-
Belcikali ressam Charles Soubre’nin dogum yildonumu (4 Subat 1821 )
The arrival of Charles Rogier and the volunteers of Liège in Brussel, 1830

Le pêcheur au bord de la chaumière, 1872
-
Amerikali yazar James Fenimore Cooper, Son Mohikan ( The Last of the Mohicans ) romanini 4 Subat 1826’da yayinci H.C. Carey & I. Lea araciligiyla yayimladi.
“ Beyaz adam atalarinin gomuldugu toprakları SIK SIK unutur. Bazen sevdikleri bile aklindan cikar. Ama babanin evladina duydugu sevgi asla yok olmaz. “

“ The white man may, and does often, forget the burial place of his fathers; he sometimes ceases to remember those he should love, and has promised to cherish; but the affection of a parent for his child is never permitted to die. ”
“ Mohikanlar, kitanin ilk kez Avrupalilarca isgal edilen bolumunun yerlileriydi. Dogal olarak vatanlarindan ilk kovulanlar oldular. Gorunuse bakilirsa, ulke kalkinmadan veya diger bir deyisle medeniyet gelip de yemyesil ormanlar kesilmeden once yok olan bu insanlarin kaderinin, kacinilmaz oldugu savunulur. Ayrica bunu kanitlayacak yeterli tarihi kanit mevcuttur. ”

“The Mohicans were the possessors of the country first occupied by the Europeans in this portion of the continent. They were, consequently, the first dispossessed; and the seemingly inevitable fate of all these people, who disappear before the advances, or it might be termed the inroads, of civilization, as the verdure of their native forests falls before the nipping frosts, is represented as having already befallen them. There is sufficient historical truth in the picture to justify the use that has been made of it.”
-
Fransiz sair, roman ve oyun yazari Jean ( Francois Victor ) Aicard'in dogum yildonumu (4 Subat 1848)
Oh ! Vakit tatli ve sakin, yazin, gunes tepenin arkasina
Gizlenip yari battiginda
Simdi, zaman zaman hareketsiz, bitkin agaclar
Dogan esintiyle heyecanlaniyorlar ;
Golgenin ilik oldugu saatin agir ugultusunda,
Cagirmalardan ve gulusmelerden olusan tatli bir bagrisma
Onu izliyor ; bu, insanlarin isten dondukleri andir,
Katirlari ve koyunlari cikardiklari zamandir,
Issiz kuyunun yanindaki yalaga gidiyorlar.
Uzaklarda adimlarin altinda, yerin cinladigini hissediyorlar;
Uzakta gec kalmis bir Agustos bocegi hala titremekte ;
Orada, tozun altin oldugu buyuk yolun ustunde,
Bir araba, sallana sallana gicirdiyor donerken donemecte ;
Yolun iki kenarindaki, bagda ve zeytinlikte,
Hala gunun tozlu beyaz dallari silkeleniyor ;
Ve o sirada her yerde, cevredeki esiklerde,
Agir salkimin sarktigi asmanin golgesinde,
Ardıisira kopegi sicrayip havlayan kadin ciftci,
Goruntusu istah acan tabaklari masaya yerlestiriyor,
Aksam her taraftan duyulabiliyor
(Zira bu, konulan masanin su anda bekledigi
Soguk suyun kuyudan cekildigi hos ve sakin saatti),
Ve, her taraftan, tekrarlanan yankida,
Bir esintinin getirdigi, sen cigliklar arasinda,
Zayif dusmus sarkilari, kovalarin ve cikriklarin
Yumusak gicirtilarini cevrende duyuyorsun.

Oh ! l'heure douce et calme, en été, quand décline
Le soleil à demi caché par la colline !
Immobiles tantôt, les arbres languissants
A présent sont émus par des souffles naissants ;
Au bourdonnement lourd de l'heure où l'ombre est tiède
Un bruit doux, fait d'appels et de rires, succède ;
C'est l'instant où les gens, revenus du travail,
Font sortir le mulet et le menu bétail,
Et vont à l'abreuvoir, près du puits solitaire.
On entend sous des pas lointains sonner la terre ;
La cigale attardée au loin frémit encore ;
Là-bas, sur la grand'route, où la poussière est d'or,
La charrette, au tournant, grince en s'ébranlant toute ;
La vigne et l'olivier, aux deux bords de la route,
Secouent leurs blancs rameaux poudreux encore du jour ;
Et tandis que partout sur les seuils d'alentour,
A l'ombre de la treille où pend la lourde grappe,
La fermière, après qui le chien bondit et jappe,
Dresse la table aux plats appétissants à voir,
On peut de tous côtés entendre dans le soir
(Car c'est l'heure agréable et tranquille où l'on puise
Cette eau fraîche qu'attend déjà la table mise),
On peut entendre autour de soi, de tous côtés,
Parmi les cris joyeux dans l'écho répétés,
Et les chansons qu'un souffle au loin porte affaiblies,
Le grincement mouillé des seaux et des poulies.
-
Fransiz bir ressam, heykeltras ve film yapimcisi Joseph Fernand Henri Léger’nin dogum yildonumu ( 4 Subat 1881 )
Tre Donne ( Three Women, 1921 )

I quattro ciclisti ( Four cyclists, 1943-48 )
-
Fransiz sair ve senaryo yazari Jacques Prévert’nin dogum yildonumu ( 4 Subat 1900 )


Tut beni kollarinda,
Op beni!
Beni op durmadan,
Op beni!
Daha sonra demek, cok sonra demektir.
Yasiyorsak, iste simdi.
Burada her seyden catlar insan
Sicaktan, soguktan.
Insan buz tutar, bogulur insan,
Eger beni opmez bırakirsan,
Bogulur, olurum gibime geliyor.
Senin yasin on bes, ben de on bes yasindayim
Ikimiz, otuz ederiz.
Otuz yasinda cocuk sayilmaz insan;
Tam calisma yasi,
Tam sevisme yasi.
Daha sonra demek, cok sonra demektir.
Yasiyorsak, iste simdi
Op beni!

Birbirini seven cocuklar opusurler ayakta
Gecenin kapilarına karsi
Ve orada gecenler parmaklariyla gosterir onlari
Ama birbirini seven cocuklar
Orada degillerdir kisi olarak
Ve yalnizca onlarin golgesidir
Gecede titreyen
Gecenlerin ofkesini artirarak
Ofkelerini, asagilamalarini, gulmelerini ve kiskancliklarini
Birbirini seven cocuklar aldirmazlar kimseye
Onlar geceden bile uzak bir yerdedir
Gunden daha yuksek bir yerde
Ilk asklarinin isiltili aydinliginda

Bugun gunlerden ne
bugun gunlerden her gun
sevgilim
bugun butun bir hayat
guzelim
sevisiyor ve yasiyoruz
yasiyor ve sevisiyoruz
ama hayatin ne oldugunu bilmiyoruz
ve gunun ne oldugunu bilmiyoruz
ve askin ne oldugunu bilmiyoruz.
-
Yeni Zelandali modernist kisa oyku yazari Katherine Mansfield'in Bahce Partisi'nin ( The Garden Party ) ilk bolumu 4 Subat 1922'de Saturday Westminster Gazette'de yayinlanmaya basladi.

" Ne guzellik! Ve iste bir tane daha geliyordu. Iste boyle yasamak gerekiyordu -aldirmadan, ozensizce, kendini harcayarak. Ayaga kalkti, ayak parmaklarini sert, kivrimli kumlar bastirarak sig suda kiyiıya yurumeye basladi. Isleri oluruna birakmak, hayatin gelgitine karsi savasmamak, ona boyun egmek- gerekli olan buydu. Butunuyle yanlis olan sey bu gerilimdi. Yasamak - yasamak! Boylesine taze, guzel olan, kendi guzelligine guluyor gibi idigiın tadini cikaran bu yetkin sabah sanki fisildiyordu, ‘Niye olmasın?’ diye. "

“ What a beauty! And now there came another. That was the way to live–carelessly, recklessly, spending oneself. He got on to his feet and began to wade towards the shore, pressing his toes into the firm, wrinkled sand. To take things easy, not to fight against the ebb and flow of life, but to give way [Page 8] to it–that was what was needed. It was this tension that was all wrong. To live–to live! And the perfect morning, so fresh and fair, basking in the light, as though laughing at its own beauty, seemed to whisper, ‘ Why not? ‘ "
" Insan geceleri nicin degisik duyumsar kendini ? Herkes uyurken uyanik olmak nicin boylesine heyecan vericidir ? Gectir,vakit cok gectir. Ama gene de her an kendinizi daha uyanik duyumsarsiniz; sanki yavas yavas, neredeyse her solusunuzla, yeni, olaganustu, gun isigi dunyasindan cok daha urpertici, heyecan verici bir dunyaya uyaniyormussunuz gibi. "

“ Why does one feel so different at night ? Why is it so exciting to be awake when everybody else is asleep ? Late—it is very late! And yet every moment you feel more and more wakeful, as though you were slowly, almost with every breath, waking up into a new, wonderful, far more thrilling and exciting world than the daylight one. "
-
Cocuk kitaplari ve bilim kurgu, buyulu gerceklik turundeki romanlari ile taninan Amerikali yazar Russell ( Conwell ) Hoban'in dogum yildonumu ( 4 Subat 1925 )

" Serseri buyuk, iri govdeliydi. Yalpalayan adimlarla uzun caddeyi arsinliyordu; adimlari bu kucuk kasabanin kucuk sokaklari icin cok buyuktu. Ince paltosunun icinde titrerken, kendisine gulec yuzleriyle yer acan bu Noel kalabaliginin icinden amacsizca geciyordu.
Muzigin sesi onu bir oyuncakci dukkaninin onunde durdurdu. Dukkanin kapisi bir insan selinin akiniyla her acip kapandiginda zili singirdatiyor, disariya sicak hava ve Noel sarkilari yolluyordu." Fare ile Yavrusu

" The tramp was big and squarely built, and he walked with the rolling stride of the long road, his steps too big for the little streets of the little town. Shivering in his thin coat, he passed aimlessly through the crowd while rosy-faced Christmas shoppers quickened their steps and moved aside to give him room.
The sound of music made him stop at a toyshop where the door, continually swinging open and shut in a moving stream of people, jangled its bell and sent warm air and Christmas carols out into the street. "
-
Amerikali roman ve kisa oyku yazari Robert ( Lowell ) Coover'in dogum gunu ( 4 Subat 1932 )

" Mahalle barina gidip bir bira icmeyi dusundugu sirada kendini orada oturmus bira icerken buluyor. Aslinda bitirmis bile. Belki bir tane daha icerim, diye dusunuyor, ikinciyi diplerken ucuncuyu soyluyor. Az ileride, cok degil ama yeterince guzel bir hatun oturuyor, yatakta da iyidir muhtemelen, ki oyle. Birasini bitirmis miydi ? Hatirlayamiyor. Asil onemli olan: Iyi bir orgazm yasamis miydi ? Hatta orgazm olmus muydu ? Sisli aksam karanliginda, genc kadinin dairesinden eve donerken bunu dusunuyor. Kadinin evi, lunaparklarda kazanilan cinsten Kewpie bebeklerle doluydu, hatirladigi kadariyla lunaparka gitmek icin randevulasmislardi. Kadin orada bir tane daha kazaniyor – kadin bu iste usta. Tekrar kadinin evindeydiler, uzerlerindeki giysileri cikariyorlar; kadin, uzeri bebeklerle dolu yatakta heyecanla yeni bebegine sariliyor. " Bir Bira Icimligi

" He finds himself sitting in the neighborhood bar drinking a beer at about the same time that he began to think about going there for one. In fact, he has finished it. Perhaps he’ll have a second one, he thinks, as he downs it and asks for a third. There is a young woman sitting not far from him who is not exactly good-looking but good-looking enough, and probably good in bed, as indeed she is. Did he finish his beer ? Can’t remember. What really matters is: Did he enjoy his orgasm ? Or even have one? This he is wondering on his way home through the foggy night streets from the young woman’s apartment. Which was full of Kewpie dolls, the sort won at carnivals, and they made a date, as he recalls, to go to one. Where she wins another—she has a knack for it. Whereupon they’re in her apartment again, taking their clothes off, she excitedly cuddling her new doll in a bed heaped with them. "
Gönderi Kuralları
- Yeni konu açamazsınız
- Konulara cevap yazamazsınız
- Yazılara ek gönderemezsiniz
- Yazılarınızı değiştiremezsiniz
-
Forum Rules
Yer İmleri