Sayfa 64/178 İlkİlk ... 1454626364656674114164 ... SonSon
Arama sonucu : 1419 madde; 505 - 512 arası.

Konu: Tarihte Bugün

  1. Yedi Sekiz Hasan Paşa



    Hasan Paşa, Osmanlı ordusunda erlikten mareşalliğe yükselen ender askerlerden biridir. Hasan Paşa’nın en bilinen özelliği ise 20 Mayıs 1878’de Çırağan Baskını olarak bilinen darbeyi bir sopa ile önlemesidir.

    Okuma yazması zayıf olduğu ve imzası Arapça yedi ve sekiz rakamlarından oluştuğu için kendisine bu lakap verilmiştir. Beşiktaş Karakol komutanı iken bir sopayla darbe girişimini önlediği için paşalık rütbesine kadar yükselir.

    Ali Suavi, İngilizler’den aldığı destekle Rumeli muhacirlerini etrafında toplar. Bunlar, 93 Harbi’nde yurtlarından olmuş, zor günler geçirmiş cahil insanlardır. Bu grup Çırağan Sarayı’nı basıp II. Abdülhamid Han’ı tahttan indirmek ister. Yerine geçirecekleri ise V. Murad Han’dır.


    Darbeciler Ali Suavi tarafından bir oldu bittiye getirilerek Çırağan’a denizden çıkarlar. Hasan Paşa o sıralarda henüz Beşiktaş Muhafızı değildir. Olay anında Beşiktaş muvakkithanesinin (namaz vakitlerinin ayarlandığı yer) karşısındaki berberde tıraş olur. Çırağan’dan gelen silah seslerini duyunca tıraşını yarıda bırakıp, saray girişine koşar. Ne yapacağını şaşırmış halde kapıyı tutan görevli Zeybek Mehmed’e, “Neler oluyor” diye sorduğunda şu cevabı alır: “İçeri gir de neler olduğunu görürsün.”

    Üzerinde silahı olmadığından, az ilerde gözüne ilişen zaptiye erine peşinden gelmesini söyleyerek, ani bir kararla kapıcının elindeki sopayı kapmasıyla içeri dalması bir olur. Bu arada karakola haber verilmesini tembihler.

    İçeri girdiğinde Çırağan Sarayı’nın harem kısmından gelen “Sultan Murad çok yaşa” naralarını duyar. Darbeci grup ise Murad Han’ı ortalarına almış bağrışır durumdadır. Hasan Paşa, grup tam önlerinden geçerken birdenbire doğrulur ve elindeki sopayı kaldırarak Murad Han’ı kolundan çekiştiren ve en çok bağıran seyrek sakallı adamın kafasına indirir. Bu şahıs baskın işini tertipleyen meşhur Ali Suavi’dir.

    Olay hakkında Hasan Paşa’dan bilgi alan Sultan Abdülhamid Han, bu önemli hizmetini gayet basit bir işmiş gibi anlatmasından çok hoşlanır. Paşa, daha sonra da müşir rütbesi ile Beşiktaş Karakol komutanı olur.

    Daha öncesinde gençken yaşanmış bir olayı daha vardır.

    Hasan Paşa ile II. Abdülhamid Han arasında arasında geçer bu olay.
    Geleceğin padişahı Şehzade Abdülhamid ki, kimse o günlerde onun padişah olacağını aklına bile getirmez;
    zira ikinci veliahttır, genellikle Hacı Osman Bayırı’ndaki Kudrettepe Köşkü’nde oturur.
    Bir gün Balmumcu Çiftliği’ne at üzerinde giderken yolunun üzerine muhafız neferlerden biri çıkar:

    – Yassah hemşerim!..
    Veliaht Abdülhamid sert bir tavırla, “Tanımadın mı beni? Ben, ikinci veliahtım” diye çıkışınca, aldığı cevap ilginçtir:
    – Veliaht, meliaht dinlemem. Ben padişahın adamıyım, bir tek onu tanırım!..



  2. Fransa kralı XIV. Louis tarafından 1699-1703 tarihleri arasında Osmanlı İmparatorluğu na keşif gezisine gönderilen Paul Lucas, seyahatnamesinde peribacalarının insan yapısı olduğunu yazmış.
    Batılılar bunların insan yapısı değil, doğal oluşumlar olduğunu çok sonra anlayacaktı.
    Son düzenleme : metin; 20-11-2017 saat: 03:17.

  3. Paul Lucas 1699-1703 yılları arasındaki gezisini seyahatname olarak yayınlamış.
    Kitap oldukça ilgi görmüş. Defalarca ilave baskı yapmışlar
    Kitabında gezi esnasında kendi çizdiği karakalem resimlere de yer verip eserini zenginleştirmiş.
    Bu resimlerden biride Ankara... O dönem böyleymiş demek ki..


  4. Harf devriminde geçiş süreci

    Dopdolu bir fotoğraf.
    Duvarda Melek ve Elhamra sinemalarının ilanları ve tam çıkaramadığım birkaç film adı.
    Dikkat ederseniz Arap alfabesiyle Latin harfleri birlikte kullanılmış.
    Resmin kaynağı, 12 Ocak 1929 tarihli Illustrated London News.
    Yani Harf İnkılâbı’nın ilk zamanları.
    Demek ki bazı fanatiklerin dediği gibi bir gecede cahil kalmamışız.
    Yeni alfabeye geçiş süreci yaşanmış..


  5. İskender Lahti

    19. yüzyılın sonlarında, o zamanki İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin Müdürü Osman Hamdi Bey tarafından Sidon (şimdi Saida, Lübnan) Krallar Nekropolü’nde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve üzerinde Büyük İskender’in tasviri olduğu için “İskender Lahdi” olarak adlandırılan lahit, gerçekte İskender’e ait değildir.



    Üzerinde herhangi bir yazıt olmadığı için kime ait olabileceği konusunda ancak tahminler yürütülmüştür. Bugün için en güçlü olasılık, lahdin, Sidon’un son kralı Abdalonymos’a ait olabileceğidir. Abdalonymos, tahta geçmesini İskender’e borçluydu. Pentelikon mermerinden yapılmış olan lahit, M.Ö. 4. yüzyılın son çeyreğine tarihlendirilmektedir.

    Yüksek kabartmalı ve boyalı olan lahdin uzun kenarlarından birindeki kabartmalarda Hellenlerin Perslerle olan savaşı Gaugamela Savaşı ?) tasvir edilmiştir. Sahnenin en solunda, başında aslan postuyla ve şahlanmış olan atının üzerinde İskender yer almakta olup mızrağını öndeki Pers süvarisine fırlatmak üzeredir. Benzer sahne, yani iki atlı figürün mücadelesi bu kez sağ uçta tekrarlanmaktadır. Burada bir Makedonyalı süvari şahlanmış atıyla yine bir Pers’i öldürmektedir. Dolayısıyla sol uçtaki İskender ile sağ uçtaki Makedonyalı bir simetri oluşturarak, sahneyi âdeta bir çerçeve içine almaktadırlar. Sahnenin geri kalan orta kısmında ise Hellenlerle Persler arasındaki şiddetli mücadele betimlenmektedir.

    Lahdin öteki uzun yüzünde av sahnesi yer almaktadır. Sahnenin sol tarafında aslan avı, sağ tarafında geyik avı resmedilmiştir. Aslan avındaki atlı figürlerden birinin (soldaki) İskender, onun önündeki aslana saldıran Pers kıyafetli atlı figürün ise Abdalonymos’u temsil ettiği düşünülür.

    Lahdin dar yüzlerinden birinde bir savaş sahnesi, diğerinde bir pars avı tasvir edilmiştir. Lahit kapağının dar yüzlerindeki alınlıklarda savaş sahnesi yer almaktadır.

  6. Nin-Dada Vak'ası

    Mezopotamya'da Bir Cinayet Davası


    Mezopotamya'daki dört bin yıllık bir cinayet vak'asının kayıtları çarpıcı bir şekilde günümüze kadar hiç bozulmadan gelmiştir. Yıllarca yapılan arkeolojik kazılar, vak'ayı ayrıntılarıyla anlatan çeşitli nüshaları ve çivi yazısı kil tabletleri ortaya çıkarmıştır. Kurbanın, bu uygarlığın en önemli tanrılarından Enlil’in başrahiplerinden Lu-İnanna olması ve cinayetin kutsal şehir Nippur’da işlenmesi göz önüne alındığında, kayıtların kopyalanması anlaşılırdır. Davanın açıldığı dönemde Nippur, binlerce yıldır mesken tutulagelmiş bir yerleşim yeridir.

    Asıl mesele seks olsa da suçlama nedeni cinayetti. Suçlananlar azat edilmiş iki eski köle, bir erkek köle, bir de Lu-İnanna’nın dul karısı Nin-Dada’ydı. Suçun ciddiyeti ve kurbanın yüksek konumu göz önüne alındığında dava ilk olarak yakınlardaki Isin’de bulunan krala aktarıldı. Kral davayı iyice inceledikten sonra dokuz üyeli Nippur Meclisi’ne havale etti.

    Dava meclise geldiğinde, hiç kimse ne Lu-Inanna’nın üç erkek zanlı tarafından öldürüldüğünden şüphe ediyor, ne de yaptıklarını Nin-Dada’ya anlattıklarından kuşkulanıyordu. Geriye kalan en önemli nokta ise Nin-Dada’nın neden hemen katilleri yetkililere teslim etmediğiydi. Bunun yerine kayıtlar “ağzını açmayıp örtbas etti,” diyor. Cinayete o da mı karışmıştı? Eğer öyleyse, kazığa oturtularak infaz edileceği kesindi. Eğer öyle değilse, ağzını açmamış olması nasıl bir suç olabilirdi?

    Öncelikle, biraz hukuk: Mezopotamya’da, özellikle de işin içinde seks varsa, başkalarının kötü davranışlarını bildirmemek yasaktı. (Fahişelerin peçe takmasına izin verilmeyen Asur’da da durum farklı değildi; eğer bir adam bir fahişenin peçe taktığını görüp de bildirmemişse kırbaçlanır, başına at yularına benzer bir ip dolanır ve alay edilsin diye şehirde dolaştırılırdı.) Mezopotamya’da garsonlardan içki içen müşterilerin konuşmalarına kulak misafiri olmaları istenirdi. Şayet suç teşkil eden bir şeyi duydukları halde bildirmezlerse, ölüm cezasına çarptırılırlardı. Zina, en azından kadınların işlediği, ağır ceza gerektiriyordu. Kocasına karşı entrika çeviren sadakatsiz kadın en feci cezaya çarptırılırdı: Uzun bir direğe bağlanarak halkın gözü önünde yavaş yavaş ölüme terk edilmek.

    Nin-Dada’nın katillerden herhangi biriyle cinsel ilişkiye girdiği veya kocasının öldürülmesinde payı olduğuna dair herhangi bir kanıt yoktu. Meclis’in önünde iyi savunulsaydı, davadan kurtulabilirdi. Fakat “sözde” avukatları daha kötü bir iş çıkaramazlardı. “Zayıf kadın” savunması yaparak, Nin-Dada’nın çok çaresiz ve kolayca gözdağı verilen biri olduğu için sessiz kalmaktan başka çaresinin kalmadığını söylediler. Sanki bu sav yeterince beceriksizce değilmiş gibi, daha da ileri giderek cinayete karışmış olsa bile “bir kadın olarak… yapacak başka bir şeyi olmadığı için,” masum sayılması gerektiğini savundular.

    Aradan dört bin yıl geçtikten sonra, uzun zamandır ölü bir dilden yapılan tercümede, Meclis’in verdiği tepkinin öfkesi tabletlerden kor gibi yükselmektedir:

    Kocasına değer vermeyen bir kadın, kocasının bir düşmanını tanıyor olabilir… O düşman da kadının kocasını öldürebilir. Daha sonra bunu kadına bildirebilir. Bu durumda kocasını öldüren kadın değil midir? Hatta kadının suçu adamı fiilen öldürenlerin suçundan daha ağırdır.

    “Tanımak” sözcüğünün Sümercedeki karşılığı aynı zamanda “seks yapmak” demektir ve Nin-Dada’nın kocasının öldürülmesinden sonra sessiz kalması bu bilgiye ne denli aolduğuna Meclis’in ikna olmasına yetmişti. Meclis, kadını zayıf görmeyi bir yana bırakın, cinayetin intikamını almak için her tür gözdağına cesurca karşı koyması gerektiğine kanaat getirmişti. Nin-Dada ölüm cezasına çarptırıldı.

    Sözün kısası, Mezopotamyalı bir karı kocanın kısa hayatları ve ölümlerinde adam bilinmeyen bir nedenle, kadın da kocasının anısına saygısızlıktan öldürülmüştü. Onlar çoğumuzun bilmediği ve üstelik uzmanların da pek anlamadığı bir dünyada yaşıyorlardı

    NOT: 2003 yılının Mart ayında ABD ve müttefik askerleri Irak’ı işgal ettiğinde, Nippur arkeolojik höyüğü Basra ile Bağdat şehirleri arasındaki savaş bölgesinde bulunuyordu. Nippur’da yapılan meşakkatli çalışmalardan sonra bulunan Sümer belgelerinin yüzde 80’i neredeyse yok olmuştu. ABD işgalinden saatler sonra Nippur höyüğü, karaborsada satmak için değerli şeyler arayan yağmacıların akınına uğradı. Bu açgözlü çapulculuğun hem Irak’ın mirasına hem de ortak tarihimize dair anlayışımıza verdiği zarar tarif edilemez.

  7. 1. Dünya Savaşı hemşiresi ve eğitimli köpeği

    1. Dünya Savaşı hemşiresi ve eğitimli köpeği.
    Köpekler, yaralıları tespit etmesi ve ettiğinde de havlayarak haber vermesi için eğitilmişti.


  8. Uçak kuyruk nişancısı eğitimi

    1.Dünya Savaşı sırasında uçakların kuyruk nişancılarının eğitim süreci...
    Nişancı adayları eğitimler sırasında ray üzerinde hareket eden platformdaki makineli tüfeği kullanarak, yine ray üzerinde hareket ettirilen maket uçakları vurmaya çalışıyorlardı.


Sayfa 64/178 İlkİlk ... 1454626364656674114164 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •