
 Originally Posted by 
Moruk
					 
				 
				Bunnar siyah renkli isveçliler 
Bunları isveç şey yapamamış 
Biz mi yapacağuk 
Bunlara İngilizce Cute denir 
Türkçe de bu tanım şirin demektir 
Şirket kelimesinin kökü şirin den gelir 
Şirin kedi
Şirked 
Zamanla bu
Şirket olarak evrildi 
Gavur önce bele disco ile hayatına girdi 
Şimdi coin kripto paralarla arka cepten cüzdanı çekiyo 
Efenim, bunlara mahal , vermiyiniz 
Kattiyyen 
Mutlak ve mutfak, suretle 
O kaddaaaarrrrr
Gavur yamandır anlamazsın
Arada aşşaaaa tavvuk çifliğe gel 
Orda laflarık
Eyi pazarlar 
Laki kardeşim
			
		 
	 
 kainatın BİR varlığından bütünleşip! kendi birliğinde meçhul bir menzile yol almakta olan, insan dediğimiz yüce varlığa salat ve selam olsun ! 
Moruk -i sani ibn amr (ra ) kuddise sırrıhu  hazretlerine salat ve selam olsun !
 Sultan II. Mahmud ile vezîri tebdîl-i kıyâfet dolaşıyorlarmış. Dağ bayır giderken, bir çobanın kulübesine rastlamışlar. Varıp kapısını çalmışlar. Çoban da misâfirlerini 'Kimsiniz?' demeden içeri almış. İçerisi bir hayli soğukmuş. Sobada da yanan bir şey yokmuş. Çoban bakmış ki misâfirleri üşüyecekler, “Bismillâh” demiş, köşedeki iskemleyi kaptığı gibi parçalamaya başlamış. Vaziyeti anlayan pâdişâh hemen müdahale etmiş:-Aman efendi, biz üşümüyoruz. Isınmak için iskemle yakılır mı?Çoban pâdişâhın sözünü duyunca, bir kızmış. Gelip pâdişâhın ensesine bir tokat patlatmış.-Bre densiz, bilmez misin ki ev sâhibinin işine karışılmaz?! Vezir kıpkırmızı olmuş. Ama tebdil-i kıyâfet olduklarından ne pâdişâh, ne o vaziyeti idâre etmişler. Neyse biraz oturup hoş beş etmişler. Pâdişâh çobanın ağzını aramış, ahâlinin vaziyeti hakkında epeyce konuşturmuş. Derken iskemle yanıp bitmiş. Bunu gören çoban da, bu sefer kendi oturduğu iskemleyi kaptığı gibi parçalamaya başlamış. Pâdişâh yine dayanamamış:-Dur ne yapıyorsun, bâri onu yakma, diye atılmış. Tabiî yine tokadı yemiş:-Demedim mi size ev sâhibinin işine karışılmaz, demiş çoban. Pâdişâh bu işe içerlermiş. “Ben de sana göstermezsem...” diye içinden bir plân kurmuş. Artık ayrılık vakti gelip vedâlaşırlarken pâdişâh çobana ismini, yurdunu söylemiş, eline kâğıt tutuşturmuş ve “Biz de seni bekleriz efendi” demiş. Pâdişâh sarayına dönmüş, aradan zaman geçmiş. Derken bir gün bizim çoban, yolları dolana dolana saraya gelmiş. Pâdişâhın misâfiri olduğunu söyleyip, elindeki kâğıdı göstermiş. Hemen pâdişâha haber vermişler. O da sarayın boğaza bakan bir balkonuna mükemmel bir sofra kurdurup, misâfirini buyur etmiş. Çoban, vezir ve pâdişâh birlikte sofraya oturmuşlar. Çoban iştahla yemeklerden yiyormuş. Pâdişâh da biten yemek lerin çok kıymetli gümüş, porselen tabaklarını tutup denize fırlatıyormuş. Yemek devâm ediyor, pâdişâh boşalan tabakları atıyormuş ama çobandan hiç ses çıkmıyormuş. Sanki böyle bir âdet varmışçasına denize giden güzelim tabaklara sesini çıkartmıyormuş. Sonunda vezir dayanamamış ve bir aralık pâdişâh yine bir tabağı atarken “Aman pâdişâhım, bütün tabakları 
denize attınız. Onlar hazînenizin çok kıymetli parçalarıydı.” demiş. Çoban dönmüş ve vezirin ensesine bir tokat patlatmış:-Hâlâ öğrenemedin mi vezir efendi, ev sâhibinin işine karışılmaz!
				
			 
			
		 
			
				
			
			
				kainatın BİR varlığından bütünleşip! kendi birliğinde meçhul bir menzile yol almakta olan, insan dediğimiz yüce varlığa salat ve selam olsun ! hamza sütbıyık -aka- klaus maximilian kerpenter münche
			
			
		 
	
Yer İmleri