-
Paramount Pictures studyosu 8 Mayis 1912'de kuruldu.

-
Fransiz roman yazari, yonetmen ve senarist Romain Gary’nin (Émile Ajar) dogum yildonumu (8 Mayis 1914)
"Bence cok cirkin biriyle yasadiginizda, sonunda onu cok cirkin oldugu icin de seversiniz. / In my opinion, when you live with somebody that's very ugly, you end up loving this person for that very reason.” Onca Yoksulluk Varken

"Insanoglu dus kurmaya basladigindan bu yana, o kadar cok imdat cagrisi yapildi, denize o kadar çok sise atildi ki, denizi hala gorebilmek, denizin yerinde bir sise yigini gormemek insani sasirtiyor. / Depuis que l’homme rêve, il y a déjà eu tant d’appels au secours, tant de bouteilles jetées à la mer, qu’il est étonnant de voir encore la mer, on ne devrait plus voir que les bouteilles.” Biletiniz Buraya Kadar
-
Amerikali sair Gary Snyderin dogum gunu (8 Mayis 1930)
O Ekim, bahcenin yanindaki
Uzamis kuru otlarin uzerinde soylemistin,
Ozgurlugu sectiginde,
“Bir gun yeniden…belki on yil sonra…”
Universiteyi bitirdikten sonra bir ara
Gormustum seni. Gariptin.
Ben de bir seylere takmistim kafami.
Simdi on yil, hatta daha cok zaman
Gecti: her zaman biliyordum
nerede oldugunu
Sana gelebilirdim de
Sevgini yeniden kazanma umuduyla.
Hala evli degilsin.
Gelmedim.
Kendi basima yapmam gerekiyordu yapacagimi.
Bunu basardim.
Yalnız duslerde, bu safaktaki gibi,
Tehlikeli, urkutucu yogunlugu
Aklima geliyor, tenimi sariyor
Genc askimizin.
Baskalarinin can attigi,
Imrendigi bir sey vardi bizde;
On dokuz yasimizla geride biraktik onu.
Sanki bircok hayat yasamisim gibi
Cok yasli hissediyorum simdi kendimi.
Belki de hic bilemeyecegim artik
Deli oldugum icin mi
Yoksa yazgimin istegine uyarak mi
bunlari yaptigimi.

You said that October
In the tall dry grass by the orchard
When you chose to be free,
"Again someday, maybe ten years."
After college I saw you
One time.
You were strange,
And I was obsessed with a plan.
Now ten years and more have
Gone by; I've always known
where you were -
I might have gone back to you
Hoping to win your love back.
You still are single.
I didn't
I thought I must make it alone.
I have done that.
Only in dream, like this dawn,
Does the grave, awed intensity
Of our young love
Return to my mind, to my flesh.
We had what the others
All crave and seek for.
We left it at nineteen.
I feel ancient, as though I had
Lived many lives.
And may never now know
If am a fool
Or have done what my karma demands.
-
Amerikalİ roman ve oyku yazari Thomas Pynchon’in dogum gunu (8 Mayis 1937)
“Bir yaz gunu ogleden sonra Bayan Oedipa Maas, Tupperware partisinden eve dondu; partinin sahibesi, fondunun icine biraz fazla kiraz rakisi koymus olsa gerekti zira Oedipa, Pierce Inverarity adinda, bir keresinde bos zamaninda iki milyon dolar kaybettigi halde bir vasiyet infaz memurunun altindan kolay kolay kalkamayacagi kadar cok ve karmasik mal varligina sahip olmayi surdurmus olan Californiali bir emlak kralinin vasisi, ya da herhalde vasiyesi olarak atandigini idrak etmekte zorlandi. Oedipa oturma odasinda durup TV ekraninin yesilimsi olu gozunun bakislarina maruz kalarak, Tanri’nin adini agzina aldi ve mumkun oldugunca sarhos gorunmeye calisti. Ama bir yarari yoktu. Mazatlán’da, kapisi az once carpilan bir otel odasini dusundu ki bu yuzden lobideki iki yuz guvercin sanki sonu gelmeyecekmis gibi havalanmisti; sonra Cornell Universitesi’ndeki kutuphane yokusunda duran hic kimsenin, yokus batiya baktigi icin goremedigi gun dogumunu; Bartók’un ‘Orkestra icin Koncerto’sunun dorduncu bolumunden kuru ve acikli bir ezgiyi; bir de Pierce yatagin ust tarafindaki daracik rafta tuttugu icin Oedipa’nin hep tepelerine ineceginden korktugu, kirece boyali Jay Gould bustunu… Boyle mi oldu acaba, diye gecirdi icinden, ruya gorurken evdeki tek ikonun altinda ezilerek? Bu dusunce, Oedipa’yi yalnizca guldurdu, kahkahayla ve caresizce: Hastasin sen Oedipa, dedi kendine ya da bunu bilen odaya.” 49 Numarali Parcanin Nidasi

“One summer afternoon Mrs Oedipa Maas came home from a Tupperware party whose hostess had put perhaps too much kirsch in the fondue to find that she, Oedipa, had been named executor, or she supposed executrix, of the estate of one Pierce Inverarity, a California real estate mogul who had once lost two million collars in his spare time but still had assets numerous and tangled enough to make the job of sorting it all out more than honorary. Oedipa stood in the living room, stared at by the greenish dead eye of the TV tube, spoke the name of God, tried to feel as drunk as possible. But this did not work. She thought of a hotel room in Mazatlan whose door had just been slammed, it seemed forever, waking up two hundred birds down in the lobby; a sunrise over the library slope at Cornell University that nobody out on it had seen because the slope faces west; a dry, disconsolate tune from the fourth movement of the Bartok Concerto for Orchestra; a whitewashed bust of Jay Gould that Pierce kept over the bed on a shelf so narrow for it she'd always had the hovering fear it would someday topple on them. Was that how he'd died, she wondered, among dreams, crushed by the only ikon in the house? That only made her laugh, out loud and helpless: You're so sick, Oedipa, she told herself, or the room, which knew.”
'' ‘Geldim'' dedi Oedipa,’ cunku beni bir kuruntudan cikarmanizi umuyordum.’ ‘Ona gozun gibi bak!’ diye siddetle inledi Hilarius. ‘Hepinizin baska neyi var ki? Kucuk dokunacindan sikica tut, Freudyenlerin onu tatli dille uzaklastirmalarina ya da eczacilarin zehirle onu senden sokup almalarina izin verme. Her ne ise, ona sahip cik, cunku onu kaybettiginde sen de digerleri gibi olursun. Var olmamaya baslarsin.’ '' 49 Numarali Parcanin Nidasi

“ ‘I came,’ she said, ‘hoping you could talk me out of a fantasy.’ ‘Cherish it!’ cried Hilarious, fiercely. ‘What else do any of you have? Hold it tightly by it's little tentacle, don't let the Freudians coax it away or the pharmacists poison it out of you. Whatever it is, hold it dear, for when you lose it you go over by that much to the others. You begin to cease to be.’ ”
-
Horror of Dracula (Dracula'nin Dehseti / Olumu), 8 Mayis 1958 ‘de Milwaukee, Wisconsin’de gosterime girdi.

-
Kanadali yazar ve gazeteci Naomi Klein’in dogum gunu (8 Mayis 1970)
"Dusuncelerine katilmadigimiz insanlarin sadece yanilmakla kalmadiklarini, ayni zamanda zalim, fasist ve soykirimci olduklarini soylemek cok kolaydir. Fakat ayni zamanda su da bir gercektir ki, bazi ideolojiler halka karsi bir tehdittir ve bunun boyle bilinmesi gerekir. Baska inanc sistemleriyle bir arada olamayacak kapali ve fundamentalist doktrinler vardir: Boylesi doktrinlerin taraftarlari farklilik karsisinda kedere kapilmakta ve kendi kusursuz sistemlerini hayata gecirmek icin mutlak bir hareket ozgurlugu talep etmektedirler. Purist icatlarinin yolunu acmak icin de, halihazirdaki haliyle dunyanin silinmesi gerekmektedir. Buyuk capli sellerin ve yanginlarin incilsel fantazilerinde kok salan, kaciniılmaz olarak siddete varan bir mantiktir bu. Ancak buyuk bir felaketle ulasilabilecek, nafile bir temiz sayfayi arzulayan bu ideolojiler tehlikeli ideolojilerdir. Bu tur gorusler nitelik itibariyle genellikle asiri dincidir ve saf bir dunya gorusunu hayata gecirmek amaciyla, asil olarak butun halklarin ve kulturlerin yok olmasini isteyen dusunce sistemlerine dayanir."

“It is too easy to assert that those with whom we disagree are not just wrong but tyrannical, fascist, genocidal. But it is also true that certain ideologies are a danger to the public and need to be identified as such. These are the closed, fundamentalist doctrines that cannot coexist with other belief systems; their followers deplore diversity and demand an absolute free hand to implement their perfect system. The world as it is must be erased to make way for their purist invention. Rooted in biblical fantasies of great floods and great fires, it is a logic that leads ineluctably toward violence. The ideologies that long for that impossible clean slate, which can be reached only through some kind of cataclysm, are the dangerous ones. Usually it is extreme religious and racially based idea systems that demand the wiping out of entire peoples and cultures in order to fulfill a purified vision of the world.”
-
The Beatles, 12. ve son albumu Let It Be'yi 8 Mayis 1970 tarihinde Ingiltere'de Apple Records etiketiuyle piyasaya surdu.

-
Italyan asilli Amerikali roman ve kisa hikaye yazari, senarist John Fante'nin olum yildonumu (8 Mayis 1983)
"Dislerinin beyazligini hesaba katmazsan cok guzel oldugu soylenemezdi. Ama o anda yasli musterilerden birine gulumsemisti ve dudaklarinin arasinda bir beyazlik belirip kaybolmustu. Burnunun delikleri genis. Dudaklari asiri rujlu ve siyahi bir kadinin dudaklari gibi dolgun. Irkinin tum ozelliklerini tasiyordu ve o sekilde degerledendirdiginizde harikuladeydi, ama fazla tuhafti benim icin. Gozleri hayli cekik, teni koyuydu, ama siyah degildi. Yurudugunde gogusleri diriliklerini belli eder sekilde sallaniyorlardi. Ilk isaretimi gormezden gelmisti. Bara gitti, suzgun barmene siparisi verip biralari doldurmasini bekledi. Beklerken islik caliyordu. Ben isaret etmekten vazgecmistim ama yanima gelmesini istedigimi de yeterince belli etmistim. Birden agzini tavana dogru kaldirip cok garip bir kahkaha atti, barmenin bile dikkatini cekmisti kahkahasi. Sonra masalarin arasindan dans eder gibi gecerek arka tarafta oturan bir gruba dogru gitti. Elindeki tepsiyi muthis bir zerafetle tasiyordu. Barmen de onu izliyordu, kahkahasina anlam verememisti hala. Ben vermistim ama. Benim icin atilmisti o kahkaha. Gorunumumde bir tuhaflik olmaliydi. Yuzumde, durusumda, orda oturuyor olmamda onu eglendiren bir sey vardi. Bunlari dusunurken yumruklarimi SIKMIS, asagilanmis olmanin ofkesi ile gorunumumu gozden geciriyordum. Sacimi elledim, taraliydi. Gomlegimin yakasini ve boyun bagimi kontrol ettim: yerli yerinde ve temizdiler. Kendimi barin aynasinda gorebilecek kadar one egildim. Gordugum yuz kesinlikle endiseli ve solgundu ama komik degildi. Cok kizmistim. Gozumu ona diktim, her hareketini izliyor, gozumu ustunden ayirmiyordum. Masama gelmedi. Yaklasti, bir keresinde komsu masaya geldi ama o kadar. Esmer yuzunu, alayci gulumseme dolu siyah gozlerini her gordugumde dudak bukup pis pis bakiyordum. Bir oyuna donustu. Kahve sogudu, buz gibi oldu, ustunde sut tabakasi olustu ama elimi bile surmedim. Masalar arasinda dans eder gibi yuruyor, yipranmis ayakkabilari mermerin ustunde kayarken guclu ipek bacaklarina talas bulasiyordu. Ust kismi deri orguden yapilmis Meksikali'lara ozgu cariklardan vardi ayaginda, deri orgu yer yer yipranmisti." Toza Sor

"A parte il contorno del viso e il candore dei denti, non erra bella. I denti li notai quando si voltò a sorridere a uno degli avventori, rivelando una striscia bianca tra le labbra dischiuse. Aveva il naso degli indios, piatto, con le narici larghe. Le labbra, spesse come quelle di una negra, erano cariche di rossetto. Apparteneva a un'altra razza, e forse ne era un esemplare pregevole, ma era troppo strana per me. Aveva gli occhi a mandorla, la carnagione scura, anche se non nera, e quando camminava i seni si muovevano rivelando la loro sodezza.Dopo quella prima occhiata, mi ignorò. Proseguì verso il bar, dove ordinò delle altre birre e aspettò che il barista, un tipo smilzo, riempisse i bicchieri. Nell'attesa si mise a fischiettare, lanciandomi un'occhiata distratta. Decisi di smetterla con i cenni, ma la guardai in modo tale da non lasciarle dubbi sul fatto che volevo che si avvicinasse. Improvvisamente gettò indietro la testa e scoppiò in una risata incomprensibile, che lasciò perplesso anche il barista. Poi si allontanò quasi danzando, facendo dondolare con grazia il vassoio, diretta verso un gruppo seduto all'estremità opposta del locale. Il barista la seguì con gli occhi, ancora stupito per il suo scoppio di risa. Ma io sapevo che cosa l'aveva provocato. Ero stato io. C'era qualcosa nel mio aspetto, forse il mio viso o il modo in cui me ne stavo lì seduto che l'aveva divertita e, al solo pensiero, strinsi i pugni e mi esaminai con irosa umiliazione. Mi toccai i capelli, erano pettinati. Passai le dita sul colletto e sulla cravatta, tutto a posto. Mi allungai fino a specchiarmi nello specchio che stava dietro il bancone, dove vidi riflessa la mia faccia, sicuramente pallida e preoccupata, ma non certo buffa, e mi adirai.Cominciai a sogghignare; la guardai attentamente e sogghignai. Ma lei non venne. Arrivava vicino, persino al tavolo accanto al mio, ma non si avventurava oltre. Ogni volta che vedevo il suo viso scuro e i grandi occhi neri che mandavano lampi di ilarità, piegavo le labbra in un sogghigno. Diventò un gioco. Il caffè si raffreddò, continuò a raffreddarsi, la panna si raggrumò in una specie dio schiuma sulla superficie, ma io non lo toccai. La ragazza si muoveva come se danzasse e le gambe lisce e forti sollevavano vortici di segatura ogni volta che le scarpe consunte scivolavano sul pavimento di marmo.Erano "huarachas", quelle scarpe, ed erano trattenute da lunghi lacci di cuoio attorno alle caviglie. Erano ridotte in uno stato pietoso, la fascetta era tutta sfilacciata."
Gönderi Kuralları
- Yeni konu açamazsınız
- Konulara cevap yazamazsınız
- Yazılara ek gönderemezsiniz
- Yazılarınızı değiştiremezsiniz
-
Forum Rules
Yer İmleri