-
İngiliz Coldstream Muhafız Alayı askerleri Haydarpaşa yakınlarında Kırım'a gitmek için beklerken 1854
-
1854 General Thoumas'ın Edirne Anıları

General Thoumas Fransız ordusunun Kırım savaşına giderken bir süre konakladıkları Edirne de Aydın Türk lerin kendilerine iyi gözle baktıklarını, Fanatiklerin ise kendilerine imansız gözüyle sert bakışlar attığını belirtiyor,Bulgarlar ve Katolikler Fransızları şevkle kabul edip alkışlıyor,Rumlar ise Fransızların parasını alıyor ama Rusların gelmesini arzuladıklarını yazıyor ve bir öngörüde bulunuyor, Biz bu gün (1854 yılı) Rusların buralara gelmelerini engelleyebiliriz ama mutlaka daha sonra gelecekler.. diyerek 1877-1878 Rus savaşı sonrası Edirne nin 1829 yılında olduğu gibi tekrar işgal edileceği kehanetinde bulunuyor..
"Birliklerimiz Edirne de sansasyon yarattı. Zırhlı süvariler halkı dev adamlar gibi etkilediler. Dağ bataryaları yerli katırlardan iki kat yüksek ve güçlü katırlarıyla büyük sükse yaptılar. Edirne de çok az Türk askeri kalmıştı ve bütün ordu Tuna da olduğundan onlar da şüphesiz yedeklerdi. Bu adamlar, her ne kadar giysileri genellikle eski olmakla beraber oldukça iyi niyetliydiler ama subayları çok kötüydü. Halkın nezdinde hiç saygı görmüyor gibiydiler ve yetkililer onlara çok kaba davranıyorlardı. Bir Rumeli paşası geçerken hemen ayağa kalkmadıkları için bir Türk jandarması tarafından sopayla dövülenlerini gördüm. Bu birlikler Saray adasının orta yerindeki muazzam büyük bir kışlada yerleşmişti.
"Geçen gün, Paşanın mâlikhanesinin avlusunda içine su katılmış süt satmağa çalışan fakir bir köylü gördük. Testisini boşaltıp kırdılar. Kavaslar onu yere yatırdılar ve sopalarla döverken yüzüne de çizmeleriyle tekme attılar. Bir başka seferde, sokaklarda toplu bir geri çekilme ya da kaçışa şahit oluyorduk. Yangı çıktı sandık. Hiç de öyle değildi. Paşa şehre dönüyordu. Onun geçtiği güzergâhta paradan daha çok sopa atıldığı biliniyordu. Yangından bahsetmişken, geçen gün bizim kampın yakınında bir tane gördük. Yatmak üzereydik, aniden bizi parlak bir ışığın aydınlattığını ve alevlerin göğe yükseldiğini gördük. Bizim yanan eve girmemizi engelledilerse de kapıyı kırdık ve içeriye girdik: Kimseler yoktu. Evdekiler karılarının kaçmalarını sağlamış ve hepsi kurtulmuş, alevleri evi alevler yutsun diye bırakmışlardı. Su olmadığından, aynı şekilde boşaltılmış yan evi yıkmakla yetindik. Herşey bitince polis müdürü yanında on kadar kavasla geldi ve çengel ve kancalarla bizim yaptığımızı yapmağa başladılar. Çünkü yangın durumunda başvurdukları tek taktik ateşin işini bitirmesinden yana olmaktı. Bu yardım gelmekte hep gecikiyor. Uyuyan Türkler, yalan söyleyen Rumlar, İşte ülke buydu !
"Dışarıda kadınlar paket gibi sarılı dolaşıyorlar. Sadece gözleri ve burunlarının ucu görülüyor. Başörtüleri yüzlerinin alt kısmında dört, beş kez katlanmış ama atlarımızın üstünden, geçenlerin göremeyecekleri düşünülen pencerelerine göz attığımızda, çok güzel giysiler, işlemeli kısa korseler, ayak bileğinde sıkılmış geniş pantalonlar, vs. gördük. Yahudiler çoğunlukla çok güzeller ama başlarından yere kadar inen uzun beyaz yün başörtüsünün örttüğü bir çeşit geniş top yüzünden gülmeden seyredilemeyecek kadar gülünç görünüyorlar. Rumlar ve Ermeniler çekici ve edalı.
"Küçük bir tepeyi aşmak için dört nala kalktık ve aniden aynen Fransa dakiler gibi bir Çingene kampının ortasına düştük. Çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan, hepsi neredeyse tamamen çıplak, yumuşak hatlı siyah ve bronzlaşmış vücutlarını kızgın güneşe sermiş en az iki yüz kişiydiler. Anında etrafımızı çevirdiler ve birçok kadın atlarımızın koşumlarını tutarak ellerini bize uzattılar. Ceplerimizdeki bütün bozuk paraları savurarak bu pitoresk ve delice kalabalıktan kurtuluyor ve atlarımızın terkisine sert kırbaç darbeleri vurarak ve ters yöne döndürerek dört nala kaçıyoruz.
"Aydın Türkler bize burada iyi gözle bakıyorlar: Ruslar ı yendikten sonra onlara medeniyeti öğreteceğimizi umuyorlardı. Fanatikler, Avrupa tarzını kabul etmeyi reddedenler (fes, tünik ve pantolon) ve eski tarzlarını (türban ve kürk) muhafaza edenler bize imansız gözüyle sert bakışlar atıyorlar ama Rus korkusuyla şimdilik tahammül ediyorlar. Bulgarlar, Katolikler bizi şevkle kabul ediyorlar. Rumlara gelince, paralarımızı ceplerine indirmekten mutlu oluyorlar ama Rusların gelişinden sonra rahatlıyorlar, bizim yenilmemizi arzuluyorlar ve Roma ayininde toplarımızı ateşlememize kızıyorlar. Ne Türkler, ne de Rumlar bu ülkeyi idare etmeyi beceremezler. Bugün Ruslar'ın buraya yerleşmelerini engelleyebiliriz. Ama mutlaka daha sonra gelecekler ve bunu arzu ettiklerine inanıyorum.
NOT: İlgimi çeken bölümleri alıntıladım. O dönemi merak edenler için okunabilecek kalitede bir kitaptır.
-
30 Mart 1856 Paris anlaşması ile 1853 yılında başlayan Kırım savaşı sona erdi.

Esasında Osmanlı-Rus savaşıdır. Ancak Birleşik Krallık, Fransa ve Piyemonte-Sardinya'nın Osmanlı tarafında savaşa dahil olmasıyla, Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla verdiği bir savaş halini almıştır.
-
1854 Balaklava Savaşı
İngilizlerin Büyük Yalanı, Türk Askerinin Kahramanlık Destanı "Hafif Süvari Alayı Hücumu"
600 İngiliz askerinin öldüğü iddia edilen ve İngiliz tarihine bir efsane şeklinde geçen Balaklava Savaşında ölenlerin aslında Türk askerleridir. İngiltere de kamuoyunun desteğini sağlamak için savaşla ilgili her şey çarpıtılmıştır.
İngiliz tv kanallarında yayınlanan "Battlefields Detectives" yani savaş alanları detektifleri programında, kendi generallerinin sahte raporlarını ispat ettiler.
Savaş alanları detektifleri, savaş arazisinde elektronik detektörlerle aramalara giriştiler ve Türk askerlerine ait çok sayıda kalıntıyı ortaya çıkardılar. Türk askerlerine ait olan düğmeler, 1830 yılında İstanbul da basılmış Osmanlı paraları ve yine Türkler tarafından kullanılan tophane işi denilen toprak ağızlık parçaları, Balaklava Savaşının bilinenlerden başka şekilde yaşandığı yolunda kuşkular yarattı.
savaş alanları detektifleri vardıkları sonuçtan oldukça şaşkındılar ve 150 yıl önceki savaşın kayıtlarının tahrif edilmiş olması üzerine araştırmalarını genişlettiler. Londra ya dönüşlerinden sonra zayiat kayıtları da tek tek elden geçirildi ve Balaklava da öldüğü söylenen 600 askerin sadece 120 sinin can verdiği, diğerlerinin ise sağ salim İngiltere ye dönmüş oldukları ortaya çıktı.
Araştırmaların tamamlanmasından sonra, dört bölüm olarak yayınlanan programda bütün bu gerçekler tek tek anlatılıyor. Türk askerlerinin ümitsiz bir savunma yaptıkları söyleniyor. Hadiselerin nasıl değiştirildiği anlatılıyor. Türkler in kaybını umursamamamız bir yana, yaralılarımızı bile onlara taşıttık ama kayıplarından hiç söz etmedik deniyor.
Konu ile ilgili olarak geçen yıl (2016) yüklemiş olduğum video ektedir.
Videonun özellikle 38:48 saniyesinden sonra başlayan bölümü Türk askerinin cesaretini ve savaşa katkısını açıkça göstermektedir.
Son düzenleme : metin; 30-03-2017 saat: 20:10.
-
1917 Haydarpaşa Faciası



6 Eylül 1917′de Haydarpaşa, cehennemi yaşadı. Suriye Cephesi’ndeki Dördüncü Ordu’ya asker, silah ve cephane götürmek üzere harekete hazır bekleyen bir trenle, yolcu dolu bir banliyö treni ateş aldı. Gar harabeye döndü. Yüzlerce insan öldü.
İmparatorluk başkenti İstanbul’da büyük korku ve dehşet yaratan, yüzlerce insanın ölümüne yol açan olay, Saatler 16.30′u gösterirken, kentin Anadolu yakasındaki büyük patlamayla birlikte, toprak sarsıldı, kimi yerlerde binaların camları kırıldı, sokaklardaki insanlar, korku içinde, kaçacak yer aramaya başladılar. Hemen herkesin zihninde aynı soru şekilleniyordu:
Neydi bu patlama?..
Birinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla sürdüğü günlerdi. O sıralarda İngiliz savaş uçakları, sık sık İstanbul semalarında beliriyor, birkaç yere bomba attıktan sonra uzaklaşıp gidiyorlardı. Bu nedenle, önce patlamanın İngiliz uçaklarının attığı bombalardan kaynaklandığı sanıldı.
Ama ilkinden 7 saniye sonra duyulan ikinci bir patlama, ortalığı yeniden sarstı ve bunu, daha küçük çapta infilaklar izledi. Biraz cesaretlenip sahillere çıkanlar, gördükleri manzara karşısında dona kaldılar. Haydarpaşa alev alev yanıyor, her patlamayla birlikte, çevreye taş ve toz bulutu yağıyordu. Binaya ayrı bir güzellik katan sivri kuleleri uçmuş, çatısından yükselen alevler aç bir canavar gibi önüne gelen yeri tutmaya başlamıştı.
Haydarpaşa, cehennemi yaşıyordu
Cephane stoklarının peş peşe infilakı, her geçen dakika, ölü sayısını artırıyordu. Yangın iyice yayılmış; ambarları, silo ve diğer küçük binaları da etkisi altına almıştı.
Kadıköy’de korku ve panik
İlk patlamayla birlikte Kadıköy’de, özellikle sahil kesiminde tüm evlerin camları kırılırken, sokaktaki insanların üzerlerine yağmur gibi, irili ufaklı taşlar, ahşap vagon parçaları yağıyordu.Kadıköy Çarşısı’nda alışveriş yapanlar, kendilerini bir anda böylesi bir felaketin içinde bulunca, can havliyle çevredeki binalara sığınmaya çalıştılar. Bu kargaşa içinde, ayaklar altında kalıp ezilenler de oldu.
Birer şarapnel gibi ortalıkta uçuşan taş parçaları, yalnız Kadıköy’de değil, olay yerine bir hayli uzaktaki Kuşdili Çayırı’nda bile yaralanmalara yol açtı. Örneğin Kuşdili Çayırı’nda sevgilisiyle kol kola gezmekte olan gümrük komisyoncusu Dimitri, acı bir feryatla yere yığılmış, yüzü gözü kan içinde kalarak bayılmıştı. Daha sonra hastanedeki tedavisi sırasında, bir mermi parçasının yanağını parçalayarak dilini kopardığı ortaya çıkacaktı.
Patlama şehrin her yerinde halk arasında paniğe yol açmıştı
Korkunç patlamalar yalnız Haydarpaşa ve Kadıköy’de değil, şehrin hemen her kesiminde duyulmuş, halk arasında paniğe yol açmıştı. Olay sırasında denizde sefer halinde olan gemilerdeki yolcular arasında da büyük panik yaşanmıştı. Köprü-Kadıköy seferini yapan bu gemilerden birinde bulunan ve patlamanın kaza sonucu meydana geldiğini iddia eden Alman doktor Wilhelm Feltman, yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:
“6 Eylül 1917′de öğleden sonra saat 3 ila 4 arasında, tanıdığım bir Türk subayıyla birlikte Galata Köprüsü’nden vapurla Asya sahilindeki Kadıköy’üne geçiyordum. Bu subay, bana bir yerde cereyan eden ateş düellosuna ait uzun bir hikayeyi anlatırken ben Haydarpaşa’ya bakıyordum, İstasyonun önünde birçok mavna boşaltılıyordu. Birdenbire tam karaya çıkarken, bir hamalın sırtındaki büyük bir sandığın yere düştüğünü gördüm. Akabinde bir şey parladı ve patladı. Yanımdaki subayla bir kelime konuşmaya zaman kalmadan müthiş bir infilak bizi sarstı. Gemimizde bir kargaşa oldu ve infilaklar birbirini izlerken dört tarafımızda suya öte beri düşmeye başladı. Herkes sahildeki cephanenin havaya uçtuğunu anlayarak kanepelerin altına saklanıyordu. Kaptan şaşırmış kalmış ve gemiyi infilakların olduğu yere doğru sevk ediyordu. Bir Türk deniz subayı, kaptanı mevkiinden defederek kumandayı eline aldı ve vapuru tehlikeli bölgeden uzaklaştırdı. Demiryollarındaki vagonlar birbirini müteakip patladığı için infilaklar gece yarısına kadar devam etti, Savaştan ancak birkaç sene önce açılan güzel istasyon binası, bütün gece alevler içinde kaldı. Felaketin kaç kişinin hayatına kıydığı anlaşılamadı.â€
Yangın kontrol altına alındıktan sonra facianın bilançosu da ortaya çıktı.
Olay sırasında, biri banliyö treni, diğeri asker dolu iki tren, içindekilerle birlikte yanmış, aralarında gar personelinin de bulunduğu çok sayıda insan da ölmüştü, İstasyon, yakınlarından bir haber alabilmek ya da yakınlarının cesetlerini bulabilmek için, İstanbul’un dört bir yanından gelenlerle dolup taşıyordu.
Gazetelere sansür
Ölü sayısı belli değildi, bini aştığı söyleniyordu. Ama bu rakam hiçbir zaman açıklanmadı. İktidardaki İttihat ve Terakki Hükümeti, gazetelere sansür koymuş, hükümetin yayın organı Tanin birkaç satırlık resmi bir tebliğle yetinmişti.
Yapımı yıllar süren muhteşem gar binası acınacak haldeydi. Sivri kuleleri uçmuş, çatısı tamamen yanmış, tüm camlan kırılmış ama yine de ayakta kalmıştı. Bunun yanı sıra liman tesisleri, ambarlar, personel binaları da yerle bir olmuştu. Haftalardan beri Yıldırım Ordularına gönderilmek üzere Haydarpaşa’da toplanan yüzlerce ton cephane ve erzak da yok olmuştu. Bu durum, Suriye ve Irak’taki Türk-Alman Cephesi’ni olumsuz etkileyecek, hatta cephenin düşmesine yol açacak etkenler arasında yer alacaktı.
Farklı iddialar ve söylentiler
İttihat ve Terakki Hükümeti’nin koyduğu sansür ve bu konudaki suskunluğu, facianın nedenleri hakkında halk arasında türlü dedikoduların yayılmasına yol açtı.
İngiliz Savaş Uçakları mı? Kimileri, garı İngiliz savaş uçaklarının bombaladığını öne sürüyordu; ama o gün İstanbul’a bir hava akını yapılmadığı belirlenmişti.
Denizaltı mı? Bazılarına göre de Çanakkale’yi aşıp İstanbul’a gelmeyi başaran bir düşman denizaltı, Haydarpaşa’yı top atışına tutmuş, cephanelerin ateş almasıyla facianın boyutları büyümüştü.
Sabotaj mı? Bazı görgü tanıkları ise olayın ‘sabotaj’ olduğunu iddia ediyordu. Bu iddiaya göre, limanda vinçleri kullanmakta olan Ermenilerden bazıları, mavnalardan aldıkları cephane sandıklarını kasti olarak yere atmış, patlayan cephane sandıkları diğerlerinin de tutuşmasına ve facianın büyümesine yol açmıştı.
Alman ordusundaki Fransız ajanı
Birinci Dünya Savaşı sırasında Harbiye Nezaretinde kurulan ‘İhracat, İthalat ve Siparişat-ı Umumiye Dairesi’nde yedek subay olarak görev yapan A. Baha Özler de Haydarpaşa’ya sabotajın, Alman ordusunda görevli bir Fransız ajanı ve yardımcıları tarafından yapıldığını iddia etmektedir.
Baha Özler’in Yıllarboyu Tarih dergisinin Ekim 1980 sayısında “Haydarpaşa Garı’nı havaya uçuran adamı tanıdım†başlığı altında yayımlanan anılarında anlattığına göre, bu kişinin adı Georges Mann’dı.
Baha Özler’in çalıştığı dairenin Sirkeci Gümrüğü’nde yaptığı kontroller sırasında, Georges Mann, onlara yardımcı olmak ve tercümanlık yapmakla görevlendirilmiş ve kısa sürede herkesin güvenini kazanmıştı. Öyle ki, Harbiye Nezareti’ne elini kolunu sallaya sallaya girip çıkıyor, istediğiyle görüşebiliyor, bazen de kurye olarak Almanya’ya gidip geliyordu.
Baha Özler anılarında, patlamanın olduğu gün Georges Mann’ı telaşla Sirkeci’ye doğru koşarken gördüğünü, durumda bir fevkaladelik olduğunu anlayarak peşine takıldığını, daha sonra esrarengiz Almanın daveti üzerine bir motorbotla Haydarpaşa’ya gittiklerini kaydeder. Georges Mann, burada alevlerin arasına dalarak çok sayıda fotoğraf çekmiş, bu fotoğraflardan birkaç kopyayı hatıra olarak kendisine vermişti.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra terhis olan yazar, Georges Mann’la Beyoğlu’nda bir birahanede karşılaştığını, onun kendisine ‘Fransız ajanı’ olduğunu itiraf ettiğini, hatta kimliğini gösterdiğini belirtir. Baha Özler’in anılarında anlattığı bu olayın doğruluk derecesi bilinemiyor. Ama bilinen şu ki, Haydarpaşa Garı, gerçekten büyük bir felaket geçirmişti.
-
1995 Kardak Krizi


Yıl 1995. 25 Aralık günü Türkiye bandralı bir yük gemisi Kardak kayalıklarında karaya oturdu. Türkiye’de İkizce, Yunanistan’da Limnia olarak bilinen iki küçük kayadan oluşan bu toprak parçası toplam 40 dönüm yani 0,4 kilometre kare. Üzerinde yerleşim yok. Kime ait olduğu konusunda Kardak özelinde belli bir anlaşma yok.
Bodrum'un 3,8 mil açığındaki kayalıktan gemiyi kimin kurtaracağı tartışma konusu oldu. Sonra gemi zaten kendi olanaklarıyla kurtuldu.
Dönemin Yunanistan eski Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos, o gün olanları BBC’ye yıllar sonra şöyle anlatıyor:
"Deniz Ticaret Bakanı tarafından uyarılmıştım. Beni aradı ve bir Türk kargo gemisinin İmia adaları civarında karaya oturduğunu söyledi. Yardım teklifinde bulunmamızı önerin dedim. Sonra Noel'e denk gelen o gün beni aradılar ve kaptanın Türk yetkililerle konuştuğunu ve 'Türkiye sınırları içinde olduğu için bizim desteğimizi istemediğini' söylediler. Ben de 'Tamam' dedim, 'Boğulmasına izin vermeyin ve beni gelişmelerden haberdar edin'… Bir sorun çıksın istemiyordum.
“Sonra gemi kendi motoruyla kurtuldu ve bizim yardımımıza ihtiyacı olmadı. Bu bölgenin deniz sınırları yok, iki ülke arasındaki hiçbir anlaşmayla da belirlenmemişâ€¦"
Aynı haberde dönemin Türkiye Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Onur Öymen ise olayı Yunanistan tırmandırdı diyor.
Kardak Krizi nasıl başladı?
Ocak boyu karşılıklı açıklamalarla süren gerginlik 1996 Ocak ayı sonunda kriz haline geldi ve iki tarafın askerleri karşı karşıya geldi.
Krizi tırmandıran her iki ülkeden adaya çıkıp bayrak diken sivillerdi.
26 Ocak 1996 günü, Kardak’a en yakın ada olan Kalimnos (Kilimli) Adası papazı, belediye başkan yardımcısı ve çocukların Kardak Kayalıkları'na çıktı ve bayrak dikti. Onur Öymen’in ifadesindeki vurgu bu nedenle.
27 Ocak günü Hürriyet Haber Ajansı İzmir Bürosu'ndan Aykut Fırat ve Cesur Sert, Kanal D kameramanı Osman Korkmaz ve pilotları Kemal Süler, Kardak’ı görüntülemek için havalandı. Kendi ifadelerine göre kayalıkta Yunanistan bayrağını görünce hava koşullarının olumsuzluğuna aldırmadan iniş yaptılar. Yanlarında Türkiye bayrağı vardı, Yunanistan bayrağını indirip diktiler. Bunları yaparken fotoğraflarını çekip haber yaptılar. Haber yayınlanınca gerilim daha da artırdı.
Yunanistan askerleri iki kayalıktan doğuda olanına çıktı. 30 Ocak gecesi Türkiye SAS komandoları batıdaki Kardak kayalığına çıktı. Kayalıkların iki tarafında iki bayrak dalgalanıyordu.
30 Ocak'ı 31 Ocak'a bağlayan gece Yunanistan’ın bölgedeki helikopteri düştü. Üç kişilik mürettebattan kurtulan olmadı. Yunanistan tarafı helikopterin Türkiye tarafından düşürüldüğünü iddia etti. Türkiye tarafı hava şartlarının kötü olduğu, bu nedenle düştüğünü öne sürdü. Kardak'ta iki tarafın askerlerinin birbirlerine ateş açtığı iddiaları seneler içinde çeşitli kereler iddia edildi.
Kriz ABD Başkanı Bill Clinton'un iki tarafa açtığı telefonlar; Amerikan delegesi Richard Holbrooke ile NATO Genel Sekreteri Javier Solana’nın araya girmesiyle çözüldü. Kardak gündeme geldiği gibi hızla çıkıverdi.
Sorunun tarihi arka planı
Osmanlı İmparatorluğu’nun yaklaşık 400 yıl yönettiği Rodos ve 12 Ada*, Nisan-Mayıs 1912’de İtalya ile Osmanlı Devleti arasındaki Trablusgarp Savaşı sırasında İtalyanlar tarafından işgal edildi.
Balkan Savaşları sırasında Ekim-Kasım 1912’de diğer Ege Adaları da Yunanistan tarafından işgal edildi. Birinci Dünya savaşı sonunda Ege Adaları’nın kime ait olduğu, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile belirlendi. Bu antlaşmanın 15. maddesi Rodos ve 12 Ada ile Meis’i İtalya’ya bıraktı. 12. maddesi de Gökçeada ve Bozcaada dışında kalan Ege Adaları’nı askerden arındırılmak şartıyla Yunanistan’a bıraktı.
İkinci Dünya Savaşı’nda sonrası 10 Şubat 1947’de İtalya Paris Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşmayla 12 Ada silahsızlandırılmak şartıyla Yunanistan’a bırakıldı.
Bu antlaşmalar iki ülke arasındaki sorunları tam olarak çözmedi, diplomatik, ticari ve siyase sorunlar sürüyor. Bu konunu ayrıntısı uzun. Dışişleri Bakanlığı’nın bu konuda hazırladığı beş maddelik özet konuyu merak edenlere bilgi verecektir.
21 yıl önce Kardak’ta asıl mesele
1996’da asıl mesele 40 dönümlük kayalıkların kime ait olduğu değildi. Dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın BBC’ye verdiği yanıttan anlaşılacağı üzere Figen Akat’ın batmasını engellemek yeterli olacaktı. Ancak yaklaşık 1 ay sonra iki tarafın askerleri küçücük iki kayalıkta ellerinde silah birbirlerini ölçüyordu.
Mesele iki ülkenin de o sırada iç siyasetindeki kırılgan bir dönem yaşıyor oluşuydu.
Yunanistan'da neler oluyordu?
Avrupa Birliği ile Türkiye 31 Aralık 1995 günü Gümrük Birliği anlaşması yaptı. Yani ki taraf ticari ürünlerini herhangi bir gümrük kısıtlaması olmaksızın satılabilecekti. Bu gelişme Yunanistan’da ciddi tartışmalara neden oldu.
Dönemin Başbakanı Andreas Papandreu (Yorgo Papandreu'nun babası), Panhelenik Sosyalist Hareket'in (PASOK) lideriydi. 1988’de Turgut Özal ile Davos’ta bir araya gelmiş ve iki ülke arasındaki yumuşama siyasetini benimsemişti.
Ama PASOK açısından işler iyi gitmiyordu. Çünkü Figan Akat yük gemisi Kardak’ta karaya oturmadan yaklaşık bir ay önce Papandreu böbrek yetmezliği ve kalp rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldırıldı.15 Ocak 1996’da sağlık nedenleriyle Başbakanlıktan çekildi. Ülkede ciddi bir siyasi kriz vardı. Ülke yeni seçimlere hazırlanıyordu. Aşırı sağcılar PASOK’un Türkiye ile barış siyaseti üzerinden propaganda yapıyordu.
Ülkeyi seçime kadar götürme görevi PASOK’un başına geçen Kostas Simitis’e kalmıştı. Aslında barış yanlısı olan –ki bunu 1999 Marmara Depreminde daha sonra gösterme fırsatı bulacaktı- Simitis iç politikada sıkışık durumdaydı ve Kardak Krizi’nin ortasına düşmüştü.
Aynı anda Türkiye’de neler oluyordu?
O sırada Türkiye’de de siyasi bir kriz yaşanıyordu. Türkiye’de 24 Aralık 19965’de seçimler yapılmıştı. Refah Partisi oyların 21,4’ünü alarak seçimden galip çıkmıştı ancak tek başına hükümeti kuramıyordu. Partiler arası koalisyon görüşmeleri sürüyordu. Başbakanlık koltuğunda hala Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller oturuyordu ve siyasi krizi iyice büyüten cümleyi iktidarda olduğu süre boyunca yaptığı gibi pervasızca söyleyivermişti: “O bayrak inecek, o asker gidecekâ€. Çiller’in ve Doğru Yol Partisi’nin siyasi etkinliği hızla azalıyordu.
2017 Kardak gerilimi
29 Ocak 2017 Orgeneral Akar Kardak’ta
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar, Aksaz Deniz Üs Komutanlığı ve Donanma Komutanlığına bağlı gemilerde inceleme ve denetlemelerde bulundu. Denetleme sırasında Kardak Kayalıkları bölgesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ait 2 hücumbotla gitti.
Yunan botunun, Orgeneral Akar'ın Kardak'a girmesini önlemeye çalıştığı iddia edildi.
Yunanistan Savunma Bakanlığı açıklaması
Yunanistan Savunma Bakanlığı, Orgeneral Hulusi Akar'ın Kardak Kayalıkları'nı ziyaretine ilişkin bir açıklama yaptı.
"29 Ocak günü saat 11.00'de bir Türk savaş gemisi ve içinde özel kuvvetlerin olduğu iki şişme bot İmia adasına yaklaştı ve 7 dakika orada kalarak Yunan karasularını ihlal etti. Yunan tarafı olarak bölgede sahil güvenlik kuvvetlerinin gemileri bulunuyordu. Aynı zamanda Deniz Kuvvetlerinin de bir gemisi Türk gemilerini takip etti. Türk gemileri Yunan karasularına girdikten sonra hemen gerekli tedbirler alındı ve uyarılarda bulunuldu. Türk gemileri bölgeden ayrılarak Bodrum istikametine yöneldiâ€.
1 Şubat 2017 Yunanistan Savunma Bakanı Kardak’ta
Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kamenos, sabah erken saatlerde Kardak kayalıklarının deniz bölgesine çelenk bıraktı.
Yunanistan her yıl 30 Ocak’ta Kardak kayalıklarına gelerek, 1996 yılında kriz sırasında düşen helikopterde ölen üç Yunanistan askeri için anma töreni düzenliyordu. Bu yıl 29 Şubat’ta Hulusi Akar’ın Kardak’a 29 Şubat’ta gitmesi üzerine Yunanistan askeri birliği bu yıl kayalıklara uğramamıştı. Ancak Türkiye basınında Akar'ın yolunun kesilmeye çalışıldığı yazıldı.
İki ülke botları nöbette
Türkiye Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı bir savaş gemisi ile iki hücum bot Kardak Kayalıkları’nın Türkiye tarafında; Yunanistan tarafında ise Yunanistan Sahil Güvenliğine ait bir bot nöbet tuttu.
Türkiye sahil güvenlik uçağı alçak uçuş yaptı
Türkiye Sahil Güvenlik uçağı Yunanistan Savunma Bakanı’nın ziyareti sonrası Kardak kayalıkların üzerinde 6 kez sorti yaptı. Bunun üzerine gerilim yeniden arttı. Yunanistan Sahil Güvenlik botu Türkiye karasularına girdi. Türkiye Sahil Güvenlik Komutanlığına ait bir savaş gemisi ve iki hücum bot tarafından önü kesildi. Yunanistan botu kendi su sınırlarına çekildi.
Bugün neler oluyor?
Karşılıklı açıklamalar ise 21 yıl öncesini anımsatıyor. Bir tek birilerinin gidip adaya bayrak dikmesi kaldı.
Asıl mesele her iki ülkedeki iç siyasetin sıkışmış olması.
Türkiye ile başlayalım.
Anayasa değişikliği teklifini referanduma alelacele taşıyan AKP iktidarı, görünen o ki olası bir yenilgiden endişe ediyor. Teklif Cumhurbaşkanı’nda; ancak bir türlü imzalayıp, kampanyaya başlayamıyor.
1 Şubat günü Cumhurbaşkanı sürpriz bir biçimde Başbakanı makamına çağırdı. Görüşmenin detayı bilinmiyor. Ardından bugün 5 Şubat’ta bir kez daha çağırdı.
Başbakan bu görüşmeden önce İstanbul’da Fikirtepe Kentsel Dönüşüm Projesi Temel Atma Projesi’nde Cumhurbaşkanlığı sistemine neden evet dediklerini anlatmaya çalıştı. Ama nedenleri, kimlerin hayır dediği üzerineydi. Özetle tüm muhalefet hayır dediği için evet dediklerini söylemiş oldu. Kısacası “iç ve dış düşmanlar†polemiği üzerinden referandum çalışması yapacaklarını göstermiş oldu. “Dış düşman†eksikliği yaşanıyor olsa gerek, Türkiye’nin sürekli yedekte beklettiği Yunanistan krizi yine gündeme geldi.
Yunanistan’da da durum benzer. Yunanistan kredi anlaşmalarından doğan ekonomik krizin etkilerini hala yaşıyor. SYRIZA’nın koalisyon ortağı milliyetçi Bağımsız Yunanlar (ANEL) lideri şu an Savunma Bakanı olan Panos Kammenos. Ve Yunanistan tarafında gerilimi artıran açıklamalar ondan geliyor. Kammenos bir Yunanistan milliyetçisi ve 1996 Kardak Krizi ile yakından ilgili. Göreve geldiğinden beri her yıl dönümünde düşen helikopterdeki üç Yunanistan askeri için kayalıklara çelenk bırakıyor.
Sözün özü Kardak Krizi her iki ülke tarafından iç siyasetinde kriz olduğu dönemlere denk geldiği sürece yeniden yeniden oynanacak bir koz olarak masada tutuluyor.
-
1945 Alman Çocuk Askerler..

-
1944 Auschwits toplama kampında esir tutulan bir grup çocuk
Gönderi Kuralları
- Yeni konu açamazsınız
- Konulara cevap yazamazsınız
- Yazılara ek gönderemezsiniz
- Yazılarınızı değiştiremezsiniz
-
Forum Rules
Yer İmleri