-
Ingiliz yazar, devlet adami ve hukukcu (fTommaso Moro) Thomas More’un dogum yildonumu (7 Subat 1478)
“Utopyalilar akli basinda insanlarin, yildizlar ve gunes dururken, bir incinin ya da bir elmasin ciliz pariltisina duskunluklerine sasarlar. Bir koyunun sirtinda tasidigi yunun en incesinden yapilmis giysiler giyiyor diye bir insanin daha soylu, daha degerli olacagini sanmasi deliliktir onlar icin. Kendiliginden hic de yararli olmayan altina neden bu kadar deger verildigini, insanin diledigi gibi kullandigi bir nesnenin nasil insandan ustun sayilabilecegini anlamiyorlardi. Bir de suna sasiyorlardi: Nasil oluyor da bir esek kadar bile kafasi islemeyen vicdansiz, ahlaksiz, budala zenginin biri, sadece birkac torba altini var diye, akilli durust bir suru insani buyrugu altinda kole gibi kullanabiliyordu. Talih degisebilirdi ve yasa ince birtakim oyunlarla bu adamin elinden altinlarini alip usaklarinin en asagiligina verebilirdi. Demek o zaman bu zengin hic SIKILMADAN eski usaginin ve eski parasinin hizmetinde calisacakti.”

“The Utopians wonder that any man should be so enamoured of the lustre of a jewel, when he can behold a star or the sun; or that he should value himself upon his cloth being made of a finer thread. For, however fine this thread, it was once the fleece of a sheep, which remained a sheep notwithstanding it wore it.They marvel much to hear, that gold, in itself so useless, should be everywhere so much sought, that even men, for whom it was made, and by them hath its value, should be less esteemed. That a stupid fellow, with no more sense than a log, and as base as he is foolish, should have many wise and good men to serve him because he possesseth a heap of it. And that, should an accident, or a law-quirk (which sometimes produceth as great changes as chance herself), pass this wealth from the master to his meanest slave, he would soon become the servant of the other, as if he was an appendage of his wealth, and bound to follow it.”

“Ama altin ve gumus olmadan da hayatimizi sorunsuz devam ettirebiliriz. Ne var ki, akilsiz insanoglu, dogada az bulunan bir nesneye asiri deger verme konusunda essizdir. Doga ise; iyiliksever bir anne gibi en iyisini bolca sunuyor: Havayi, suyu ve hatta topragi. En az ihtiyac duyduklarimizi ise; bizden cok uzaga atmis.” Utopya
-
William Shakespeare’in II. Richard oyunu ilk kez 7 Subat 1601’de Londra, Globe Tiyatrosu’nda sahnelendi.

-
Isvicreli ressam, teknik ressam ve sanat yazari Johann Heinrich Fussli'nin dogum yildonumu (7 Subat 1741)
Kabus (L'incubo - The Nightmare)
-
Librettosu, George Colman the Elder ve David Garrick Gizli Evlilik (The Clandestine Marriage) oyunundan Giovanni Bertati'nin uyarladigi, Domenico Cimarosa'nin besteledigi melodramma giocoso janrinda bir opera buffa olan Gizli Evlenme (Il matrimonio segreto - The Secret Marriage), ilk kez 7 Subat 1792'de Viyana, Imperial Hofburg Theatre'da sahnelendi.

-
Ingiliz yazar ve toplumsal elestirmen Charles (John Huffam) Dickens'in dogum yildonumu (7 Subat 1812)


92 North Hill, Highgate, Londra No: 6
"Zamanlarin en iyisiydi, zamanlarin en kotusuydu, hem akil cagiydi, hem aptallik, hem inanc devriydi, hem de kusku.Aydinlik mevsimiydi, karanlik mevsimiydi, hem umut bahari, hem de umutsuzluk kisiydi, hem her seyimiz vardi, hem hicbir seyimiz yoktu. Hepimiz ya dogruca cennete gidecektik ya da tam oteki yana. Sozun kisasi, simdikine oylesine yakin bir donemdi ki, kimi yaygaraci otoriteler bu donemin, iyi ya da kotu fark etmez, sadece daha sozcugu kullanilarak digerleriyle karsilastirilabilecegini iddia ederdi."

"Era il tempo migliore e il tempo peggiore, la stagione della saggezza e la stagione della follia, l'epoca della fede e l'epoca dell'incredulità; il periodo della luce, e il periodo delle tenebre, la primavera della speranza e l'inverno della disperazione. Avevamo tutto dinanzi a noi, non avevamo nulla dinanzi a noi; eravamo tutti diretti al cielo, eravamo tutti diretti a quell'altra parte. A farla breve, gli anni erano così simili ai nostri, che alcuni che li conoscevano profondamente sostenevano che, in bene o in male, se ne potesse parlare soltanto al superlativo."
"Bugun kalbinizin sesini dinleseydiniz ve bir ses size 'Hic kimsenin sevgisini kazanamadim.' deseydi. "Bugune kadar bosuna yasadim, hic sevenim yok deseydi, o zaman gecen yetmis sekiz yilin agirligi altinda ezilirdiniz degil mi?" diye sordu
"Evet Sydney cok haklısin..." dedi bay Lorry.
Genc adam gozlerini aleve cevirerek dedi ki: "Sormak istedigim bir sey var bay Lorry. Cocuklugunuz size karanliklar ardinda kalmis gibi mi geliyor, yoksa annenizin saclarinizi oksadigi gunler size cok yakin mi?"
" Yirmi yıl once cocuklugumu hatirlamazdim ama simdi aksine cok iyi hatirliyorum, cunku insanlar bir daire icindeler ve yasadikca basladiklari noktaya geri donuyorlar. Bu insani sona yaklastirmak icin var olan bir his. Unutmus oldugum yasantilar tekrar canlaniyor gozumun onunde. Onlari adeta yeniden yasiyorum. Annemi dusunuyorum o guzel kadini. Oysa simdi ben ondan daha yasliyim ve hayallerimin bahcesinde gezindigim cocuklugumu simdi dun gibi hatirliyorum."
Sydney sararmisti " Sizi cok iyi anliyorum bay Lorry."

"If you could say, with truth, to your own solitary heart, to-night, 'I have secured to myself the love and attachment, the gratitude or respect, of no human creature; I have won myself a tender place in no regard; I have done nothing good or serviceable to be remembered by!' your seventy-eight years would be seventy-eight heavy curses; would they not?"
"You say truly, Mr. Carton; I think they would be."
Sydney turned his eyes again upon the fire, and, after a silence of a few moments, said:
"I should like to ask you:--Does your childhood seem far off? Do the days when you sat at your mother's knee, seem days of very long ago?"
Responding to his softened manner, Mr. Lorry answered:
"Twenty years back, yes; at this time of my life, no. For, as I draw closer and closer to the end, I travel in the circle, nearer and nearer to the beginning. It seems to be one of the kind smoothings and preparings of the way. My heart is touched now, by many remembrances that had long fallen asleep, of my pretty young mother (and I so old!), and by many associations of the days when what we call the World was not so real with me, and my faults were not confirmed in me."
"I understand the feeling!" exclaimed Carton, with a bright flush. "And you are the better for it?"
-
Ingiliz roman yazari Ann Radcliffe'in olum yildonumu (7 Subat 1823)
"Satonun yillardir kapali kalmis ve gecen zaman icinde sartlarin etkisiyle tuhaf bir kasvet havasina burunmus bir bolumunde isik gorulmesi, dogal olarak saskinlik ve korku yaratmisti. Siradan halkin zihni, dogaustune dair her seyi buyuk bir hevesle kabul eder. Dolayisiyla hizmetkarlar da satonun guney bolumunun dogaustu bir guc tarafindan ele gecirildigine inanmakta gecikmediler. Uykuya dalamayacak kadar tedirgin olduklari icin de gecenin geri kalaninda nobet tutmaya karar verdiler. Bu amacla, isigin geldigi guney kulesini gorebilecekleri dogu balkonuna yerlestiler. Gece olaysiz gecti ve tarifsiz bir keyifle izledikleri safak vakti, ustlerine coken korkunun kasvetini bir sureligine dagitti. Ne var ki, aksamin geri gelisi genel korkuyu yeniden canlandirdi ve sato halki ardi ardina birkac gece boyunca guney kulesini gozetledi. Bu sure icinde kayda deger bir sey gorulmemis olsa da, cok gecmeden satonun guney tarafinin hayaletli oldugu yonunde bir bilgi ortaya cikti ve herkes tarafindan benimsendi." Sicilya'da Bir Ask Hikayesi

"The appearance of a light in a part of the castle which had for several years been shut up, and to which time and circumstance had given an air of singular desolation, might reasonably be supposed to excite a strong degree of surprise and terror. In the minds of the vulgar, any species of the wonderful is received with avidity; and the servants did not hesitate in believing the southern division of the castle to be inhabited by a supernatural power. Too much agitated to sleep, they agreed to watch for the remainder of the night. For this purpose they arranged themselves in the east gallery, where they had a view of the south tower from which the light had issued. The night, however, passed without any further disturbance; and the morning dawn, which they beheld with inexpressible pleasure, dissipated for a while the glooms of apprehension. But the return of evening renewed the general fear, and for several successive nights the domestics watched the southern tower. Although nothing remarkable was seen, a report was soon raised, and believed, that the southern side of the castle was haunted."
-
Charles Dickens, Boz'in Skecleri'ni (Sketches by Boz) dogum gunu olan 7 Subat 1836'da Londra, St. James's Square'da bulunan yayinci John Macrone araciligiyla yayinladi.
-
Bireysel psikoloji ekolunun kurucusu, Avusturyali psikiyatrist Alfred Adler'in dogum yildonumu (7 Subat 1870)
"Romali yazar 'Mulier est hominis confusio' der. Bircok ruhaniler meclisinde kadinin bir ruhu bulunup bulunmadigi hararetle tartisilmis, kisaca bir insan sayilip sayilmayacagi konusunda cesitli bilginlerce cesitli yazilar kaleme alinmistir. Yuzyillar boyunca etkinligini surduren cadi hezeyani ve cadilarin ateste yakilmasi, bu sorunla ilgili olarak bir zamanlar icine dusulen yanilgilari, o muthis bocalamalari ve saskinligi hazin sekilde belgelemektedir. Kadin, SIK SIK butun bela ve musibetlerin nedeni olarak gosterilir. Ornegin, Tevrat’ta insanlarin cennetten kovulmalarina yol actigi anlatilir. Homeros’un 'Iliada'sinda ise bir yigin ulusu felaketin kucagina bir tek kadinin surukledigi hikaye edilir. Her cagin destan ve masallarinda kadinin ahlaksal yetersizligine, rezilligine, hainligine, iki yuzlulugune, bir kararda durmayisina ve guvenilemeyecek karakterine deginildigi gorulur. Hatta 'Kadınlara ozgu bir hafifmesreplik' deyimi yasalarda bile yer almistir. Ve yine kadin, becerikliligi ve calisma yetenegi bakimindan asagilanmalara konu edilir. Her ulusun anekdotlarinda, atasozlerinde ve nuktelerinde yukaridan bakilarak yerilir kadin, gecimsiz, titiz, kus beyinli ve aptal (saci uzun, akli kisa!)diye gosterilir. Butun bir zeka gucu seferber edilerek kadinin yetersizligi kanitlanmaya calisilir. Ornegin Strindberg, Moebius, Schopenhauer, Weininger gibi yazarlar, kadin karsisinda boyle bir tutum sergiler. Ustelik bu kisilere azimsanmayacak sayida kadinin da katildigi gorulur; ilgili kadinlar, boyunlarini bukerek durumu kabullenip kadinin yetersizligi ve onun yasamda ancak ikincil derecede bir rol ustlenebilecegi gorusunu paylasir. Kadinlara calisma hayatinda odenen ucret de, erkeklere odenen ucretten cok daha dusuk tutulmakta, bu da yine kadinin pek onemsenmedigini aciga cikarmaktadir." Insani Tanima Sanati / Insan Dogasini Anlamak

"So sagt ein römischer Schriftsteller: 'Mulier est hominis confusio'. Auf geistlichen Konzilien wurde lebhaft die Frage besprochen, ob die Frau eine Seele habe, es wurden gelehrte Abhandlungen über die Frage geschrieben, ob sie überhaupt ein Mensch sei. Die jahrhundertelange Dauer des Hexenwahns mit seinen Hexenverbrennungen legen ein trauriges Zeugnis ab von den Irrtümern, von der gewaltigen Unsicherheit und Verwirrung jener Zeit in dieser Frage. Oft wird die Frau als Ursache alles Unheils in der Welt hingestellt, so in der biblischen Darstellung der Erbsünde oder in der Iliade Homers, in der erzählt wird, wie das Wesen einer Frau genügt hat, um ganze Völker ins Unglück zu stürzen. Sagen und Märchen aller Zeiten enthalten Hinweise auf die moralische Minderwertigkeit der Frau, auf ihre Verworfenheit, Bosheit, Falschheit, Unbeständigkeit und Unverläßlichkeit. 'Weiblicher Leichtsinn' wird sogar als Argument in Gesetzesbegründungen angeführt. Ebenso wird die Frau bezüglich ihrer Tüchtigkeit, ihrer Leistungsfähigkeit herabgesetzt. Redensarten, Anekdoten, Sprichwörter und Witze aller Völker sind voll herabsetzender Kritik der Frau, der Streitsucht, Unpünktlichkeit, Kleinlichkeit, Dummheit (Lange Röcke, kurzer Sinn) vorgeworfen wird. Ein ungeheurer Scharfsinn wird aufgebracht, um den Beweis der Minderwertigkeit des Weibes zu führen, und die Reihe dieser Menschen — man denke an Strindberg, Moebius, Schopenhauer, Weininger — wird sogar durch eine nicht unbeträchtliche Anzahl von Frauen vermehrt, die in ihrer Resignation dazu gelangten, die Auffassung von der Minderwertigkeit der Frau und der ihr zukommenden untergeordneten Rolle zu teilen. Auch in der Bezahlung der Frauenarbeit, die, unbekümmert darum, ob sie mit Männerarbeit gleichwertig ist oder nicht, weit niedriger gehalten ist als Männerarbeit, kommt die Geringschätzung der Frau zum Ausdruck."
Gönderi Kuralları
- Yeni konu açamazsınız
- Konulara cevap yazamazsınız
- Yazılara ek gönderemezsiniz
- Yazılarınızı değiştiremezsiniz
-
Forum Rules
Yer İmleri