-
Fransiz Sosyalist Partisi'nin ve L'Humanité gazetesinin kurucusu, yazar, hatip ve devlet adami Jean Jaurés, bir deli tarafindan 31 Temmuz 1914'de olduruldu.

" Feodal yargiyi bastirmakla kraliyet, hem ulasabildigi alanlari genisletmek, hem de kendini korumak istemisti. Bir an icin bile koyluleri korumayi dusunmemisti; derebeylik adaletinin pencesindeki kuyluler ise, arsiz bir bitkinin sayisiz filizleri arasinda gecen kotu bir hasat gibi curumekteydiler. Derebeylik adaletinin son koklerini sokup atmak ise Devrim’in eliyle olacakti. " Fransiz Devriminin Sosyalist Tarihi

" La monarchie, en refoulant la justice féodale, avait songé à se défendre et à s’agrandir ; elle n’avait pas songé à défendre le paysan et celui-ci, sous l’étreinte immédiate de la justice seigneuriale languissait comme une moisson pauvre sous les nœuds multipliés d’une plante vorace. C’est la main de la Révolution qui arrachera les dernières racines de la justice féodale. "
-
Ispanyol - Portekizli asilli Fransiz komedi aktoru ( Louis Germain David de Funès de Galarza ) Louis de Funès'in dogum yildonumu ( 31 Temmuz 1914 )


-
Auschwitz'den kurtulan Italyan kimyager ve yazar Primo Levi'nin dogum yildonumu ( 31 Temmuz 1919 )


" Gercek Universitem Auschwitz'di. / La Mia vera Università di stato di Auschwitz. / Meine wahre Universität war Auschwitz. "
" Beni, insan izine bile rastlanmayan uzakliklara, bir vahsi gibi iz surdugu guzergahlara, taze karlarin icinde uzun yuruyuslere suruklerdi . Yaz geldigindeyse, onunla birlikte, insan eli degmemis kayalarin uzerinde parmak uclarimiz kanayarak, gunes sarhosu, siginaktan siginaga suruklenirdim. Ama asla ne o meshur zirvelere ne de unutulmayacak maceralarin pesine gidilmezdi; bu tur seyler umurunda bile degildi. Umurunda olan tek sey, sinirlari tanimak, olcmek ve gelistirmekti. Sanki ay be ay yaklasan, demir kadar sert bir gelecek ( naziler ) icin kendini ( ve beni ) hazirlama ihtiyaci duyuyordu. Kuvvetlenen bir isik misali sessiz ve bulasici bir mutluluktu onunki. Saatleri sevmezdi; bitmeyen uyari tiktaklarini davetsiz bir mudahale gibi gorurdu.
Bir defasinda ayİ eti yemistik. Simdi, aradan yillar gectikten sonra, bu kadar az yedigim icin fena halde pismanim. Zira hayatin bana sundugu guzellikler icinde, o etin lezzeti, yani guclu, ozgur hatta hata yapacak kadar ozgur olmanin ve kendi kaderimizin efendisi olmanin tadina biraz olsun benzeyen baska bir lezzet olmadi. " Periyodik Tablo, Hayatta Kalma Oykuleri

" Mi trascinava in estenuanti cavalcate nella neve fresca, lontano da ogni traccia umana, seguendo itinerari che sembrava intuire come un selvaggio. D'estate, di rifugio in rifugio, ad ubriacarci di sole, di fatica e di vento, ed a limarci la pelle dei polpastrelli su roccia mai prima toccata da mano d'uomo: ma non sulle cime famose, né alla ricerca dell'impresa memorabile; di questo non gli importava proprio niente. Gli importava conoscere i suoi limiti, misurarsi e migliorarsi; più oscuramente, sentiva il bisogno di prepararsi ( e di prepararmi ) per un avvenire di ferro, di mese in mese più vicino.Non amava gli orologi: ne sentiva il tacito continuo ammonimento come un'intrusione arbitraria.
Bene, la gustammo, la carne dell'orso, nel corso di quella notte che trovammo lunga.Era questa, la carne dell'orso: e ora che sono passati molti anni, rimpiango di averne mangiata poca, poiché, di tutto quanto la vita mi ha dato di buono, nulla ha avuto, neppure alla lontana, il sapore di quella carne, che è il sapore di essere forti e liberi, liberi anche di sbagliare, e padroni del proprio destino. "

Guven icinde yasarsiniz
Ilik evlerinizde,
Bulursunuz, aksam dondugunuzde,
Sicak as ve dost yuzler:
Dusunun bu da bir insan midir
Camurlarda calisir
Baris nedir bilmez
Savasir bir dilim ekmek icin
Kal de kalir ol de olur.
Dusunun bu da bir kadin midir,
Ne saci var ne adi
Hicbir sey animsayacak gucu yok,
Gozleri bombos ve kucagi buz kesmis
Bir kis kurbagasi gibi.
Iyice kafa yorun bu konuda:
Size soyluyorum bu sozleri.
Cikarmayin onlari kalbinizden
Yuvanizda, sokakta,
Yatarken kalkarken;
Yineleyin onlari cocuklariniza,
Yoksa yikilsin eviniz basiniza,
Hastaliklar sakat biraksin,
Dilerim cocuklariniz bakmaz bir daha yuzunuze.
-
Ingiliz avukat ve Uluslararasi Af Orgutu'nun kurucusu Peter (James Henry Solomon) Benenson'in dogum yildonumu ( 31 Temmuz 1921 )

" Mum bizim icin degil, cezaevinden kurtarilamayanlar, cezaevi yolunda vurulanlar, iskence gorenler, kacirilanlar ve ‘ kaybedilenler ’ icin yaniyor. Mumun anlami budur. / Questa candela non brucia per noi, ma per tutte quelle persone che non siamo riusciti a salvare dalla prigione, che sono state uccise, torturate, rapite, o sono ‘ scomparse '."
-
Turk muzik yapimcisi ve Atlantic Records’un kurucu kardeslerinden Ahmet Ertegun’un dogum yildonumu ( 31 Temmuz 1923 )
" Atlantic Records'u kurmamizin sebebi, muziklerini begendigimiz birkac sarkici ile kontrat imzalamak ve satin almak isteyecegimiz albumlerini cikartmakti. Acikcasi asla cok eglenceli bir seyler yaparak para kazanabilecegimi dusunmedim. Yanilmis oldugum icin cok mutluyum. "

" The reason why we founded Atlantic Records was to be able to do contracts with some musicians we liked and release albums that we wanted to sell. To be honest, I never thought that I would be able to make money from doing something that is so much fun. I am very happy that I was wrong. "
-
Addams Ailesi dizisinde ( 1964 - 1966 ) Lurch karakterine hayat veren Amerikali aktor Theodore Crawford ‘Ted’ Cassidy’nin dogum yildonumu ( 31 Temmuz 1932 )

-
Hollandali roman yazari, sair ve gazeteci Cees Nooteboom’un dogum gunu ( 31 Temmuz 1933 )


" The thatched roof is just some lightly drawn lines, the lake a few meandering line in the water, with some scribbles in the lazy mountains serving as vegetation. A twisted pine to the left of the house, a blossoming cherry tree to the right, a stream below, and few strokes of the pen suggesting the rsuh of the water. No sun,no moon, asthe artist needed the emptysky for a poem. The words that he drew can fly, dancing upright against the white. There is nothing finer than sitting all alone beneatha lamp, a book spread out onthe desk in front of you, and making friends with people you have never met, people from a distatnt age.That is what those sentences say, those graceful garlands in the empty sky. A rock, a bush, a barrel, a bamboo fence, an alcove,a sliding panel made of rice paper – this is the universe of the reading philosopher. Was it Kenkō himself, drawn by Sukenobu? Kenkō wrote thisTsurezuregusa in the fourteenth century. Essays abour idlenees. The drawing was made four centuries later... " Letters to Poseidon / Poseidon'a Mektuplar
-
Milano’da yasayan ve romanlarini Italyanca yazan Isvicreli yazar Fleur Jaeggy’nin dogum gunu ( 31 Temmuz 1940 )

“ Marie Anne aksama kadar, gerektiginden fazla budamayla ugrasmisti. Ofke nobetlerine kapiliyordu. Ozellikle temizlik yaparken. Toprak yumusakti, yagmur yagmisti. Ve kirli duruyordu. Bahce aslinda bir avluydu, gunes topraga nufuz edemiyordu. Isi sanki bir seyden suphe duyup bahceyi ceviren duvarin disinda kaliyordu. Kucuk bir bahceydi. Rutubetliydi. Kisin beyazdi. Kirli beyaz. Baharda daha da kirliydi, soguk ve curumusluk, o kucuk toprak parcasini bir turlu terk etmek bilmezdi. Yazin ise bahce kuruydu. Ve yillar gecip gidiyordu. Marie Anne bahcede oturuyor, bebek arabasini ayagiyla duvara dogru itiyordu. Sonra da arabayi, ona bagli bir iple kendine dogru cekiyordu. Boylece kucuk kiz biraz hareket etmis oluyordu. Kucuk kiz uyusuk bir ifadeyle etrafina bakiniyordu. Marie Anne, bebegi dunyaya geldiginden beri ondan nefret etmisti. Yuz kadar bebegin arasindan ortaya cikmisti; bir tabelada onun kizi oldugu yaziyordu. Normaldi. Kor degildi, kulaklari isitiyordu. Arkadasi Johanna bebegi istemisti. Bebek melezdi. ‘Onu istemiyorsan neden bana vermiyorsun?’ Johanna cok israr etmisti. Yanlarinda hizmetci olarak calistigi karikoca da bebegi istemisti. Onu istemiyorsan bize emanet edebilirsin. Onu evlat edinebiliriz. Marie Anne, Johanna’nin calistigi guzel eve bakmisti. Ve guzel bahcesine. Sirin ama rahat olmayan, beyaz hasir koltuklarina… ”

“ Marie Anne era stata tutto il pomeriggio a potare, più del dovuto. Si lascia andare alla furia. La pulizia innanzitutto. Il terriccio era molle, aveva piovuto. E sembrava sporco. Il suo giardino era un cortile, il sole non riusciva a entrare nella terra, dubbioso il calore si ferma al muro che lo circonda. Una piccola cosa, quel giardino. Umido. D' inverno era bianco. Bianco sporco. In primavera era ancora più sporco, il freddo e il marcio non se ne volevano andare da quel pezzo di terriccio. In estate è secco. E gli anni passavano. Marie Anne siede in giardino e con il piede spinge la carrozzina sino al muro. Poi con la corda la tirava verso di sé. Così la piccola faceva un po' di moto. La bambina si guardava attorno inebetidita. Marie Anne l' aveva detestata da quando era apparsa nel mondo. Apparve tra un centinaio di neonati, c' era un cartello, e quella era sua figlia. Normale. Non era cieca, l' udito era buono. C' era la sua amica Johanna che voleva averla, la piccola. E' una meticcia. "Se non ti piace, perché non la dai a me?". Aveva insistito molto, Johanna. E anche i signori dove andava a lavorare - lei faceva la cameriera - avrebbero voluto la piccola. Se non ti piace, affidala a noi. La adotteremo. Marie Anne aveva guardato la bella casa dei padroni di Johanna. E il bel giardino. Le poltrone bianche di vimini… ”
Gönderi Kuralları
- Yeni konu açamazsınız
- Konulara cevap yazamazsınız
- Yazılara ek gönderemezsiniz
- Yazılarınızı değiştiremezsiniz
-
Forum Rules
Yer İmleri