Sayfa 44/999 İlkİlk ... 3442434445465494144544 ... SonSon
Arama sonucu : 7985 madde; 345 - 352 arası.

Konu: Dolarda Yükseliş Kaçınılmaz V

  1. Sinyale gerek yok açık açık söylüyor işte, daha ne olsun. Türkiyenin meclisi yok, halk iradesi yok, bu ülketi kim hangi rejimle yönetiyor şu an. Adı bayrağı ve anayasanın ilk maddeleri dışında Türkiye Cumhuriyeti nden geriye kalan ne var.

     Alıntı Originally Posted by ekfuture Yazıyı Oku
    Erdoğan şeriat uygulaması sinyalleri veriyor. Suriye ile toplumu mesgul etme politikası iflas edince eski-yeni bir enstrüman gerekiyordu zaten.

    Cuhmurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6. Din Şûrası Kapanış Programı'nda yaptığı konuşmada İslam'ın sadece belli mekanlara veya haftanın belli günlerine ayrılmış bir olgu olmadığını, hayatın tümünü kuşatan bir kurallar bütünü olduğunu dile getirerek "Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz. Özellikle dini hayattan tecrit eden belli kalıplara belli davranışlara hapseden dogmatik anlayışlara itibar etmeyeceğiz." dedi.

    Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkan diğer başlıklar şöyle:
    'Müslümanlar manipülasyona açık hale geldi'

    Şura kararlarının kapsamlı istişareler sonucunda ortaya çıkmış olmasını önemsediğini belirten Erdoğan istişarenin bir peygamber geleneği olduğunu ve Müslümanların şura geleneğini ayakta tuttukça başarıdan başarıya koştuklarını belirterek sözlerine devam etti:

    "Son iki asırda yüzleştiğimiz pek çok sıkıntının gerisinde şuraya hak ettiği değerin verilmemesi vardır. kendi meselelerini özgürce konuşmayan Müslümanlar maalesef başkalarının yönlendirilmesine kimi zaman da manipülasyona açık hale gelmiştir. Ne yazık ki İslam ümmeti zamanla bir araya gelme, sorunlarına müşterek çözüm üretme platformlarını da kaybetmişlerdir. Bugünlerde pek çok konuda eksikliğimizi görüyoruz."
    'Müslümanca yaşamakla emrolunduk'

    Çıkar eksenli yaklaşımların İslam ümmetini ortak bir paydada buluşmaktan alıkoyduğunu ileri süren Erdoğan kişisel kavgalarını Müslümanlara verebileceği hiçbir şey olmadığını savundu ve şunları söyledi:

    "Diyanet İşleri Başkanlığımızdan örnek olacak bir süreç yönetimi bekliyorum. Heyet bu 37 madde kararın kronolojik olarak hassasiyetle takibini yapmalı. Bizim inancımızda din sadece belli mekanlara haftanın belli günlerine hasredilmiş bir olgu değildir. İslam, hayatımızın tüm alanlarını kuşatan, kucaklayan ve kurallar, yasaklar manzubesidir. Yaşantımızın her anını düzenleyen bir dine inanıyoruz. Ömrümüzün sonuna kadar Müslümanca yaşamakla emrolunduk.

  2. #346
     Alıntı Originally Posted by JAS Yazıyı Oku
    Başına vurmuş desek sanki daha doğru olur.
    Azgın teke modunda gördüm ihtiyarı
    69 mu yok daha neler. Bu yıl mı? İmkansız.Bozguncular ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu?

  3. Uzun, ama bir solukta okunuyor..

    SUÇLU ?

    Hepimiz..

    Nazilli'dek İpek Hanım Çiftliği sahibi Pınar Kaftancıoğlu' ndan güncel bir alıntı;

    2005'ten beri hemen her hafta bir şeyler yazdım. 14 sene deseniz kabaca, 52 haftadan 728 yazı eder.

    Bir sürü de röportaj verdim sorular kimden gelirse gelsin. Konferanslar şunlar bunlar derken kelimenin tam anlamı ile "Bin kez" anlattığımı söyleyebilirim sanırım. Olanları, olmuşları, olabilecekleri... En az 500 yazıda anormal tarımsal ilaç kullanımını, kalıntıyı, temizlemenin imkansızlığını, denetimdeki kısıtları, kimseyi dinlemeyen çiftçileri ve yetersiz analizleri de anlatmışımdır.

    "Ispanağa neler oldu?" sorusunun yanıtı... "Bugüne kadar olan ne ise o oldu". Tek fark bu kez ölçü biraz kaçmış benim anladığım. Normalde üç kiloya basılan ilaç bir kiloya basılınca işte... Ama daha ilginç şeyler var.

    Ispanaktan zehirlenmeler başlamadan önce bu ıspanağı üreten çiftçiye, tarladan alıp hale getiren tüccara, halden alıp dağıtan firmaya, satıldığı markete sorsa idiniz "Var mı bunun kontrolü?" diye alacağınız yanıtlar üç aşağı beş yukarı aynı olurdu. "Efendim elbette, düzenli analizlerimiz, beş ayrı noktadan alınan numunelerimiz, güvenilir çiftçilerimiz, uzman gıda mühendislerimiz, belgelerimiz, damgalarımız" şu bu... İyi de madem her şey bu kadar denetimli, harika idi; neden insanlar zehirlendi?

    "Dul avrat otundan", yanıt bu.

    Türkiye'nin 6 bölgesinde, hastanelere 165 kişi başvurdu. Tam da aynı hafta, 165 farklı hanede 165 farklı kişi ıspanaktan yaban otunu ayıramadı ve zehirlendi. Bu şaşırtıcı tesadüf hakkında ne söylesem karşıma yeni bir dava olarak gelecek ki bence başımda yeterince var. "Öyledir, doğrudur" diyeyim.

    Ancak bir şey var ki hak yemek istemem. İlçelerdeki tarım müdürlüklerini suçlamak doğru olmaz. Ciddi ciddi her danışlanla ilgilenirler. Her soruya yanıt verirler, çiftçiye ölçü, ölçek öğretirler, tavsiyelerde bulunurlar. Dinleyen var mı? Yok. Sorun burada. Herkesin başına bir polis, onların başına da birer polis dikemezsiniz.

    İstanbul'da mısınız? Örneğin, Ömerli Bölgesi'ne yakın mısınız?

    Yanıtınız "Evet" ise bir ricam olacak...

    Bu bölgede genel olarak sertifikalı tarım yapılır. Çünkü içme suyu tedarik edilen baraj bölgesi... Bir kısım da konvansiyonel tarım var alanda. Lütfen gidin buraya. Burada tarım yapan çiftçilerin arazilerinde ufak ufak depolar, bahçe evleri filan olur. Bir bahane ile birine girin. "Çocuğun altına bir bakayım", "Müsaitse bir tuvalete gireyim" filan... Girdiğinizde oralarda bir yerlerde dolaplar göreceksiniz. Açın kapağını, sonra da bir fotoğraf çekin, gördüğünüz tuhaf isimleri Google'da aratın. Benimle de paylaşırsınız. ��

    "Neden yapılıyor?", "Neden bu kadar herbisit atılıyor?" derseniz de; aşağıdaki yazı 2018'in başlarından... İçinde yanıtların olduğunu sanıyorum.

    "Geçtiğimiz yaz... Çiftlikte köy tipi bir ofisim var benim. Orada çay - kahve içeriz ziyaretçilerimizle, gelenler bilir... Manisa - Alaşehir'den genç bir kız geldi oraya. İşte sohbet etmek, haddime değil ama benden biraz akıl almak, şu bu... Şu anda da okuyordur eminim bu satırları, darılmaca, gücenmece yok... Yanlışı görmezden gelmek hiçbir işe yaramıyor. Görmek ve düzeltmek gerek...

    Genç kızın babası, Alaşehir'de çekirdeksiz üzüm üreticisi. O bölgedeki tarımdan konuştuk. Çekirdeksiz üzümde dehşet verici ölçülerde kullanılan tarım ilaçlarından, damla sulama ile verilen glikozdan filan. Babası da aynı şekilde yetiştiriyormuş. Attığı ilaçlardan baba da hasta olmuş bu arada.

    Dedim ki, "Neden böyle yapıyorsunuz bu tarımı?"; "Bölgenin gerçeği bu..." gibi bir şey söyledi. Tam hatırlamıyorum sözcükleri, yalan olmasın ama ağırlığı maksimize etmek, üzümün üzerinde böcek lekesi vesaire bırakmamak zorunda olduklarını anlattı. Halci jargonu ile yazacak olursam, turfanda, yani sentetik olarak glikoz ile tat verilmiş birinci sınıf üzüm hasat etmeleri gerekliliği... Ürün turfanda girdiğinde fiyat bir misli artar. Olay sadece paraya bağlanıyor sizin anlayacağınız...

    Bilmediğim gerçekler değil kızın anlattıkları. Şaşırmadım yani, ama bozuldum hafiften. Bilen de bilir beni, dan dun konuşurum pek çekinmeden. Dedim ki, "Peki bu işin vicdani yönü ne olacak? Neticede çekirdeksiz kuru üzümleri en çok sevenler, tüketenler de ufacık çocuklar... Ben babanı iyi ve iyiyi hak eden biri olarak göremiyorum.". Bu kez de genç kız bozuldu haliyle... Bana söylediği şu oldu, noktasına virgülüne dokunmadan: "Benim babam, evet, sağlıksız tarım yapıyor. Bunun nelere sebep olacağını da biliyor ama babam esasında çok iyi bir insandır. Çünkü bunları beni İstanbul'da okutmak için yapıyor.". Dedim ki, "Pes!". "Muhakeme bu, izan bu, netice bu.".

    Aklı başında bir ülkede, ancak kamera şakası olarak sunulabilecek her şeyin bizde tamamen gerçek olması, dahası kanıksanmış olması bir bana mı tuhaf geliyor..?

    Geçtiğimiz hafta içinde de Eğirdir Gölü'ne dair bir belgesel izledim. Dalgıçlar göle dalıyor, çekiyorlar, sümüksü bir madde dibi kaplamış, göldeki yaşamın %80'i yok olmuş, kalan %20 balık ise tutuluyor. Satılıyor. Yeniliyor. Şuursuzluğun çok ötesinde, adeta bir delilik hali... Temel sebep gölün çevresinde yapılan elma yetiştiriciliği. Daha doğrusu elma ağaçlarını senede 30 kere ilaçlayan vicdan yoksunu üreticiler, toprağa sızan ve gölü besleyen yeraltı sularına karışan zehir... İzlerken vallahi beynim zonkladı. Pamuk yığınlarında uyuyan çocukların zirai ilaçtan ölmesi mi dersiniz, Fethiye'de portakal ilaçlıyorum derken onkoloji servislerine yığılan çiftçileri mi... Antalya seralarında domates tarımı yapıyorum derken tünelin sonundaki ışığı görenleri mi ya da..?

    Çiftçi masum değil. Çiftçi ne yaptığını biliyor. Çiftçi bunu zoraki yapmadı - yapmıyor ve hiç kimse bunu çiftçiye zorla dayatmıyor. Çiftçinin önüne "Vicdan mı yoksa daha çok para mı?" diye bir soru geliyor ve çiftçi gayet ne yaptığının farkında olarak, sonuçlarının gayet farkında olarak seçimini yapıyor. Yeni de değil. 1950'lerden beri...

    DDT'yi hatırlarsınız. En yoğun uygulanan bölge Adana idi. DDT - BHS karışımının binlerce tonu uçaklardan atıldı. Arılar, böcekler, fareler, kuşlar... Her şey bu tozlama altında can verdi. Oysa kurdu yiyen böcekler, böcekleri yiyen kuşlar, böcek yumurtalarını yiyen fareler, fareleri yiyen yılanlar derken muhteşem bir ekolojik denge sürüyordu. Toprak bereketli idi ve ilaca ihtiyaç olduğuna dair hiçbir emare de yoktu. Aç gözlülük ile, daha çok ve daha çok para hırsı ile hepsi alt üst oldu.

    Aynısı Karadeniz'de oldu. Karadeniz halkı önceleri devletin sübvanse ettiği fındık kurdu ilacına itiraz etti. Zirai mücadele memurlarını tarlaya sokmadı. İlaç atılınca arılar, böcekler, sonra böceği yiyen her şey ölüyor dediler. Korkmuşlardı. Sonra desteklemeler, bir yandan Türk fındığına ilgi, bir yandan artan fındık talebi, yükselen fiyatlar filan derken ne olduysa oldu, üreticiler vicdan ve cüzdan arasındaki seçimi kolayca yaptı. Fındık kurdu ilacına, hem de hamuduyla geçiş yapıldı. 1986'da Çernobil de buna mum dikti ve benim Karadeniz fındığı ile işim o gün bitti. Ne oğlum Can, ne kızım İpek; Karadeniz fındığı yemedi. O günden bugüne de, ilaç kullanımı Karadeniz'de hiç azalmadı. İsmi değişti, formülü değişti ama ilaçlama aşkı hiç değişmedi. Şimdilerde ağaç altlarında round-up kullanılıyor. Toprağı kızartan da odur. Bu paragrafa Karadeniz üreticilerinden birkaç kınama, bir - iki de dava gelecektir, gelsin. Tepkiyi doğru yere yöneltmelerini tavsiye ederim. Zehirlenmeyi reddediyor olduğum için suçlu ben olamam sanıyorum..?

    İlaçlama her yerde, her bölgede devam etti. Ege'de önce tütün ilacı başladı. Tütün bitti. Söke Ovası'nda pamuk ile start verildi. Şimdilerde de pamuk yerine tamamen GDO'lu mısır kaynıyor bu bölgeler. Yoğurttan süte, bisküviden baklavaya her şeye zerk olup sizi - bizi hasta ediyor. Fethiye'de, Antalya'da, Mersin'de, Gümüldür ve Seferihisar'da zırıl zırıl narenciye ilaçlaması en vahşi hali ile ilerliyor. Yavuz Dizdar ve arkadaşlarını zehirleyen portakalın hikayesini okumuşsunuzdur... İşte o durum...

    "E ne var? Tarım ilacı her yerde kullanılıyor." diyorlar. Kısmen doğrudur. Örneğin çok verdikleri "Avrupa'da da kullanılıyor..." örneği gerçektir. Ama çok önemli farklar vardır. Tarım ilacı, Avrupa'da reçete ile verilir. Adam o sene kaç adet marul diktiğini ilgili devlet kurumuna bildirir ve bu devletçe denetlenir. Sonra devlet bir hesaplama yapar, dikilen marula göre tam gelecek ölçüde tarım ilacı reçetesi yazar ve çiftçiye verir. Çiftçi bu reçete ile ilacı temin eder ve reçeteye uygun biçimde kullanır. Üzerine fikir yürütmez. Kural ne ise kurala uyar.

    Bizde, tarım ilaçlarının ölçüsü Türk çiftçisine emanettir. 100 litre suya 10 gram atılacak diyelim. 10 gram, bizim çiftçinin gözüne elbette az görünüyor. Bakıyor ilacın bidonu da üç para bir şey... Yallah boca... Hasattan belirli bir süre önce ilacın kesilmesi kuralı imiş bilmem ne imiş... Onlar Avrupa işi...

    DDT, böcekler üzerindeki güçlü toksik etkisi ile 1948'de Nobel ödülü aldı. Hayvanlar için son derece tehlikeli olduğu ve doğadaki besin zincirini bozduğu anlaşılınca da 1970'lerde yasaklandı. Yasaklanışından 10 sene kadar sonra nihayet bizim de aklımız başımıza geldi ve bizde de yasaklandı. Ancak kasabalarda DDT'nin yasaklandığı anonsu geçince zirai ilaççılarda ne kadar DDT varsa çiftçi tamamını topladı. Üçer senelik daha stok yaptılar. Hala da merdiven altı, benzer formüller ile devam ediyor. Topraktan derelere, denizlere karışıyor. Denizde tutulmuş balıkta dahi çıkıyor.

    Dört koldan ilaçlanıyoruz. Dört koldan zehirleniyoruz.

    Pamuğa zehir giriyor; atlet, tulum, iç çamaşırı, gömlek giyiyoruz zehirleniyoruz. Tahıla atılıyor, ekmek olarak sofraya geliyor, zehirleniyoruz. Meyveye atılıyor, sebzeye atılıyor, o kadarı da yetmiyor, toplanıyor, parafinleniyor, azotlanıyor, klimalardan mantar ilacı atılıyor... Şaka gibi... Zehirleniyoruz. İşler çığırından fazlası ile çıktı ki artık herkesçe bilinsin, yüksek sesle konuşulsun isterim. Devletin regülasyonlarını, üreticinin vicdan kıstaslarını filan beklemekle bu iş olmuyor. Bir şeyin pazarda talebi varsa, buna ne devlet, ne de vicdan engel oluyor. Çünkü bu işin temelinde tüketicinin, yani "parayı verenin" talebi yatıyor.

    Böceğin hasar vermediği pırıl pırıl yeşillikler, bir koca torbanın bir tanesine bile kurt girmemiş elmalar, sineksiz marullar, asla böceklenmeyen pirinçler, unlar, bakliyatlar tercih etmenin anlamı böcek ilacı yemeyi tercih etmektir. Kural aslında bu kadar basittir. Marulun arasından çıkan salyangozu bahçeye bırakır, sineklenmiş brokoliyi sadece akan suyun altında kolayca temizlersiniz ama tarım ilacını asla temizleyemezsiniz. Bedeninize girer, birikir, birikir, bir sınırı aşar ve bedeniniz artık kaldırmaz hale gelir. Kolon CA ve özellikle löseminin etkin sebebi tarım ilacı kalıntısıdır. Düşünerek, ama gerçekten çok düşünerek atın adımlarınızı. Her şeyi sorun, sorgulayın, araştırın, anlatılanlar ile yetinmeyip kendi doğrunuzu bulun ve bunu paylaşmaktan hiç korkmayın. Acı ve iç karartıcı olsa da, gerçeği duymaktan da öyle..."

  4.  Alıntı Originally Posted by Konvertor Yazıyı Oku
    Bu konusmanin neresi elestirilecek bisey..
    Musluman olanlar icin gayet guzel bir aciklama..

    Redmi Note 8 cihazımdan hisse.net mobile app kullanarak gönderildi.
    Bir müslüman hayatının merkezine dinin hükümlerini koyabilir, kimsenin bu seçimine diyecek bir lafı olmaz. Ama bir cumhurbaşkanı bu lafı ediyorsa toplumun hepsine kendi bakış açısıyla dini dayatmaya çalıştığı düşünülür. 17 yıldır millete dayatılan doğmalar yüzünden ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan çöküşün eşiğine geldik, daha gidecek yolunuz kalmadı zaten.

    Bu saatten sonra bizi kurtaracak yol, akıl ve bilimden geçer. Ateistin ya da başka bir dinden vatandaşın değil müslüman olanın da ihtiyacı olan budur.
    - - - - - - - - - -- - - - -- -- - - - - - - - - -
    Winter is coming...

  5.  Alıntı Originally Posted by GKl Yazıyı Oku
    Sinyale gerek yok açık açık söylüyor işte, daha ne olsun. Türkiyenin meclisi yok, halk iradesi yok, bu ülketi kim hangi rejimle yönetiyor şu an. Adı bayrağı ve anayasanın ilk maddeleri dışında Türkiye Cumhuriyeti nden geriye kalan ne var.
    Kibarlık olsun diye sinyal demiştim zaten, malum şahsa bir mesajımda din tüccarı dediğim için 3 gün ceza aldığımdan yoğurdu üfleyerek yiyorum. Saygılar..





    ..
    Son düzenleme : ekfuture; 28-11-2019 saat: 20:00.
    - - - - - - - - - -- - - - -- -- - - - - - - - - -
    Winter is coming...

  6. #350
    bu memlekette 50 çeşit dinden adam yaşıyor
    her dine saygılıysanız mantar gibi cami yaparken 3-5 de kilise yapın 1-2 de sinagog yapın da göreyim dine saygınızı katalitik konvektörler
    69 mu yok daha neler. Bu yıl mı? İmkansız.Bozguncular ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu?

  7. #351
    12 aralık 'ta merkez bankası faiz kararı var. mr erdoğan ın söylemleri ışığında yine bir indirim kararı gelmesi imkansız değil.. 100-150 baz puan mesela.. ancak yurtdışı büyük oranda tatil havasında olacak o tarihlerde.. ocak ayına kalabilir portföy bağlamında tepkilerin gözlenmesi..kartlar yeniden dağıtılacak.. Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkeler (EM) yabancıların stratejilerinde nasıl yer alacak göreceğiz..
    It is not because things are difficult that we do not dare, it is because we do not dare that they are difficult. (Seneca)

  8. #352
    bugün bu aptalca kanal istanbul procesi yine gündeme getirildi.. hala vazgeçmemişler..özünde bir emlak projesi ancak halka "boğazlarda güvenlik" gerekçesi ile pazarladılar.. "icraat" yapmış olmak için ucube bir şey yapılacak yine.. tipik bir yağmalama..ülkenin zenginliklerini..ve gelecek nesiller ciddi bir borcun ve bu sorumsuzluğun neden olacağı ekonomik yıkımın etkisinde olacaklar.. bazen ne yaparsanız yapın cehaletle mücadele çok zordur..
    It is not because things are difficult that we do not dare, it is because we do not dare that they are difficult. (Seneca)

Sayfa 44/999 İlkİlk ... 3442434445465494144544 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •