-
1911 Yemen'de Osmanlı yerel Jandarma askerleri
-
1899 Çin Boxer ayaklanması




1899 yılının kasım ayında başlamış, 7 eylül 1901 de sona emiştir. Bu ayaklanmanın amacı Çin deki tüm yabancıları dışarı atmaktır, Osmanlı devleti de ayaklanmayı öğrenince Çin e bu yüzden heyet göndermiştir.
Boxer cemiyeti 1870 yılında gizlice kurulmuş dinsel nitelikli bir örgüttür. 1894 yılında Çinliler savaşta Japonlara kaybedince, Çinliler Japonlara bir çok ödünler verdiler. Bu ödünlere sinirlenen, Rusya, İngiltere ve Fransa da Çin in önemli ticari bölgelerini işgal ettiler ve Çin i parçaladılar.
Bu gelişmeler üzerine dinsel nitelikli kurulan Boxer cemiyeti de, Çin deki yabancıların etkinliklerine karşı mücadeleye başlamış, sarayın da hoşgörüsünü kazanmıştı.
1900 lü yıllarda o zamanın etkin devletleri ABD, İtalya, Fransa, İngiltere, Japonya, Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan sekiz devlet ittifakı kurarak 54 bin kişilik orduyla Tianjin e çıkarma yaptılar. Donanımsız ve eğitimsiz on binlerce Boxer taraftarı köylü hayatını kaybetti.
14 ağustosta Pekini işgal eden bu devletler, Yasak Şehri yağmaladılar. Çin e çok yüksek tazminatlar yüklediler, son taksidi 1940 da bitecek olan bu tazminatı Çin'in ödeyecek gücü yoktu. Ancak, aşırı tazminat Avrupa'nın yaygın bir sömürü ve baskı taktiğiydi. Çin, bu borcu ödemek için Avrupa devletlerinden yine borç alacak ve Avrupa'nın daha çok etkisi altına girecekti.
-
29.03.1979 Uganda'da İdi Amin rejimi askeri darbeyle devrildi.

Uganda'nın kuzeyindeki Kakwa kabilesinden gelen Amin, 1946'da İngiliz sömürge ordusuna bağlı Afrika Kraliyet Tüfekli Birliği'ne (King's African Rifles - KAR) katıldı. İngilizlerin Kenya'daki Mau Mau Ayaklanması'na (1952-1956) karşı giriştiği harekatta görev aldı. 1951-60 yılları arasında Uganda ağır sıklet boks şampiyonluğunu elinde tuttu. Ayrıca ünlü bir ragbi oyuncusuydu.
Uganda'nın 1962'de bağımsızlığına kavuşmasından önce subay rütbesi alan birkaç Ugandalı askerden biri olan Amin, ülkenin yeni devlet başkanı ve başbakanı Apolo Milton Obote ile yakın dostluk kurdu. 1965'te Zaire'deki ayaklanmacılarla kurduğu ilişkinin skandala yol açması, 1966'da ordu ve hava kuvvetleri komutanlığına getirilmesini engellemedi. Obote ile arasının açılması üzerine 1970'te bu görevinden alındı.
İktidarı 25 Ocak 1971'de Devlet Başkanı Obote'nin bir gezi için Singapur'da bulunduğu sırada, askeri darbe yaparak devlet başkanı ve silahlı kuvvetler başkomutanı oldu. 1972'de Uganda'da yaşayan bütün Asyalıların (özellikle Hintler) 90 gün içinde ülkeyi terk etmelerini sağlayarak onları sınırdışı etti. Onların yerine ülkedeki Müslüman azınlığı ve akrabalarını, Hintlerden kalan üretim araçlarının başına getirdi. Uganda'yla İsrail arasındaki ilişkilere son vererek Libya ve Filistin'in yanında yer aldı. Bu duruma tepki olarak 1973'te ABD ve 1976'da İngiltere Uganda'daki temsilciliklerini kapattılar. 1976'da da kendisini ömür boyu devlet başkanı ilan etti. Genellikle aşırı milliyetçi bir tutum takındı. Temmuz 1976'da Filistinliler tarafından kaçırılan ve içinde İsrailli ve başka Yahudi yolcuların bulunduğu bir Fransız yolcu uçağının Uganda'ya inmesine izin vererek olaya doğrudan karıştı. İsrailli özel kuvvetlerin düzenlediği operasyonda biri dışında tüm rehinelerin kurtarılması İdi Amin'in prestijini büyük ölçüde zedeledi.
Ekim 1978'de Tanzanya tarafından desteklenen Uganda Ulusal Kurtuluş Ordusu adlı gerillaların saldırıları başladı. Sonunda 13 Nisan 1979'da isyancı gerillalar başkent Kampala'ya ulaşmadan önce, ülke dışına kaçtı. Önce Libya'ya geçti, ardından Suudi Arabistan'a yerleşti kısa bir süre sonra eşlerinden ikisi ve 22 çocuğu da yanına yerleşti.
1989'da gizlice Uganda'ya geçmek üzere geldiği Zaire ile Uganda arasında krize yol açtı. Kongo hükümeti Amin'i Uganda'ya teslim etmeyi reddetti ve Suudi Arabistan'a dönmesini sağladı.
İdi Amin, hayatının geri kalanında Uganda'ya dönmesine izin vermesi için Uganda Devlet Başkanı Yoweri Museveni'ye yalvardı. Amin, 16 Ağustos 2003 tarihinde, Cidde'de, hastanede öldü ve Cidde Ruwais Mezarlığına gömüldü.
-
30 Mart 1856 Paris anlaşması ile 1853 yılında başlayan Kırım savaşı sona erdi.

Esasında Osmanlı-Rus savaşıdır. Ancak Birleşik Krallık, Fransa ve Piyemonte-Sardinya'nın Osmanlı tarafında savaşa dahil olmasıyla, Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla verdiği bir savaş halini almıştır.
-
İngiliz Coldstream Muhafız Alayı askerleri Haydarpaşa yakınlarında Kırım'a gitmek için beklerken 1854
-
1854 General Thoumas'ın Edirne Anıları

General Thoumas Fransız ordusunun Kırım savaşına giderken bir süre konakladıkları Edirne de Aydın Türk lerin kendilerine iyi gözle baktıklarını, Fanatiklerin ise kendilerine imansız gözüyle sert bakışlar attığını belirtiyor,Bulgarlar ve Katolikler Fransızları şevkle kabul edip alkışlıyor,Rumlar ise Fransızların parasını alıyor ama Rusların gelmesini arzuladıklarını yazıyor ve bir öngörüde bulunuyor, Biz bu gün (1854 yılı) Rusların buralara gelmelerini engelleyebiliriz ama mutlaka daha sonra gelecekler.. diyerek 1877-1878 Rus savaşı sonrası Edirne nin 1829 yılında olduğu gibi tekrar işgal edileceği kehanetinde bulunuyor..
"Birliklerimiz Edirne de sansasyon yarattı. Zırhlı süvariler halkı dev adamlar gibi etkilediler. Dağ bataryaları yerli katırlardan iki kat yüksek ve güçlü katırlarıyla büyük sükse yaptılar. Edirne de çok az Türk askeri kalmıştı ve bütün ordu Tuna da olduğundan onlar da şüphesiz yedeklerdi. Bu adamlar, her ne kadar giysileri genellikle eski olmakla beraber oldukça iyi niyetliydiler ama subayları çok kötüydü. Halkın nezdinde hiç saygı görmüyor gibiydiler ve yetkililer onlara çok kaba davranıyorlardı. Bir Rumeli paşası geçerken hemen ayağa kalkmadıkları için bir Türk jandarması tarafından sopayla dövülenlerini gördüm. Bu birlikler Saray adasının orta yerindeki muazzam büyük bir kışlada yerleşmişti.
"Geçen gün, Paşanın mâlikhanesinin avlusunda içine su katılmış süt satmağa çalışan fakir bir köylü gördük. Testisini boşaltıp kırdılar. Kavaslar onu yere yatırdılar ve sopalarla döverken yüzüne de çizmeleriyle tekme attılar. Bir başka seferde, sokaklarda toplu bir geri çekilme ya da kaçışa şahit oluyorduk. Yangı çıktı sandık. Hiç de öyle değildi. Paşa şehre dönüyordu. Onun geçtiği güzergâhta paradan daha çok sopa atıldığı biliniyordu. Yangından bahsetmişken, geçen gün bizim kampın yakınında bir tane gördük. Yatmak üzereydik, aniden bizi parlak bir ışığın aydınlattığını ve alevlerin göğe yükseldiğini gördük. Bizim yanan eve girmemizi engelledilerse de kapıyı kırdık ve içeriye girdik: Kimseler yoktu. Evdekiler karılarının kaçmalarını sağlamış ve hepsi kurtulmuş, alevleri evi alevler yutsun diye bırakmışlardı. Su olmadığından, aynı şekilde boşaltılmış yan evi yıkmakla yetindik. Herşey bitince polis müdürü yanında on kadar kavasla geldi ve çengel ve kancalarla bizim yaptığımızı yapmağa başladılar. Çünkü yangın durumunda başvurdukları tek taktik ateşin işini bitirmesinden yana olmaktı. Bu yardım gelmekte hep gecikiyor. Uyuyan Türkler, yalan söyleyen Rumlar, İşte ülke buydu !
"Dışarıda kadınlar paket gibi sarılı dolaşıyorlar. Sadece gözleri ve burunlarının ucu görülüyor. Başörtüleri yüzlerinin alt kısmında dört, beş kez katlanmış ama atlarımızın üstünden, geçenlerin göremeyecekleri düşünülen pencerelerine göz attığımızda, çok güzel giysiler, işlemeli kısa korseler, ayak bileğinde sıkılmış geniş pantalonlar, vs. gördük. Yahudiler çoğunlukla çok güzeller ama başlarından yere kadar inen uzun beyaz yün başörtüsünün örttüğü bir çeşit geniş top yüzünden gülmeden seyredilemeyecek kadar gülünç görünüyorlar. Rumlar ve Ermeniler çekici ve edalı.
"Küçük bir tepeyi aşmak için dört nala kalktık ve aniden aynen Fransa dakiler gibi bir Çingene kampının ortasına düştük. Çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan, hepsi neredeyse tamamen çıplak, yumuşak hatlı siyah ve bronzlaşmış vücutlarını kızgın güneşe sermiş en az iki yüz kişiydiler. Anında etrafımızı çevirdiler ve birçok kadın atlarımızın koşumlarını tutarak ellerini bize uzattılar. Ceplerimizdeki bütün bozuk paraları savurarak bu pitoresk ve delice kalabalıktan kurtuluyor ve atlarımızın terkisine sert kırbaç darbeleri vurarak ve ters yöne döndürerek dört nala kaçıyoruz.
"Aydın Türkler bize burada iyi gözle bakıyorlar: Ruslar ı yendikten sonra onlara medeniyeti öğreteceğimizi umuyorlardı. Fanatikler, Avrupa tarzını kabul etmeyi reddedenler (fes, tünik ve pantolon) ve eski tarzlarını (türban ve kürk) muhafaza edenler bize imansız gözüyle sert bakışlar atıyorlar ama Rus korkusuyla şimdilik tahammül ediyorlar. Bulgarlar, Katolikler bizi şevkle kabul ediyorlar. Rumlara gelince, paralarımızı ceplerine indirmekten mutlu oluyorlar ama Rusların gelişinden sonra rahatlıyorlar, bizim yenilmemizi arzuluyorlar ve Roma ayininde toplarımızı ateşlememize kızıyorlar. Ne Türkler, ne de Rumlar bu ülkeyi idare etmeyi beceremezler. Bugün Ruslar'ın buraya yerleşmelerini engelleyebiliriz. Ama mutlaka daha sonra gelecekler ve bunu arzu ettiklerine inanıyorum.
NOT: İlgimi çeken bölümleri alıntıladım. O dönemi merak edenler için okunabilecek kalitede bir kitaptır.
-
1854 Balaklava Savaşı
İngilizlerin Büyük Yalanı, Türk Askerinin Kahramanlık Destanı "Hafif Süvari Alayı Hücumu"
600 İngiliz askerinin öldüğü iddia edilen ve İngiliz tarihine bir efsane şeklinde geçen Balaklava Savaşında ölenlerin aslında Türk askerleridir. İngiltere de kamuoyunun desteğini sağlamak için savaşla ilgili her şey çarpıtılmıştır.
İngiliz tv kanallarında yayınlanan "Battlefields Detectives" yani savaş alanları detektifleri programında, kendi generallerinin sahte raporlarını ispat ettiler.
Savaş alanları detektifleri, savaş arazisinde elektronik detektörlerle aramalara giriştiler ve Türk askerlerine ait çok sayıda kalıntıyı ortaya çıkardılar. Türk askerlerine ait olan düğmeler, 1830 yılında İstanbul da basılmış Osmanlı paraları ve yine Türkler tarafından kullanılan tophane işi denilen toprak ağızlık parçaları, Balaklava Savaşının bilinenlerden başka şekilde yaşandığı yolunda kuşkular yarattı.
savaş alanları detektifleri vardıkları sonuçtan oldukça şaşkındılar ve 150 yıl önceki savaşın kayıtlarının tahrif edilmiş olması üzerine araştırmalarını genişlettiler. Londra ya dönüşlerinden sonra zayiat kayıtları da tek tek elden geçirildi ve Balaklava da öldüğü söylenen 600 askerin sadece 120 sinin can verdiği, diğerlerinin ise sağ salim İngiltere ye dönmüş oldukları ortaya çıktı.
Araştırmaların tamamlanmasından sonra, dört bölüm olarak yayınlanan programda bütün bu gerçekler tek tek anlatılıyor. Türk askerlerinin ümitsiz bir savunma yaptıkları söyleniyor. Hadiselerin nasıl değiştirildiği anlatılıyor. Türkler in kaybını umursamamamız bir yana, yaralılarımızı bile onlara taşıttık ama kayıplarından hiç söz etmedik deniyor.
Konu ile ilgili olarak geçen yıl (2016) yüklemiş olduğum video ektedir.
Videonun özellikle 38:48 saniyesinden sonra başlayan bölümü Türk askerinin cesaretini ve savaşa katkısını açıkça göstermektedir.
Son düzenleme : metin; 30-03-2017 saat: 20:10.
-
1917 Haydarpaşa Faciası



6 Eylül 1917′de Haydarpaşa, cehennemi yaşadı. Suriye Cephesi’ndeki Dördüncü Ordu’ya asker, silah ve cephane götürmek üzere harekete hazır bekleyen bir trenle, yolcu dolu bir banliyö treni ateş aldı. Gar harabeye döndü. Yüzlerce insan öldü.
İmparatorluk başkenti İstanbul’da büyük korku ve dehşet yaratan, yüzlerce insanın ölümüne yol açan olay, Saatler 16.30′u gösterirken, kentin Anadolu yakasındaki büyük patlamayla birlikte, toprak sarsıldı, kimi yerlerde binaların camları kırıldı, sokaklardaki insanlar, korku içinde, kaçacak yer aramaya başladılar. Hemen herkesin zihninde aynı soru şekilleniyordu:
Neydi bu patlama?..
Birinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla sürdüğü günlerdi. O sıralarda İngiliz savaş uçakları, sık sık İstanbul semalarında beliriyor, birkaç yere bomba attıktan sonra uzaklaşıp gidiyorlardı. Bu nedenle, önce patlamanın İngiliz uçaklarının attığı bombalardan kaynaklandığı sanıldı.
Ama ilkinden 7 saniye sonra duyulan ikinci bir patlama, ortalığı yeniden sarstı ve bunu, daha küçük çapta infilaklar izledi. Biraz cesaretlenip sahillere çıkanlar, gördükleri manzara karşısında dona kaldılar. Haydarpaşa alev alev yanıyor, her patlamayla birlikte, çevreye taş ve toz bulutu yağıyordu. Binaya ayrı bir güzellik katan sivri kuleleri uçmuş, çatısından yükselen alevler aç bir canavar gibi önüne gelen yeri tutmaya başlamıştı.
Haydarpaşa, cehennemi yaşıyordu
Cephane stoklarının peş peşe infilakı, her geçen dakika, ölü sayısını artırıyordu. Yangın iyice yayılmış; ambarları, silo ve diğer küçük binaları da etkisi altına almıştı.
Kadıköy’de korku ve panik
İlk patlamayla birlikte Kadıköy’de, özellikle sahil kesiminde tüm evlerin camları kırılırken, sokaktaki insanların üzerlerine yağmur gibi, irili ufaklı taşlar, ahşap vagon parçaları yağıyordu.Kadıköy Çarşısı’nda alışveriş yapanlar, kendilerini bir anda böylesi bir felaketin içinde bulunca, can havliyle çevredeki binalara sığınmaya çalıştılar. Bu kargaşa içinde, ayaklar altında kalıp ezilenler de oldu.
Birer şarapnel gibi ortalıkta uçuşan taş parçaları, yalnız Kadıköy’de değil, olay yerine bir hayli uzaktaki Kuşdili Çayırı’nda bile yaralanmalara yol açtı. Örneğin Kuşdili Çayırı’nda sevgilisiyle kol kola gezmekte olan gümrük komisyoncusu Dimitri, acı bir feryatla yere yığılmış, yüzü gözü kan içinde kalarak bayılmıştı. Daha sonra hastanedeki tedavisi sırasında, bir mermi parçasının yanağını parçalayarak dilini kopardığı ortaya çıkacaktı.
Patlama şehrin her yerinde halk arasında paniğe yol açmıştı
Korkunç patlamalar yalnız Haydarpaşa ve Kadıköy’de değil, şehrin hemen her kesiminde duyulmuş, halk arasında paniğe yol açmıştı. Olay sırasında denizde sefer halinde olan gemilerdeki yolcular arasında da büyük panik yaşanmıştı. Köprü-Kadıköy seferini yapan bu gemilerden birinde bulunan ve patlamanın kaza sonucu meydana geldiğini iddia eden Alman doktor Wilhelm Feltman, yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:
“6 Eylül 1917′de öğleden sonra saat 3 ila 4 arasında, tanıdığım bir Türk subayıyla birlikte Galata Köprüsü’nden vapurla Asya sahilindeki Kadıköy’üne geçiyordum. Bu subay, bana bir yerde cereyan eden ateş düellosuna ait uzun bir hikayeyi anlatırken ben Haydarpaşa’ya bakıyordum, İstasyonun önünde birçok mavna boşaltılıyordu. Birdenbire tam karaya çıkarken, bir hamalın sırtındaki büyük bir sandığın yere düştüğünü gördüm. Akabinde bir şey parladı ve patladı. Yanımdaki subayla bir kelime konuşmaya zaman kalmadan müthiş bir infilak bizi sarstı. Gemimizde bir kargaşa oldu ve infilaklar birbirini izlerken dört tarafımızda suya öte beri düşmeye başladı. Herkes sahildeki cephanenin havaya uçtuğunu anlayarak kanepelerin altına saklanıyordu. Kaptan şaşırmış kalmış ve gemiyi infilakların olduğu yere doğru sevk ediyordu. Bir Türk deniz subayı, kaptanı mevkiinden defederek kumandayı eline aldı ve vapuru tehlikeli bölgeden uzaklaştırdı. Demiryollarındaki vagonlar birbirini müteakip patladığı için infilaklar gece yarısına kadar devam etti, Savaştan ancak birkaç sene önce açılan güzel istasyon binası, bütün gece alevler içinde kaldı. Felaketin kaç kişinin hayatına kıydığı anlaşılamadı.â€
Yangın kontrol altına alındıktan sonra facianın bilançosu da ortaya çıktı.
Olay sırasında, biri banliyö treni, diğeri asker dolu iki tren, içindekilerle birlikte yanmış, aralarında gar personelinin de bulunduğu çok sayıda insan da ölmüştü, İstasyon, yakınlarından bir haber alabilmek ya da yakınlarının cesetlerini bulabilmek için, İstanbul’un dört bir yanından gelenlerle dolup taşıyordu.
Gazetelere sansür
Ölü sayısı belli değildi, bini aştığı söyleniyordu. Ama bu rakam hiçbir zaman açıklanmadı. İktidardaki İttihat ve Terakki Hükümeti, gazetelere sansür koymuş, hükümetin yayın organı Tanin birkaç satırlık resmi bir tebliğle yetinmişti.
Yapımı yıllar süren muhteşem gar binası acınacak haldeydi. Sivri kuleleri uçmuş, çatısı tamamen yanmış, tüm camlan kırılmış ama yine de ayakta kalmıştı. Bunun yanı sıra liman tesisleri, ambarlar, personel binaları da yerle bir olmuştu. Haftalardan beri Yıldırım Ordularına gönderilmek üzere Haydarpaşa’da toplanan yüzlerce ton cephane ve erzak da yok olmuştu. Bu durum, Suriye ve Irak’taki Türk-Alman Cephesi’ni olumsuz etkileyecek, hatta cephenin düşmesine yol açacak etkenler arasında yer alacaktı.
Farklı iddialar ve söylentiler
İttihat ve Terakki Hükümeti’nin koyduğu sansür ve bu konudaki suskunluğu, facianın nedenleri hakkında halk arasında türlü dedikoduların yayılmasına yol açtı.
İngiliz Savaş Uçakları mı? Kimileri, garı İngiliz savaş uçaklarının bombaladığını öne sürüyordu; ama o gün İstanbul’a bir hava akını yapılmadığı belirlenmişti.
Denizaltı mı? Bazılarına göre de Çanakkale’yi aşıp İstanbul’a gelmeyi başaran bir düşman denizaltı, Haydarpaşa’yı top atışına tutmuş, cephanelerin ateş almasıyla facianın boyutları büyümüştü.
Sabotaj mı? Bazı görgü tanıkları ise olayın ‘sabotaj’ olduğunu iddia ediyordu. Bu iddiaya göre, limanda vinçleri kullanmakta olan Ermenilerden bazıları, mavnalardan aldıkları cephane sandıklarını kasti olarak yere atmış, patlayan cephane sandıkları diğerlerinin de tutuşmasına ve facianın büyümesine yol açmıştı.
Alman ordusundaki Fransız ajanı
Birinci Dünya Savaşı sırasında Harbiye Nezaretinde kurulan ‘İhracat, İthalat ve Siparişat-ı Umumiye Dairesi’nde yedek subay olarak görev yapan A. Baha Özler de Haydarpaşa’ya sabotajın, Alman ordusunda görevli bir Fransız ajanı ve yardımcıları tarafından yapıldığını iddia etmektedir.
Baha Özler’in Yıllarboyu Tarih dergisinin Ekim 1980 sayısında “Haydarpaşa Garı’nı havaya uçuran adamı tanıdım†başlığı altında yayımlanan anılarında anlattığına göre, bu kişinin adı Georges Mann’dı.
Baha Özler’in çalıştığı dairenin Sirkeci Gümrüğü’nde yaptığı kontroller sırasında, Georges Mann, onlara yardımcı olmak ve tercümanlık yapmakla görevlendirilmiş ve kısa sürede herkesin güvenini kazanmıştı. Öyle ki, Harbiye Nezareti’ne elini kolunu sallaya sallaya girip çıkıyor, istediğiyle görüşebiliyor, bazen de kurye olarak Almanya’ya gidip geliyordu.
Baha Özler anılarında, patlamanın olduğu gün Georges Mann’ı telaşla Sirkeci’ye doğru koşarken gördüğünü, durumda bir fevkaladelik olduğunu anlayarak peşine takıldığını, daha sonra esrarengiz Almanın daveti üzerine bir motorbotla Haydarpaşa’ya gittiklerini kaydeder. Georges Mann, burada alevlerin arasına dalarak çok sayıda fotoğraf çekmiş, bu fotoğraflardan birkaç kopyayı hatıra olarak kendisine vermişti.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra terhis olan yazar, Georges Mann’la Beyoğlu’nda bir birahanede karşılaştığını, onun kendisine ‘Fransız ajanı’ olduğunu itiraf ettiğini, hatta kimliğini gösterdiğini belirtir. Baha Özler’in anılarında anlattığı bu olayın doğruluk derecesi bilinemiyor. Ama bilinen şu ki, Haydarpaşa Garı, gerçekten büyük bir felaket geçirmişti.
Gönderi Kuralları
- Yeni konu açamazsınız
- Konulara cevap yazamazsınız
- Yazılara ek gönderemezsiniz
- Yazılarınızı değiştiremezsiniz
-
Forum Rules
Yer İmleri