmayı planlıyor."



    Yunanistan doğumlu "Mal Bilgisi" öğretmeni

    Hilmi Güner, 1916 yılında Yunanistan'ın Drama kentinde doğdu. Sekiz yaşında ailesiyle birlikte İzmir'e göç etti. İlk ve ortaokulu Buca'da, Ticaret Lisesi'ni Alsancak'ta bitirdi. Ticari İlimler Akadamesi'nden 1940 yılında mezun oldu.
    Daha sonra, kendisinin de okuduğu Buca Ortaokulu'nda öğretmenliğe başladı. Bir süre şansını Söke'de bankacılığı denedikten sonra 1956 yılında yaşamını İzmir'de Mahmure Güner'le birleştirdi. Zonguldak'ta 1960 yılında tekrar öğretmenliğe başladı. Ticaret Lisesi'nde "Mal Bilgisi" öğretmenliği yaptı.
    Ereğli Demir - Çelik Fabrikası'nın ilk hissesini o yıllarda biriktirdiği parayla aldı. 1975 yılında emekli oldu. Halen İzmir'in Alsancak semtinde eşi Mahmure hanımla birlikte yaşamını sürdürüyor.


    Bir kaç yıl önce hayatını kaybeden İzmirli gizli zengin.

    (HiLMİ GÜNERİ'N GERÇEK HİKAYESİ)

  2. #34
    Duhul
    Nov 2010
    İkamet
    (TR) ANKARA
    Gönderi
    6,566
    Blog Yazıları
    2

    Esas

    Hilmi Güneri 1990 yılında tesadüfen tanıdım ALLAH gani gani rahmet eylesin.

    1990 yıllarında şimdiki gibi internet ortamı yok bildiğiniz okul tahtası gibi tahta var.

    Siz brokere al veya sat emri veriyorsunuz eli ile gidip tahtaya yazıyor al - sat emrinizi.

    Burada belirtmeden geçemeyeceğim Hilmi Güner bey 1990 yılında tahminim 60. 65 yaşlarında idi.

    Israrla bana ereğli almamı tavsiye etti lakin kıyafetine bakıp üzülerek söylüyorum adamı kaale almadım...

    Gençlik mi diyeceksiniz akılsızlık mı diyeceksiniz ne derseniz deyin.

    Fazla değil 1990 yılında BİN LOT EREĞLİ ALSAM YETERDE ARTARDI ereğli 3.milyon 4.000 milyon arası işlem yapıyordu...

    NOT: 6 sıfır atılmadan önce ki rakam fiyatları şimdiki fiyata göre 3 - 4 TL arası işlem yapıyordu...

    izmir vakıflar menkul kıymetler seans salonu 1990


    Kabri cennet mekan olsun "ALLAH" gani gani rahmet eylesin AMİN...

  3. #35

    Esas

    Dünyanın en büyük finans şirketlerinden J.P. Morgan'ın CEO'su James Dimon'un, zengin koca avcısı bir kızın kendisine attığı bir e-mail'e verdiği cevap...
    "Sayın Morgan,
    Sizinle dürüst olacağım... Bu yıl 25 yaşına giriyorum. Çok güzelim, iyi bir stilim var ve kaliteli şeyleri severim. Yıllık geliri en az 500 bin dolar veya daha fazla olan bir adamla evlenmek istiyorum. Aç gözlü olduğumu düşünebilirsiniz fakat New York’ta yıllık geliri 1 milyon dolar olan insanlar maalesef orta sınıf sayılıyor.
    Çok şey istemiyorum. Bu sizin sitenizde yıllık geliri 500 bin dolar veya daha fazla olan biri var mı? Hepiniz evli misiniz? Sormak istiyorum, sizin gibi zengin insanlarla evlenmek için ne yapmam gerek?
    Bugüne kadar birlikte olduğum erkekler arasında en zengini yılda 250 bin dolar kazanıyordu. Central Park’ın batı yakasında, yüksek bütçeli rezidanslarda yaşamak isteyen biri için yıllık 250 bin dolar yeterli değil. Size alçak gönüllülükle soruyorum:
    1) Zengin bekarlar nerede takılır? (Lütfen bar, restaurant, spor salonu, kulüp, vs... gibi mekanların isimlerini ve adreslerini yazar mısınız.)
    2) Hangi yaş kategorisine odaklanmalıyım?
    3) Çoğu zenginin eşleri neden ortalama güzellikte? Bir kaç kızla tanıştım; güzel veya ilgi çekici değiller ama zengin erkeklerle evlenebiliyorlar.
    4) Kimin karınız, kimin yalnızca sevgiliniz olabileceğine nasıl karar veriyorsunuz? Benim hedefim evlenmek. Zengin bir adamla evlenebilmek için ne yapmalıyım ?
    Bayan Güzel"
    --------
    Cevap:
    "Sevgili Bayan Güzel,
    Yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Tahmin ediyorum ki sizin gibi aynı soruları soran pek çok genç kız var. Lütfen profesyonel bir yatırımcı olarak durumunuzu analiz etmeme izin verin. Benim yıllık gelirim 500 bin doların üzerinde, sizin kriterlerinize uyuyor, bu sebeple zamanınızı boş yere çalmadığımı umut ediyorum.
    Bir iş adamı gözünden bakarsak, sizinle evlenmek kötü bir fikir. Nedeni ise çok basit, lütfen açıklamama izin verin... Detayları bir kenara bırakırsak, yapmaya çalıştığınız şey “güzellik†ile “para†ikilisini takas etmek: A kişisi güzelliği sağlar, B kişisi de bunun için ödeme yapar, gayet adil. Fakat burada ölümcül bir problem var; sizin güzelliğiniz kaybolacak ama benim param iyi bir sebep olmadıkça tükenmeyecek. Aslına bakarsanız, benim gelirim yıldan yıla artabilir, ancak siz yıldan yıla güzelleşemezsiniz. Bu sebeple, ekonomik açıdan bakarsak, ben değer kazanan bir varlıkken siz değer kaybeden bir varlıksınız. Hem de sıradan bir değer kaybı değil, katlanarak artan bir değer kaybı. Eğer güzellik sizin tek varlığınızsa, değeriniz 10 yıl sonra çok daha düşük olacak.
    Wall Street’te kullandığımız bir terimden yola çıkarsak, sizin için “takas pozisyonu†diyebiliriz, “satın al ve bekle†değil. Sizi satın almak iyi bir fikir değil, bu sebeple kiralamayı tercih ederim. Çünkü alışveriş değeri düşen bir şeyi uzun süre elde tutmak hiç de akıllıca değildir. Şüphesiz; aynı şey sizin istediğiniz evlilik için de geçerli.
    Bu yazdıklarım size zalimce geliyorsa bir de şöyle düşünün; tüm paramı kaybetseydim, beni terk etmez miydiniz? Aynı şekilde güzelliğinizi kaybettiğinizde, benim de çıkış yolunu bulmam gerekmez mi?
    Yıllık geliri 500 bin doların üstünde olan insanlar aptal değil; sizinle yalnızca çıkarız ama evlenmeyiz. Size, zengin bir adamla evlenme fikrini unutmanızı öneririm. Bu arada, yılda 500 bin dolar kazanan o zengin siz olabilirsiniz. Zira o kadar parayı kazanmak, zengin bir aptal bulabilme ihtimalinizden daha yüksek...
    Kolay gelsin.
    J.P. Morgan

  4. #36

    Esas

    Öcal Kök
    10 Temmuz ·
    Belediye başkanı‚ geniş-rahat makam koltuğunda huzursuzca kımıldandı. Sesine daha bir otorite katarak kapıdaki ihtiyara seslendi;

    -Ne istiyorsan‚ söyle amca !

    -Şey‚ efendim. Benim bacaklarından özürlü bir torunum var.

    -Anlaşıldı anlaşıldı. Belediye aracılığıyla dağıtılacak tekerlekli sandalyeleri duydun‚ ondan istiyorsun. Kusura bakma‚ sayısı az. Başvurular alınacak‚ sonra kura çekilecek. Şansına artık.

    -Yok efendim‚ onun için gelmedim. Torunumun tekerlekli sandalyesi var.

    -Eee… derdin nedir öyleyse ?

    -Tekerlekli sandalyesi var da‚ rahatça dolaştıramıyoruz. Başka şehirlerde belediyeler yardımcı oluyormuş. Onlara uygun otobüsleri veya dolmuşları oluyormuş. Ama bize şimdilik kaldırımları düzenleseniz yeter. Kaldırımların başlangıcıyla sonuna bu arabalarla kolayca geçilecek yerler yapsanız diye talepte bulunacaktım.
    -Oooo amca‚ her gelenin bir talebi var. Belediye boş mu duruyor sanıyorsun. Çoğu yerin kaldırımı bile yok‚ önce onlarla uğraşmalıyız. Hele bir eskisi şekliyle tüm kaldırımları bitirelim‚ birkaç sene sonra da ek bütçe olursa‚ kaldırım girişlerine baktırırız. Öyle he demeyle olmaz her iş.

    -Ama birkaç sene demek‚ torunumun ve onun gibi yaşamak zorunda olanların‚ en güzel çağlarını evde hapis geçirmesi demek.

    -Bak amca‚ ben koskoca belediye başkanıyım. Herkese bu kadar vakit ayırırsak işimiz var.

    O sırada başkanın yardımcısı telaşlı bir halde içeri girdi;

    -Efendim trafikten aradılar !

    -Noldu büyük bir kaza mı olmuş? Çok ölen mi olmuşâ€š nedir bu telaşın?

    -Bir çocuğa araba çarpmış.

    Başkan sakinleşerek‚ koltuğuna doğru adım attı.

    -Ne yapayım yahu‚ her kazaya belediye başkanı mı koşacak. Amca sen de çık artık. Görüyorsun işlerimiz var.

    İhtiyar adam‚ boynu bükük dışarı yürüdü. Başkanın yardımcısı devam etti;

    -Efendim‚ …çocuk‚ …çocuk sizin torununuzmuş.
    Belediye başkanı‚ sendeleyerek koltuğuna oturdu. Gözünün önünde önce torununun gülen yüzü canlandı‚ sonra da tekerlekli bir sandalyede ağlayışı.

    Titrer gibi bir sesle ;

    -Az önce çıkan ihtiyarı çağırın çabuk.

    İhtiyar adam kapının önündeki koltukta başı önde oturuyordu. Çağrılınca içeri biraz heyecan‚ biraz çekingenlikle girdi;

    -Buyrun.

    -Amca‚ söz veriyorum kaldırımları yaptıracağım ama nolur beddua ettiysen geri al.

    -Kırıldım ama beddua etmedim.

    -Nolur o zaman‚ torunum için dua et.

    O esnada telefon çaldı‚ başkanın uzanmayacağını anlayan yardımcısı telefonu açtı‚ sonra başkana uzattı;

    -Kızınız arıyor efendim.

    Kötü haber bekleyen başkan‚ dudaklarını ısırarak konuştu;

    -Aaa..aloo
    -Baba‚ az önce kızıma araba çarptı ama…

    -Eee..evet‚ durumu nasıl? ..ba..bacak..ları

    -Merak etme‚ sadece burnu kanamış. Biz hastanedeyiz‚ duyar da merak edersin diye aradım.

    Başkan ağlayışı duyulmasın diye hızla kapattı telefonu.

    Yardımcısı diğer telefonu uzattı;

    -Efendim diğer telefonda emniyetten arıyorlar. Kazayı yapan şöförü tutuklamışlar. Şikayet tutanağı için bekliyorlarmışâ€š aileden birinin gelmesi gerekiyormuş.

    Başkan‚ hâlâ kapıda bekleyen ihtiyara dalgın dalgın baktıktan sonra;

    -Bıraksınlar‚ gitsin. Makamın hırsına kapılıp‚ burnumuz büyüyünce‚ mevlamın bizi ikaz için gönderdiği bir vesile o. Biz alacağımız dersi aldık‚ onun bir suçu yok‚ suç bizim. Şikayetçi değiliz‚ bıraksınlar…

  5. #37

    Esas

    BU RÖPORTAJI OKUMALISINIZ.

    Ünlü oyuncu Turgay Tanülkü'nün hayatı film gibi. 62 yaşındaki oyuncu, 18 yaşında girdiği cezaevinden 26 yaşında başka biri olarak çıkmış. Özgürlüğe ilk adımı atarken "Ben geri döneceğim buraya!" diye bir söz vermiş kendine. Tanülkü, ömrünü cezaevlerinde mahkumları tiyatroyla buluşturmaya adamış bir oyuncu... Çoğu insanın Kurtlar Vadisi, son olarak da Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinde Şahinağa olarak tanıdığı Tanülkü'nün hikayesi dizi olacak kadar çarpıcı... 1981'den beri girip çıkmadığı cezaevi kalmadı. Üstelik o sadece mahkumların değil, onların çocuklarının da hayatlarına umut olmuş. 14'ünü cezaevinden aldığı 23 evladı var. Ve o evlatlardan çoğu üniversiteyi onun sayesinde bitirip hayata atıldı. Hatta içlerinden biri, hukuk okuyup savcı oldu!

    Cezaevine girişinizle başlıyor hikayeniz. En başından anlatır mısınız?

    - 1970 döneminde Ulucanlar Cezaevi'nde siyasi nedenlerle hapis yattım, 18 yaşımdaydım. Ve uzun dönem işkence gördüm, çocuğum olamayacak kadar ağır işkence gördüm. Bizim hayatımız hep bir dram. Çok mutlu olan bir kesimden değilim.

    -Cezaevine girdiğinizde okuyor muydunuz?

    - Ankara'da liseyi bitirmiştim, hukuk fakültesini kazanmıştım. Aynı zamanda da konservatuar sınavlarını da kazanmıştım. Tutuklandıktan sonra Ulucanlar Cezaevine gönderildim. Kendimi ve koğuştaki ağabeylerimi eğlendirebilmek için fıkraları oynuyordum koğuşun ortasında... Tiyatroyu küçük küçük koğuşa sokmuştum. Epey zaman böyle devam etti.

    Annemler beni Almanya'da biliyordu. Çünkü o zamanlar radyoda arananların listesi okunurdu, yakalandıktan sonra listeden ismin çıkardı. Ben yakalandığım için listede ismim yoktu. Onlara Almanya'da olduğumu söylemişlerdi. Haliyle benim hiç ziyaretçim gelmiyordu.

    -Çocukları kurtarmam gerekiyordu. Onlar için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Yıllar sonra suçumun olmadığı anlaşıldı. 26 yaşımda çıktım cezaevinden. Tam sekiz güzel yılım gitmişti... -Ama çıktığım gün kendime bir söz verdim; cezaevine tekrar gideceğim! 1981 yılında mahkumlarla gönüllü olarak tiyatro yapmaya başladım. Gönüllü olunca idarenin de işine geliyordu. Ders yapıyordum orada. Her gün gidiyordum cezaevine. Mahkumlardan bir grup oluşturdum, ilk oyunumuzu o zaman sahneye koyduk.

    -Ben bitirdim konservatuvarı. Cezaevindeyken okula gidip gelebiliyordum gardiyan eşliğinde. Konservatuvarla cezaevi arasında iki cadde vardı zaten. Gardiyan okula kadar getirip bırakıyordu beni, akşamüzeri de alıyordu. Okuldakiler zaman zaman şüpheleniyordu durumumdan çünkü bilmiyorlardı cezaevinde olduğumu...

    - Mahkumlar oyun oynar, gala yapardım, onların aileleri izlemeye gelirdi. Çocuklar gelirdi babasını, annesini seyretmeye. Oyun biter, misafirler gider, o koca koca adamlar sahneden iner, ailesinin oturduğu koltukları koklardı (ağlıyor). Tiyatro bir insan kokusudur. Çocuğum olmadığını ve olmayacağını biliyorlardı. Eşim sağ olsun kader deyip kabullenmişti. 27 yıldır evliyim... Bu galalar ve oyunlar sayesinde mahkumların çocuklarıyla tanışmaya başladım.

    -Çocukların mutluluklarını gördüğümde küçük küçük para vermekten ötesini yapmak istedim. Ailelerle konuşmaya başladım "Okutabilecek misiniz?" diye... Durumlarını anlatıyorlardı... Önce kendi evlerinde okutmaya başladım. Erzaklarını alıyordum, kiralarını ödüyordum. Tüm bunların altından kalkabilmek için tiyatro dışında iş yapmam gerekiyordu...

    NAYON TORBA SATTIM, ÇAY OCAĞI AÇTIM

    - Naylon torba sattım... Ankara OSTİM'de bir çay ocağı açtım. Oradan gelenlerle çocuklara destek olmaya çalıştım. O zamanlar TRT'de Ferhunde Hanımlar dizisinde oynuyordum. O da bir yere kadar yetiyordu. Ama o para epey güçlendirmişti beni. Eşimle konuştum ve çocukları almaya karar verdik. Anne baba çaresiz kalınca çocuklar sokağa ve suça yöneliyor.

    45 YAŞINDA OĞLUM VAR

    - İlk aldığınız çocuk şimdi kaç yaşında?
    - 45 yaşında oğlum var şimdi. Ali ama soyadını vermek istemiyorum çünkü bir yerde yönetici... Ali'yi okutuyordum ama evinde kalıyordu. Benim de aklım ondaydı çünkü Ali'nin babası cezaevindeydi. Ama şöyle bir durum var, babalar içerde olunca anneler çalışmıyorsa, çocuklar ne yapacak? Ya babasının suçuna iştirak ediyor ya da başka yollara... Mesela uyuşturucudan baba içeri girmiş, karşısındaki avukat öyle bir para istiyor ki; kadın kocasını kurtarabilmek için o işi yapmak zorunda kalıyor. Bir zincirin halkası bu iş.

    - Haklısınız. Siz nasıl devam ettiniz yardıma?
    - Kız çocuklarını aldıktan sonra işin rengi değişti. Hepsiyle gurur duyuyorum ama bir kızım var; Merve Sultan Elgün şimdi savcı oldu. İki çocuğum, sahneye koyduğum oyunda rol alıyor. Birisi sinema biri de tiyatro mezunu. Ama cezaevinde parmaklıkların öbür tarafındaki çocukların, babalarına dokunamama isyanı... Babanın bunu görüp bacağına çimdik atıp, dik durup ağlamamaya çalışması... Sonra koğuşta isyan edip kafalarını duvarla vurmaları... Çok büyük dram vardır cezaevinde... Bunlar beni çok etkiledi.

    KARIMA ANNELER GÜNÜNDE 23 DEMET ÇİÇEK GELİYOR

    - Çocukları okutmaya başladığınızda ailelerinden alıyorsunuz. Nerede barınıyor bu çocuklar?
    - Beş tane evimiz var. Buca'da, iki tane İstanbul'da, iki tane Ankara'da...

    - Nasıl altından kalkıyorsunuz bu giderin?
    - Çalışıyorum. Raci Şaşmaz da sağolsun. Bana dersen ki "Evin var mı?" Yok. Arabam var bir tane.

    - Çok takdir edilecek birisiniz...
    - Şükür. Şu anda 23 çocuğum var. 11'i üniversitede okuyor, ufaklarım var, ortaokul lise çağında... Uşak Eşme'de Düz köyünde daha ufaklar var, onlar da çoban çocuklarıyla birlikte toprağı bilerek büyüyor. Ben ilkokulda köy enstitüsü öğretmenlerinden ders aldım. Onlar bana ne gösterdiyse çocuklarıma onu gösteriyorum. Bu nedenle çocuklarımın hepsi tarlayı, ağacı, toprağı bilir. Onlara bir dilim ekmek ver, bağa bırak ne yiyeceklerini bulur.

    - Evlerde kim duruyor bu çocukların başında?
    - Küçüklerin başında bir dostumun eşi duruyor. Onun da çocukları ve torunları var. Büyükler kendilerine emanet. Zaten büyükler artık küçüklere sahip çıkıyor, yardımcı oluyor. Zincirleme devam ediyor bu durum. Üstelik her tür düşüncelerinde özgürler. Ben Galatasaray'ı tutuyorum diye onlar o takımı tutmak zorunda değil yani. Kızlarımdan biri kapanmak istedi ve kapandı. Hiçbir ayrımcılığımız yok. Felsefi olarak ayrı ayrı tabaklarda yemek yedirerek büyütmedi onları. Tek tas, herkesin ağız tadı ortak. Biz öyle büyüdük. O zaman ayrımcılıklar kalkıyor ortadan. Benim Facebook'um, benim sigaram yok bizde. Ortak bir hesabımız var, oraya benim çalıştığım param, çalışmaya başlayan çocuklarımın katkıları ve dışarıdan çok güvendiğimiz isimlerin katkıları yatar... İhtiyacı olan alır...

    - Aileleri bu duruma nasıl yaklaşıyor?
    - Ailelerin bazıları çocuklar mesleklerini eline alınca aramaya başladı. Bu çok acı. Özellikle kız çocuklarının ailelerinin "Ne yapıyorsun?" diye sorması lazımdı. Soranlar var da, çok az. İşe girince aramak olmaz, vicdan yapmak olmaz. Erkekler daha bireysel... Sokaktan aldığım çocuklar da oldu, tinere bağımlı olanlar... Onlar çok kavgacı ve sert oluyor. Çocuklarımdan biri devamlı karakolluk oluyor. Beyoğlu'nun arka sokaklarında yaşadım bir süre... O zamanlar almıştım onları. Karım da kendini bu işe adadı. Anneler gününde 23 tane çiçeği geliyor (gülüyor). Bu çocukların hiçbir beklentisi yok.

    - Baba mı der hepsi size?
    - Evet baba... Ağır bir laf! (gözleri doluyor).

    BABASI CEZAEVİNDEN ÇIKTI, KIZI SAVCI OLDU

    - Gurur kaynağım dediğiniz Savcı Merve Sultan Elgün'den söz edelim isterim biraz da... Nasıl bir hikayesi var onun?
    - Babası Buca Cezaevi'nde kalan mahkum oyuncularımdandı. Gala yaptık, aileler de gelmişti. Merve Sultan Elgün de kardeşi ve annesiyle oradaydı. Maltaya yani cezaevinin büyük koridoruna girdim. Yürürken iki kız çocuğu geldi elimden tuttu, biri "Turgay Baba dedikleri sen misin?" diye lafa girdi. "Biz okumak istiyoruz" dediler. "Tamam, sen kimin kızısın?" dedim, "Yogi'nin" dedi. Yogi'nin kalbi çok güzeldir. Şiir yazar, oyunculuğu vardır... "Ne olacaksın kız?" dedim. "Savcı" dedi!

    - Neden savcı?
    - İçeri girerlerken üst araması sırasında o dönemin cezaevi savcısı saçlarını okşamış onların. Hoşlarına gitmiş... O gün karar vermişti ve bunu dediğinde daha 12 yaşındaydı. Babasından izin aldık, Sultan'ı ve kardeşi Sare'yi aldım. "Hiçbir şeyine karışmayacaksınız" dedim... Sare de yüksek hemşirelik kazandı. Çok çalıştılar ama... Pikniğe giderdik kucaklarında test çözerlerdi. Hırs... Tutunmak zorundalar... Ve hukuk fakültesini kazandı. Okulu bitirip savcılık sınavlarına hazırlanmaya başlayınca ben neredeyse bunalıma girdim...

    - Neden?
    - Çünkü benim çocuklarım geçmişlerinden dolayı hayata bir sıfır yenik başlıyor. Kimileri yönetici oluyor, kimi başka pozisyonlarda görev alıyor. Çocukların geçmişleri bilindiğinde farklı davranmaya başlanıyor. Sultan sınavlara hazırlanırken, saçları ağardı, sarılık geçirdi. Çok sıkıntılar yaşadı. O sırada hep aklımdan şu geçiyordu; "Benden kaynaklı sıkıntı yaşar mı, babasından dolayı sıkıntı yaşar mı? Savcı olacak ama her şeyini araştırıyorlar. Kendi kendimi yiyordum. Ona da belli edemiyorum. Sınav bitti, başmüsteşar Kenan İpek "Seninle gurur duyuyoruz" dedi kızıma. O gün bütün dünya benim oldu. Bu çocuklar sıfırdan gelme...

    - Babası şimdi ne düşünüyor?
    - Cezaevinden çıktı tabii. Ve gurur duyuyor ama onun bir sözü ağırıma gider hep. Kızına dedi ki; "Ben sadece seni doğurttum kızım ama Turgay Baban sahip çıktı." Tüm çocuklarım ailelerine gitsin istiyorum.

Sayfa 5/5 İlkİlk ... 345

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •