Sayın @jondowes
Gerçek, yalanların türevidir. (Türev filminden, türk filmidir)
Printable View
Sayın @jondowes
Gerçek, yalanların türevidir. (Türev filminden, türk filmidir)
Shortları erken giyen bir insan olarak ders aldığım bir yazı olduğu için paylaşmak istedim. Bold'lar bana ait.
Hala düşüş yönünde teknik bir sinyal oluşmadı..!
10.05.17
Dr. Nuri SEVGEN
Yatırım Finansman Menkul Değerler A.Ş.
Türev Ürünler Müdürü
Borsacılığın ilk kuralıdır; "bilginin en değerli şey" olduğu. Herkes aynı bilgiye hakimse artık o bilginin fiyatlara yansımış olması beklenir. İşte bu nedenledir ki; eski borsacılar, "herkesin bildiği bilgi para kazandırmaz" derler.
Neden mi böyle bir girizgah yaptım? Çünkü temel bilgilerle son günlerde endekste yaşanan coşkuyu anlatmak kolay değil.
Evet, endeks gelimekte olan ülkelerin endekslerine göre görece ucuz kaldı,
Evet, endeks dışı senetlerde hala önemli kar potansiyeli var
Evet, hala küresel ölçekte benzer yapıdaki şirketlerin fiyatları ile kıyaslanamayacak kadar ucuz şirketlerimiz var
ama
hızlı yükselişlerde psikoloji "son alan ben olmayayım" güdüsünü beyne yükler. Bu güdü ile eller AL tuşuna basmak istemez. Bilakis "çok yükseldi, bu sert yükselişin düşüşü de sert olur" bakış açısı ile vadeli endeks kontratlarında short pozisyonların artmasına sebep olur.
Ancak olması gereken bu mudur?
Tecrübelerim göstermiştir ki; sürüye lider olmak yerine sürüyü takip etmek en doğru yöntemdir. Yani piyasa sert de olsa bir yön doğrultusunda giderken ve henüz tam tersi yönde bir görünüm sergilememişken; "nasılsa düşecek, çok hızlı çıktı" fikri ile ilk ben short pozisyon açayım diyenler, 98,000 seviyesinden beri margin call ile boğuşuyor. İşte bu nedenledir ki zararı durdurma (stop-loss) uygulanmadan maliyet düşürücü işlemler (paçal) ile ters yönde pozisyon artırmak, hele de kaldıraçlı piyasada büyük zararlara neden olur.
Nisan ayının sonunda "havalar daha ısınmadı short giymek için erken" tarzında verdiğim esprili mesajın özü işte buydu. Çünkü "piyasa en doğrusunu bilir, ben o piyasayı takip edeyim" demek asıl tavır olmalıdır desturuna inanmış, hatta bu inanışa sahip olmak için de yukarıdaki hatalardan geçmiş biri olarak bu cümleleri yazıyorum.
"Lafı çok uzatma da nereye gidecek BİST30 yakın vadeli sözleşme sen onu söyle.." diyenlere ise; kısa bir teknik yorum vereyim:
Aşağıda BİST30 yakın vadeli sözleşmesinin günlük datalardan oluşan logaritmik eksendeki grafiği var. Bu grafik açık bir şekilde hala bir SAT sinyali vermiyor. "Daha nereye uzaya mı gidecek?" diyebilirsiniz. Ancak kaldıraçlı piyasada spekülatif amaçla işlem yapıyorsanız nereye gideceği ile ilgilenmezsiniz. Ne durumda olduğuna bakarsınız. Şu anda durum düşüş yönünde net bir sinyal vermiyor. Bilakis, yükselişin süreceğine dair görüntüsünü sürdürüyor.
Kırmızı renkli yükselen trend alt bandının (bugün için 117,500) altına inilmedikçe de net bir SAT sinyali teknik olarak ortaya çıkmayacaktır. Bilakis şu andaki görüntü endeksin 121,000-121,500 bandı civarından geçen seviyeyi test edebileceğini gösteriyor. Ancak bu hareket öncesinde her 10.000 puanda olduğu gibi 120,000 psikolojik direncinin baskısı hissediliyor. Bu baskı ile 118,500 seviyesine doğru geri çekilmeler mümkün. Bu geri çekilme de güç toplama olarak algılanmalı, alım fırsatı olarak değerlendirilmelidir.
Ancak ve ancak 118,500'e geri çekilme durumunda potansiyel yükselişe katılım yönünde alınacak pozisyon için yükselen trend alt bandının geçtiği seviyenin altı (bugün için 117,500) kesinlikle stop-loss olarak belirlenmelidir. Bu durumda işiniz daha kolay olacaktır. Çünkü riskiniz baştan belli olacaktır.
Özetle; piyasa bir coşku içinde. Nedenine, nasılına bakmak değil, yönüne uyum sağlamak ya da beklemek gerek. Hala short giymek için hava yeteri kadar sıcak değil. Zira hala yükselişin süreceğine dair genel bir piyasa konsensüsü oluşmadı. Başka bir deyişle; borsanın daha çok yükseleceği herkesin bildiği ve inandığı bir haber haline gelmedi.
https://c1.staticflickr.com/5/4161/3...b0ffde4d_o.png
Gerçek yalanların bir türeviyse, Gerçeklerin zamana göre integrali de yalan+ C gibi bir sonuç çıkarıyor. C türev alırken kaybolduğu için aslında gerçek yalanların türevi dahi olsa çok güçlü bir bağıntı içermiyor, çünkü işlem sırasında önemli bir bilgi C kayboluyor.
İşte bu kaybolan ve çözümleyemediğimiz C belkide hayatın ta kendisi, kendisini yalan ve gerçek arasına gizleyen ve bizi her seferinde şaşırtan hayatın ta kendisi.
Sn. Jon Dowes, geçmiş mesejlarda Londra'da ki TL faizler ile TCMB'nin swap ihalesi açarak orada ki faizi arttırma çabalarını okudum. Merak ettiğim husus kim ne diye Londra'da TL faiz hesabı açar?
Bu hesapların sahibi Türkler değil; yabancı yatırımcılar. Özellikle büyük fonlar. Yüksek TL faizine yatırım yapmanın, TL cinsi bono almanın veya mevduat yapmanın kestirme yolu oradan geçiyor. İstanbul'a gelip hesap açmayla uğraşmıyorlar (bu tüm sıcak para ülkeleri için geçerli). Deutsche Bank Londra ile çalışan mesela, müşteri temsilcisine "bana 50 milyon TL bono al" diyor ve bu şekilde iş yürüyor. Deutsche Bank Türkiye'deki her piyasada işlem yapabildiğinden müşteri taleplerini karşılıyor... Dolar kurunu bu yıl düşüren bu tip hareketler yoğunlaştığında, Londra swap faizleri de hareketleniyor ve İstanbul piyasasından kopabiliyor. TCMB bunu düzenlemek için harekete geçti şubat ayında. Özeti şu: Londra'daki faiz de GLP gibi 12.25 olsun, böylece TL değer kazansın... denildi. beklenen de gerçekleşti. Bu başlıkta 4-5 farklı kez yazdım durumu, geriye dönük okuyabilirsiniz.
Sayın @JonDowes
Aşağıdaki örnekte, Mart ayında alınan Nisan vadeli 2.150 kullanım fiyatlı satım opsiyonunun, kar ve zarar hesabı Nisan ayındaki kur senaryolarına göre hesaplanmış. Hesaplama yapılırken neden; aldığımız günkü kullanım fiyatıyla Nisan ayında ortaya çıkan kullanım fiyatı arasındaki fark üzerinden kar zarar hesaplamıyoruz.
Daha kısaca
Mart ayında alınan Nisan vadeli 2.150 option
Nisan ayında da 2.150 değerinde de midir ?
http://ingilizceogrenmeli.com/wp-con...05/options.jpg
Opsiyon'u future gibi düşünmeyin. "Kullanım fiyatı (hakkı)" ve "kontrat fiyatı veya primi" birbirinden farklı kavramlar. Opsiyon size bir işlemi sabit, belirli bir fiyattan yapmaya "kullanım hakkı" verir. Bu kullanım hakkı değişmez, kaç anlaşılmışsa odur. Ancak bu değer "opsiyonun fiyatı" değildir. Opsiyona ödenen prim = alım fiyatı = 27.1 TL, ilk gün tahsil edilir. Sonraki günlerde bu opsiyonun her gün değişen bir "değeri / fiyatı " vardır. Bu zaman içinde artar veya azalır. Ancak opsiyonu bir başkasına satmayacağınıza göre opsiyonun günlük fiyatının kaç olduğu sizi bağlamaz. Bir future gibi "alım-satım" spekülasyonu yapmak değildir çünkü buradaki amaç; kur hareketliliğinden dolayı oluşacak riski bertaraf -hedge- etmektir.
Özetle: bu opsiyon vade sonunda 2.15'ten dolar satma hakkı verir. O gün geldiğinde kur 2.15'ten düşükse, opsiyon aktive edilir ve işlem geçer. 2.15 ile cari işlem kuru arasındaki fark opsiyon tarafından sağlanmış olur. Böylece opsiyonu satın alan taraf, 2.15'ten cari kura kadar olan farkı bir tarafta (spotta) kaybederken diğer tarafta (opsiyonda) kazanmış olur. İleri tarihli işlemini 2.15'e sabitleme ücreti olarak verilen 27.1 TL geriye bu riski sıfırlamanın maliyeti olarak kalır. Eğer Kur 2.15'ten daha yukarı giderse opsiyon işleme alınmadan iptal olur.
ek not: "opsiyon trade etmek" büyük bir mali güç ve portföy gerektirir. Bireyler opsiyon piyasasında spekülasyon yapamazlar. Çünkü opsiyon fiyatının içinde ciddi bir "zaman primi" vardır. Gün geçtikçe bu zaman primi erir ve opsiyon fiyatı da düşer. Bu yüzden opsiyonları "alım-satım" amaçlı işleme almak oldukça pahalı bir iştir. Bunu daha çok çift yönlü arbitrajlar ile, bankaların türev masaları yaparlar. Aynı anda 2 aylık opsiyon satıp 3 aylık opsiyon alırlar mesela. Tek başına bir opsiyon işlemini trade amaçlı kimse yapmaz. Beklenen getiri çok düşük veya negatif olur. Opsiyonun ana amacı; riski olanlara hedge imkanı vermesidir.
sayın @JonDowes
Simülasyon üzerinde düşündüklerim doğru mudur ?
.................................................. .................................................. .
EUR/$ 1 long aldım 1.0890, çünkü kurun yükseleceğini düşünüyorum
http://ingilizceogrenmeli.com/wp-con...2017/05/01.jpg
Yaklaşık 136.000 $ lık bir işlem yapıyorum. Kontrat büyüklüğü 125.000 $
3.410 $ teminat yatırdım
http://ingilizceogrenmeli.com/wp-con...2017/05/02.jpg
18 dolar neden kar gözüküyor ? kurun 1.0890,'a vurması yada geçmesi gerekmiyor mu ?
http://ingilizceogrenmeli.com/wp-con...2017/05/03.jpg
Pozisyonu 1,0890'dan değil 1,0885'den açmışsınız. 125.000 euroluk bir kontrat büyüklüğü için:
125.000 x 1,0885 = 136.062,50 USD ödeyeceğiniz yazıyor.
Şu anki uzlaşma fiyatı 1,08865 olduğundan, cari pozisyon profit/loss durumu =
( 1,08865 - 1,0885 ) x 125.000 = 1,5 pip x 125.000 = 18,75 USD artıda.
Verdiğiniz emir "1,0890'dan yukarıda olmadığı sürece 1 kontrat al" olduğu için o anki fiyattan gerçekleşmiş. Pozisyon açıldıktan sonra emir limit parametresinin ne olduğunun önemi yok.
@JonDowes
Sütun 5 ve 6 'da yer alan "buy" ve "sell" neye göre 1 yada 0 oluyor ?
"Average price" sütunu ne anlama geliyor ?
http://ingilizceogrenmeli.com/wp-con...17/05/03-1.jpg
.................................................. .................................................. .........
Aşağıdaki işlemde Stop price:1235 yaparak SELL yapıyorum fakat sistem kabul etmiyor.
Nedeni?
http://ingilizceogrenmeli.com/wp-con...2017/05/07.jpg
http://ingilizceogrenmeli.com/wp-con...2017/05/08.jpg
Türkiye’de Enflasyon Dinamikleri: Tarihsel bir Muhasebe (İngilizce)
(A. Hakan Kara, Fethi Öğünç, Çağrı Sarıkaya Ekonomi Notları No. 17/03, 12 Mayıs 2017)
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/conne...konomi+notlari
http://ingilizceogrenmeli.com/wp-con...2017/05/55.jpg
Sn jondowes,
Bankaların kredileri kalitelerine göre çeşitli sepetlerde toplayıp senetleştirebileceklerinden bahsediliyor. Banka senedi adı altında bahsedilen böyle bir durum mudur? . Ekonomi yönetimi tarafından yapılan açıklamalarda, bu senetlerin likidite kontrolü amacıyla tcmb tarafından kullanılabileceği belirtiliyor.
Buradaki kullanmak fiilinden tcmb'nin bu senetleri satın alması mı kast edilmektedir?
Likidite açığı bu şekilde kapatılırsa bu durum bir hiper enflasyona yol açmaz mı?. Likidite açığını tcmb'den bağımsız hale gelecek derecede kapatmak , tcmb'nin enflasyonla mücadele yeteneğini azaltmaz mı?
Tcmb'nin temel para arzında yapacağı böyle bir genişleme yüksek para çarpanı ile kontrolsüzce büyüdüğünde çok büyük bir geniş para arzına neden olmaz mı?
Burada 3 senaryodan bahsedersek.
1- tcmb sorunlu kredileri içeren senetleri satın alırsa
2- tcmb sorunlu olmayan kredileri içeren senetleri alırsa
3- tcmb kısmen sorunlu kısmen sorunsuz kredileri mix şeklinde satın alırsa
temel ve geniş para arzı nasıl değişir, enflasyon ve kura etkisi ne olur?
NOT: geçmişte verdiğiniz yanıtlarda türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde düşük m0,m1, yüksek para çarpanı ve yüksek m3 olduğunu, gelişmiş ülkelerde ise yüksek m0,m1 ve düşük para çarpanıyla nispi düşük bir m3 olduğunu söylemiştiniz. Ekonomi yönetimi tarafından verilen örneklerde bahsedilen senetlerin avrupa ve amerika gibi gelişmiş ülkelerde de merkez bankaları tarafından satın alındığı belirtildiğine göre , tamamen farklı para çarpanına göre çalışan para arzlarına sahip dünyada rezerv paraya sahip bu ülke ekonomilerinde uygulanan sistemin Türkiye'de uygulanması durumunda benzer veya zıt ne gibi etkileri olacağını düşünüyorsunuz?
http://www.bloomberght.com/haberler/...llanilabilecek
Alıntı:
Canikli konuya dair "Bu banka senedi, şartlar oluştuğunda MB'nin sisteme likiedite enjekte etme aracı olarka kullanılabilecek. Yani MB de bunu istediği zaman kullanır. Biz bi araç üretiyoruz, böyle bir destek sağlaması gerektiğinde MB'nin bunu yapacak çok aracı yok. Dünya da bunu yapıyor. ABD ve Avrupa da bunu yapıyor. Gerektiği dönemlerde kullanılmak üzere bu aracı da sunmuş olacağız" yorumunu yaptı.
Hükümetin telkini ile verilen, şimdiden geri dönüşlerinde sıkıntı görünen kredilerin tamamına, enflasyonu azdırma pahasına, güvence kapısı açılmış oldu.
Bu olay FED’in QE programı gibi olur. Aldığı miktara göre likidite açığını kapatıp fazlasına da geçirebilir. Para arzını bu miktara göre arttırabilir. Ancak buradaki büyük sorun enflasyon değil, moral hazard denilen ahlaki tehlike.
Bir kredinin takipte olup olmaması tamamen bankanın opsiyonunda olan bir durum. Banka isterse her tür gecikmedeki krediyi “yüzdürebilir”. Sorunlu kapsamına sokmayabilir. Bu nedenle de “sağlıklı” gözüken kredileri paketleyip seküritize edebilir ve bunu bu şekilde satmayı deneyebilir. Sorunlu-sorunsuz ayrımı yapılmış bir paketi dışardan birisi satın alıp sonra yumurtaların yarısının çürük olduğunun farkına varabilir.
2008 krizini doğuran olay tam olarak buydu. Sorunlu kredileri rating kurumlarından AAA puanı aldırıp yüksek faizle sattılar. Uzun bir anlatımını kriz zamanında şurada yazmıştım.
Üstüne bir de bu paketleri TCMB’nin alması riski katlar. Her tür batığın, 90’lardaki bankaların kamu zararı vermesi gibi, devlet tarafından üstlenilmesine varan bir yol açılmış olur. Bunun kontrol ve denetimi çok dikkat ister, sıkı bir regülasyon olması gerekir.
Büyüme sorunu olan büyük devletlerin 10 yıla yakın süredir yaptığı QE programlarını bize getirmenin gerekçesi “likidite” darlığı olamaz kesinlikle. Atın kuyruğundaki sineği kovmak için atı tüfekle vurmaya benzer. Likidite açığını çözmenin çok daha az riskli ve hızlı yolları da var.
Anlattıklarınızdan kendi kafamdaki düşünceyle birleştirdiğim, bu yöntem likidite açığını kapatmayı amaçlamaktan çok , büyümeyi verimsiz ve belkide kurgusal olarak yükseltmek için enflasyona ve yan etki olarak oluşacak *moral hazard* lara razı olmak, kabullenmek gibi gözüküyor
Zaten asıl amaç atın kuyruğu olarak tabir ettiğiniz likidite açığını kontrol etmek olsa böyle riskli ve sorgulanan bir yola sapılmazdı.
Tüm bunlara paralel olarak likidite açığı neden kapatılmak istenir?
Zira bugüne kadar verdiğiniz örneklerden anladığım kadarıyla likidite açığı merkez bankasının gücünü ve kontrol keskinliğini arttırıcı bir fonksiyon üstleniyor.
Ayrıca likidite açığı kapatılıp artıya geçildiğinde enflasyon yükseliyor.
Likidite açığını kapatmanın kime ne yararı var? (sanal büyüme ve yüksek enflasyon dışında)
(soruyu slogan/sitem olarak sormuyorum, gerçekten likidite açığını kapatıp fazla verdirmenin benim kaçırdığım ufakta olsa populist olmayan bilimsel bir faydası var mı?)
Sayın JonDowes,
Batık kredilerin sağlamların arasına gizlenerek pazarlanması moral hazard ile pek örtüşmüyor. Zira riskli davranış eğilimi ile ilgili görünmüyor. Hükümet güvencesi ile kredileri verirken gerekli özeni göstermemeleri, riskli davranmaları durumu moral hazard ile örtüşüyor.
Adverse selection desek, riskleri nedeniyle kredi almaya uygun olmayanların bankalardan kredi alması, bankaların kredi portföylerinin durumunu açıklamak için daha yerinde olabilir.
Bankaların çürük yumurtaları sağlamların arasına gizleyip satması düpedüz dolandırıcılık olur. Bunları aklı başında kimsenin iyi bedel ödeyerek alacağını sanmam. Çürük yumurta gizli sepetlerin sağlam yumurta fiyatı ile alıcısı şimdiden düşünülmüş.
Bu kredileri size güvenerek verdik, vermiş olduğunuz güvence yetersiz ve bizi zor durumda bırakacak görünüyor, buna bir hal çaresi bulunmalı arayışı karşısında sözkonusu TCMB imkanları sonuna kadar açılmış gibi.
Likidite açığı büyük resmin sadece bir sonucu. Asıl sorun: kredi/mevduat oranında tavana yaklaşılmış olması. Bankalar artık rahat kaynak bulamıyor; mevduatlar yeterince artmıyor. Bu da kredi verme hızını düşürüyor. Bu banka senedi olgusunun ana amacı: bilançolardaki kredileri azaltıp yeni kredilere yol açmak istenmesi. Çünkü zorunlu BES'in bile tasarruf açığını çözemeyeceğini artık anladılar. Bu hem büyüme hızını düşürüyor (çünkü kredileşme hızı artamıyor) hem de diğer kronik sorun olan cari açığın temel sebeplerinden birini oluşturuyor.
Likidite açığını kapatmak para politikasının gücünü azaltır. Ana amaç olarak olmasa da ilk başta yan sonuçlardan biri olarak bunu görebiliriz. Ancak önceki paragraftaki mantık başarılı olursa; kredileşme hızlanacağı için likidite fazlasına dönüşmeyebilir.
sn elma, bu banka senetlerini TCMB alacaksa bu devlet eliyle batıkları (bankaları, şirketleri, kredileri) kamu zararına katlanarak kurtarmak anlamına gelir. Ben buna moral hazard diyorum. Bunun mutlaka batık olan bir krediyi kullanarak dolandırıcılık boyutunda olmasına gerek yok; bir banka müşterisinin hacminin düştüğünü, 6 ay sonra kredilerini çevirememeye başlayacağını öngörebilir. O ana kadar hiçbir sorunu olmayan o krediler 6-12 ay sonra patlayabilir. Banka burada sadece "elle seçme" işlemini kendine çıkar sağlayacak şekilde yapabilir... Buna teknik olarak başka isimler verebilirsiniz ama olayın risk boyutunda özü bu.
Refet Gürkaynak ve Haluk Bürümcekçi gibi çok değerli ekonomistlerin twitter'larından objektif bakış açısını görebilirsiniz (bu belirttiğim 2 ismin yazdıklarıyla aynı fikirde değilsem, mantık hatamı ararım çoğu zaman da fikrimi değiştiririm)
Sn. jondowes detaylı cevabınız için teşekkürler. Verdiğiniz linklerde de tesadüfen bu konudan bahsedilmiş.Ben anlayacağımı anladım.
Bu arada Sn Mehmet Şimşek banka senetlerini tcmb'nin almasının uygun olmayacağını belirtmiş.Basında arada bir yerlerde gördüm.
Hangi düşüncenin baskın geleceğini zaman içinde göreceğiz.
Twitter:
Refet Gürkaynak:
Bunlarla uğraşmayıp Hazine avansını geri getirsinler MB doğrudan Hazine'ye para versin. Nasılsa 90'ları trajikomedi olarak tekrar yaşıyoruz.
Bürümcekçi :
işte şimdi tehlikeli sulara girmeye başladık...
Canikli: Merkez Bankası likidite için bankaların menkul kıymetleştirilmiş kredilerini satın alabilir.
Ben de konuyu açtığınız için teşekkür ederim. Gündeme ilk geldiği anda yazmak istedim ama fırsatım olmamıştı.
Mehmet Şimşek iyi insan... da... çevresi kötü :)
edirne'ye gittiğimizde, illa ki bir fırsat yaratıp sınırın hemen ötesindeki kastanyas'a (kum çiftliği) geçip- mırmır adlı balık restoranına gitmeyi alışkanlık haline getirdik.. herifler çok iyi, hem yemeklerde hem fiyatlarda ve hem de serviste- ve garsonların çoğu türk :)
kapitalist sistemin temeli borç para yaratmaya dayanır, borçluluk yaratmadan refah seviyesini artırabilmiş bir örnek yoktur gelişmiş batı dünyasında.. en gelişmiş ekonomilerin hepsi borçluluğu en yüksek ekonomilerdir.. yani bir ülkede tüketim kapasitesinin artabilmesi ancak borçluluğun artmasıyla mümkündür
türk bankacılık sisteminde fonlamanın temel kaynağı yurtiçi mevduat, wholesale funding çok düşük seviyelerde.. temel kaynak mevduat olunca, bankaların o mevduatı kapma yarışı faizi yüksekte tutan birincil dinamik haline geldi.. oysa büyümeyi tetikleyecek (ister hi-tech, ister inovatif, ister beton ekonomisi olsun) birincil unsur faizin seviyesi.. o yüzden, fonlamanın kaynağını, aşırı rekabet baskısı altındaki mevduata bağımlı olmaktan kurtarmak lazım.. türk ekonomisinin ihtiyacı olan ilk şey; uzun vadeli TL kredilerin makul- küresel ortalamaya yakın- faiz oranlarından sağlanabiliyor olması.. bahis konusu menkul-kıymetleştirme bu amaca yönelik bir araç, ve sistem oturana dek hazinenin destek vermesi gerekebilir.. şans o ki, bütçe dinamikleri bu tür sübvansiyonlara müsade ediyor.. 15 yıl önce kürenin en borçlu hazinelerinden biri iken, an itibariyle %30 kamu borçluluğu/ %1 bütçe açığı--> bunun imkanlarını şimdi kullanmayacaksan ne zaman ??
efendim, TL verilirse, piyasa dolara yürür ?? kgf üzerinden sağlanan enjeksiyonu dolar spekülasyonu için kullanmış olanlara bunun ödetilmesi gerekir.. niye türkiye, yerküredeki en liberal f/x regülasyonlarını uygulamak zorunda olsun ki ? bu işe bir takım sınırlamalar getirilmesi lazım..
Sn Karakemal gelişmiş ülkelerin toplumlarının yarattığı katma değer ve imalat çıktısı ile Türkiye aynı değil. O yüzden bu tür ekonomilerdeki borçlanma dinamiklerini kendi ülkemize model alamayız.
Adam 30 yıllığına 2 milyar dolar para borçlanıyor ama gidip 7nm mikroelektronik devre imalatı yapacak fabrikayı geliştirip kuruyor. Ve bu borcun çıktısı ve verimliliği böyle bir imkana olanak tanıyor.
Türkiye'de insan profilimiz , katma değerimiz ve imalat çıktımız verimsiz ve yenilik üretemiyor. Bu nedenle üretim çıktısını hak etmeyen borçlanma/borçlandırma daha zayıf hantal ve verimsiz büyük firmaların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu firmalar nispi düşük faizle borçlandıkları için aslında normal koşullarda yaşamlarını sürdüremeyeceklerinin farkında değiller.
Yani verimsiz ve düşük teknoloji çıktısı ile düşük faiz ve yüksek borçlanma birleştiğinde yüksek faiz ile oluşacak *filtre fonksiyonu* devre dışı kalıyor. Verimli de verimsizde katmadeğerli de kırk ambar aslında piyasa da tutunamayacakları halde yaşam şansı buluyorlar.
Avrupa ve Amerika gibi ekonomileride verimlilik ve teknolojik seviye oturmuş olduğu için düşük faizin böyle bir uyuşturucu etkisi daha azgözüküyor ya da hiç ortaya çıkmıyor. Yani firmaların üretim çıktıları o denli rekabetçi ve yüksek katma değerli ki düşük faizle dahi olsa verimsiz ve normal şartlarda hayatını sürdüremeyecek bir firmanın orada o ekonomidlerde oluşması istisnai bir durum bile değil.
Bizde ise tam tersine bu tür teşvikler ve hak edilmeyen üretilmeyen para'nın dışarının imalat çıktısı ile oluşan para'nın borç ile transferi piyasada firmaların herhangi bir katma değer yaratmasa da tutunabilmesini ve söz sahibi olabilmesini doğuruyor.
Buna paralel ve bu durumdan etkilenen bir faktör olarak ta katma değerli olmayan çıktı zaman içinde evrimleşerek ranta dönüşmeye başlıyor. Rant bir titan zinciri gibi başka rantları tetikliyor.
Sonuç olarak düşük faiz ve yüksek genel anlamda genel anlamda kötü bir şeydir demiyorum. Sadece ekonomik temellerini kuramamış verimi ve katma değeri düşük ekonomiler için bir kurtuluş yolu olarak görülmemelidir diyorum. Aksine düşük faiz ve yüksek borçlanma ile gelişmiş ve yüksek katma değerli bir ekonomideki etkinin *tam tersine* olumsuz bir etki oluşacağını düşünüyorum.
Size teknoloji ve katma değer satan ekonomilerden aldığınız borç sadece onların verimlerini, istihdamını ve üretim çıktılarını güçlendirecektir. Bu borcun harcanması sırasında oluşan sanal refah artışı ise büyüme ve gelişme olarak algılanmamalıdır.
Acı reçete içilmeden tedavi edilecek hiçbir hastalık yoktur.
Çok değerli makro ekonomik yorumlar var, son derece teknik bir konu paylaşımda bulunanları tebrik ederim dikkatle okuyorum ve bilmediğim şeyler öğrenmemi sağlıyorsunuz.
Benim makro yorumum sizler kadar kompleks değil. Ben diyorum ki bir insan topluluğunun çıktısı, katma değeri o insan topluluğunun kalitesi kadardır. Mesela türkiye ister padişahlık ister başkanlık ister parlamenter sistemle yönetilsin, ister para bassın ister faiz artırsın ister borç alsın ister hiç borç almasın; içinde yaşayanlara gayet orta seviye bir yaşam sunacak ve dünya liginde gayet orta sıralarda kendine yer bulacaktır. Eğitim kalitesi değişip çok değişik bir nesil gelmediği sürece mesela bist 5 senti hiç kırmayacaktır. Paramızı kendi elimizle değersiz yapıp ucuza çalışmak zorunda kalacağız. Hiç bir zaman 25k usd per capita değerler yakalayamayacağız, yakalasak da bizimle aynı ligde oynayan oyuncularla beraber yakalayacağız değeri olmayacak. Özellikle eğitimde son dönemde ingilizce konuşamayan bilkent mezunları, en temel mühendislik bilgisinden yoksun odtü mezunları gibi vahim tabloları da gördükçe malesef orta - uzun vadede iyimser olamıyorum. Ek olarak bu gelen nesil malesef bizleri emekli de edemeyecektir, biriktirin kendinizi kurtarın Amerika dan beter olacağız emeklilik konusunda malesef.
sn Karakemal, olayı özünde şuna indirmişsiniz:
"Kredileşme büyüme sağladığı için her halükarda iyidir. Mevduatlar yetmiyorsa, devlet borçlansın ve banka kredilerini satın alsın."
Buradaki ana sorunu pas geçmiş olursunuz bu mantıkla. Bankaların bulamadığı borç parayı devlet nereden bulacak? İç tasarruflar yetersiz... Havadan gelemeyeceğine göre sadece 2 yol kalıyor:
1) yurt dışından = yeni borçla = cari açık patlaması
2) TCMB'den = para basarak = enflasyon patlaması
(Banka bonolarının; ülkedeki tüm batıkları ve yolsuzlukları TCMB bilançosuna pas etmenin, üzerini örtmenin, faillerini ödüllendirmenin ve daha büyüklerini teşvik etmenin sağlam bir yolu olacağını da tekrar hatırlatırım)
Bunlar, çözüm olarak sunulan şeyin "reel" değil balon bir büyüme olacağının sinyalleri. 90'lı yıllarda GSMH'ımız %50-%80 gibi rakamlarda büyüyordu. Herkes bizi kıskanıyor muydu? Yoksa bu nominal büyüme rakamlarından devalüasyon veya enflasyon oranını düşürüp "reel büyüme" rakamına bakıp, 3. dünya ülkesi olduğumuzu teyit mi ediyordu?
Bahsi geçen, istenen büyüme REEL büyümedir. Bunun finansal düzlemde tek bir yolu vardır: tasarrufları arttırmak. Bundan kastedilen aynı zamanda "tüketimi ve lüksü kısmak"tır. Çünkü ancak bu şekilde sn rxpu'nun bahsettiği "yüksek katma değerli" yatırımlara kaynak yaratılarak üretimin reel değeri arttırılabilir ve sn nosfecagri'nin bahsettiği "beşeri sermaye"nin kalitesi yükseltilebilir. Yoksa nüfus artışıyla veya para arzı artışıyla değil. Fiktif büyüme ortalama refah seviyesini arttırmaz, azaltır. Son 10 yıldır dünya kapitalizmi bize bağıra bağıra "para basarak balon yaratmayın, gelecek nesillerinizin emeklerini çalmak dışında bir şey elde etmiş olmazsınız" diyor. Bu kadar büyük ve güzel örneği görüp de "biz de aynı hataya düşmek istiyoruz" demek statükonun ve oligarşinin kolaya kaçması... Ülkedeki gelir dağılımının giderek bozulmasını önemsemeyip, alt gelirlilerin borçlarını arttırmasına; zenginlerin servetini katlamasına sırf "daha çok iphone satılıyor ve heryerde köprüler yollar yapılıyor" diyerek razı olmak yanlış bana göre. Bugünün ABD'sindeki güvensiz ve hedonist toplumu birebir kopyalamaya çalışıyoruz. Ancak bizim paramız global bir rezerv parası değil; reel bir kriz geldiğinde bizi FED gibi bir libero kurtarmayacak ve 94 ve 2001'i sert şekilde tekrar edeceğiz. Polarize olması için çok çalışılan toplum da ekonomik kriz yaşandığında sosyal patlamaya sebep olabilecek.
Son olarak, Uğur Gürses'in banka senetleri hakkında söylenecek belli başlı şeyleri yazdığı bugünkü yazısını konuyla ilgili herkese tavsiye ederim: Banknot matbaası ile proje finansmanı
Sayın JonDowes,
1- Bankaların güncel sermaye yeterlilik rasyosunu nereden bulabilirim. Internette aradım bulamadım. Eski bilgiler var ve her banka yer almamış...
2- Merkezi Türkiye dışında olan bir bankaya para yatırdık diyelim (Ornek:ICBC bankası) . Paramızın buhar olması için hangi şartın gerçekleşmesi gerekir.
a) Turkiyedeki faaliyetlerinden zarar ederek iflas etmesi
b) Çin'de bulunan merkezin iflas etmesi
c) .....
Bu konuda beni en çok rahatsız eden husus kamunun garanti ve kredi verdiği verimsiz projeler. Kredi ve garantiler dolar cinsinden olmakla beraber devletin ve bireylerin geliri tl cinsinden olduğu için bu bir risk olarak önümüzde duruyor.
Bu risklere ilave olarak öncelikle bu kredilerin satılarak tekrardan kaynak yaratılması ve bu kaynağı tekrardan kamu projelerine yatırılması ve bu sayede büyümenin artırılması gibi bir niyet var ki bu borcun katmerlenmesinden öte birşey değil.
hisse.net kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
selamlar,
1. SYR'ler her bankanın en son çıkan faaliyet raporundan elde edilebilir. 2016 yılık raporlarına bakabilirsiniz tek tek gerekiyorsa. Toplu şekilde ise TBB, BDDK ve TCMB raporlarına bakmalısınız.
2. Bir bankanın sermayesinin yabancı olması, işleyişini etkilemez. Yabancılar da dahil her bankanın mevduatları ve rasyoları günlük olarak BDDK'ya raporlanır. Bahsettiğiniz risk için "kar transferi" ile yurtdışına kaçırılması ilk akla gelen ancak en ihtimali düşük olan yol. Çünkü BDDK buna izin vermez. Çin'deki merkezin iflası da hiç etkilemez (Fortis ve Finansbank-NBG örneklerini hatırlayınız: merkez batarsa Türkiye'deki girişimini satar parasıyla borçlarını öder). Daha olası yollar ise; bankanın çok fazla batık kredi vermiş olması ve sermayesini eritmesi; ve bunun da ileride banka şubelerine mevduatçıların koşturması ile oluşan "bank run" olayına dönüşmesi (Türkçesini bulamadım)
Haklısınız. Her gün "serbest piyasa"nın nimetlerinden, girişimcilik ve özgürlükten bahsedip; her şeyin garantisini ve risklerini kamuya mal etmek nedense garipsenmiyor. Yüksek getiri için risk yaratanın, o riskin kötü sonuçlarına da katlanması gereken ilk ve belki de tek mercii olması gerektiği açık halbuki. FED'in kapitalizmi kurtarması esnasında ortaya çıkan "privatize the profits, socialize the losses" ("kar girişimcinin, zarar kamunun") kavramı bizde de geçerli.
Çok teşekkürler Sn. JonDowes.
Bir ihtimal daha var..oda ölmek mi dersin..:)
Böyle bir ihtimal çok çok çok zor ama yinede Allah korusun diyelim..
c) Ülke iflas ettiğinde yabancı bankadaki tüm dövizler(mevduatlar dahil) yurtdışına transfer edilir..ha içerisi o durumda ne olur o ayrı bir konu..örnek Arjantin..
hocam 90'lardaki sistemi net olarak hatırlıyorum, bugünkü dünyayla pek alakası olmayan bir dünya idi.. 90'lara dönüyoruz- çok yanlış olur' tarzı yorumlar (uğur'un yorumu) aceleci ve yüzeysel.. anladığım kadarıyla ziraat bank'ın altyapı projelerine verdiği kredilere ilişkin bir satınalma talebi gelmiş yurtdışından, ve sonra ekonomi yönetiminde bu kredilerin seküritize edilmiş halinin tcmb tarafında satın alınmasının bir likidite yönetim enstrümanı da olabileceği fikri oluşmuş.. bi kere, amerika'nın yeniden keşfi değil, bilinen ve yaygın olarak uygulanan bir yöntem..
türk banka sisteminin an itibariyle tıkandığı nokta; yegane kredi kaynağının yurtiçi yerleşiklerin mevduatı olması- bunun sınırlı ve çok rekabetçi olması- neticeten kredi faizlerinin dünya rekoru düzeyinde tecelli etmesi değil mi ?? ekonominin ihtiyacı olan upgrade- yani teknolojik/inovatif yatırımlar- daha ziyade kobi'ler eliyle olacağına göre ve bu kobi/start-up habitatı için birincil teşvik düşük faizli fonlama olduuğndan hareketle, kredi faizlerinin düşürülmesi (en azından dünya rekoru seviyeden-EM ekonomileri ortalamasına kadar) birincil ve en önemli yapısal reform.. uzun vadeli/makul faizli fonlama en önemli mevzuu, bu kesin.. hem rxpu'nun belirttiği yüksek katma değer, hem nosfeçağrı'nın vurguladığı beşeri sermaye gelişimi için en kritik ve en elzem faktör normal faizli ve uzun vadeli yerel para cinsinden fonlama altyapısı..
efendim, TL likditesi piyasa dolara hücum eder ?? insanlık tarihinin en liberal f/x koşullarını uyguluyorsan, elbette döviz spekülasyonu her daim masadaki opsiyonlardan biri olur.. sen niye bu denli liberal olmak zorundasın ki ? gel, benim parama istediğin gibi hücum etme opsiyonlarını tanıyorum sana her türlü limit var demek, ne demeye gelir ? esas konuşuması gerekn mevzuu- bu spekülasyonun masasının limitlerini nasıl daraltırız .. niye bu hiç konuşulmuyor ??
mesela 19/0/02/2001 kriz günü merkez bankasının piyasaya likidite vermemesi (çünkü o dönemki imf stand-by anlaşmasının kriteri tcmb iç varlıklar kalemi idi, asla interbank'a likidite vermemesi üzerine kuruluydu) krizin ekonomiyi vuruş şiddetini on kat falan arttırmıştı.. o gün merkez bankalara TL verse idi, kriz çok daha kontrollü ve çok daha az hasarlı atlatılabilirdi.. rivayet odur ki, başkan r.saraçoğlu likidite sağlamaya karar vermişken, 2.başkan s.serdengeçti 'olmaz, bizi yüce divana gönderirler' diyerek engellediği- oysa likidite açığı olanlar ziraat başta olmak üzere kamu bankaları idi, 3-4 milyar TL civarı bir rakamdan ibaretti..
24-ocak-1980 kararları o dönem için kürede rastlanmayan bir ticari liberalleşme idi.. ekonomi kaldıramadı zaten, 10 ay sonra askeri darbe oldu, süngü zoruyla hayata geçebildi.. 1989- 32 sayılı kararname yine kürede örneği olmayan derecede bir finansal liberalizayon idi, bu değişiklik 3 yıl sonraki finansal krizin altyapısını kurmuştu (bizdeki 1994 krizi, 1997 asya krizinin ön gösterimi gibiydi) türk ekoonmisi ve finansal sistemi esasen bir laboratuar gibi kullanıldı, 3.dünyadaki liberalleşme/ve buna bağlı kriz altyapıları bağlamında bir laboratuar.. artık londra'nın dikte ettiği akılları biraz olsun sorgulamak gerekmez mi ??
Sn Karakemal
Ziraat bankasının ya da herhangi bir türk bankasının kredilerinin paketlenip yurt dışı yatırımcıya satılmasına hiç kimsenin itirazı olamaz. Destekte bulur. ancak iş tcmb'nin bu paketlenmiş kredileri herhangi bir şekilde almasına gelirse bu işin rengi değişir. Bu monetizasyon olur. Dolar 3.94TL ye çıktığı ay dahi 3 milyar doların üzerinde cari açık verdik.Üstüne birde tcmb kanalıyla ek TL yaratırsak bu felaket olur. Bu şekilde oluşacak ek enflasyonu bu halk kaldıramaz.Ezilir.
Bizlerin belirtmek istediği sınırsız para yaratma hakkına kanunen sahip olan tcmb'nin böyle bir çarkın içine kesinlikle sokulmaması gerektiği. Bu sefer bunu toparlamak 1994 teki kadar kolay olmaz.
Katma değerli imalat kredi vererek değil pisa eğitim performans sonuçlarımızı düzelterek olur. (Fen ve matematik dallarında sonuncu olmaya devam ediyoruz). Bugün dünya yüzeyinde para ile satın alınabilecek/yaratılabilecek kalıcı bir katma değer eko sistemi kalmamıştır.
Dünya üzerinde son 10 yılda katma değer sağlayan buluşlara bakın, toplumların refah düzeyini arttıran teknolojik kalkınmaya, beşeri insan profiline bakın bunların düşük faizli ve uzun vadeli krediler nedeniyle mi olduğunu düşünüyorsunuz?
sn Karakemal, yazdıklarınızın büyük kısmı mevcut ideolojinin alametifarikası... Cari açığı veya TCMB bilançosunu patlatmanın bana göre elle tutulur bir yanı yok. Bankacılık ve para sistemini A'dan Z'ye iyi bildiğimi düşünüyorum bu nedenle bu "yaldızlı reklamlar" beni kesmiyor. Herkes de kendine göre bu konuya bir bakış açısı geliştirmiştir, belli katılıkları değiştirmenin yolu yok. Hem bundan, hem de objektif biçimde tartışamayacağımız için başka bir cevap vermeyeceğim, bu başlıkta siyasete girmiyorum.
Sayın @JonDowes
Tabloda bir hesaplama hatası var mı ?
http://ingilizceogrenmeli.com/wp-con...IMG_0473-2.jpg