Yuliana Dlugaj 🇷🇺🇨🇳🇰🇵
@DlugajJuly
It is time for an honest discussion about Turkey’s role in destabilizing the Middle East.
Erdogan’s foreign policy began as a bold, rebellious, neo-Ottoman vision—an ambitious attempt to restore Turkey’s influence over former Ottoman territories. However, this vision was eventually co-opted to serve Western interests in the region. What proved intolerable to the West, however, was Erdogan’s growing hostility toward Israel, exemplified by incidents like the Mavi Marmara crisis.
The turning point came in 2016. On a fateful night, Erdogan found himself on the brink of elimination during the coup attempt. Forced to plead with his people over FaceTime—appearing like a character pulled from a bad parody—he narrowly escaped an assassination attempt by commandos at his resort in Marmaris. That night, the old Erdogan died.
The message from the West was clear: opposition to Israel’s agenda was unacceptable. Erdogan capitulated almost immediately. Since then, his resistance has been reduced to little more than hollow rhetoric. His behavior over the past 13 months underscores this transformation. Despite fiery speeches, Turkey continued to supply oil to Israel without interruption, and Erdogan has worked to undermine Assad—one of Israel’s staunchest adversaries in the region.
Critics are right to point out that the United States and Israel benefit most from these developments. Yet, their success would have been far harder to achieve without Turkey’s willing participation. Turkey has become a hub for militant state-sponsored Islamism, with its influence stretching from Syria through Central Asia to China’s Xinjiang region.
It is Turkey that targets so-called “Turkish brother nations” with a toxic blend of radical Islamism, revisionist history, pan-Turkism, and victimhood propaganda. This strategy not only extends Turkey’s influence but also radicalizes individuals, turning them into tools for Western geopolitical objectives. The infamous Crocus terrorist attack in Moscow, for instance, was traced back to Turkish training camps.
Meanwhile, the jihadis left festering in Idlib have been unleashed once more, spreading chaos across Syria as they did a decade ago. This chaos is not incidental—it is cultivated, supported, and funded by the Turkish state. Under Erdogan, Turkey has become the world’s largest state sponsor of terrorism, a willing accomplice in advancing the U.S. Empire’s objectives in the region.
The rest of Erdogan’s posturing is mere theater—smoke and mirrors designed to deceive only those still willing to believe in a dream that has long since died.
From Moscow to Beijing, it’s time to face this reality.
tarafından İngilizce dilinden çevrildi
Türkiye'nin Ortadoğu'yu istikrarsızlaştırmadaki rolü hakkında dürüst bir tartışmanın zamanı geldi.
Erdoğan'ın dış politikası, cesur, asi, neo-Osmanlı bir vizyon olarak başladı; Türkiye'nin eski Osmanlı toprakları üzerindeki etkisini yeniden tesis etme yönündeki hırslı bir girişim. Ancak, bu vizyon sonunda bölgedeki Batı çıkarlarına hizmet etmek için benimsendi. Ancak Batı için tahammül edilemez olan şey, Erdoğan'ın İsrail'e karşı artan düşmanlığıydı; Mavi Marmara krizi gibi olaylarla örneklendirildi.
Dönüm noktası 2016'da geldi. Kaderin bir cilvesi olan gecede, Erdoğan darbe girişimi sırasında kendini yok olmanın eşiğinde buldu. Halkına FaceTime üzerinden yalvarmaya zorlandı -kötü bir parodiden alınmış bir karakter gibi göründü- ve komandoların Marmaris'teki tatil köyündeki suikast girişiminden kıl payı kurtuldu. O gece, eski Erdoğan öldü.
Batı'dan gelen mesaj açıktı: İsrail'in gündemine karşı çıkmak kabul edilemezdi. Erdoğan neredeyse hemen teslim oldu. O zamandan beri, direnişi içi boş bir retorikten biraz daha fazlasına indirgendi. Son 13 aydaki davranışları bu dönüşümün altını çiziyor. Ateşli konuşmalara rağmen, Türkiye İsrail'e kesintisiz petrol tedarik etmeye devam etti ve Erdoğan, İsrail'in bölgedeki en sadık düşmanlarından biri olan Esad'ı baltalamak için çalıştı.
Eleştirmenler, ABD ve İsrail'in bu gelişmelerden en çok faydalandığını belirtmekte haklılar. Ancak, Türkiye'nin gönüllü katılımı olmadan başarıya ulaşmaları çok daha zor olurdu. Türkiye, Suriye'den Orta Asya'ya ve Çin'in Sincan bölgesine uzanan etkisi ile militan devlet destekli İslamcılığın merkezi haline geldi.
Sözde "Türk kardeş milletleri"ni radikal İslamcılık, revizyonist tarih, pan-Türkizm ve mağduriyet propagandasının zehirli bir karışımıyla hedef alan Türkiye'dir. Bu strateji yalnızca Türkiye'nin etkisini genişletmekle kalmaz, aynı zamanda bireyleri radikalleştirerek onları Batı'nın jeopolitik hedefleri için birer araç haline getirir. Örneğin, Moskova'daki kötü şöhretli Crocus terör saldırısının kökeni Türk eğitim kamplarına dayandırılmıştır.
Bu arada, İdlib'de çürüyen cihatçılar bir kez daha serbest bırakıldı ve on yıl önce yaptıkları gibi Suriye'de kaos yarattılar. Bu kaos tesadüfi değil; Türk devleti tarafından besleniyor, destekleniyor ve finanse ediliyor. Erdoğan yönetiminde Türkiye, dünyanın en büyük terör destekçisi devleti haline geldi ve ABD İmparatorluğu'nun bölgedeki hedeflerini ilerletmede gönüllü bir suç ortağı oldu.
Erdoğan'ın geri kalan tavırları sadece bir tiyatrodan ibaret; çoktan ölmüş bir rüyaya inanmaya istekli olanları aldatmak için tasarlanmış bir duman ve ayna oyunu.
Moskova'dan Pekin'e, bu gerçekle yüzleşmenin zamanı geldi.
Yer İmleri