Bora abim, sizi her zaman büyük bir sevgi ile okur izlerim. Olayın bir de şu boyutu var ki, konunun özüne buralarda pek rastlayamıyorum. paramızın çöküşüyle beraber korku ve panik yaygınlaşıyor,
Yaşadıklarımız asıl krizin kendisi değil, sadece semptomları; çok daha derin ve yakıcı bir kriz yaklaşıyor, Bora abi. Musadenle biraz konuyu destekleyici bilgi vererek yazayim( damat gibi)
Ekonomi, kurların, faizlerin, emtia ve konut fiyatlarının seviyesinden, nakit akışlarından, para ve borç stoğundan da önce insanların karnını doyurma ve yaşamın akışını sürdürebilme kabiliyetidir. Finansallaşmış bir dünyada para konuşuyoruz, konunun özüne inemiyoruz.
Para mı yok? Diyelim ki tasarruf ve varlık sahiplerinin varlıklarını eritme pahasına para bastınız, herkesin cebine para koydunuz. İş mi yok? Diyelim ki toprağı kazdırıp kazdırıp yeniden doldurttunuz ve iş yarattınız. Karınlar nasıl doyacak?
Patatesi, eti, buğdayı, unu, ilacı, araç-gereci nereden bulacaksınız? Yakıtı, mazotu, kimyasalları ve daha pek çok malı? Parayı yaşamı sürdürmek için gerekli olan şeylere ulaşmak için bir araç olarak düşündüğümüz için parayı konuşuyoruz.
Liranın yabancı paralar karşılığındaki değeri bu anlamda önemli. Ama bu bile sorunun kendisi değil; yaşamı sürdürebilmek ve karınları doyurabilmek için ya uluslararası pazarlara ve ticarete erişebilir olacaksınız (paranızın değeri, ya da dünya sisteminin parçası olma anlamında)ya da içeride o kadar güçlü bir üretim ekonominiz olacak ki, kimseye eyvallah etmeyeceksiniz. İkincinin olmadığını hepimiz biliyoruz, bilmek istemeyenler de her gun degisik vasitalar ile her animizda. Uzun uzun yazmaya gerek yok, ilki ise sadece satın alma (ya da borçlanma) kabiliyetiniz sayesinde mümkün. Borçlanma geleceği tüketmek demek.
Uluslararası pazarlara ulaşmanın tek yolu para da değil; dünya sisteminin kurallarına uymak gerekiyor. İşte Kuzey Kore, geçen sene nükleer tehditler savururken, bu sene yelkenleri suya indirdi; muhtemelen içeride karınlar doymuyor. İran keza, Çin biraz daha farklı bir örnek...
Dünyada sanayi devrimi sonrası Avrupa (ve daha sonra Amerika, Japonya ve Avustralya'nın katılımıyla Batı uygarlığı dediğimiz sistem) dünyadan öyle bir kopmuştu ki,
19 ve 20. yüzyılda aynı yeryüzünde farklı dünyalar var gibiydi.
Bir tarafta refah toplumu diğer tarafta pirinçle karnını doyurmaya çalışan bir milyarlık bir köylü toplumu. Çin'le ABD arasındaki fark 200 kata ulaşmıştı. Çin bu farkı kapatabilmek için (en az) bir nesli feda etmek zorunda kaldı. Eğlence yok, gece hayatı yok, aşk yok, tüketim yok.
İşte Türkiye'yi bekleyen kriz bu: Uluslararası pazarlara ve ticarete ulaşamama ihtimali; ama parasının değeri düşük olduğu için, ama dünyaya güven vermediği için, ama dünyadan dışlandığı için. (Konuyu çok dallandırıp budaklandırmaya gerek yok, sanırım anlaşılmıştır)
Ve yarın düşünün ki, et bulamadığımızda, meyve bulamadığımızda, ilaç bulamadığımızda, engelliler işitme cihazı, tekerlekli sandalye bulamadığında, kanser hastaları kanser ilacı bulamadığında, öğrenciler kitap, kaynak bulamadığında ne olacak?
Ortaçağ köy toplumuna mı döneceğiz?
Marketler, eczaneler boşaldığında ne olacak? Ameliyat malzemesi olmadığında ne olacak? Altyapının yenilenmesi ve tamiri için gerekli ham madde ve ekipman bulunamadığında ne olacak? Hemşireler iğne bulamadığında, cerrahlar neşter bulamadığında ne olacak? Liste uzayıp gidiyor..
Ve daha kötüsü ... O günler geldiğinde çok ihtiyacınız olan "beyaz türkler" birer birer ortadan kaybolduğunda ne olacak?
Uçaklar nasıl uçacak?
Trenler nasıl yürüyecek? Üniversiteler "ben cahili severim" diyen adamlarla ve bütün ahbap-çavuş ilişkileriyle dolduruldu.
Hadi parayı emir demiri keser diyerek çıpaladın. Günü kurtarmak için mesela 1USD = 2 USD dedin. Faizi emirle düşürdün. Memlekette ne kadar yastık altı var topladın. Kaynak mı, kaynak.. Ne işe yarar? Üretim yoksa, insan yoksa, dünyayla dost değilsen para ne işe yarar?
İşte asıl yaklaşmakta olan tehlike budur. Türkiye'nin içe kapanma lüksü de yok, demokrasisini, cumhuriyetini askıya alma lüksü de yok, dünyaya meydan okuma lüksü de yok, borazan medyada sabahtan akşama goygoy yapma lüksü de yok.
Açlıkla terbiye oluruz.
"Beyaz türk" derken kastettiğim: Eğitimli, kültürlü, çalışkan, meslek sahibi, özgüven sahibi, pek çoğu seküler dünya değerleri ile yaşayan "elitler". Nasıl ki paralar bir ayda ülkeyi terk ediyor, Bunlar da terk eder.
Vergilerine, paralarına çökeriz, bir de sabahtan akşama kadar söveriz derseniz uçar giderler. İşte dünkü haber: Sadece İsveç "sosyal devleti" sürdürebilmek için 200.000 insana ihtiyaç duyuyormuş. Aradığı kaba kol emeği değil, uzmanlık. Almanya, Fransa, Kanada, Avustralya...
Yani özetle sorun "Dolar bugün kaç oldu" değil. Böyle kocaman, iri yarı, ülkeyi altı ayda çöle çevirebilecek bir kriz yaklaşıyor. "Çarık kemirmekle" bile karın doymayabilir. Hem de nesiller boyunca. Siyasetçiler "sevgi kelebeği" rolünde, bunu ifade edemiyorlar ama ben ifade edeyim. Geleceğimiz de, emek göçü ile eksilecek çağdasligini yitirmeyen bir Türkiye olmasin. Tek dilegim budur. Saygılar tüm dostlarıma.
SM-G935F cihazımdan hisse.net mobile app kullanarak gönderildi.
Yer İmleri