https://c1.staticflickr.com/5/4211/3...fd3dbf4c_b.jpg
Printable View
Sayin JonDowes son bir haftadir bankalar takipteki alacaklarini buyuk iskontolarla temlik ediyorlar, bu olagan rutin bir bilanco temizligi mi? alacaktan vazgecilen tutarlar direkt zarara mi yaziliyor? ne tur bir sIkIntI var? aslinda sIkInti asagi yukari ortada ama sizin fikrinizi ogrenmek isterim, tesekkurler
selamlar,
Nispeten rutin sayılır. Bilançolarda komada bekleyen varlıkları nakte döndürüp zararı realize ediyorlar, bu da cari oranlarını toparlıyor. Sonuçta bu krediler büyük zararla satılıyor diye aniden bir zarar oluşmuyor. Kredilerin çoğu zaten batık ama bu bilançolara gecikmeli yansıyor. Ne kadar erken bu aydınlanmayı yaşarlarsa, o kadar önlerini açmış ve yeni kredi verebilecek konuma geçmiş oluyorlar. Ekonominin genel gidişatı hakkında direkt bir fikir vermesi içinse, "Takipteki alacak oranları"nı takip etmekte fayda olacaktır. Satılan krediler buna paralel artıyor olabilir ama bu, bankaların elinde. İsterlerse yıllarca satmadan ellerinde tutarlar / gizlerler.
Sn jondowes,
Devletin son aylarda fazla borçlanması faizleri yükseltici bir etki olarak yorumlanıyor . Ancak burada şöyle bir mekanik söz konusu değil mi?. Borçlanılan para yine likidite havuzuna geri dönüyor. Örneğin borçlanılan 62 milyar TL devletin hesaplarında kamu mevduatı olarak hatta *daha düşük faizden* vadeli ya da vadesiz hesaplara yatırılıyor.
Yani hazinenin borçlanması yurt içindeki likiditeyi azaltmıyor. Aksine 62 milyar TL nin harcamalar yapılana kadar (yani bu para %14 faizli mevduata dönüşene kadar) %7.8 ortalama ile kamu mevduatı olarak sisteme düşük faiz ile giriyor.
Bu denklemde sanki devletin borçlanması hazine tahvil faizlerini yükseltmiş olabilir ama uzun bir süredir hazine tahvil faizlerinden kopuk seyreden piyasa faizine bahsedilen kadar çok ciddi bir etki yapmamış olması gerekli.(en azından kgf ye göre çok daha az bir etkisi olması gerekmez mi?)
Hazine borçlandığı parayı hangi muhasebesel hesapta tutuyor?. Örneğin hazine'nin vadeli ve vadesiz mevduatları teknik olarak harcamalar için devlet kurumlarına dağıtılmadan önce maliye bakanlığına bağlı bir hesapta mı değerlendiriliyor, yoksa direk olarak maliye bakanlığı üzerinde muhasebeleştirilip bu para kamu bankalarında mı değerlendiriliyor?
Devletin fazla borçlanmasının nedeni: fazla harcaması; yani bütçe açığıdır. Başlangıç noktası borç değil yani; bütçe. Devleti de sistemde bir aktör olarak düşündüğümüzde, fazla para harcaması ve sonucunda da fazla borçlanıyor olması; likidite açığına katkı yapıyor. Çünkü fon piyasasının ana aracısı olan bankacılık sisteminde atıl fonları borçlanıcılara verirken oluşan bir "kaçak" durumu var. Daha önce de konuştuğumuz gibi bu kaçak; likidite açığını besliyor. Devletin çok borç alması veya KGF desteğiyle şirketlerin aniden borçlanmayı arttırması parasal anlamda aynı sonucu getirebiliyor. Ancak bunun etkisini kamu haricindeki aktörlerdeki oranda görmeyi beklemeyiz çünkü devletin yastık altı yapması veya yurtdışına birikim kaçırması ihtimal dışıdır. Burda ana etken fraksiyonel bankacılık gereği oluşan "zorunlu karşılık tutulması" kaynaklı likidite açığı olacaktır. Bir de devletin ödeme yaptığı birimlerin yastıkaltı/yurtdışı yapması bunu arttırabilir.
Orta vadede borçlanmanın artması, devlet tahvili faizlerini arttırıcı etki yapar. Ancak enflasyon ve MB politikalarının sonuçları, borçlanmanın vade ve faiz yapısı, bunu yavaşlatabilir ve hatta durdurabilir. Yani borç artıyor diye faiz de artacak diye bir şart her zaman yok. Faize etki eden çok vektör var, bileşkesini önceden bilmek her zaman kolay değil.
Hazinenin nakit yönetimi TCMB hesapları üzerinden yapılıyor ancak Ziraat de tahsilat/ödeme birimi olarak kullanılıyor. Mahfi hoca bu konuda uzmandır, yazısını okuyunuz:
1. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/m...egisti-893468/
2. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/m...etimi-1017702/
Hazinenin her daim belli bir nakti olur ama büyük resimde "önce borçlanıp sonra harcıyor" diyemeyiz; "önce harcar, sonra borçlanır". Bu nedenle odaklanılması gereken yer borçlanmadan daha önce, harcamalar, yani bütçe açığıdır.
Sn jondowes
Kamu mevduatı için zorunlu karşılık tutuluyor mu.
Tüm zorunlu karşılıklar kaldırılsa verilen krediler ve devletin iç borclanmasi yüzde yüz yani kayipsiz tekrar Likidite olarak geri gelir miydi. Sadece TL likiditesi olarak düşünürsek.
mevduatın kaynağı önemli değil tl ve yp tüm mevduatlar için zorunlu karşılık, verilen tüm nakit & gayrinakit krediler için de genel karşılık ayrılır (hatta kredi limitlerinden de ayrılıyor artık genel karşılık) , bu sermaye risk yönetimi için alınmış bir tedbirdir, zk nın kaldırılması demek bankaların SYR'sinde ve likiditesinde bozulmalara neden olur.
paşa paşa en baştan ZKlarını ayırtır merkezimiz sağolsun :)
soruya gelirsek, ZK kaldırılırsa, likidite ZK oranında geri gelirdi elbette ve bankaların zk da boşta duran paralarını kullanma imkanları nedeniyle maliyet düşmesi sonucu faizlerde bir miktar gevşemeye bile neden olurdu.
Teşekkürler sn Pythagoras, ekleyecek bir şey bırakmamışsınız :cool:
ZK tümden kaldırıldığında para çarpanı mekanizması da teorik olarak sonsuz olabilir mi?. Burada döngüsel para aktarımını sonsuz değerden sonlu bir değere sınırlayacak tek etken kredi kullananların teminat kapasiteleri olurdu.
Yani ZK=0 demek , para çarpanı - bağlıdır- kredi kull*****n teminat kapasitesi
ZK=0 koşulunda ,devlet eğer bu teminat kapasitesini kendi müdahalesi ile (örneğin KGF) genişlettiği oranda aynı zamanda para çarpanının üst limitini de parasal sıkılaşmaya neden olmadan arttırabilir mi?
Yukarıdaki soruların cevapları evet ise, Bankaların ZK ve buna bağlı zayıflayan döngüsel aktarımdan dolayı sıkışmalarının yarattığı riske A diyelim
ZK ların sıfırlanmasının riskine de B diyelim.
A>B ise devletin ZK ları sıfırlaması bir seçenek olabilir mi?
Böyle bir durumda A>B koşulu için ZK=0 olursa devlet buna muadil olarak ZK yerine bankaların kendi hisse senetlerini ipotek etme opsiyonu sunabilir mi?
Örneğin C bankası ZK lar yerine kendi hisselerini ipotek verebilir mi?
Bu durumda tabi bankalar riskli duruma girdiğinde hisselerinin devlete otomatik olarak devredilmesi devletin riskini daha da arttıracaktır, ancak A>B koşulunda zaten bu risk daha önce gerçekleşebileceğinden belkide banka sermayedarları ZK yerine banka hissesini teminat vermeyi kabul edebilirler. Sonuçta koşullar düzeldiğinde isteyen banka bunu tekrar ZK ile değiştirebilir.
Evet, ZK mekanizması MB'lerin arzı kontrol etme aracıdır. Bunu kaldırırsanız ve ek bir kısıt da koymazsanız, MB'nin yarattığı bir birim kaydi para sistem içinde sonsuza kadar arttırılabilir.
Ne A ne de B gerçek birer risk değil, regülatörlerin bilinçli birer tercihidir. MB'ler ve BDDK'nın izin verdiği ölçüde olur. ZK'yı düşürmek hiperenflasyona giden yolun ilk basamağıdır, asıl risk budur; likidite açığı değil. Sonuçta likidite açığı da negatif bir durum değildir hep anlattığım gibi. MB'ler karşılıksız olarak para yaratabildiğinden o açığı kısa vadeli olarak fonlayabilir ve çok güçlü - etkin bir para politikası izleyebilir. ZK'yı sıfırlamak, devlet garantisiyle teminatları patlatmak... doğru bir hipotetik platform değil. Parasal seçimlerin amaç değil, araç olduğunun altını çizmek isterim. Amaç büyümedir, düşük enflasyondur, tam istihdamdır. Makro parametrelerin istenen bileşkesine göre parasal kavramlara yön verilir. Ancak bu seçimlerde büyümeye %100 önem verip enflasyonu hepten gözden çıkarırsanız, Weimar enflasyonuna ulaşırsınız.
Sabit bir parayı sonsuza kadar döndürerek büyük bir para arzı yaratmayı ilk bakışta çok mucizevi ve elit bir yöntem gibi yorumlamıştım. Ancak anlattıklarınızı yorumladığımda böyle bir yöntem de aynen merkez bankasının piyasaya fazla likidite vererek para arzını arttırmasına benzer bir şekilde etki yapıyor. Sonuçta farklı yollardan da olsa efektif olarak artan para arzı , paranın itibarını ve ona olan itimadı zedeleyecek şekilde etki ediyor.
Yani nihai para arzının arttırılmasının birkaç yolu var ama sonuç değişmediğinden (para arzı artıp likidite fazlası oluştuğundan) her yol yine hiperenflasyona çıkıyor.
Anladığım kadarıyla gerçek iktisadi faaliyete dayalı büyüme ile kontrollü arttırılan para arzı enflasyonu tahrik edemiyor. Zira ana gövde büyüdüğünden gövdenin birim parçası başına düşen basınç (birim para arzı) sabit kalıyor.
Burada büyümenin kalitesi de çok önemli rol oynuyor, zira suni ,hormonlu olarak zorlanan bir büyüme kas yerine yağ ve hormonlu dokuyu arttırarak gövdeyi büyütüyor. Bu yağlı ve hormonlu birimler üzerine düşen basınç (ek para arzı) da yukarıdaki örneğin aksine enflasyonu tahrik edebiliyor, borçluluğu arttırıyor ve orta vadede kronik yüksek enflasyon sürecinde bir resesyona evrilebiliyor.
Verdiğiniz bilgiler ve detaylı anlatım için teşekkür ederim.
Evet, özünde para bir araçtır. Aslolan üretimdir. Siz üretkenliği arttırmak yerine sürekli parasal kavramlarla oynayarak "sağlıklı" bir büyüme elde edemezsiniz. Kaliteli ve yüksek teknoloji ürünü olmayan, ihracat yapamayan bir ülkeyi sadece faizlerle ve para arzıyla kalkındıramazsınız. Bu platoda parasal anlamda söylenecek tek şey: "üretimi teşvik etsin, tüketime engel olmasın, enflasyonu coşturmasın; yeter" olmalıdır. Daha fazlasını beklemek, varlık balonlarıyla sonuçlanır ve uzun vadede sonu hep kötü biter. Bu nedenle de dile sakız olmuş "yapısal reformlar" kağıt üstünden şiir gibi okunmamalı; pratiğe dökülmelidir. İşçiniz 1 saatte 30 kg elma toplamayı bırakıp 2 adet iphone üretir duruma geldiğinde oluşacak 25 misli katma değer sayesinde verimliliği ve dolayısıyla ekonomiyi büyütürsünüz. Sıfır faizle Egea satarak ancak kanayan yarayı bantlamış olursunuz.
Bu noktada size uzun zamandır sormak istediğim bir konu vardı onuda aradan çıkartayım,
Şimdi pisa testi sonuçlarına göre 20 yıl sonra da hangi düzeyde katma değer yaratacağımızı bire bir görebiliyoruz. Yani bu test 20 yıl önce yanılmadığı gibi 20 yıl sonra da yanılmayacaktır. Bildiğiniz gibi pisa testi orta okul ve lise çağındaki yeni neslin okuduğunu anlama, matematik, fizik, 3 boyutlu düşünme gibi özelliklerini ölçüyor.
Bu testte türkiye oecd ülkeleri içinde *sonuncu*, dünya klasmanında ise 60. sıralarda yer alıyor. Şaşırmayacağımız bilgi şu ki yüksek katma değer yaratan ve ihracat yapan ülkeler ilk sıralardalar.
Şimdi sorum şöyle ;
Eğer bir karar alıcı olarak 20 sene sonra da elinizdeki insan profili ile katma değerli bir imalat yapılamayacağını bilimsel metotlar ile *kesin* olarak öngörebiliyorsa aşağıdakilerden hangisini yapardı:
1-) Yüksek dış borç almak ve ülkeyi daha da borçlandırarak sanal bir refah ile gittiği yere kadar hane halkını refah içinde yaşadığına ve geliştiğine inandırmak. Böylece var olan oy oranını korumak ve ülkenin yönetiminde olmayı garanti altına almak.
2-) 20 yıl sonra dahi katma değerli çıktı elde edemeyeceğinizi bilmenize rağmen,belkide 40 yıl sonrasını kurtarabilme *ihtimali* (yani yine bir garanti yok) için bugünden acı reçete uygulamak ve halkın tepkisini çekmek ve iktidarı kaybetmek pahasına halkın refahını ciddi oranda negatif etkileyecek önlemler almak.
NOT: halkın da kendi kişisel refahını uzun süre (>20 yıl) zedeleyecek bir yöneticiyi iktidarda tutma olasılığı sıfıra yakın olduğundan buradaki kısır döngü de aslında sadece çözümün değil , hangi seçimin yapılacağının dahi sanıldığı kadar kolay olmadığını gösteriyor.
Politikacının günü kurtarma çabası ve güç hırsı sadece bize değil tüm 3. dünya ülkelerine özgü. Sonuçta dünyada 10'larca Güney Kore de yok. Bu, toplamsal bilinçle, tercihlerin yavaş yavaş değişmesiyle, adım adım olan bir süreç. Kore ve Finlandiya gibi hızlı balıkları istisna sayarsak, gelişim ve kalkınma uzun yıllara yayılan bir proje ile mümkün. Hiçbir ülke 80-90. basamakta iken 5-6 yılda ilk 10'a giremiyor. Basamakları 2'şer 3'er çıkmak bile gelecek için umut ışığı yakabilecek bir durum olurdu. Bunun için de bir yol gösterici fener gerekiyor. Biz bu şansı AB üyeliği ve reform paketleriyle elde etmiştik, sonra rafa kaldırdık. Patika önümüze serildi, başlamışken "yorulduk" deyip bıraktık. Bizim nüfus genç, amaçları oldukça bireysel. Yaş ortalaması arttığında hayata bakış açısı da değişecek ve her nesil kendi çocukları için bir gün geleceği düşünmek zorunda kalacak. Toplum genelinde "köşe dönme"nin tek amaç olmadığı biraz da olsa sindirildiğinde, kanaat önderleri öne çıkarak reformlar için gerekli aktivasyon enerjisini sağlayacak. Bu ülkede düşünme ve yaşama eylemlerini aynı anda ifa eden bizim gibi naif insanlar ancak bu şekilde hayal ederek geleceğe bakabiliyor :) Yoksa, hepten Patagonya olacağız deyip Batı'ya bir şekilde göçmek tek çare olarak gözüküyor.
İdeal bakış açısıyla söylediklerinize katılmakla birlikte , yukarıdaki önermeleri matematiksel denklem olarak çözdüğümüzde seçim, borç almaya devam ederek sanal refahı sürdürmek şeklinde oluşuyor, zira bunun dışındaki çözüm için fiili bir imkansızlık karşımızda duruyor. (halkın uzun süre refahını kısıtlayıcı önlemleri kabul etmesinin imkansıza yakın olduğu). Ve ne yazık ki uzun olarak tabir ettiğimiz bu süre halihazırdaki insan profilimiz için belki de gerçekten fiili bir imkansızlık yaratacak kadar çok çok uzun.
Bizim meslekte buna deadlock veya bazı durumlarda livelock diyoruz.
İyi bayramlar.
Yazilanlar hep Turkiye ornek alinarak yada 3. dunya ulkeleri ornek alinarak yazilsada bence buna Amerikaninda dahil edilmesi gerekiyor
Dowes arkadasimizin benimle hemfikir olmadigini biliyorum. Ancak ABD icin konusmak gerekirse durum daha da vahim.
Eminim buradaki herkes ABD nin borcluluk durumunu biliyordur. Gerek borclarin GDp ye orani gerekse absolut rakam olarak hep rekor kirarak onumuzde bu rakamlar. Bir de dusunulmesi gereken sudur; faizlerin komik derecede dusuk oldugu bir ulkede artik borcun cok yuksek olmasindan dolayi toplam faiz odemeleride astronomik rakamlara cikti ve butce acigini da zorluyor.
Ulkenin her alaninda cokusu gormek mumkun. Media da herhangi devletle alakali bir hizmete bakin yada herhangi bir istatistige bakin hep butce kisintisi hep subvansiyonlarin kaldirilmasi, yardimlarin azaltilmasi sonra saglik harcamalarindaki olaganustu kisinti
Herhangi yasli bir amerikali ile konusun yada benim gibi cok uzun yillar bu ulkede yasamis biri ile, alim gucundeki korkunc dususu anlatacaktir. Bu alim gucundeki dusus hala suruyor, teknolojinin gelismesi buluslar internet ne bilim cep telefonlarinin ucuzlamasi yada elektrikli arabalarin cikmasi bu gercegi degistirmiyor.
Kimse kalkip Turkiye de alim gucu yukseliyor zenginlesiyor diyemez oradaki gercekler bariz acik. Ama Amerikada daha kotusunu gormek mumkun. Icinde yasamayanlar bilemez.
butun bunlar yetmezmis gibi bir de parasal genisleme denen ve Amerikan halkinin %99 unun bi haber oldugu anlamadigi bir dalavare var ortalikta. O paranin vergi gelirlerinden yada fiziki para ile odenmesi imkansiz. Piyasalari negatif sekilde etkilemeden nasil bu para cekilecek bende cok merak ediyorum.
Eger bir ulkenin zenginligi insanlarin satin alma gucu ile anlasiliyorsa ki ben oyle anliyorum heralde dunyada amerika kadar hizli fakirlesen baska ulke yoktur diyorum. 2. dunya savasindan muhtesem bir basari ile cikip ulkenin refah seviyesindeki patlamayi yasayan insanlar ve benim gibiler simdi ABD ile Turkiye arasindaki yonetici maaslarini mukayese edip bazen Turkiyeyi daha avantajli cikaran rakamlara rastlayabiliyoruz. Sanirim bu bile ABD deki satin alma gucundeki cokusu cok guzel gozler onune seriyor.
Modern toplumda insanların mutluluğu, göreceli sahip olma duygusuna dayanır. 1970'lerde neden renkli televizyonumuz yok veya neden Mercedes'e binmiyoruz diye kimse üzülmüyordu; çünkü Batı ülkelerinde olan bu lüksler bizde ise kimsede yoktu. Şimdi ise son çıkan iphone'u olmayan kendini eksik hissediyor. Bu görecelilik ülkeler arasında da var. Ortalama yaşam standartları iyi kötü yükseliyor ancak medya ve internetin gücüyle insanlar, toplumlar daha mutsuz. Çünkü ellerindeki artık herkeste var ve bazılarında daha iyi, daha yeni, daha büyüğü var. Bu "Kaliforniya sendromu"nun farkına varmak ve yaşam amacından maddiyatı biraz kurtarmak en doğru yöntem... herkese iyi bayramlar.
Sn.DowJones aşağıdaki yazıya göre Japon 10 yıllık hazine bonosunda işlemler 7 gündür durma noktasındaymış..bu şekilde piyasalar fiyatlama yetisini kaybederse sonuçları ne olabilir..cevap için şimdiden teşekkürler..
http://asia.nikkei.com/Markets/Capit...ding-to-a-halt
Japon merkez bankası faizi sıfırda tutmak için her tür satış fiyatından işlem yaptığı için oluyor. Likiditenin kuruması, dişe dokunur para kazanma fırsatı olmamasından... teklif olmadığı için likidite olmamasıyla aynı değil yani. Para politikası büyüme ve enflasyon getirmeye yeter mi belli değil ancak tahvil piyasasında fiyat var, o da MB'nin deklare ettiği fiyat. Sabit kur sistemi gibi bu da sabit faiz sistemi diye bakmak lazım, Japonların iç derdi, başka piyasaları etkilemez.
Sayın @jondowes
https://www.investaz.com.tr/bollinger-bantlari
Bollinger bantlarının, daralması durağan bir piyasa olduğuna işaret ederken, bantların kesişmesi ise, piyasada bir düzeltme hareketinin olacağına dair erken sinyaldir.
Yukarıdaki ifadelerle ilgili fikrinizi alabilir miyim?
İstatistiğin söylediği o, kişisel yorumluk bir şey yok. 20 günlük hareketli ortalama +/- 2 Standart Sapma bandının içinde kalması, normal dağılıma göre yüksek olasılıklı beklenen patikadır. Yani, 2 standart sapmadan daha sert 20 günlük hareketlerin ihtimali azdır, bu da doğal bir direnç-destek çizgisi gibi çalışır. Standart sapma sayısını veya hareketli ortalama gün sayısını oynadıkça bu bantları genişletip daraltabilirsiniz. Normal dağılım hesabı buna göre size bandın dışına çıkma ihtimallerini verir. MACD de benzer mantıkla çalışır sadece sonucu farklı şekilde özetler.
Sayın @jondowes
10 YILLIK TAHVİL 10,53
2 YILLIK TAHVİL 11,20
TCMB AO 11.94
ABD 2 YILLIK TAHVİL 1,35
ABD 10 YILLIK TAHVİL 2,28
FED FUND 1-1.25
ABD 'de FED FUND< 2 yy <10 yy
TR'de 10 yy< 2 yy < TCMB AO
TR'deki durum neden böyle ? Kişisel görüşünüz nedir ?
İkinci olarak
http://hizliresim.org/images/2017/06/30/ccc.jpg
ABD'de volcker dönemi hariç(80), FED rate=<2 yy bonds olmuş.
Buradaki marj önemli midir? Şu şekilde, banka fed rate'den düşük alıp gidip
2 yy bonds'a yatırır diye marj düşük mü tutuluyor ?
Tahvillerin gecelik faizden düşük getirisi olması (yani "inverted curve") hakkında hem eski hem yeni forumda pek çok yazım var. Geriye dönük araştırırsanız görebilirsiniz hepsini tekrar etmeyeyim. Bulamazsanız kısaca özet geçerim ama bu yeni bir konu değil, sıklıkla yazdığım bir konu. Daha 1-2 hafta önce sorulmuştu burada benzeri içerikte soru.
Bana cevap vermiştiniz.:)
Bu negatif eğimli eğriye "inverted curve" denir ve bizimki gibi ani ve sert politika faizi arttırmak durumunda kalan EM ülkelerinde sıkça görülebilir.
Fakat ???
TCMB AO
12-06-2017 11.97
13-06-2017 11.94
13 Haziran 2017 tarihli DİBS ihalesi (TRT150519T15) (2 yıl vadeli sabit)
Ortalama bileşik faiz %11.11 (Teklif %11.15)
Ben bu kısmı anlamıyorum ? Sizin daha önce saydığınız bankaların neden DİBS (zorunluluk, piyasa yapıcılığı,..vs) tuttuğuna ilişkin bilgilerinizi hatırlıyorum. Fakat mantığım almıyor bu durumu ?
Dibs ihalesine girenin en azından %11.98 istemesi gerekmez mi?
Spot BİST30 fiyatı ile Ağustos vadeli BİST30 kontratı arasındaki fark...
VİOP, bildiğiniz gibi Vadeli İşlem ve Opsiyon Piyasası'nın baş harflerinden oluşan bir kısaltmadır. Adı üzerinde bir türev işlem piyasasıdır ve Borsa İstanbul Bünyesinde kuruludur. Bu piyasada vadeli işlem olarak belirtilen kontratlara uluslararası literatürde "future kontrat" adı verilmektedir.
"VOB yaptım", "VOB oynuyor musun?" gibi cümlelerin kurulmasına çok aldırış etmiyorum ama fiyatlamanın nasıl yapıldığını bilmeden bu piyasada işlem yapmak yüzme bilmeden tatlı suda yüzmeye çalışmakla eş değer olduğundan, önemsiyorum. Çünkü tatlı suda yüzme bilmeden boğulmamanız şansa bağlıdır.
Öncelikle şu soruyu size sorarak başlayayım ki future kontratın mantığını oturtabilelim: BİST30 spot endeks 123.140 iken aşağıda görüntüsünü verdiğim 31 ağustos vadeli VİOP'da işlem gören BİST30 kontratı neden 125,600 fiyatında? Neden 2460 puan yukarıdan işlem görüyor?
İşte bu sorunun cevabı şu soru ile başlıyor: Bugünden 31 ağustos vadeli BİST30 endeksini satın almak istediğinizde bana hangi fiyatı verirsiniz?
Aman ha soru şu şekilde algılanmasın: "BİST30 31 ağustos günü kaç seviyesinden kapanır?" diye sormadım.
Sorumun daha açık şekli şudur: Bugün BİST30 endeksini oluşturacak şekilde elimde BİST30 endeksindeki ağırlıkları birebir olacak şekilde bir portföyüm var ve bu portföyümün değeri şu an BİST30 spot endeks değeri gibi tamı tamına 123.140TL'dir. Bu hisselerimi başka birisi, bugün değil, 31 ağustos günü vadeli olarak almak istiyor. Bu tarihte bu alıcıya bu hisseleri hangi fiyattan satmalıyım?
Dikkat ederseniz, işin içine "piyasa 31 ağustosta nerede olur?" beklentisini katmadım. Bu katılırsa o zaman aşağıda yaptığımız hesaplama ile teorik fiyat hesaplaması değil farklı bir spekülatif fiyat bulursunuz. Oysa ben size matematiksel ve bilimsel fiyat hesaplamadan bahsediyorum. Spekülatif beklentiyi tamamen ayrıştırarak saf matematiksel fiyat...
Bu fiyatı hesaplarken mantık şöyle işler: "Elimdeki endeks değeri kadar olan ve endekse %100 korelasyonlu hisse portföyünü bugün satıp risksiz getiri olan riski en düşük faize koyarsam 31 ağustos gününe gelindiğinde faiz + ana param kaç TL olur?"
Gelin beraber hesaplayalım:
Risksiz (sıfır risk diye birşey yoktur elbette ama riski en düşük anlamında risksiz kavramı standart bir tanımdır) faiz oranı olarak TL libor aylık faizini alıyorum. O da şu an yaklaşık %13 seviyesindedir. Siz isterseniz %15'i bulan mevduat faizini alabilirsiniz. Bu hesaplamayı değiştirecektir elbette.
Bugünden 31 ağustosa tam 62 gün var. Bu durumda %13 faizle 62 gün sonunda dönemsel getirimiz yaklaşık %2,2 olacaktır. Hisselerimizi bugünkü spot endeks değeri olan 123.140TL'den satıp %2,2 dönemsel faize koyduğumuzda vade sonunda paramız 125,860TL olacaktır.
Aşağıda tam bu hesabı yaptığım anki piyasadaki gerçek fiyatlar var. İlk fiyat spot BİST30 fiyatı ve bizim portföyümüzle birebir değerde. 123.140TL
Hemen altındaki fiyat ise aynı andaki 31 ağustos vadeli BİST30 future kontratının VİOP'da işlem gören fiyatıdır. O da 125.575-125.600 alış/satış durumunda.
Biz teorik fiyatı ne olarak bulduk? 125.860TL
Yani olması gereken teorik fiyata 260 puan uzak bir fark ile
Bu fark neden oluşuyor sorusunu duyar gibiyim. Cevap tek: Hesaplama için alınan parametre benim aldığımdan farklıdır. İşte burada parametrelere ve piyasaya ilişkin beklentiler devreye girmektedir ki buna terminolojide "risk algılaması" denir. Yani faiz oranının vade sonuna değin benim aldığım %13 oranından düşük olacağı beklentisi başta olmak üzere pek çok fiyatlamayı değiştirecek parametre bu durumu etkileyebilir. Burada kimin hesabı ve beklentisi doğru ise fiyat o yöne doğru zamanla evrilecektir zaten. Zira ağustos vadeli kontrat hala en yakın vadeli ve tek odak konusu kontrat değil...
https://c1.staticflickr.com/5/4131/3...f6d8aafc_o.png
Ben bu kadar yazıyı peki neden yazdım? "VİOP'a VİOB" diyen ya da "VOB'da kazanmak zor, burası kumarhane" diyenlere önce işin temelini öğrenmesi gerektiğinden bir başlangıç yaptım.
Şimdi bu başlangıca birkaç ek daha yapacağım:
Teorik fiyat hesaplamasında tek etken risksiz getiri yani faiz oranı değildir. Ayrıca bahse konu dönem içinde temettü dağıtılacak ya da BİST30 endeksi içindeki hisseler ve ağırlıkları ile ilgili bir değişiklik olacağı durumlar da fiyat hesaplamasında çok etkilidir. Çünkü temettü endeksi düşürücü etki yapar ki nisan ve haziran kontratları genellikle temettü dağıtım dönemlerine denk geldiğinden bu hesabı tam bilmeyenlerin kafasını çokca karıştırır. Yukarıda yaptığım hesaba temettü etkisini koymadım. Çünkü bahse konu dönemde açıklanmış herhangi bir temettü dağıtımı haberi yok.
Bu sefer özet yazmıyorum. Zira bu yazıyı özetle değil detaylıca okuyarak bakmanızı tavsiye ederim ki tatlı suya yüzme bilmeden atlayıp boğulmayın...!
Dr. Nuri SEVGEN
Yatırım Finansman Menkul Değerler A.Ş.
Ben de niye 11.98 istemesi gerektiğini anlamıyorum :) Faizlerden biri gecelik. Diğeri 2 yıllık. Bundan 1 yıl sonra gecelik faizin %9'a düşmeyeceğine emin misiniz? ve sonrasında 1 yıl boyunca da %9 devam etse... 11.11'den tahvil alan ve sürekli AOFM'den fonlayan banka para kaybetmiş mi olur; kazanmış mı olur? Inverted Curve'ün "yaratılış"ına karşı bir yorum yapıyorsunuz ama her tür faiz piyasası inverted olabilir. Mantığı da, "geleceğin tahmini"nde yatar. Faizler sonsuza kadar yükselmez, bir dönem yükselir bir dönem düşer. Piyasa da bunu fiyatlar. Sizin tam kabul etmediğiniz kısım bu; piyasanın gelecekte faizlerin düşmesini beklediğini ve uzun vadeli faizleri buna göre fiyatladığını kabullenmelisiniz öncelikle. Sonra tahvil alanın neden hemen aynı gün net-net kara geçmemeyi kabul eden bir fiyattan tahvili aldığını da kabul etmek kolay olacaktır :cool:
Tahvil faizi = Tahvil vadesi boyunca oluşacak tüm gecelik faizlerin ortalaması
gibi hayal edin. O zaman neden 1. gecedeki faizden daha düşük bir ortalama tahvil faizi çıktığı da netleşir.
Verim eğrisi örnekleri:
https://cdn3.benzinga.com/files/imag...18/yield11.png
30.6.2017 tcmb fonlama verisi
GLP : 104.2 milyar TL faizi: %12.25
TL depo: 10.4 milyar TL faizi: %9.25
toplam fonlama: 114.6 milyar TL
ortalama fonlama faizi : %11.98
Geç likidite penceresi bugün yine rekora çok yakın bir orana tırmandı. Dünkü likidite açığına göre bugünkü açık dünkü likidite açığı olan 91 milyar TL den 104 milyar TL'ye fırladı. 1 günde likidite açığındaki artış değeri yaklaşık 13 milyar TL oldu!!!!
incelediğim veri setine göre likiditedeki bu *günlük* artış ta kendi kategorisinde yeni bir rekor olabilir.
Sn. Jondowes likidite açığındaki bu denli yüksek bir *günlük* artış nasıl yorumlanmalı?
Likiditede açığındaki bu denli çok kısa sürede oluşan (günlük) bir artış normal midir? yoksa bu tür bir sıçramadan çıkartılabilecek öncü bir veri olabilir mi?
Diğer başlığa da yazdığım gibi; dispo haftasındaki perşembe-cuma likiditesi ani hareket eder. Ayrıca bugünün devre sonu olması da cabası. Haftaya normale döner.
Sayın @jondowes
http://www.trlibor.org/
sayfasındaki faizler nasıl oluşuyor.ve bunları nasıl kullanıyoruz mesela Nuri hoca'nın future hesaplamalarında
aylık TL libor kullanılmış biz kalkıp yıllık tl libor kullanabilir miyiz? (2 ay sonrası future hesaplıyordu)
https://i.hizliresim.com/lWEdzX.png
.................................................. .................................................. .........................................
http://hizliresim.org/images/2017/06/30/ccc.jpg
ABD'de volcker dönemi hariç(80) ve diğer inverted hariç,
FED rate=<2 yy bonds olmuş.
Buradaki marj önemli midir? Şu şekilde, banka fed rate'den düşük alıp gidip
2 yy bonds'a yatırır diye marj düşük mü tutuluyor ?[/QUOTE]
Libor üyesi bankalar her gün belli saatlerde birbirlerine bankalar arası depo (faiz) kotasyonu alış-satış gösteriyorlar. O oranlardan belli sınırlarda işlem yapmak zorundalar. O oranların ortalaması alınarak TRlibor oranı açıklanıyor. Vade sorusunu daha önce de cevaplamıştım. Bir ürünün kıstası, eşleniği; kendi vadesindeki bir diğer üründür. Gecelik faizle 1 yıllık faizi aynı formülde kullanamazsınız. 2 aylık ömre sahip endeks kontratlarında, durasyon 1 aydır. Bu nedenle de 1 aylık TRliboru risksiz faiz oranı olarak kullanmış.
FED''in 2 yıllık bono vadesini "tayin" etme gibi bir yetkisi veya gücü yok. US Treasury piyasası ne fiyatlarsa o. Elbette herhangi 2 yıl içinde FED'in bir Afrika ülkesi gibi referans faizini önce %1 sonra %21 yapacak hali yok. Bu nedenle de 2 yıllık faiz gecelik faizden çok kopamaz. Ancak genel mantık der ki: ekonomi resesyona girmiyorsa, büyüme biraz da olsa varsa... 2 yıllık faizin daha yüksek olması gerekir. TR gibi ekonomik büyümenin çok büyük dalgalar yaptığı EM'ler gibi ele alamazsınız. FED cari açığı fonlamak için gecelik faizini %8 yapmaz mesela.
Genel olarak gösterge diye bakılan fark, 2-10 yıl faiz farkıdır. Gecelik faiz o büyüklükte bir ekonominin gidişatı için referans olmaktan uzaktır. 2-10 farkı negatif ise, ekonomide sorunlar olduğu düşünülür (çünkü FED orta vadede faizleri indirmeye başlayacak beklentisi hakim demektir).
Sn jondowes,
Altın'ın bugünkü değerini belirleyen ana etmen tıpkı para da olduğu gibi ekonomik aktörler arasındaki uzlaşma mıdır? Yoksa altın gerçekten kendi ekonomik özellikleri ile (nadir bulunma, fiziksel özellikler etc) mi bu fiyatı sağlamaktadır. Sonuç olarak fiyatın oluşumunda yukarıdaki iki ana etmen yüzdesel olarak nasıl bir paya sahiptir.
Soruyu şundan dolayı soruyorum. Bilimsel kanıtlara göre okyanus suyunun içinde ortalama değer olarak 1mg/1m3 altın bulunuyor.
Okyanusun toplam hacmi: 1.335.000.000 km3
https://www.ngdc.noaa.gov/mgg/global...n_volumes.html
1 m3 okyanus suyu : 1mg altın ise
1km3 okyanus suyu: 1000 kg altın ihtiva ediyor.
1.335.000.000 km3 okyanus suyu : 1.335.000.000 ton : 1.33 milyar ton altın ihtiva ediyor.
Dünya ekonomik aktörlerinin sahip oldukları altın miktarı : 180.000 ton.
1.33 milyar ton / 180.000 ton = 7416 kat
Yani sadece okyanus suyunda şu anki dünya ekonomik aktörlerinin elinde bulunan altın miktarının 7416 katı olduğunu ve *fiziksel olarak* orada durduğunu biliyoruz. Bu rakama dünya kütlesi (magma+yeryüzü) ve diğer gezegenler ve ay dahil değil. Muhtemelen o kaynaklarda da buradakinden çok rezerv vardır.
Peki altın için ekonomik aktörler tarafından sağlanan bu uzlaşma neden bu kadar kuvvetli durabiliyor. Zira altının orada fiziksel olarak bulunduğunu biliyoruz. Oradaki rezervin hepsinin çıkartılması da gerekmez zira önümüzdeki yıllarda kademeli olarak rezervin yüzde 1 lik kısmını ayrıştıracak bir teknoloji bulunması durumunda dahi şu anki altın miktarının 100 katı veya daha fazlası piyasaya girmiş olacak.
Rakamları tekrar kontrol ettim. Okyanus içindeki altın oranı hakkında da bilimsel olarak farklı bir yoruma veya yalanlamaya rastlamadım.
İçinde bulunduğumuz finansal sistem altın fiyatının borsadaki bir hisse fiyatı gibi tamamen değer yitirmesine hazırlıklı mıdır?
Hazırlıklı değilse altında bulunan bu kuvvetli uzlaşmanın gerçek gücü nereden gelir?
Okyanus suyundaki altın hesabını çok aşırı bir genellemeye tabi tutuyorsunuz. O değer çok büyük ihtimalle çok ufak bir örneklemin sonucudur. Her okyanusta, her derinlikte tekrar tekrar alınmış onbinlerce analizin sonucu değildir. Bir yerde 1 olan bir değer, daha derinde 0.00001 de olabilir...
İkincisi, okyanus suyundan o mikroskobik altını elde etmenin nispeten ucuz bir yolu olsaydı çoktan işe girişen birileri olurdu. Muhtemelen bu şekilde 1 ons altın elde etmenin maliyeti milyon doları geçecektir. Yani talebin o altını çıkartmaya yetecek başabaş noktası için daha belki yüz belki bin yıl daha var... Daha Afrika veya çöl için sınırsız temiz su elde edemeyen bir dünya için altını ayrıştırma "teknolojisi" aşırı radikal. Altın sonuç olarak tüketimi olmayan bir meta. Dünyada altın olmasaydı insanlar açlıktan veya yokluktan ölmezdi. Bunun yerine yenilenebilir enerjiye veya uzay araştırmalarına aktarılan kaynaklar çok daha anlamlı. Sırf bu nedenle bile dünyada suyun içinden altın ayrıştırmaya para aktaran birilerinin olmadığını düşünüyorum.
Hadi bunları geçelim ve altının değerini konuşalım. Birinci değeri, ödeme aracı olma tarihçesinden gelmekte. 1800'lü yıllara kadar dünyadaki tek genelgeçer takas aracı olan altın, kağıt para çıkana kadar bütün değerini buradan alıyordu. Kağıt parayla beraber bu önem azaldı. Ancak bir gün 3. dünya savaşı çıksa ve pek çok ülke birbirlerinin kağıtlarını tanımamazlıktan gelmeye başlasa... ödeme aracı değeri geri gelir. Bunu İran örneği gösterdi.
İkincisi ise, servet biriktirme aracı olması. Nadir bulunması, hiçbir fiziksel kayba uğramaması, çok çok zor şekilde kimyasal tepkimeye girmesi nedenleriyle altın, insan ticaretinin başladığı günden bu yana iyi bir servet saklama aracı. Bu değer de kağıt parayla beraber biraz azalsa bile, siyah kuğu durumuna karşı altın stoğu yapan yatırımcılar mevcut. Ancak küresel bazdaki biriken sermayeyi düşünürsek, altının payının çok az olduğu açık...
Son olarak: altını sadece demir gibi bir maden olarak görürsek; çıkartmanın maliyeti olan 800 dolar/ons değerini "taban" kabul edip, küresel takı ve maden talebine göre fiyatının dalgalanmasını bekleyebiliriz.
Bu maddelere yüzde vermek herhangi bir insanın harcı değil. Bundan çok daha sade şeyleri bile matematiksel bir gösterimle yapamazken bunu denemek tamamen subjektif tahmine girer.
Dünyadaki altın arzı herhangi bir nedenle çok hızlı artarsa, fiyatı da elbette buna göre ciddi düşüş gösterir. Yukarıdaki maddelerden pek çoğu anlamsızlaşır ve gümüşten bile değersiz bir maden haline gelebilir. Ancak günümüzde bu siyah kuğunun olasılığı bana göre milyarda bir.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/...cirdi-40509716
Ancak arz sorunu olan, üretim maliyetleri döviz kuru kanalıyla tetiklenen, dağıtım kanallarında sorunları olan bir ülkede, ikide bir “ithalat supabı” ile fiyat artışlarının önüne geçmek zor. Tersine böyle sık ve zamansız kullanıldığında üreticiyi üretim kanalından, tüccarı dağıtım kanalından uzaklaştıracak bir araç. Unutmayalım; iç pazarda fiyatları dizginlemek için belirlenen gözetimli ithalat birim değerleri de dolar bazında belirlendi. Dolayısıyla, kur arttıkça bizatihi gözetimli ithalat fiyatının TL değeri de yükselecek; bu da tahıl fiyatlarını yukarı çekecek.
Sn Jondowes,
Detaylı açıklamalar için teşekkürler. Benim bunu gündeme getirme nedenim okuduğum bir araştırmada okyanus suyunda çeşitli coğrafyalarda ve derinliklerde ölçülen altın miktarının 0.5mg/m3 ile 2mg/m3 arasında değişiklik gösterdiği bilgisiydi.Yani yapılan ölçümlerde 0.5mg/m3 ün altında bir ölçüm yapılmadığı idda ediliyordu. Verilen ortalama değer ise 1mg/m3 olarak idda ediliyordu. Bu bilimsel araştırmanın çok fazla derin noktayı bütçesel nedenlerden dolayı kapsayamayabileceğini ben de sizin gibi öngörüyorum.
Ancak bu soruyu yöneltmemdeki asıl neden geniş coğrafi dağılımda çok noktadan alınan numuneler ile ortalama değerin 1mg/m3 olduğu iddasıydı. Bu idda bana mantıklı gelse de arkasında ne gibi bir kapsam olduğunu da bilmemiz güç. Ancak bilimsel olarak teyid edilmesi durumunda teknolojinin şu anda gösterdiği ivmeli gelişme ile ihtimal hesabı yapabilmek çok zorlaşıyor. Yani bu ihtimalin yüksek olduğunu söylemek mümkün olmadığı gibi düşük olduğunu söyleyebilecek yönlendirmelerde yok oluyor. Yani ihtimal hesabının kaba tespitini bile yapamamak ve/veya bu öngörülemezliğin şu anki uzun vadeli altın yatırımcısını etkilememiş olmasını tam çözemedim.
Söylediklerinizle birleştirdiğim güncellenmiş fikrim altının fiyatının tamamen tarihsel bir uzlaşma sonucu ortaya çıktığı ve bu uzlaşmanın taraflarının teknolojik gelişmeler ile oluşacak altın arzının ekonomik olarak öngörülebilir bir süre içinde kısıtlı kalacağına inanmaları. Yani altının değerini belirleyen istatistiki ve bilimsel verilere göre modellenen bir fiyattan ziyade bir inanç. İnanç zaten insanoğlu'nu tarih boyunca yönlendirmiş en kuvvetli ve değiştirilmesi zor bir etken.
evet. bracket'lar ona göre; alabilen de elbette 364 değil 367 gün borçlanır. (bkz: window dressing)
Dünyanın çoğunluğu benim gibi okyanustan yüklü bir altın arzının olma ihtimalini çok uzak ve zor gördüğü içindir ki, altın fiyatına etkisi yok. Şimdilik "TR'de 5 trilyon dolarlık bor madeni var" demek gibi bir şey bu. Shale gazının bile teknolojisi bulunduktan 15-20 yıl sonrasında yeni yeni fiyatları etkileyebildiğini hatırlarsak, yatırımcıların "benim ömrümde etkisi olmaz" bakış açısı daha anlamlı gözükür.