yukselc
Köy Enstitüsü
by
, 11-05-2020 at 13:09 (5800 İzlenme)
Rahmetli babam Savaştepe Köy Enstitüsü mezunu. İlkokul öğretmeni. Babasının tüm ısrarlarına rağmen öğretmen olmayı seçmiş, sınavlara girmiş, okulu bitirerek öğretmen olmuş. Babamın babası, yani dedem sekiz kez evlenmiş, evlendiği yedi eşini de hacca götürmüş, boşadığı eşlerine farklı köylerden ev ve arazi satın alarak bağışlamış, boşadığı her eşini her ay ziyaret edip aylık geçimini sağlayacak şekilde altın veren birisi. O zamana göre varlıklı birisi yani.
Zaman zaman babamla birlikte sınıfa girer, ders dinlerdim. Üçüncü yaşımın sonunda okur yazar olmuştum.
Çocukluğumun beşinci yaşına kadar dedemi tanıma fırsatım olmadı. Nasıl olsun ki, babamın askerliği gelip çatmış, yedek subay olarak Hatay, İskenderun’a ailece hep birlikte askerlik yapmaya gitmişiz. Balıkesir ili Susurluk ilçesine dönüp yerleştiğimizde beş yaşını doldurmuştum. Gayet net hatırlıyorum. Yıl 1960. Asker yönetime el koymuş. Dedem çıkageldi. Tanıştım rahmetliyle. Meğer yedinci eşini de boşamış, sekizincisiyle evlenecek. Babama söylemeye gelmiş. Oğulları, kızları ne derse sanki dinleyecek. Sekizinci kez evlendi dedem. Sekizinci eşini de hacca götürecekken vefat etti.
Yedi yaşımda Susurluk İnebey İlkokulunda okula başladım. Okur yazardım. Dersler sıkıcı geliyordu. Fırsat buldukça gazete okur, bulmaca çözmeye çalışırdım. Masal, hikaye kitabı okumak mı? Basit geliyordu. Fırsat buldukça kütüphaneye gider o yaşta ansiklopedi karıştırırdım.
İlkokul dördüncü sınıfa geldiğimizde dediler ki, müfredat değişti. İlkokul 4 ve 5. Sınıflar sosyal bilgiler, fen bilgisi dersi de görecekler. Meğer okulumuz deneme okulu olmuşta yeni uygulanacak Milli Eğitim Sistemi bizim üzerimizde deneniyormuş. Neler olmadı ki. Amerika’dan gelen süt tozlarından yapılan sütleri de içtik, beslenme için verilen aralarda sapsarı Amerikan peynirleri de yedik. Bereket yılda bir kez de olsa Yerli Malı haftası yapılıyordu da yerli mallarımızı daha yakın tanıma fırsatımız oluyordu. İlkokulda okuduğum beş yıllık zaman zarfında her yıl farklı bir sosyal kolda görev yaptım.Fen dersi en çok ilgimi çeken dersti, Ne deneyler yaptık o yaşlarda bir bilseniz.
Beşinci sınıfı bitirdikten sonra askeri okulun, öğretmen okulunun vb. okulların giriş sınavları yapılıyordu. Babam öğretmen okulu sınavı dışında hiçbir okulun sınavına girmeme izin vermedi. Savaştepe Öğretmen Okulu sınavını kazanmıştım. Kaydımızı yaptırdık, taahhahütname de imzaladık. Altı yıl yatılı olarak okuyacağız. Mezun olunca öğretmenlik yapacağız, devlete çalışacağız, istifa etmeyeceğiz yani. Eğer yüksek tahsile devam edersek? O soruyu yöneltiyordum. Babam susturdu. Kendisinin mezun olduğu okuldaydı. Bazı devre arkadaşları mezun olduğu okula yüksek tahsillerini yaparak öğretmen olarak dönmüşlerdi. Beni kendi döneminin devre arkadaşlarıyla tanıştırdı. Yani bana öğretmenlik yapacak öğretmenlerle.
Yazıldığım şubedeki öğrenciler pırıl pırıl insanlar. Bu arada okulumuz karma eğitim öğretim veren bir okuldur.Her biri ayrı bir cevher. Farklı yetenekler var. Hepsiyle can ciğer olduk. Mezun oluncaya kadar her birimiz diğerimizin öğretmenliğini yaptı. İnanır mısınız bilmem ama biz sınıfımızda farklı bir uygulama yapıyorduk. Anlamadan,anlatmadan hiçbir konuyu geçmiyorduk. Herkes başarılı olduğu ders/derslerde diğer arkadaşımızı yetiştiriyordu. Aldığımız notlar bir çok öğretmenin dikkatinden kaçmamış. Merak etmişler. Dördüncü sınıfa gelinceye kadar ayni şubemiz firesiz devam etti.
Dördüncü sınıfı okumak için okula döndüğümüzde, dediler ki, öğretmen okulları 7 yıl oldu. Fen bölümü, sosyal bölümü diye iki bölüme ayrıldı, almanca ve İngilizce yabancı dil olarak derslere eklendi. Seçin bakalım. Dördüncü sınıf değişiklikleri kader mi olmuştu? İlkokul da ayni durum başıma gelmişti. Hani biz altı yıl okuyacaktık? Altı yıl üzerinden taahhahütname de imzalamıştık.
İlgi alanım içinde fen bilimleri yabancı dil olarak ta almanca bulunuyordu. Almancayı seçme nedenlerimden birisi de, o yıllarda Almanya ya çalışmaya giden işçi sayımız çoğunluktaydı. Olur ya yüksek öğrenime devam edersem almanca bölümünü seçer, belki Almanya da öğretmen olarak görev alabilirdim. Almanca tercihim o zamana göre belki doğru seçim gibi durmaktaydı. İngilizceyi yabancı dil olarak seçseymişim daha doğru bir seçim yapmış olacaktım. 3 yıl okulda yabancı dil olarak almanca okudum,yazdım. Kelime dağarcığımız öylesine gelişmişti ki, sinemaya grup olarak gittiğimizde yada yolda aramızda almanca konuşur, biraz da çevreye hava atardık.Yazılı sınavda 9 alırsam itiraz eder, branş öğretmenizle sınav kağıdını birlikte okur, tekrar not değerlendirmesi yapardık.Atlayıp vermediği puanı alırdım. İngilizceyi okumak, yazmak çok sonraki yıllarda üniversitede nasip oldu. Hem öğretmenlik yaptım hem de açık öğretimde okudum. Branşımda diplomamı aldım. Yetmedi lisans ta yaptım.
Babamdan gizli üniversite sınavına katıldım. Yazın sonuçları aldım. İstanbul’ da Dil ve Edebiyat Fakültesi Almanca Öğretmenliği bölümünü kazanmıştım. Sonucu babama açıkladığımda tayinin çıksın, kararnameni al, git göreve başla, köyü tanı, köylüyü tanı, milleti tanı ki millet olasın. Milletine sahip çık, sahip çık ki milletinde sana sahip çıksın. Devleti tanı, devlette görev yapanları tanı ki devletine sahip çıkasın. Devleti tanı ki devlette sana sahip çıksın. Benim okuduğum okulda boşuna mı okudun dedi. Kıramadım. Babam çünkü. Evlat babanın sırdaşıymış, babada evladının sırdaşı. Vazgeçtim, kayıt yaptırmaktan. Zonguldak il emrine tayinim çıkmıştı. Gittim.
Her öğrenci nöbetleşe farklı kollarda görev alıyorduk. Okulumuz öyle genişti ki, bir çok dersliği, atölyeleri, müzik odaları, fen laboratuvarı, biyoloji laboratuvarı, kütüphanesi,hamamı, çamaşırhanesi, reviri, kooperatifi,kütüphanesi,sinema salonu,lokalleri,çamaşırhanesi, fotoğrafhanesi, yemekhanesi,kız erkek ayrı ayrı farklı uzaklıklarda yatakhaneleri,futbol sahası,barfiksler,beden eğitimi salonu, çok geniş erzak deposu,fırını,terzihanesi,hatta meşhur çınar altına yakın bir yüzme havuzu,her ders için ayrı ayrı sınıflar.
Öğrenciler olarak biz sınıfları,atölyeleri, vb bölümleri dolaşırdık. Branş öğretmenlerimiz kendi sınıflarında derslerine girerlerdi. Ayrıca çok geniş bir çiftliği bulunuyordu. Büyükbaş, küçük baş, kümes hayvanları,arıcılık, geniş uygulama tarım alanları,çeşit çeşit meyve ağaçları, hatta orman arazisi bulunmaktaydı. Çomaklı çiftliği yörede tanınır, bilinirdi. Özetle her şeyi yetiştiriyorduk. Elbise dikmesini de, ekmek yapmasını da, yemekhanede nöbetçilik yaparak arkadaşlarımıza hizmet etmesini, en alasından yemek yapmanın inceliklerini, elektrik,su tesisatçılığı, marangozluk, araç onarımı hasılı fırsat eğitimciliği vardı. Hayatta neler gerekli olacak ise bir çoğu öğretildi. Yaparak, yaşayarak,yaşatılarak öğretildi. Okulda okurken Türkiye’ deki tüm elçiliklere mektuplar yazdım. Ülkeleriyle ilgilendiğimi, ülkelerini tanıtan, kitap, broşür, dergi ne varsa istedim. İnanın o yıllarda elçiliklerden şahsıma o kadar çok ülkeleriyle ilgili, kitap, dergi, broşür geldi ki şaşırırsınız. Faydası ne mi oldu. Japonya elçiliği o yıllarda okulumuza bir görevli gönderdi, depremle ilgili bir çok bilgi sahibi yaptı okulumuzdaki öğrencileri. Tatbikatlar yaptırdı. Gecenin bir vaktinde alarmlar çaldırdı, en kısa zamanda yatakhaneleri terk etmeyi, çıkamayanların nerelere saklanması gerektiğini öğretti. Daha ileri giderek yangın tatbikatları da yaptırdı,bizler uykulu uykulu iken. Öğretmenliğim sırasında Japonya elçiliğinden görev yaptığım okula bağışlar kazandırdım, ayrı bir konu.
Sonra okulun adı Savaştepe Anadolu Öğretmen Lisesi olarak değiştirildi. Okulumuzun mezunları her yıl okulda buluşurlar, hasret giderirler. Okulu birkaç kez bende ziyaret ettim. Ancak mezunlar buluşmalarına katılmak kısmet olmadı.
Dördüncü, beşinci ve altıncı sınıfları geçtiğimizde hemen evlerimize dönmüyorduk. Bir ay kadar okulda kalıyor, okulun yıpranmış yerlerini, demirbaşlarını onarıyor, gerekiyorsa boya badana işlerini yapıyor gelecek seneye hazırlıyorduk. Şu anda dahi kullanılan beton yollarını,basketbol sahalarını bizler yaptık. Anıttepeye fıstık çamlarını bizler diktik. Yöre halkı için bir geçim kaynağı oldu.
Sonrasında bir ay deniz kenarında izci liderleri ve öğretmenlerimiz eşliğinde kamp yapardık.
Okuldan mezun olurken o yıl okuduğumuz 26 dersten yazılı, bazılarından sözlü sınav verdikte öyle mezun olduk. Yok öyle borçlu geçmek, Ya geçersin ya da kalırsın.
Müzik derslerinde mutlaka ya flüt yada mandolin gibi bir enstrüman çalacaksın. Okulda kemanlar, kuyruklu piyano, farklı sazlar bulunuyor. Ancak öğrenciler flüt yada mandolin çalacaklar. Ben ne anlarım porteden, sol anahtarından, fa anahtarından, bemol müş, diyez miş, bir dörtlük,iki dörtlük,dört dörtlük, sekizlik,on altılık,altmışdörtlük değerlerden. İlk okulda müzik derslerinde şarkı, türkü söylemişiz. Nota mı görmüşüz? Ya da bir müzik aletimi kullanmışız. Nerde? Daha ilk derste müzik defterimize tahtada yazılı notaları baka baka yazdık hepimiz. Öğretmenimiz Almanya’daki okullarda dersler vermiş birisi.
Müzik öğretmenimiz iyi çalışın haftaya derste çalacaksınız. Dinleyeceğim demez mi? Resmen sözlü yapacak. Hiç birimiz portedeki notaların yerlerini bırak değerlerini dahi bilmiyoruz. Mandolin elimize yabancı, elimiz mandoline.
Pena tutmasını bile kıra kıra zar zor öğrenmişiz. Bir de sözlü olacağız. Her arkadaş farklı çözümler üretti. Güzelde çalıyorlar.
Bu arada hafta içinde ders öncesi sabah bir saat, son dersten sonra bir saat, akşam yemeğinden sonra bir saat etüt çalışmaları var. Cumartesi öğlene kadar ders yapıyorduk. Bir zilimiz var, kısa tren rayı, çam ağacına asılı, zil nöbetçisi zamana göre kalın demirle raya vurur, çıkardığı ses ilçeden duyulurdu.