1917 Haydarpaşa Faciası







6 Eylül 1917′de Haydarpaşa, cehennemi yaşadı. Suriye Cephesi’ndeki Dördüncü Ordu’ya asker, silah ve cephane götürmek üzere harekete hazır bekleyen bir trenle, yolcu dolu bir banliyö treni ateş aldı. Gar harabeye döndü. Yüzlerce insan öldü.

İmparatorluk başkenti İstanbul’da büyük korku ve dehşet yaratan, yüzlerce insanın ölümüne yol açan olay, Saatler 16.30′u gösterirken, kentin Anadolu yakasındaki büyük patlamayla birlikte, toprak sarsıldı, kimi yerlerde binaların camları kırıldı, sokaklardaki insanlar, korku içinde, kaçacak yer aramaya başladılar. Hemen herkesin zihninde aynı soru şekilleniyordu:

Neydi bu patlama?..
Birinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla sürdüğü günlerdi. O sıralarda İngiliz savaş uçakları, sık sık İstanbul semalarında beliriyor, birkaç yere bomba attıktan sonra uzaklaşıp gidiyorlardı. Bu nedenle, önce patlamanın İngiliz uçaklarının attığı bombalardan kaynaklandığı sanıldı.

Ama ilkinden 7 saniye sonra duyulan ikinci bir patlama, ortalığı yeniden sarstı ve bunu, daha küçük çapta infilaklar izledi. Biraz cesaretlenip sahillere çıkanlar, gördükleri manzara karşısında dona kaldılar. Haydarpaşa alev alev yanıyor, her patlamayla birlikte, çevreye taş ve toz bulutu yağıyordu. Binaya ayrı bir güzellik katan sivri kuleleri uçmuş, çatısından yükselen alevler aç bir canavar gibi önüne gelen yeri tutmaya başlamıştı.

Haydarpaşa, cehennemi yaşıyordu

Cephane stoklarının peş peşe infilakı, her geçen dakika, ölü sayısını artırıyordu. Yangın iyice yayılmış; ambarları, silo ve diğer küçük binaları da etkisi altına almıştı.

Kadıköy’de korku ve panik
İlk patlamayla birlikte Kadıköy’de, özellikle sahil kesiminde tüm evlerin camları kırılırken, sokaktaki insanların üzerlerine yağmur gibi, irili ufaklı taşlar, ahşap vagon parçaları yağıyordu.Kadıköy Çarşısı’nda alışveriş yapanlar, kendilerini bir anda böylesi bir felaketin içinde bulunca, can havliyle çevredeki binalara sığınmaya çalıştılar. Bu kargaşa içinde, ayaklar altında kalıp ezilenler de oldu.

Birer şarapnel gibi ortalıkta uçuşan taş parçaları, yalnız Kadıköy’de değil, olay yerine bir hayli uzaktaki Kuşdili Çayırı’nda bile yaralanmalara yol açtı. Örneğin Kuşdili Çayırı’nda sevgilisiyle kol kola gezmekte olan gümrük komisyoncusu Dimitri, acı bir feryatla yere yığılmış, yüzü gözü kan içinde kalarak bayılmıştı. Daha sonra hastanedeki tedavisi sırasında, bir mermi parçasının yanağını parçalayarak dilini kopardığı ortaya çıkacaktı.

Patlama şehrin her yerinde halk arasında paniğe yol açmıştı
Korkunç patlamalar yalnız Haydarpaşa ve Kadıköy’de değil, şehrin hemen her kesiminde duyulmuş, halk arasında paniğe yol açmıştı. Olay sırasında denizde sefer halinde olan gemilerdeki yolcular arasında da büyük panik yaşanmıştı. Köprü-Kadıköy seferini yapan bu gemilerden birinde bulunan ve patlamanın kaza sonucu meydana geldiğini iddia eden Alman doktor Wilhelm Feltman, yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:

“6 Eylül 1917′de öğleden sonra saat 3 ila 4 arasında, tanıdığım bir Türk subayıyla birlikte Galata Köprüsü’nden vapurla Asya sahilindeki Kadıköy’üne geçiyordum. Bu subay, bana bir yerde cereyan eden ateş düellosuna ait uzun bir hikayeyi anlatırken ben Haydarpaşa’ya bakıyordum, İstasyonun önünde birçok mavna boşaltılıyordu. Birdenbire tam karaya çıkarken, bir hamalın sırtındaki büyük bir sandığın yere düştüğünü gördüm. Akabinde bir şey parladı ve patladı. Yanımdaki subayla bir kelime konuşmaya zaman kalmadan müthiş bir infilak bizi sarstı. Gemimizde bir kargaşa oldu ve infilaklar birbirini izlerken dört tarafımızda suya öte beri düşmeye başladı. Herkes sahildeki cephanenin havaya uçtuğunu anlayarak kanepelerin altına saklanıyordu. Kaptan şaşırmış kalmış ve gemiyi infilakların olduğu yere doğru sevk ediyordu. Bir Türk deniz subayı, kaptanı mevkiinden defederek kumandayı eline aldı ve vapuru tehlikeli bölgeden uzaklaştırdı. Demiryollarındaki vagonlar birbirini müteakip patladığı için infilaklar gece yarısına kadar devam etti, Savaştan ancak birkaç sene önce açılan güzel istasyon binası, bütün gece alevler içinde kaldı. Felaketin kaç kişinin hayatına kıydığı anlaşılamadı.â€

Yangın kontrol altına alındıktan sonra facianın bilançosu da ortaya çıktı.
Olay sırasında, biri banliyö treni, diğeri asker dolu iki tren, içindekilerle birlikte yanmış, aralarında gar personelinin de bulunduğu çok sayıda insan da ölmüştü, İstasyon, yakınlarından bir haber alabilmek ya da yakınlarının cesetlerini bulabilmek için, İstanbul’un dört bir yanından gelenlerle dolup taşıyordu.

Gazetelere sansür
Ölü sayısı belli değildi, bini aştığı söyleniyordu. Ama bu rakam hiçbir zaman açıklanmadı. İktidardaki İttihat ve Terakki Hükümeti, gazetelere sansür koymuş, hükümetin yayın organı Tanin birkaç satırlık resmi bir tebliğle yetinmişti.

Yapımı yıllar süren muhteşem gar binası acınacak haldeydi. Sivri kuleleri uçmuş, çatısı tamamen yanmış, tüm camlan kırılmış ama yine de ayakta kalmıştı. Bunun yanı sıra liman tesisleri, ambarlar, personel binaları da yerle bir olmuştu. Haftalardan beri Yıldırım Ordularına gönderilmek üzere Haydarpaşa’da toplanan yüzlerce ton cephane ve erzak da yok olmuştu. Bu durum, Suriye ve Irak’taki Türk-Alman Cephesi’ni olumsuz etkileyecek, hatta cephenin düşmesine yol açacak etkenler arasında yer alacaktı.

Farklı iddialar ve söylentiler
İttihat ve Terakki Hükümeti’nin koyduğu sansür ve bu konudaki suskunluğu, facianın nedenleri hakkında halk arasında türlü dedikoduların yayılmasına yol açtı.

İngiliz Savaş Uçakları mı? Kimileri, garı İngiliz savaş uçaklarının bombaladığını öne sürüyordu; ama o gün İstanbul’a bir hava akını yapılmadığı belirlenmişti.

Denizaltı mı? Bazılarına göre de Çanakkale’yi aşıp İstanbul’a gelmeyi başaran bir düşman denizaltı, Haydarpaşa’yı top atışına tutmuş, cephanelerin ateş almasıyla facianın boyutları büyümüştü.

Sabotaj mı? Bazı görgü tanıkları ise olayın ‘sabotaj’ olduğunu iddia ediyordu. Bu iddiaya göre, limanda vinçleri kullanmakta olan Ermenilerden bazıları, mavnalardan aldıkları cephane sandıklarını kasti olarak yere atmış, patlayan cephane sandıkları diğerlerinin de tutuşmasına ve facianın büyümesine yol açmıştı.

Alman ordusundaki Fransız ajanı
Birinci Dünya Savaşı sırasında Harbiye Nezaretinde kurulan ‘İhracat, İthalat ve Siparişat-ı Umumiye Dairesi’nde yedek subay olarak görev yapan A. Baha Özler de Haydarpaşa’ya sabotajın, Alman ordusunda görevli bir Fransız ajanı ve yardımcıları tarafından yapıldığını iddia etmektedir.

Baha Özler’in Yıllarboyu Tarih dergisinin Ekim 1980 sayısında “Haydarpaşa Garı’nı havaya uçuran adamı tanıdım†başlığı altında yayımlanan anılarında anlattığına göre, bu kişinin adı Georges Mann’dı.

Baha Özler’in çalıştığı dairenin Sirkeci Gümrüğü’nde yaptığı kontroller sırasında, Georges Mann, onlara yardımcı olmak ve tercümanlık yapmakla görevlendirilmiş ve kısa sürede herkesin güvenini kazanmıştı. Öyle ki, Harbiye Nezareti’ne elini kolunu sallaya sallaya girip çıkıyor, istediğiyle görüşebiliyor, bazen de kurye olarak Almanya’ya gidip geliyordu.

Baha Özler anılarında, patlamanın olduğu gün Georges Mann’ı telaşla Sirkeci’ye doğru koşarken gördüğünü, durumda bir fevkaladelik olduğunu anlayarak peşine takıldığını, daha sonra esrarengiz Almanın daveti üzerine bir motorbotla Haydarpaşa’ya gittiklerini kaydeder. Georges Mann, burada alevlerin arasına dalarak çok sayıda fotoğraf çekmiş, bu fotoğraflardan birkaç kopyayı hatıra olarak kendisine vermişti.

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra terhis olan yazar, Georges Mann’la Beyoğlu’nda bir birahanede karşılaştığını, onun kendisine ‘Fransız ajanı’ olduğunu itiraf ettiğini, hatta kimliğini gösterdiğini belirtir. Baha Özler’in anılarında anlattığı bu olayın doğruluk derecesi bilinemiyor. Ama bilinen şu ki, Haydarpaşa Garı, gerçekten büyük bir felaket geçirmişti.