-
Kanadali yazar Lucy Maud Montgomery’nin olum yildonumu (24 Nisan 1942)
"Cicek ve erikle dolu sapkam, altin saatim, yumusak eldivenlerim, guzel botlarim da varmis. Sonra, nesem hemen yerine geldi. Adaya varana kadar yolculugun tadini cikardim. Gemiyle gelirken hic midem bulanmadi. Bayan Spencer’i normalde gemi tutardi ama o da iyiydi. Suya dusebilecegim endisesiyle surekli beni izledigi icin hasta olmaya vakti kalmadigini soyledi. Sinsi sinsi etrafta dolastigimdan ona rahat vermemisim. Fakat onu deniz tutmasindan kurtardiysa, iyi ki dolasmisim; bu sekilde iyilik etmis sayilirim, degil mi? Gemideyken gorulebilecek her seyi gormek istedim cunku bir daha buna imkanim olup olmayacagini bilmiyordum. Ah! Ne kadar cok kiraz agaci cicek acmis! Bu ada, gordugum en cicek dolu yer! Buraya simdiden bayildim. Burada yasayacagim icin cok memnunum. Prens Edward Adasi’nin, dunyadaki en guzel yer oldugunu hep duymustum. Eskiden burada yasadigimi hayal ederdim ama bunun gercekten olmasini beklemiyordum. Hayallerinin gercege donusmesi enfes bir sey, oyle degil mi? Ama o kirmizi renkli yollar cok komik. Charlottetown’da trene bindikten sonra, yanimizda kirmizi yollar belirmeye basladiginda Bayan Spencer’a neyin onlari o hale getirdigini sordum. Bana cevabi bilmedigini ve Tanri askina ona daha fazla soru sormamami soyledi. O ana kadar belki bin tane sormusum. Sanirim gercekten de sordum ama bilmedigin seyleri, soru sormadan nasil ogeneceksin? Peki, yollari kirmizi yapan nedir?” Yesilin Kizi Anne

"A big hat all flowers and nodding plumes, and a gold watch, and kid gloves and boots. I felt cheered up right away and I enjoyed my trip to the Island with all my might. I wasn’t a bit sick coming over in the boat. Neither was Mrs. Spencer although she generally is. She said she hadn’t time to get sick, watching to see that I didn’t fall overboard. She said she never saw the beat of me for prowling about. But if it kept her from being seasick it’s a mercy I did prowl, isn’t it? And I wanted to see everything that was to be seen on that boat, because I didn’t know whether I’d ever have another opportunity. Oh, there are a lot more cherry-trees all in bloom! This Island is the bloomiest place. I just love it already, and I’m so glad I’m going to live here. I’ve always heard that Prince Edward Island was the prettiest place in the world, and I used to imagine I was living here, but I never really expected I would. It’s delightful when your imaginations come true, isn’t it? But those red roads are so funny. When we got into the train at Charlottetown and the red roads began to flash past I asked Mrs. Spencer what made them red and she said she didn’t know and for pity’s sake not to ask her any more questions. She said I must have asked her a thousand already. I suppose I had, too, but how you going to find out about things if you don’t ask questions? And what DOES make the roads red?”
-
19. yuzyil Amerikan edebiyatinin onde gelen roman yazarlarindan Willa (Sibert) Cather’in olum yildonumu (24 Nisan 1947)
" 'Soyler misin bana Niel, kadinlar gercekten yemekten sonra erkeklerle birlikte sigara iciyorlar mi, kendini bilen kadinlar? Bu hosuma gitmezdi benim. Kadin oyuncular icin tamam ama kadinlar erkeklerin yaptigi her seyi yaparlarsa cekici olmazlar."
"Mrs. Forrester Niel'e cok sasirtici bir sey soylemis gibi soyle bir bakti. 'Ah, tam bu iste! Bu iki sey bagdasmaz. Spor yapmak, yuksekokula gitmek, yemekten sonra sigara icmek - Hosuna gidiyor mu bu senin? Erkekler kadinlarin kendilerinden farkli olmasindan hoslanmazlar mi? Eskiden oyleydi.'
Niel guldu. Evet, bu kuskusuz Mrs. Forrester'in kusaginin dusuncesiydi." Kaybolup Giden Bir Kadin

“ 'And tell me, Niel, do women really smoke after dinner now with the men, nice women? I shouldn’t like it. It’s all very well for actresses, but women can’t be attractive if they do everything that men do.'
Mrs. Forrester glanced at him as if he had said something shocking. 'Ah, that’s just it! The two things don’t go together. Athletics and going to college and smoking after dinner — Do you like it? Don’t men like women to be different from themselves? They used to.'
Niel laughed. Yes, that was certainly the idea of Mrs. Forrester’s generation."

“Buyuk askin oldugu yerde daima mucizeler vardir.”

“Agaclari seviyorum cunku yasamak zorunda olduklari hayata, diger varliklardan daha iyi teslim olmus gibi bir halleri var.”
-
Fransiz yazar ve sair Christian Bobin’in dogum gunu (24 Nisan 1951)

“Yazmak, asilmasi imkansiz bir duvara bir kapi cizmek ve sonra o kapiyi acmaktir.”
“Sozlerimizde olan biten hicbir sey yok artik. Suretlerimiz bizi kor etti. Ruhumuzun bizi sikan yuzlerini yikadik. Tanri bizlerden isik yillari uzakta. Oysa yeni dogmus bir bebek, elinin kucucuk bir hareketiyle yakalayabiliyor onu. Cingeneler, serseri kediler ve hatmi cicekleri, sonsuzluk hakkinda bizim artik bilmedigimiz bir seyler biliyor.” Nese - Insan

“Il ne se passe plus rien dans nos paroles. Nos images nous ont aveuglés. Nous avons lavé nos visages de l'âme qui nous gênait. Dieu est à des années-lumière de nous, même si un nouveau-né l'attrape d'un petit tour de main. Les gitans, les chats errants et les roses trémières savent quelque chose sur l'éternel que nous ne savons plus.”
-
Ingiliz muzisyen ve sarkici David Bowie, 8.studyo albumu Diamond Dogs’i 24 Nisan 1974’de RCA Victor etiketiyle piyasaya surdu.
-
Italyan soprano Carmen Giannattasio'nun dogum gunu (24 Nisan 1975)


-
20. yuzyil Latin Amerika edebiyatinin onde gelen roman yazarlarindan Kubali - Fransiz roman ve deneme yazari ve muzikolog Alejo Carpentier’in olum yildonumu (24 Nisan 1980)
“Insaat bir karinca yuvasi gibiydi. Bu tuglalar, her mevsim ve her yil hic ara vermeden kaleye tasiniyordu. Bir sure sonra ‘Ti Noel’, bu calismanin on iki yildan fazla bir zamandir surdugunu, tum Kuzey Ovasi halkinin bu iste calismasi icin zor kullanilarak seferber edildigini ogrendi. Buna karsi girisilen her turlu gosteri kanli bicimde bastirilmisti. Hic duraklamadan bir asagi bir yukari yuruyen zenci, Sans-Souci’nin oda orkestralarinin, uniformalardaki gorkemin ve bahcelerde budanmis simsirler arasinda suslu puslu kaideleri uzerinde guneste isinan ciplak beyaz heykellerinin, Bay Lenormand de Mézy’nin konutunda surdurdugu kolelikten daha igrenc bir kolelik sonucu ortaya ciktigini dusunmeye basladi. Hatta buradaki durum daha da beterdi. Cunku kendisi gibi siyah, kivircik ve yassi burunlu, kendisi gibi damgali bir zenciden dayak yemenin derin ezikligi icindeydi. Bu durum, bir evdeki cocuklarin anne ve babalarini, torunlarin buyukanne ve buyukbabalarini, gelinlerin kayinvalidelerini dovmelerine benziyordu. Eskiden, buyuk ciftlik sahipleri kolelerini bir sakarlik yapmadikca oldurmemeye ozen gosterirlerdi. Cunku olenin yerine baskasini almak pahaliya mal olurdu. Oysa burada, bir zencinin olumu devlet hazinesi icin bir deger tasimiyordu: Cocuk doguracak zenci kadinlar oldukca - ki vardi ve her zaman da olacaktir- Bonnet de l’Évéque Daginin tepesine tugla tasiyacak isciler hic eksik olmayacakti.” Bu Dunyanin Kralligi

"Para dejarlo al pie de la fortaleza que se iba edifcando como comejenera, como casa de termes, con aquellos granos de barro cocido que ascendían hacia ella, sin tregua, de soles a lluvias, de pascuas a pascuas. Pronto supo Ti Noel que esto duraba ya desde hacía más de doce años y que toda la población del Norte había sido movilizada por la fuerza para trabajar en aquella obra inverosímil. Todos los intentos de protesta habían sido acallados en sangre. Andando, andando, de arriba abajo y de abajo arriba, el negro comenzó a pensar que las orquestas de cámara de Sans-Souci, el fausto de los uniformes y las estatuas de blancas desnudas que se calentaban al sol sobre sus zócalos de almocárabes entre los bojes tallados de los canteros, se debían a una esclavitud tan abominable como la que había conocido en la hacienda Monsieur Lenormand de Mezy. Peor aún, puesto que había una infinita miseria en lo de verse apaleado por un negro, tan negro como uno, tan belfudo y pelicrespo, tan narizñato como uno; tan igual, tan mal nacido, tan marcado a hierro, posiblemente, como uno. Era como si en una misma casa los hijos pegaran a los padres, el nieto a la abuela, las nueras a la madre que cocinaba. Además, en tiempos pasados los colonos se cuidaban mucho de matar a sus esclavos —a menos de que se les fuera la mano—, porque matar a un esclavo era abrirse una gran herida en la escarcela. Mientras que aquí la muerte de un negro nada costaba al tesoro público: habiendo negras que parieran —y siempre las había y siempre las habría—, nunca faltarían trabajadores para llevar ladrillos a la cima del Gorro del Obispo."
-
Ilk heavy metal gruplarindan Ingiliz Black Sabbath, 14.studyo albumu Headless Cross'u 24 Nisan 1989’da I.R.S. Records etiketiyle piyasaya surdu.
-
Antik felsefe uzerine (ozellikle Neoplatonizm) uzmanlasan Fransiz filozof Pierre Hadot'nun olum yildonumu (24 Nisan 2010)
"Sokrates'in dinleyicilerini oturtacagi basamaklari yoktu, kendisi de bir hocalik kursusunde oturmuyordu; ogrencileriyle tartismaya veya gezinmeye ayirdigi belli saatleri de yoktu. Ama o, ogrencileriyle sakalasarak, bazen de onlarla icki icerek ya da onlarla savasa ya da Agora'ya giderek, son olarak hapse girerek ve zehri icerek felsefe yapmisti. O her zaman ve her yerde, basimiza gelen her seyde gunluk yasamin bizlere felsefe yapma olanaklari sundugunu gosteren ilk filozoftu."

"Socrate ne faisait pas disposer des gradins pour les auditeurs, il ne s’asseyait pas sur une chaire professorale; il n’avait pas d’horaire fixe pour discuter ou se promener avec ses disciples. Mais c’est en plaisantant parfois avec ceux-ci ou en buvant ou en allant à la guerre ou à l’agora avec eux, et finalement en allant en prison et en buvant le poison, qu’il a philosophé. Il fut le premier à montrer que, en tout temps et en tout endroit, dans tout ce qui nous arrive et dans tout ce que nous faisons, la vie quotidienne donne la possibilité de philosopher."
Gönderi Kuralları
- Yeni konu açamazsınız
- Konulara cevap yazamazsınız
- Yazılara ek gönderemezsiniz
- Yazılarınızı değiştiremezsiniz
-
Forum Rules
Yer İmleri