Sayfa 1616/7020 İlkİlk ... 61611161516156616061614161516161617161816261666171621162616 ... SonSon
Arama sonucu : 56156 madde; 12,921 - 12,928 arası.

Konu: Sanat Mozaik

  1. Amerikali sair, yazar, cevirmen Emma Lazarus’un olum yildonumu (19 Kasim 1887)

    Bitkin dusmusleri, zavallilari ver bana.
    Ozgurce soluk almaya hasret, bicare kalabaligi getir.
    Sefillere yer yok bereketli kiyilarinda.
    Bunlari, evsizler, firtinali harabeleri gonder bana,
    Lambami altin kapinin yaninda kaldiriyorum!



    Dammi il tuo stanco, il tuo povero,
    Il tuo masse il desiderio di respirare liberamente - pulsante
    I miseri scarti dei tuoi litorali affollati.
    Manda a me questi senza tetto, sballottati dalla tempesta: io
    innalzo la mia lampada accanto alla porta d’oro.

  2. 19 Kasim tarihi Ingiliz yazar Arthur Conan Doyle ve kurgusal dedektif Sherlock Holmes icin cok yogun bir tarihti. Zira Doyle, Sherlock Holmes Olum Doseginde (The Adventure of the Dying Detective - L'avventura Del Detective Morente) romanini 19 Kasim 1887 tarihinde; Sherlock Holmes Sussex Vampiri'nin Macerasi (The Adventure of the Sussex Vampire - L'avventura del vampiro del Sussex) romanini da tesaduf olarak 19 Kasim 1896 tarihinde yazmaya basladi.


    "Oyle, Watson; acinacak ve zararsiz biri. Hayat dedigin de oyle degil midir ya? Acimasiz! Talih alnimiza yazilmistir. Bazen yildlizlarla, burclarla ugrasiriz. Sonunda ne gecer elimize? Bir golge. Ya da golgeden de kotusu: sefalet."



    "Exactly, Watson. Pathetic and futile. But is not all life pathetic and futile? Is not his story a microcosm of the whole? We reach. We grasp. And what is left in our hands at the end? A shadow. Or worse than a shadow -- misery."


  3. Ikinci Dunya Savasi'nin ahlaki deneyimini anlatan unlu Alman yazar Anna Seghers’in dogum yildonumu (19 Kasim 1900)

    “Isini bitirin!” Yuzbasi homurdanir gibi soylemisti bunlari ama, Erwin anlamisti.Sonunun yaklastigini kavramisti. Dun beyaz birlikler saray ahirlarini aldiklarinda kendi olumunu aklina bile getirmiş degildi. Daha 1914'de, biraz da gonullu olarak askere gittiginden bu yana olumu aklina getirmege alismisti gerci. O tarihlerde ordu onun gozunde kendi yoksul ve oksuz gencliginden daha degerliydi. Uniformayla dolasmak Berlin copculerinin kiliksiz gomleginden daha iyiydi. Onu daha fazla beslemek ve ogrenimi icin para vermek istemeyen amcasi bu acinacak isi bulmustu.

    Yuzbasinin sozleri agzinin icinden, ya da dislerinin arasindan iki kez daha duyuldu : “Bitirin isini! Bitirin!” O tarihlerde ordu onun gozunde her sey demekti: ana, yurt ve barinak. Onur ve yurt sozlerini silaha sarilir gibi buyuk bir istekle benimsemisti. O gune kadar sadece itilip kakilan, soylesine katlanilan, ya da kimsenin hatirlamadigi bacaksizi simdi buyuk gorevler bekliyordu birden. Ilk buhranlardan sonra olum korkusuna alismisti; gunun birinde oleceklerini bildikleri halde bundan oturu hic de keyifleri kacmayan butun dunya insanlari gibi. Fakat onun gercekten yasamaya baslamasi, tam tarihiyle soylemek gerekirse, Aralik 1916'ya rastliyordu. Zira ilk beyanname o tarihte ve siperlerde eline gecmisti. Yuzbasinin: «“Bitirin isini!” buyrugu gercekten omrunun sonu anlamini tasiyorsa, o gunlerden bu yana uc yıldan cok gecmis degildi. Otomobil frenlerinin gicirtisiyla kafasini dolduruveren hepsi birbirinden sacma bir suru umut kopugunu bir turlu uzaklaştiramıyordu.” Oluler Genc Kalir



    "Fatela finita!" Erwin percepí le parole malgrado il tenente le avesse solo sussurrate. Capí che la fine era prossima. Quando ieri le Guardie Bianche avevano preso le Scuderie, la propria morte gli era ancora sembrata inconcepibile. Era sí abituato a considerare la possibilità di morire, da quando nel 1914, ancora quasi un ragazzino, si era arruolato volontario. A quel tempo l'esercito prometteva piú della sua giovinezza orfana e miserabile. Meglio dentro un'uniforme che nello squallido grembiale della raccolta della spazzatura berlinese, gramo impiego procuratogli dallo zio perché non voleva mantenerlo oltre, e neppure scucire il denaro per un apprendistato.

    L'eco risuonò ancora due volte nel suo intimo o tra i denti del capitano: "Finita! Finita!". A quel tempo l'esercito era per lui tutto in uno: madre, patria e rifugio. Aveva accolto le parole Onore e Patria altrettanto volentieri come le armi; improvvisamente il nanerottolo che veniva soltanto sopportato, picchiato o ignorato, era chiamato a grandi gesta. Dopo i primi accessi di paura fisica la minaccia della morte gli era divenuta naturale, come per tutti gli esseri viventi che sanno un giorno di dover morire, senza per questo farsi guastare la vita da queslla prospettiva. Ma la sua vita, a dire il vero, era cominciata nel dicembre del 1916, quando in trincea gli era capitato tra le mani il primo volantino. Da quei giorni non saranno passati piú di tre anni, se "Fatela finita!" significava davvero la fine. Non riusciva a scacciare l'esile e spumoso sciame di insensate speranze, che gli si gonfiò in testa solo allo stridere dei freni.”

  4. Avusturya asilli Amerikali yazar, ogretim uyesi, yonetim danismani ve egitimci Peter (Ferdinand) Drucker’in dogum yildonumu (19 Kasim 1909)

    “Clark. Ikinci Dunya Savasinin hemen oncesinde, devletin karsi konulmasi mumkun olmayan enflasyonist baskilara yol acmadan, gayri safi milli hasilanin ya da gayri safi kisisel gelirin yaklasik dortte birinden fazlasini alamayacagini soyluyordu, Yuzde 25 gercekten de bir esik olusturur mu, --- bilmiyorum-- gorunen odur ki esik yuzde 40'a daha yakin olabilir Ama boyle bir sinir vardir. Bu sinirin uzerine cikildi mi, devlet gelirindeki artis artik ekonomiyi kamcilamaz. Ya ekonomiyi zayiflatip gunumuzde 'stagflasyon' diye nitelendirilen durumu yaratir, ya da tirmanan enflasyonist baskilar olusturur.”



    “Clark asserted, just before World War II, that government could not take more than around one quarter of a country’s gross national product or gross personal income without creating irresistible inflationary pressures. Whether 25 percent is indeed the threshold, we do not know; the evidence would indicate that it might be closer to 40 percent. But there is such a limit. Above it, increased government revenue will not stimulate the economy. It will either depress it and create what we now call 'stagflation,' or it will create mounting inflationary pressures.”

  5. Samuel Goldwyn (Samuel Goldfish) ve Edgar Selwyn bagimsiz film sirketi Goldwyn Pictures Corporation'i 18 Kasim 1916 tarihinde kurdular.


  6. Polonyali sosyolog ve filozof Zygmunt Bauman’in dogum yildonumu (19 Kasim 1925)

    “Kendi becerimiz, adanmisligimiz ve zor kazanilan marifetlerimiz sayesinde bir zamanlar elde edilmis sonuclar yalnizca havali bir kredi karti ve bir tusa basmayi gerektiren bir cihazda 'taseronlastirildiginda', bircok insani eskiden mutlu kilan ve muhtemelen herkesin mutlulugu acisindan yasamsal olan sey 'basariyla kotarilmis is', ustalik, maharet ve beceri karsisinda, yildirici bir gorevin yerine getirilmesi, inatci bir engelin ustesinden gelinmesi karsisinda duyulan gurur zamanla yitirilir. Daha uzun vadede, bir zamanlar elde edilen beceriler ve yeni beceriler kazanma ve uzmanlasma huneri de yitip gider ve bunlarla beraber, ozsayginin aciga cikardigi mutlulugun yani sira, yerine baska bir sey koymasi cok guc olan izzetinefsin yasamsal sarti, yani ustalik yetenegini tatmin etme zevki de yitip gider.” Yasama Sanati



    “The pleasures of relaxation are not the only ones to have been laid at the altar of a life hurried for the sake of saving time to chase other things. When the effects that were once attained thanks to our own ingenuity, dedication and hard-learned skills are ‘outsourced’ to a gadget requiring only a swish of a credit card and a push of a button, something that used to make many people happy and was probably vital for everybody’s happiness is lost on the way: pride in ‘work well done’, in dexterity, smartness and skill, in a daunting task performed, an indomitable obstacle over- Introduction come. In the longer run, skills once obtained, and the very ability to learn and master new skills, are forgotten and lost, and with them goes the joy of gratifying the workmanship instinct, that vital condition of self-esteem, so diffi cult to replace, along with the happiness offered by self-respect.”



    “Asiklar guvensizlik hissettiklerinde, yapici olmayan sekilde davranma egilimi gosterirler, ya hosa gitmeye calisirlar, ya denetimi almaya calisirlar, hatta fiziksel olarak kavga ettikleri de olur. Butun bunlar buyuk ihtimalle partneri kaciracaktir. Guvensizlik bir kez isin icine karistiginda, serinkanli, akliselim ve sakin davranmak imkansiz olur. Akintiya kapilan iliskinin dumensiz, dayaniksiz sandali, bir cok iliskinin batma tehlikesi gecirdigi, adi kotuye cikmis iki kaya arasinda yalpalar durur: tam boyun egme ve tam iktidar, uysalca riza gosterme ve kustah fetih, kendi ozerkligini ortadan kaldirma ve partnerinkini zapt etme. Bu kayalardan birine carpmak, yedek parca caginda buyumus ve tamir sanatini ogrenme firsati bulamamis yeni yetme bir gemiciyi tasiyan bir sal soyle dursun, gayet iyi giden ve deneyimli bir murettebata sahip bir teknenin bile parcalanmasina yeter. Hicbir modern denizci, denizde yol alacak durumda olmayan bir ogeyi tamir etmek icin bir dakika bile kaybetmez: Yedegiyle onu hemen degistirmek ister. Ama iliskilerin salinda yedek parca bulunmaz.” Akiskan Ask



    “When lovers feel insecure, they tend to behave unconstructively, either trying to please or trying to control perhaps even lashing out physically — all are likely to drive the lover away. Once insecurity creeps in, navigation is never confident, thoughtful and steady. Rudderless, the frail raft of relationship sways between one and the other of the two ill-famed rocks on which many a partnership flounders: total submission and total power, meek acceptance and arrogant conquest, effacing one's own autonomy and stifling the autonomy of the partner. Hitting either of the two rocks would wreck even a shipshape boat with a seasoned crew — let alone a raft carrying an inexperienced sailor who, having been brought up in the spare-parts era, never had a chance to learn the art of damage repair. None of the up-to-date sailors would waste time on repairing the part that is no longer seaworthy and would rather put a spare in its place.But on the raft of relationship, spares are not available.”

  7. Ukrayna asilli Rus filozof Lev Isaakovic Shestov'un olum yildonumu (19 Kasim 1938)

    "Sokrates'ten bu yana hakikat, evrensel ve zorunlu yargilarla karistirildi. Herkes dusuncenin yalnizca butun merak ve arayislara son verecek bir zorunlulukla karsi karsiya kalinca durma hakki olduguna ikna olmus duruma geldi. Ayni zamanda hic kimse dusuncenin seyler arasindaki zorunlu iliskilere nufuz ederken, felsefenin asli gorevini yerine getirdiginden suphe etmiyor. Kisacasi, Hegel de ortada 'felsefeler' degil yalnizca 'felsefe' oldugunu gostermeye calisirken, butun felsefecilerin kaderin kendilerine yukledigi misyonu daima ayni sekilde anladiklarini gorebilmisti. Butun bu felsefeciler varligin kati ve degismez duzenini kesfetmeyi arzuluyordu cunku bu insanlarin hepsi, Sokrates gibi yalnizca hicbir sey bilmediklerini bildigi iddiasinda olanlar bile, bu herkesten bagimsiz olan duzenin ve bu duzeni insanlara vahyedecek bir bilimin var olmak zorunda oldugu, var olmamasinin olanaksizligi fikriyle hipnotize olmus durumdaydi."



    "Since Socrates the truth, for men, has been confounded with universal and necessary judgments. Everyone is convinced that thought has the right to stop only when it has come up against Necessity, which puts an end to all searchings and all curiosity. And at the same time no one doubts that thought, in penetrating to the necessary relationships of things, accomplishes the supreme task of philosophy. So that Hegel, in short, saw quite rightly when he sought to demonstrate that there are not "philosophies" but "philosophy," that all the philosophers have always understood in the same way the mission that fate had imposed upon them. All of them sought to discover the rigorous and unchangeable order of being, for all of them — even those who, like Socrates, knew that they knew nothing — were completely hypnotized by the idea that this order which depends on no one must exist, that it is impossible that it should not exist, just as there must exist a science which reveals this order to man."

  8. Akademi Odulu (Sil Bastan, 2005 - En Iyi Ozgun Senaryo Akademi Odulu) sahibi Amerikali film yapimcisi Charlie (Stuart) Kaufman’in dogum gunu (19 Kasim 1958)




Sayfa 1616/7020 İlkİlk ... 61611161516156616061614161516161617161816261666171621162616 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •