Sayın ukc geçmiş olsun. Tansiyon maalesef şakaya gelmez. Umarım daha iyi olursunuz.
Printable View
Uzun zamandır yazmayı isteyip te yazamadığım; zaman ayıramadığım bir konu da hacamat.
Sayın ukc nin de sıkıntı yaşadığı yüksek tansiyonda etkili. Sırt, akciğer ve kafa bölgelerinden tıbbi hacamat yardımcı olabilir.
...
Hacamat ile ilk karşılaşmam 2009 yılına dayanır. O yıl okulumuza yeni atanan bir arkadaşımız anlatmıştı. Askere gittiğinde boynunda ve başında ağrılar oluşmuş. Zaman zaman başı da dönüyormuş. Hipertansiyon teşhisi konmuş ve tedavi için ilaç kullanmaya başlamış. Kısa dönem askerliğin yarısı da hava değişimi ile geçmiş.
Askerden sonra kendisi gibi öğretmen olan dayısı Sakarya'da bir hacamatçıya götürmüş. (Arkadaş oldukça tedirgin gitmiş.) Sonuçta hacamattan sonra yaşadığı problemler ortadan kalkmış ve tansiyon normale dönmüş. Ben kendisiyle tanıştığımda ilaç kullanmıyordu.
Benim boyun ağrılarından muzdarip olduğumu görünce bana da tavsiye etti. Ancak ben kendimi iki senede hacamata ikna edebildim. Bilmiyordum, doğal olarak, bilmediğimden korkuyordum. İlk gidişimde boyundan, sırt ve belden hacamat yaptırdım. Hacamatı yapan kişi oldukça konuşkan, eski usul iş yapan birisiydi. Bu işi babasından el alarak yapmaya başlamış; aile mesleği. Tüm malzemelerini alkolle yıkayıp(hatta yakarak) işlemleri gerçekleştiriyordu. Bu yönü içimi rahatlattı.
İşlem nasıl yapıldı anlatayım: Vakum yapma işini içi iyice boşaltımış büyük baş boynuzu kullanıyordu. Boynuzların ucu küçük delikliydi ve bal mumu sürülmüştü. Önce hacamat yapılacak yere buynuzu dayayıp içindeki havayı vakumladı. Ancak vakumun oranını derinin rengine, ince ya da kalın oluşuna göre ayarladığını söyledi. Örneğin bir kişide 12 nefes çekiyorsa başkasında 10 nefes yetiyormuş.
Yaklaşık 10 dk bu vakumlama(kuru hacamat) sürdü. Sonrasında içinde 2 tane 4 ince bıçak ucu sırası olan kurmalı bir aletle vakumlanan bölgeye ince çizik attı. Aynı bölgeye tekrar boynuzu vakumlayarak yapıştırdı. Yaklaşık 15 dk sonra boynuzu aldı. Boynuzun içinde tavuk ciğeri gibi görünen, katıya daha yakın, pelte halinde kan pıhtısı çıktı. Bu işlem iki defa tekrarlandı.
Burada bilinmesi gereken şu: İnsan vücudunda bulunan atık maddeler vücudun özellikle arka tarafında deri altında biriktiriliyor. Zaman içinde vücudun çöplüğü(atıkların biriktirildiği yerler) dolunca atık maddeler çeşitli hastalıklara sebep oluyor. Hacamatın mantığı bu atık maddeleri buralardan alarak vücudu rahatlatmak ve hastalığa sebep olan etmeni ortadan kaldırmak. Böylece hastalık etmeni ortadan kalkınca vücut kendiliğinden rahatlayarak iyileşme yoluna gidiyor.
Ancak belirtmeliyim ki sırtımdan ve boynumdan yaptırdığım hacamat benim ağrılarımı gidermedi. Buna rağmen bir hafta sonra kafadan da hacamat yaptırdım. Başlamışken tam olsun, sonucu görelim dedim. Aynı işlem kafadan tek noktadan yapıldı. (Bir miktar saç kazındı tabi.)
Hacamatın bana asıl etkisini okullar açılınca gördüm. Haftada bir gün olan nöbet görevi beni çok strese sokardı. Öyle ki o gün daha nöbete yeni başlamışken ertesi hafta tutacağım nöbetin bile sıkıntısını şimdiden yaşardım. Okula 15 dk kadar erken gidiyordum. Öğretmenler odasında gelen seslerden iyice rahatsız olunca bugünün nöbetçisi kim, şu çocuklara baksın dedim. Arkadaşın biri dönüp nöbetçinin ben olduğumu söyledi. Tabi ben inanılmaz şaşırdım. Nöbetçi olduğumu bile unutmuştum. Genel olarak stres yaptığım bir çok durum artık beni rahatsız etmiyordu. O zaman anladım ki hacamat dedikleri gibi psikolojik olarak çok büyük bir rahatlamaya sebep oluyor.
Sonuçta her iki yılda bir hacamat yaptırmaya devam ediyorum. Tansiyon konusunda, psikolojik rahatlama konusunda yararını gördüm. Boyun ve sırt ağrılarıma ise yaramadı.
Saygılarımla...
DİKKAT!
Lütfen, burada sizlerle paylaşacak olduğum bilgilerin(Sadece benim değil burada yazacak olan tüm arkadaşların.) doktor ya da eczacıya danışmanın yerine geçemeyeceğini unutmayın. Yapılan paylaşımlardan yola çıkarak herhangi bir karar vermeden veya harekete geçmeden önce mutlaka doktorunuza danışın.
Hacamat ile ilgili bir anımı daha anlatmazsam kesinlikle eksik kalır.
Daha önce anlattıklarımı okumuşsunuzdur. Aynı yere tekrar hacamat yaptırmaya gitmiştim. Gittiğim zaman benden önde 3 kişinin daha sıra beklediğini gördüm. Bir kişi hemen içeri geçti. Ben ve benden 10 yaş kadar büyük(45-50 yaşlarında) bir bey beklemeye başladık.
Bu sırada adettendir sohbet etmek. 3 aşağı 5 yukarı derken ben hacamata ikinci gelişim olduğunu ve bana nasıl iyi geldiğini anlatmaya başladım. Hatta okuduğum bir makalede ABD de iki üniversitede kürsüsünün bulunduğu ve buralarda yapılan araştırmalarda migreni tek başına % 66 oranında, akapunktur ile beraber ise % 99 oranında iyileştirdiğini anlattım.
Tam bu noktada (dinleyicim sabırla dinlemekten artık sıkılmış olmalı) anlattığım şahıs "Bana bunları anlatmana gerek yok." dedi. Adam zaten 15 yıldır hacamata geliyormuş. Migren 25-30 yaşlarında başlamış. Ayda 2-3 defa migren atakları yaşıyormuş. Ağrı o derece çokmuş ki avuç avuç ağrı kesici etki etmiyor ve hastaneye-acile gitmek zorunda kalıyormuş çoğunlukla. Yapılan ağrı kesici iğnelerin haddi hesabı yokmuş. Bir tanıdığı sayesinde hacamat ile tanışmış. Hacamat sonrasında ağrıları tamamen gitmiş. Artık migren atağı geleceğini farkettiğinde bir aspirin bile alsa sorunsuz geçirebiliyormuş. Üstelik ayda 2-3 atak geçirirken senede 2-3 defaya düşmüş. Dediğim gibi senede 2-3 atağı da birer aspirin ile atlatıyormuş. "Bana mı anlatıyorsun bunları?" dedi. O da ön yargı ile gelmiş ilk seferinde. Ancak çektiği sıkıntılar o kadar fazla olunca denemekten başka çare bulamamış. Sonuç olarak her yıl aynı zamanda mutlaka gelip hacamat yaptırıyor ve o yılı rahat içinde geçiriyormuş.
Saygılar...
DİKKAT!
Lütfen, burada sizlerle paylaşacak olduğum bilgilerin(Sadece benim değil burada yazacak olan tüm arkadaşların.) doktor ya da eczacıya danışmanın yerine geçemeyeceğini unutmayın. Yapılan paylaşımlardan yola çıkarak herhangi bir karar vermeden veya harekete geçmeden önce mutlaka doktorunuza danışın.
Geçen yıl boynuma yaptığım uygulamayı daha önce 2. sayfada yazmıştım. Okumadıysanız önce o yazıyı okumanızı tavsiye ederim.
Boyun ağrılarım uzun zaman sonra tekrar başladı. 20-25 gün önce başlayan ağrılarım her geçen gün artınca tekrar arı zehrine ihtiyacım olduğunu anladım. İki hafta önce üç arıyı kardımdan vurdurdum. Geçen hafta sonu da 7 arıyı-3 boyundan, 3 belimden, 1 karnımdan vurdurdum. Böylece toplamda 10 arıya çıkmış oldum.
Sonuçlar: 1. Boynumdaki ağrılar arı zehrinin etkisiyle daha yarım saat geçmeden azalmaya başladı. Ben bu kadar hızlı etki edeceğini düşünmüyordum. Geçen yıl 7-14 günde etki görmüştüm.
2. Sabahları eğilerek çoraplarımı giymekte zorlanıyordum. Belimde müthiş bir tutukluk oluyordu. 1-2 saatte yavaş yavaş açılıyordu. Arıların sokmasından sonraki gün sabah bu tutukluğum % 80 azaldı. Ancak bel bölgesinde bu tutukluğun yaşandığı bölgenin uzunluğu 20-25 cm ise arının zehrinin etkisi toplam 10-15 cm lik bölümde etkili oldu. Özellikle arının zehrinin yeterli yayılım gerçekleştiremediği belin kalçaya yakın olan leğen kemiği ile bağlandığı bölgedeki tutukluk ve ağrı bariz olarak kendini göstermeye devam ediyor. Yarın bu bölgeye de arı vurduracağım.
Sonuçları haftaya yine paylaşırım.
Saygılar...
DİKKAT!
Lütfen, burada sizlerle paylaşacak olduğum bilgilerin(Sadece benim değil burada yazacak olan tüm arkadaşların.) doktor ya da eczacıya danışmanın yerine geçemeyeceğini unutmayın. Yapılan paylaşımlardan yola çıkarak herhangi bir karar vermeden veya harekete geçmeden önce mutlaka doktorunuza danışın.
Geçen hafta pazar günü boynumdan 4, belimden 4 ve karnımdan 1 arı uygulama yaptım. Bu hafta boyunca belimdeki tutukluk(daha önce arı zehrinin ulaşmadığı alt bölgede) aynı şekilde azaldı. Uygulama sonucu son derece olumlu. Bir hafta daha ara verip 13 arıya çıkmayı ve belimdeki tüm bölgelere arı zehrinin ulaşmasını sağlama niyetindeyim. Uygulama sonuçlarını tekrar paylaşırım.
Saygılar...
sn. sercayolkan allahtan sabır ve dertlerinize derman olmasını isterim. Bakıyorum arılara iyi dayanıyorsunuz iğnelerin acısına dayanmak kolay değil, arıları hastanede mi vuruluyorsunuz. Hacamatı herhalde özel hastanede yaptırıyorsunuz galiba devlet hastanelerinde böyle hizmetleri bulunuyor mu. pandemiden dolayı çoğu şeyi erteledik. tşk.
Teşekkürler sayın burhangirgin. Allah tüm hastaların şifasını bulmasını nasip etsin.
Arıların iğne acısı kolay değil ancak yıllarca penisilin iğnelerinin acısını o kadar çok çektim ki, arıdan çektiğim leblebi çekirdek kalıyor. (Beni sokan o arılar için-ki canlarından oluyorlar- Rabbime dua ediyor ve şükrediyorum.) Üstelik modern tıbbın ilaçlarının çoğundan aldığım yan etkiler çok daha beter. Arıları köyümüzde arıların suya geldiği bir çeşme kenarında kendim ya da kızım tutuyor.
Geçen hafta karnımdan 3, belimden 4, boynumdan 6 arı vurdurdum. Bu sezon şu ana kadar 33 arıya ulaştım. Fırsat bulursam bir tur daha uygulama yapmayı planlıyorum. Arı zehrinden özellikle bel ve boyun ağrılarının giderilmesinde çok faydalandım. Geçen yıl yaptığım uygulama ve ağrısız geçirdiğim 11 ay benim için yeterli.
Hacamatı bu yıl yaptırmadım. İki yılda bir yeterli geliyor. Özellikle kafadan yaptırdığım bana çok iyi geldi. İnanılmaz bir psikolojik rahatlama oluyor. Devlette var diye duydum ancak ben özelde yaptırıyorum. Hatta Sakarya'da çalışıyorken atadan el alma ile bu işi yapan, tüm sünnete uyan, nefesle çeken birisine giderdim sadece. Benim için ilk onu görmek büyük şans olmuş. Tabi bunu sonradan anladım. Orada birçok insanla konuşma fırsatım oldu. Özellikle migrendeki iyileştirici etkisini yaşayanlardan dinleme fırsatım oldu.
Saygılar...
OLcay Serkan Bey kardeşim öncelşkle büyük geçmişler olsun
arı sene de bir kez 6 ayda bir kez vurulsan kafi değil mi? ya da onun yerine akupunktur u denesen. tabi ben bilgisizim sadece sesli düşüncelerim bunlar işte
maliyeti konusunda fikrim yok
ancak bölgesel bi konu olduğundan doğu türkistanlı doktorlar uyguluyorlar bu çin tıbbını
Sayın Moruk teşekkür ederim. Arıyı 6 ayda bir vurulmak pratikte çok doğru değil. Bulunduğumuz il Manisa-İzmir(köy). Arının zehrinden fayda sağlayabilmek için kuvvetlenmesini bekliyorum. En kuvvetli dönemi haziran-ekim arası. Benim geçen yılki uygulamam 1-3-6-7 şeklindeydi. Her uygulamayı 7-10 günde bir yaptım. Arıya karşı alerjim olmasa da tek seferde 10-15 arının zehrine vücudumun dayanamayacağı korkusu beni bu yola itti. Bu yüzden de tüm sezona yayıyorum. Geçen yıl toplam 17 olan arı sayısı bana 11 ay yetti. Sadece boynuma uygulamıştım. Bu yıl karnımdan ve belimden de uyguladım. Sayı bu yüzden fazlalaştı. Belimdeki ağrılardan(%90 üzerinde) da kurtuldum. Akupunktur da denemeyi düşünmüyor değilim. Bakalım nasip olacak mı...
Saygılar...
rica ederim
siz zaten çaresini bulmuşsunuz benimki biraz afaki yorum oldu
umarım arılar hep işe yararlar
yuvarlanabileceğin kadar eğimli ( yüzde 15 ) ısırgan otu dolu olan toprakta , slip don hariç dımdızlak vaziyette yuvarlanınca ...
Sn. sercan bey fibromiyalji için kuru iğne tedavisi öneriyorlardı, bu iğneler akapunktur iğnelerinden uzun olması ama maalesef fibromiyaljinin kesin tedavisinin olmaması bunlar sadece kısa vade çözümler. Bu iğneleri yaptırdıktan sonra bir kaç ay ağrılardan kurtulunuluyor.
Merhaba dostlar!
Bel ve boyun ağrısından muzdarip olan 64 yaşındaki anneme de geçen yaz arı uygulaması yapmıştım. İnsan ağrısı olmayınca hemen unutuyor ya, biz de unuttuk tabi.
İki ay kadar önce anneme boyun ağrısının ne durumda olduğunu sordum safça. O da bana ne hikmetse bu birkaç aydır boynundaki ağrıların olmadığını söyledi. :oleyo:
Ben de ona ağustosta yaptığımız arı uygulamasını hatırlattım. Şimdi annem de arı sezonunu merakla bekliyor.
Saygılar...
Merhaba!
Bu yıl arı sezonunu erken açtım. Şu ana kadar 19 arıya ulaştım. Son iki yıl arılar sayesinde(Şifa Allah'tandır.) ağrısız geçirdim çok şükür. Bu yıl 100 üzerinde arı uygulaması yapma niyetindeyim.
Biliyorsunuz daha önce hap şeklinde olan ve deniz kabuklularından elde edilen glukozamin ve kondroitin(köpek balığı kıkırdağı) den bahsetmiştim. Deniz kabuklularından elde edilen bu ürün bende alerjik sorunlar yaptığı için kullanamamıştım.
Şu an "S1 Glukozamin" likit kullanıyorum. Aslında "Frenk Üzümü" tüketsem de olur sanırım. Çünkü bunu üretenler frenk üzümünden sentezliyormuş. Kondroitin kaynağı olarak ise "Akgünlük Sakızı" ve "Kuşburnu Marmelatı" kullanıyorum. Bir başka kondroitin kaynağı da dana kıkırdağıymış.
Bunların yanında kıkırdak dokuyu yenileyebilmek için sülfür ihtiyacını günde bir yumurta tüketerek gidermeye çalışıyorum. Glukozamin ve kondroitinin daha etkin olabilmesi için vücutta yeterli sülfür olmak zorunda.
Umarım sizlere de faydası olur.
Saygılar...
Valla helal olsun doktorların sizin kadar çaba sarf ettiklerini sanmıyorum bizim sadece ilacı yazıp gönderiyorlar ve kullandığımız ilaçlarında ne kadar zararlı olduğunu Allah bilir zaten iki tanesi de yeşil reçeteli. Geçen sizin dediğiniz gibi bende arkadaşın arı kovanları vardı arılara gittik arkadaşa sordum nasıl yapacağız o da kolunu uzat kovanın ağzına arılar soksun dedi. Ya öyle olur mu dedim öyle sokacaklar dedi. Uzattık kolu arılar sokmuyor, iyice yaklaştırdım kolu biraz sonra arının biri soktu daha sonra başka bir tanesi de elimi soktu sonra arıları kızdırdık mı arılar etrafımızı sardılar, arkadaşın kolunu iki yerden birden soktular. O gün kolda pek ağrı yoktu, ertesi gün kolumun dirsek tarafında şişme ve ağrı ile birlikte uyuşmazlık oldu bu bir kaç devam etti. Beni tek arı sırmasından mı pek etkini hissetmedim desem yalan olur biraz kolumu zorlasam kolda yine ağrılar oluşmakta.
Benim bel ağrısı kadar çektim yok, doktor 3 tane küçük fıtık var ameliyata gerek yok demişti bir zamanlar fazla oturmaktan olabilir mi acaba doktorlar onlar olmadı kırık çıkıkçıların sayısını unuttuk yok çaresi.
Sayın burhangirgin merhaba!
Öncelikle belirtmeliyim ki arıların sokması için uyguladığınız yöntem biraz tehlikeli olmuş. (Belirtmeliyim ki hastalıklar ve ağrılar karşısındaki çaresizliği o kadar yaşadım ki-sizi çok iyi anlıyorum.) Çünkü her ne kadar ilaçlardan kaçsam da doğal tedavilerin de yan etkilerini göz ardı etmemek gerekir. Allahtan fazla arı sokmamış. (Geçmiş olsun. Bizim köydeki arıcılar özellikle taşıma sırasında onlarca defa sokuluyor-bazen 100 ün üstünde. Vücutları çok alışık ancak bizim gibiler araya zaman koymadan/vücudu alıştırmadan fazla zehir alırsa alerjik olmasalar bile tehlikeli olabiliyor.) Eğer gerçekten arıya ihtiyacınız varsa-bu işi yapacaksanız nasıl olacağını tarif edebilirim. Son 3 haftada 8+12 toplamda 20 ve sezonda 45 arıya ulaştım. Ancak bunu yaparken her yıl önce 1 arıdan başlıyorum. Her ihtimale karşı yavaş yavaş arttırıyorum. Arıları da fibromiyalji için kullanıyorum ve çok memnunum. Çünkü fibromiyalji ağrılarından tamamen kurtuluyorum. Hem de bir yıl. (Bu arada romatoid artrit için de sülük kullanıyorum. Bu yıl 12 sülük yetti.)
Fıtığa gelince: Bende 3 tane büyük (2 si aynı omurda çift taraflıydı) boyun fıtığı vardı. (4 yıl tüp dağıtımı ve dolumu yaptım. Günde 30-40 ton ev tüpü geçerdi bazen sırtımdan. Fıtıkların sebebi.) Vardı diyorum çünkü artık yoklar. Daha doğrusu 4 yıl önce bana fibromiyalji teşhisi konmasında büyük rolü olan doktorum o zaman filmime bakıp 7 yıl önceki 3 fıtıktan geriye sadece birinin kaldığını ve onun da ağrılarım için sebep olamayacağını söyledi. Evet fıtıklarım geçmişti. Bir tanesi ise küçülmesine rağmen hala inatla yerini koruyordu. Üstelik doktorum fıtıkların eski haline gelemeyeceği yönündeki söylemi ve bakışı beni oldukça üzmüştü. Bunu yaparken beni yalancı ya da palavracı konumuna soktuğunu fark etti mi bilmiyorum. Çünkü ısrarla üç fıtığımın olduğunu yinelemem onu oldukça şaşırtmıştı.
Fıtıklardan kurtulmadan önce son zamanlarda sadece yüzüstü uyuyabiliyordum. Çünkü sırtüstü yatınca 5 dk içinde iki kolum da uyuşuyordu. Sağa ya da sola yattığımda ise yattığım taraftaki kolumun uyuşması sadece 30 saniye alıyordu.
Benim gibi eşim de öğretmendir. O zamanlarda sıkıntımın çok olduğunu ister istemez arkadaşlarıyla paylaşmış. Arkadaşlarından biri annesinin şifalı taşlardan yapılan bir masaj yatağı kullandığını ve çok iyi geldiğini söylemiş. Tanıtım amaçlı(ücretsiz) her gün gidip kullanabiliyormuşsun. Ben bu tür hurafelere inanmam deyip eşimi susturdum o zaman. Gerçekten taşların şifaya aracılık edebileceğine inanmıyordum.
Aradan iki ay kadar geçti. Ben ameliyat olmamak için sonuna kadar direniyordum. Gecelerim büyük bir ızdırap içinde geçiyordu. Bir gün eşimi almaya okuluna gidince tavsiye veren o arkadaşla karşılaştım. Bana "İnanmıyorsan inanma; denesen ne kaybedersin?" dedi. Düşündüm. Haklıydı.
Birkaç gün sonra tarif edilen yere gittim. Masaj yataklarını kullanmaya başladım. İlk 2-3 hafta ağrılarım arttı. Bana çalışanlar vücudun tepki verdiğini ve devam etmem gerektiğini tekrar tekrar anlattılar. Ben de duruma sabrettim. 4 haftadan sonra ağrılarımda azalma başladı. 2. ayın sonunda sırtüstü yatmaya başladım. 4. ayın sonunda ise artık kollarımın üstünde yan yatabiliyordum. Baktım ki her gün 2 saatimi bu işe veriyorum. Zamandan kazanmak için bir yatak satın aldım. (2. el olarak 4500 tl ödedim. Sıfırı 10.000 civarıydı. Şu an sıfırı 25.000 civarındaymış.) Sonrasında 1 yıla yakın yatağı düzenli kullandım. İşte fıtıklarımın yok oluş hikayesi budur. Reklam olmasın diye yatağın ismini burada yazmıyorum. Sayın burhangirgin size özelden yazarım.
Saygılarımla...
Not: Önceki yazdıklarımı okumamış olanlar için bunlar/yukarıda yazdıklarım abartı gelebilir. Ancak 11 aylıkken torna tezgahlarının arasında bakabilmiş annem. 3-4 yaşlarımda elimde yağlı çapak parçalarıyla oynadığımı bilirim. 7 yaşımda romatizma teşhisi kondu ve 21 yaşıma kadar çok ağır ilaç, antibiyotik, penisilin tedavileri gördüm. Doktorlardan(bazen haklı-bazen haksız.) nefret ettim. Aldığım ilaçların yan etkileriyle hayatımın sonuna kadar yaşamak zorundayım. Bu yüzden alternatif tedavi yöntemleri arıyorum. Allah derdine derman bulanlardan eylesin.
Merhaba dostlar!
Uzun zamandır yazmadığımı fark ettim. Bu süreçte kuşburnu kullandım/kullanıyorum.
Babam bir tanıdık vasıtasıyla kuşburnu kullanan birini bulmuş. Bu kişi 5-6 yıl önce trafik kazası geçirmiş ve leğen kemiği kırılmış. 3-4 parça platin takılmış. (Röntgen filmini de gördüm.) 2 yıllık ciddi bir tedavi süreci yaşamış. Çok acı çekmiş.
Yaşadıklarını ve araştırmaları sonucunda nasıl kuşburnuna gittiğini anlattı. Tedavi sırasında ve sonrasında birçok ilaç/ağrı kesici kullanmasına rağmen çektiği acı devam etmiş. Bundan kurtulabilmek adına araştırırken LİTOZİN ile karşılaşmış ve acıları son bulmuş.:) Bana LİTOZİN in hikayesini de anlattı:
Danimarka'da bir çiftçi eşi sevdiği için küçük bir alana kuşburnu dikiyor. Çıkan kuşburnunu eşi bol bol tüketiyor. Bir süre sonra eşinde daha önce olan romatizmal ağrıların geçtiğini fark ediyorlar.
Bir sonraki sezonda daha çok meyve topluyorlar ve ihtiyaç fazlasını çevreye dağıtıyorlar. Sırt, bel, eklem, romatizmal vb. ağrısı olan insanlardan olumlu geri dönüt alınca bunun sebebinin kuşburnu olduğu sonucunu çıkartıyorlar. Sonrasında adam soluğu bir üniversitenin romatoloji bölümünde alıyor. Karşısına çıkan en yetkili doktora durumu anlatıyor. Doktor onu dinledikten sonra "Biz burada onlarca araştırma yapıyoruz. Sen gelmişsin bize akıl veriyorsun. Öyle saçma şey olmaz." babında cevap vererek kapıdan yolcu ediyor.
Bunun üzerine çiftçi o yıl diktiği alanı çok daha genişletiyor ve ürettiği kuşburnunu bölgede yaşayan ve benzer ağrılardan şikayetçi binlerce insana dağıtıyor. Dağıtırken de eğer bundan ağrılarınız geçerse/rahatlarsanız bana hastalığınızı-ağrılarınızı ve size ne oranda iyi geldiğini belirten bir teşekkür mektubu göndermenizi rica ediyorum diyor.
Bir yıl sonra aynı doktorun karşısına çıkan çiftçi içinde binlerce teşekkür mektubu olan koliyi doktorun masasına bırakıp dönüyor.:agla:
İşte 1999 yılında patenti alınan LİTOZİN in hikayesi.:rules:
120 kapsüllük LİTOZİN internette 150-200 liraya satılıyor. Yaklaşık bir aylık kullanıma eşdeğer.
Bu hikayeyi anlatan arkadaş LİTOZİN' i açıp içine bakmış. Bildiğiniz kuşburnunu her şeyiyle(çekirdekleri-dikenleri) toz haline getirip kapsüllemişler. Bunun üzerine o da kuşburnunu toz haline getirip kullanmaya başlamış. LİTOZİN ile tanışması ağrılarının son bulmasına sebep olmuş.
Ben "Çayını ya da marmelatını da kullansak olmaz mı?" dedim. Net olarak hayır dedi. Kendisi denemiş. Aynı etkinin % 5 ini bile alamamış. Sıcaklık yararlı olan içeriğini yok ediyor dedi.
Ben ve babam yaklaşık 6 aydır kullanıyoruz. Çok büyük rahatlama oldu. Diğer kullandığım geleneksel halk tıbbı yöntemlerinin yanında yerini aldı. Ancak meyvenin iyi kurutulup hiçbir şeyinin ayrılmadan toz hale getirilmesi çok önemli. Yoksa özellikle çekirdekler vücuda girdiği gibi çıkıyor. Fayda etmiyor. Tahmin edeceğiniz üzere; denedim. :he:
Geleneksel halk tıbbı diyorum ama kuşburnu tozunu DANİMARKA patentleyip dünyaya satıyor. Akılda olsun.:rtfm::vk:
Umarım birilerine faydası dokunur. Olur ya belki hayır dua bile alırım.:party:
Saygılar...
Serkan bey iyi ki varsınız ,elleriniz dert görmesin sizin sayenizde yeni bilgiler öğrenmiş oluyoruz. tşk.
romatizma için iyi dedilerdi ısırgan tarlasında yuvarlanmak. gerçi biz onu farklı sebepten yapıyoruz , vücuttaki değişik durumlardaki acı eşiğimizi yükseltmek için
Merhaba dostlar! Bir arkadaşımın isteği üzerine KARACİĞER YAĞLANMASI ile ilgili derlediğim bilgileri(uyguladığım) burada da vermenin faydalı olacağını düşündüm. Saygılarımla:
KARACİĞER YAĞLANMASI NEDİR?
Tanım olarak: Karaciğer yağlanması, fazla kilolu bireylerde veya fazla alkol kullanımı nedeniyle şeker hastalığı ya da insülin direnci olan kişilerde görülen, karaciğerde yağ birikmesi durumudur.
Bazen kilolu olmasa, alkol kullanmasa şeker hastalığı ya da insülin direnci olmasa da, kullanılan ilaçlar neden olmasa da karaciğer yağlanması görülebilir.
Peki bunun sebebi nedir?
Beslenme tarzı en büyük etkendir. Beslenmede yapılan iki büyük yanlış karaciğerin yağlanmasına sebep olur. Bunlar: 1.Karışık yemek(et ürünleri ile süt ürünlerini birlikte tüketmek) 2.Yemekle birlikte ya da hemen sonra şekerli ürün tüketmek(meyve dahil).
Karışık Yemek: İnsan yiyeceğine karar verdiği anda beyin vücuda emir verir ve yiyeceğe göre sindirim için gereken parçalayıcı enzim üretilir. Böylece ağızda başlayan parçalanma midede asit ve enzimler ile devam eder. Yiyeceğin midede bulunma süresi de böylece daha kısa sürer. Ancak et ürünlerinin sindirimi için vücut tarafından üretilen enzim ile süt ürünlerinin sindirimi için üretilen enzim birbirini nötrler. Yani üretilen enzimler bir işe yaramaz ve yiyeceğin midede kalma süresi uzar. Bu süre uzayınca sindirim tamamlanmadan midedeki yiyecekler bozulmaya/kokuşmaya sebep olur. Bu da karaciğere ek ve büyük bir yük bindirir.
Nasıl önlenir: Önlemek için iki yol vardır.
1. Et ürünlerini tüketirken kesinlikle süt ürünü tüketmemek. Yani dönerin yanında ayrana son ya da kahvaltıda yumurta ile peyniri birlikte tüketmeye son. İskendere son. Listeyi uzatmak kolay. Kural basit et(kırmızı, tavuk, balık, yumurta, sakatat) tüketirken süt ürünü tüketilmemelidir.
2. Ben iskenderden vazgeçemem ya da köfteyi ayran olmadan ağzıma koyamam diyenlere. Sindirim uzun sürse de sindirim tamamlanmadan yediklerimizin midede bozulmasını engellememiz gerekir. Bunun için de bozulmaya sebep olan mikro organizmaların çoğalmasını engellememiz gerekir. Ben bu mikro canlıları kontrol altında tutabilmek için yemekte kekik, biberiye, tarçın ve karanfil gibi antiseptikleri kullanıyorum. Yemeği pişirirken ya da tabağımda üzerine serperek tüketiyorum. Böylece örneğin sindirimin 60. dakikasında bozulma başlayacaksa 180. dakikaya bunu erteleyerek karışık yemenin vereceği zarardan çok daha hafif etkilenilebilir.
Yemekte Şeker Tüketmek: Yemek sırasında kola içmek ya da hoşaf tüketmek buna örnektir. Yemekten hemen sonra yenen tatlı, meyve, hatta şekerli çay da aynıdır. Burada sorun şekerdir. Şekerin karaciğeri yorması bir yana asıl darbe yediklerimizin şeker ile buluşarak midede hızlı bir şekilde alkolleşmesinden gelir. Bu alkolleşmenin de sebebi yine mikro canlılardır. Hiç alkol kullanmayan insanlar bile her öğününde düşük dozlarda alkolleşme sonucu karaciğerine uzun vadeli büyük bir yük bindirir. Bunu önlemenin yolu da yemek ile şekerli ürün arasında en az 2 saat olması ya da yukarıda saydığım antiseptikler ile alkolleşmeyi geciktirip bu süreçte sindirimin gerçekleşmesini ummaktır.
Eğer seçiminiz antiseptikler olursa başka hastalığınız varsa antiseptiklerin yan etkisinin olup olmadığına dikkat etmelisiniz. Örneği kekik ve biberiye tansiyonu yükseltir. Sizin de tansiyonunuz varsa bir de üzerine tansiyonu iyice yükseltecek olan çay ve sigara kullanıyorsanız daha dikkatli olmalısınız. Karanfile alerjiniz var mı bilmelisiniz. Karanfil ayrıca kanın pıhtılaşmasını yavaşlatır. Tarçın kullanıyorsanız kesinlikle antibiyotik kullanmamalısınız. Çünkü tarçın antibiyotiğin etkisini üç kata kadar arttırır. Bu da sindirim sisteminizde ciddi yaralar açabilir. Ayrıca antiseptiklerin çoğu hamileler için tehlikelidir. Araştırarak size uygun başka antiseptikler de bulabilirsiniz.
OLUŞAN KARACİĞER YAĞLANMASINI NASIL GERİLETEBİLİRİZ/TEMİZLEYEBİLİRİZ?
Eğer karaciğer yağlanması gibi bir sorununuz olduğundan şüphe ediyorsanız önce mutlaka doktorunuza görünmeli ve gerekli tetkiklerini yaptırmalı, onun uyarıları doğrultusunda tedavi sürecine başlamalısınız.
Ben uyguladığım kürü anlatayım: Bir limonun suyunu yarım bardak oda sıcaklığındaki suya sıkıp için egövdesiyle beraber 15 dal kadar maydanoz doğrayıp blenderden geçirelim ve sabah kahvaltısından 20-30 dk önce aç karnına içelim. Eğer bulabilirsek karahindiba yaprağı da(8-10 dal) katılırsa etkisi çok daha iyi olacaktır. Bu kürü iki hafta yapıp iki hafta ara verdikten sonra iki hafta daha yapabiliriz. Bu kürü yaptığınızda ayrıca vücudunuzda kireçlenme varsa çözüldüğünü hissedebilirsiniz. Bel fıtığı hikayeniz varsa ve bu kürle birlikte ağrılarınız nüksederse kürü hemen bırakmanız gerekir. Çünkü fıtığın etkisini çoğunlukla ortadan kaldıran ya da azaltan kireçlenmeyi çözersiniz. Uygulanan bu kür senede iki defadan fazla yapılmamalıdır. Kürü yaparken ve sonrasında zaman zaman yeşil çay, adaçayı tüketerek karaciğere yardımcı olabiliriz. Ayrıca başta enginar olmak üzere bamya ve bamya tohumu, kabak çekirdeği(glutatyon kaynakları) tüketmemiz de yardımcı olacaktır. Eğer kahve içiyorsanız bu ihtiyacınızı karahindiba kahvesi ile gidererek karaciğerinizi sevindirebilirsiniz.
Gluten(un)-Tuz-Yağ hemen her yediğimizin içindeler.:yes:
Gluten
İnsan vücudu % 7 glutene göre ayarlı. Yaratan böyle yaratmış. (Ya da vücudumuz buna göre uyum sağlamış da diyebilirsiniz.) Karakılçık, Kablıca, Siyez... hepsinde gluten % 7 civarında. :agla:
Gluteni zararlı diye biliyoruz çoğunlukla ama yanlış. Bu oranda gluten bizi diabete ve felce karşı koruyor. Ya oran artarsa?:rtfm:
Siz benzinli bir araca 5-30 yağ koyacağınıza 20-50 yağ koyarsanız motoru dağıtırsınız değil mi? O halde vücudunuz % 7 glutene göre dizayn edilmişken niye % 50 gluten alırsınız? Alırsanız ne olur? Cevap motordaki kadar net. :ss:
Genetiği ile oynanmış % 27 gluten içerikli unu iyice işleyip % 45-55 arasına çıkartıp ekmek,poaça vb. tüketiyoruz. Sonra gelsin hastalıklar. Bizi buna karşı uyaran bir kurum var mı?:vk:
Tuz
Tuzun topaklanmaması için içine Potasyum Ferrosiyanür koyuyorlar dostlar.:( İnanmıyorsanız aldığınız tuz paketinin arkasında içindekiler bölümüne bakın. Çok az bir oranda olduğu için zararı yok diyorlar. Hatta birçok avrupa ülkesinde de var diyorlar.:whistling:
O halde ABD'de kullanımı çok zehirli diyerek niye yasaklanmış? :shh:
Ağır metallerin vücuttan atılmasının çok zor olduğu ve birikim yaptığı yanlış mı? Eğer yanlış değilse, vücudumuza giren siyanür birikiyorsa bize hangi zararları verebilir? Bu maddelerin tuza eklenmesine neden biz izin veriyoruz da ABD izin vermiyor; yoksa onlar akılsız mı?:kmk:
Sakın beni yanlış anlamayın, tuz tüketmeyin demiyorum. 5-6 gr günlük tuz tüketimi yeterli. Hatta tuz içinde bulunan bazı mineralleri almazsanız zamanla sizi olumsuz etkileyebilir. (Lütfen araştırın.)
Tansiyon hastalarına söylenen ilk şey "tuzu bırak" tır. :notr:Burada size bir anekdot geçeyim: 16. yy da Amerika keşfedilince oraya götürmek için Afrika'dan gemilerle köle sevkiyatları başlar. 2-3 aylık yolculuktan sonra Amerikaya ulaşan bir gemiden(A) inen kölelerin % 90 ı yaşıyorken diğerinde(B) yaşayan köle oranının % 40 bile bulmadığı görülür. Sebep sonradan anlaşılır. Doğu Afrika tuz bakımından zengindir ve oradan gelen köleler ortalama 10 gr tuz tüketimine alışıktır. Bu tuzu yolculuk boyunca almadıkları için çoğu ölmüştür. Batı Afrika'da ise tuz tüketimi neredeyse yoktur ve bu sebeple oradan gelen köleler yaşamışlardır. Tabi buna yaşamak denirse. :agla:
Evet size önce tuzu bırak derler ama tansiyonu aynı şekilde yükselten çayı bırak demezler. Çayın da faydaları var ancak günde 2-4 bardağın. Fazlası inanın ki tansiyon yapmakla kalmaz.:Sad: (Lütfen araştırın.)
Sadede gelirsek, hangi tuz tüketilmeli diye baktığımızda karşımıza doğal deniz tuzu(işlenmemiş) ya da kaya tuzu çıkıyor. Sadece siyanür vb. katkılarla zehirlenmeden ve vücudumuz için gerekli olan mineralleri almış oluyoruz. :bravo:(Lütfen Araştırın.)
Yağ
Marketlerde satılan paketlenmiş ve yağ tebliğine göre satışa sunulmuş her yağın içinde "Kostik" olduğunu ve kostiğin çok kuvvetli bir asit olduğunu, insan sağlığına zararlı olduğunu biliyor muydunuz?:28: (Lütfen araştırın.)
Kızkardeşimin eşi yağ fabrikasında çalışıyor ve her tanka uygun miktarda kostiği kendi eliyle ilave ediyor. Ben oradan biliyorum. Ayçiçek, kanola, zeytin... yağ farketmiyor.:bravo:
Anadoluda 4000 yıllık zeytinyağı bulunmadı mı? O yağ bozulmuş muydu? Cevap hayır. Peki neden yağa kostik konur?:party:(Lütfen araştırın.)
Saygılarımla...
Not:Büyüklerimizin dediği gibi: Hastalıktan kurtulmanın en kolay yolu korunmaktır. :oleyo:
Hafta içi bir velimle konuşurken kızının orta kulak iltihabından çok çektiğini söyledi. Ben de bunun üzerine banyo yaparken kulak tıkacı kullanmasını tavsiye ettim. Kulak tıkacına rağmen kulağa su kaçma ihtimali olabilir, mutlaka banyo sonrası sakız çiğnemesini de tavsiye ettim. Zamanında ben böyle kurtulmuştum. Velim benim söylediklerimi neden doktorlar bize söylemiyor, çocuk hasta olmadan önlem almamıza neden yardım etmiyorlar diye serzenişte bulununca kendim de bu rahatsızlıktan çok çektiğim için buraya yazayım istedim. Doktor arkadaşlar alınmasın ama ben de kendi kendime önlem alarak kurtuldum, bana da hiçbir doktor söylemedi/tavsiye etmedi malesef. Üstelik senede 3-4 defa orta kulak iltihabından doktora gittiğim zamanlar oldu çocukken.
Kulağa kaçan su gece ortam ısısı düşünce hızla kulak içinde soğur ve hastalığa sebep olur. Engellemek için ya suyun kulağa kaçmasını önlemeliyiz ya da sakız çiğneyerek östaki borusundan sıvının boşalmasını sağlamalıyız.
Umarım birilerine faydası dokunur.
Saygılarımla...
Serkan bey iyi ki varsınız ,elleriniz dert görmesin sizin sayenizde yeni bilgiler öğrenmiş oluyoruz. tşk.
Sercay bey, kulağa kaçan su, kulak içinin iç ısısının dışarının sıcaklığından bağımsız olarak hep 37-38 civarında olmasından dolayı nasıl olur da soğuyup hastalığa sebep oluyor anlayamadım doğrusu. Yeni banyo yapıp kuru soğuk ve rüzgarlı havada dışarıda dolaşıp kulağımıza rüzgar yemezsek neden böyle bir şey olsun ki?
Araç radyatörü gibi düşünürsek, radyatördeki antifirizli su motor çalışıp 90 dereceye ulaşınca dışarıdaki hava sıcaklığı ister +50 derece ister -28 derece olsun hep sabit kalır.
Osman Bey merhaba!
Kulağın yapısına bakınca dış kulak/kulak yolu/kulak zarı sıralaması ile karşılaşıyoruz. Su kaçtığı zaman kulak yolundan zara ulaşıyor. Eğer östaki borusu suyu atmak için yeterli açıklığa sahip değilse burada kalan su önce zarın, sonra da zar aracılığı ile orta kulağın hastalanmasına sebep oluyor. (Şunu da belirteyim; ben 10 yılın üzerinde bir zaman bu hastalıktan çektiğim için yazıyorum bunları. Doktor değilim. Benim gibi başkaları da eşekten düşmesin diye.)
Kulağa kaçan su özellikle sobalı evlerde sabaha karşı olan hızlı soğumada(Su her sıcaklıkta buharlaşır ve bu esnada bulunduğu çevreden sıcaklığı alarak soğutur. Bir de üzerine ortam ısısında 8-10 derecelik düşüşler olduğunu düşünün.) ya da dediğiniz gibi ertesi gün soğukla karşılaşınca hastalığa davetiye çıkarıyor.
En son üniversitede orta kulak iltihabı olup ateşlenmiş ve o vaziyette vize sınavlarına girmiştim. Sonrasında bir arkadaşımın tavsiyesiyle kulak tıkacı kullanmaya başladım. O zaman sebeplerini ve nasıl önleyebileceğimi araştırmaya başladım. Sonuçta 25 yıldır önlem alarak orta kulak iltihabından kurtuldum. Tamamen yaşadıklarımdan ibarettir.
Araştırdıkça insanların kulak yolu ve östaki borusundaki genişlik/darlık, düzlük/eğim gibi sebeplerin(genetik) bu hastalığın oluşmasında büyük etken olduğunu anladım. Bazı öğrencilerimin yoğun kulak iltihabı olduğunu ve tüp takıldığını da gördüm. Bu tüp östaki borusuna takılıp yeterli genişliği sağlayınca, sıvı birikmeyince hastalık doğrudan ortadan kalkıyor. Aynen anjiyoda damar genişletici aparatların takılması gibi.
Ya kulağa su kaçmasını engellemek gerekiyor ya da kaçan suyu tahliye etmek.
Kulak tıkacı son derece basit bir uygulamadır. Olmadı sakız çiğneyerek ya da kulağı sallayarak/vakumlayarak(hangisini yapabilirseniz) kulağa kaçan suyu akıtmak da hastalığa göre çok basit önlemlerdir.
Umarım faydası dokunur.
Saygılarımla...
Not: Sanırım 32 yaşındaydım. O dönemde Sakarya'da bir köyde görev yapıyordum. Böceği oldukça bol olan bir köydü. Yeşili de böceği de coktur. Bir gece kulağımda bir hareket sezerek uyandım. Uyanmam ile kulağımın içine böceğin girmesi bir oldu. Şu kulağa kaçan dedikleri yassı tüylü böcekten. Kulağımda hem gıdıklanma hem acı hissettim. O esnada parmak ucum ile kulağımı vakumlamaya başladım. Ters basınçtan dolayı böcek içeride öldü ve parça parça dışarıya döküldü. Buda böyle bir anı işte. Saygılar...