Dodd-Frank yasası sonrasına dikkat çekme nedenim bankalar üzerindeki baskı ve sınırlamaları irdelemek. ABD yasası olsa da, AB'nin basel 3 yaklaşımının da devreye girmesiyle Türkiye ve Avrupa ülkelerini çekim alanına aldı. 2008 krizinde Avrupa, Kore ve Japon bankalarının en önemli sıkıntısı USD fonlaması olarak ortaya çıkmıştı. Bu gerçek, global bankacılık sisteminin ABD bankacılık düzenlemelerine karşı kayıtsız kalamayacağının göstergesi. Sonuçta bankalar ağır bir kamu kontrolünü hissetmeye başladı. Sermayelerini güçlendirme çabaları doğal olarak öz sermaye karlılık oranını düşürmüş oldu, temettü ve sermaye artırımı kararları kısıtlandı, kredilendirme faaliyetleri sınırlandırıldı, hukuksal yükümlülükler arttı vs. Daha geçen hafta Türkiye'de bankaların döviz cinsinden kredilerinin tavanı düşürüldü, yüksek TL faizi koşullarında bankaların alternatif kredi yoluna taş konmuştu. Son yıllarda bankalar üzerinde baskılar azaldı gibi gözükse de, finans piyasalarında ortaya çıkabilecek sıkıntılarda bankaların baskısı otomatik artabilir. Bizde zaten bankaları kendi nakit kasası gibi görmeye çok müsait bir zihniyet yönetimde, sıkışıldığında ilk akla gelen hep nakit kasası oluyor.
Bu olumsuzluklar bankacılık sektöründe satın almaların da önünü tıkıyor. Yatırım yapmak gerçekten kolay bir karar değil ancak sektör içi birleşmeler daha yüksek olasılık.
Yer İmleri