Artan

137,50 10 18:10
181,90 9.98 18:10
123,40 9.98 18:10
355,50 9.98 18:10
35,52 9.97 18:10
Artan Hisseler

Azalan

32,40 -10 18:10
116,20 -9.99 18:10
13,35 -9.98 18:10
94,25 -9.98 18:10
101,00 -9.98 18:10
Azalan Hisseler

İşlem

16.813.761.209,00 18:10
7.297.602.514,54 18:10
6.605.839.936,08 18:10
5.659.018.382,50 18:10
5.617.085.966,83 18:10
Tüm Hisseler
Sayfa 108/176 İlkİlk ... 85898106107108109110118158 ... SonSon
Arama sonucu : 1419 madde; 857 - 864 arası.

Konu: Tarihte Bugün

Hybrid View

Previous Post Previous Post   Next Post Next Post
  1. Zeplin Kulesi


    1930'ların başında aynı zamanda bağlantı direği görevi yapan kuleden yolcuların zepline binişi

  2. Nablus Meydan Muharebesi

    Nablus Meydan Muharebesindeki şehitlerimiz. 20 Eylül 1918





    Filistin Cephesi’nde Osmalı’nın batıdan-doğuya 8, 7 ve 4.Orduları tertiplenmişti.
    Nispeten eşit şartlarda yapılan I ve II Gazze muharebelerin kaybedilmesi üzerine, Avrupa cephesi’nden Filistin Cephesi’ne atanan General Allenby komutasındaki İngiliz ordusu, 19 Eylül 1918’de taarruza başlamış, aynı gün 8.Ordu bölgesinden Yıldırım ordular grubunun cephesini yarmayı başarmıştı.
    Tarihe, Nablus Meydan Muharebesi adıyla geçen, bu savaş sonunda; Cevat Paşanın 8.Ordusuyla Cemal Paşanın 4.Ordusu imha olurken, Mustafa Kemal Paşanın 7.Ordusu büyük zayiat vererek Şam ve Halep tarafına çekilmiş, Filistin kaybedilmiştir.

    NOT: Yabancı kaynaklarda bu savaş Megiddo Muharebesi olarak geçer.

  3. Nablus Meydan Muharebesi

    Nablus Meydan Muharebesi (Megiddo Muharebesi) objektif bakış
    General Allenby'nin bölgeye gelişi sadece komuta kademesinin değişimi değil güç dengelerininde değişimidir.
    Tarihte bazı askerlerin yıldızının parlaması yada sönmesi bu tarz tarihi değişimler üzerinden olmuştur.

    Çanakkale cephesinde, balkan savaşından yenik çıkan Osmanlının askeri eğitime ağırlık vererek titizlikle yetiştirdiği seçkin kıt'alar fütursuzca süngü hücumuna kaldırılıp eritilirken ortadoğu çaresizliğindeki kıt'alar kaderine terk edilmiş. Sürgün edilmiş idareci ve komutanların elinde biçare kalmışlardır.
    Almanlar ise elde kalan son seçkin kıt'aları, tekrar boğazlardan olası geçiş ihtimaline karşı Çanakkale civarında kalmalarını yeğlemişlerdir. Enver paşanın hayalı kafkas orduları ise ortadoğu bataklığındaki Türk ordularının takviyesini imkansız hale getirmiştir.

    Osmanlı ordusundaki bu olumsuzluklara karşın General Allenby'nin bölgeye gelişinden az önce meşhur Anzak birlikleri Mısır'a çıkmış intibak eğitimlerine başlamışlardı.
    Anzakların İngiliz ordusuna verdiği katkı azımsanmayacak derecededir. Çünkü o sırada Osmanlı ordusundaki suvari sayısı 3000 iken Anzakların 2 tugay gücündeki suvari takviyesi ile İngiliz suvari sayısı 12.000 e çıkmıştır.

    Anzakların gelişi asker sayısından ziyade mobil araçların takviyesi ile o günün şartlarında en hızlı ordu sıfatına erişmişlerdir.Nitekim İngilizlerin 38 günde 560 km. ilerledik diye övündündükleri hızlı harekatta bu mobil donanımın etkisi büyük olmuştur.

    Şimdi kalem kalem yazmayayım.
    Artık Osmanlı ordusunun karşısında ortalama 2 misli fazla bir kuvvet bulunmaktadır.
    Bu fark suvari sayısında 4 misli, top sayısında 6 misli, makinalı tüfek sayısında 5 misli, mobil araç sayısında 26 misli, uçak sayısında 9 misli...vs.. (Hesap yapamadığım şeylerde var. Mesela onlara destek veren 6 savaş gemisi varken bizde hiç yok.)
    Ve Çanakkale savaşında gerek arazi yapısı gerekse yoğun cephe oluşumları sayesinde manevra yapamayan İngiliz ordusu çöl ortamında mobil gücün katkısıyla kilometrelerce açıktan çevirme yapma ve istediği noktadan taarruz etme imkanına sahiptir. Bu ortamda onları durdurabilecek en ufak bir coğrafi engel yoktur.

    Ve maalesef karnı tok sırtı pek düşman ordusu karşısında, Osmanlı ordusunun, arap isyancıların demiryolu ve civar karakollara yaptığı saldırılar sonucu bırakın lojistik askeri malzeme takviyesini askerine zaman zaman su dahi veremez durumdadır.

  4. Falih Rıfkı Atay Zeytindağı

    Nablus Meydan Muharebesi
    Bakınız Falih Rıfkı Atay "Zeytindağı" adlı eserinde o günleri nasıl anlatıyor.

    Çöldeki son muharebelerin notlarını bir başka arkadaşımın defterinden alıyorum:

    Çöl, çok değişti, iptidaları benim nokta kumandanı olduğum yerde develerden başka bir şey görmüyordum. Şimdi, Anadolu’nun kısa ve uzun, büyük ve küçük bütün hayvanları, tahta arabalar bile var. Artık hecinler de dizgin ve üzengiye alıştılar, en talimli atlar gibi muntazam yürüyorlar. Son zamanlarda Şam menzili birçok kakule gönderdi:
    Kakuleler arka arkaya duran iki deveye bağlanmış âdi birer sedyedir. Artık hastalar ve yaralılar önlerinde uzun bir deve, arkalarında uzun bir deve, kendileri arada asılı, öyle taşınacaklar. Geçen gün kakulelerden birine ben bindim, kendimi ipi elimden kaçmış bir salıncak üstünde zannediyordum.
    Bir akşam, başçavuşumla beraber çadırda idik. Çölün her zamanki akşamlarından biri… Ansızın uzaktan şimdiye kadar işitmediğimiz bir boru sesi duyduk: Çöle bir otomobil geliyordu. Ben iştiyak, bedeviler hayret içinde yıpranmış ve eskimiş makinenin etrafında toplandık… içinden soluk esvaplı bir Alman subayı indi. Biraz sonra yıkanmak ve muayene edilmek için kapağı açılmış makineden taşan benzin kokusunu duydum, bu koku, guruba karşı, çölün sessiz havası içinde ne yeni, ne yabancı bir şeydi.

    Haleften ve hepimizin arkadaşı Memduh’tan başka bir şey kaybetmedik, İngilizler çok kuvvetli idiler. Fakat en çok beni meyus eden nedir, biliyor musunuz?
    İngilizler refah içinde, biz değiliz. Onlar sağlam, iklime göre yapılmış esvaplarıyla, her gün tam yem alan güzel atlarıyla, lüzumsuz ölümler için ön saflara atılmış müstemlekât askerleriyle geliyorlar.
    Biz bazan kış, bazan yaz esvabı giyiyoruz. Atlarımız zayıf, adedimiz az ve her ölen neferi yüreğimizden veriyoruz. Ölen, eskiyen, yırtılan her şey, canımızdan, memleketimizden bir şey…
    İngilizler öyle mi? Hiçbir ziyan yok ki, biz kolayca yerine koyabilelim ve onlar koymasınlar. Böyle olduğu halde, bu sefer harbi zaferle bitirdik, elimize dört yüz İngiliz atı geçti, bunu az fiyatla muharebe edenlere dağıtıyorlar.
    Katya muharebesi günü çılgın bir kum fırtınası çıktı. Uzun müddet düşman siperlerini gözden kaybettik. Askerlerimizi ateş edecek yeri, hücum istikametlerini adeta giderek aradılar. Tayyareler çivi, bomba ve daha bilmem ne âfetlerle üstümüzde gezip durdu. Ben bir başka yere çadırımdan telefon ediyordum:

    – Alo… Siz misiniz?

    – Ben… Karşımdaki sözünü kesti:

    – Devam et kimsiniz? diye hiddetlendim.

    – Efendim şimdi üstümüzde tayyare var. işte bomba…

    Telefon kesildi. Sonra biz bu hatları geri çektik, telefoncunun ne olduğunu bilmiyordum. Fakat atlar ve ganimetler bütün neşesizliğimizi giderdi, insan önce köy atlarından İngiliz kısraklarına geçince yalnız hayvan değil, vasıta değiştirmiş gibi. Kuvvetleri bu kadar muti, süratleri kafi bir makine gibi saniye saniye idare edilir hayvan görmemiştim.

    Konserveler de başka, çölün ortasında Londra kasaphanelerinin etlerinden yedik. Sana başka ne yazayım? Bu kumla biraz ötedeki kumun farkı yok ki, zaptedilmiş şehirlerden, araziden bahsedeyim. Çöl nankör bir şeydir, muharebe kumun bazı yerlerini kanla çamur etmekten başka bir iz bırakmıyor.

    Temmuz 1332

    Rumani harbini şu birkaç kelime ile anlatabilirim: Üstün kuvvetler karşısında adım adım mağlubiyet. Buradaki temmuz dünyanın bütün temmuzlarından sıcaktı. Kıtalar, ağır, yorgun, hasta yürüdü, insanların niçin sabırdan bir peygamber yarattıklarını bu çölde anlıyorum. Dün kıtasından geri kalmış bir ere rasgeldim. Ağırlığı on defa daha ağır, esvabından, kundurasından, atından başka üstünde ne varsa hepsinden şikâyetçi idi. Geçerken bana döndü:

    – Bir su doldur hemşeri… Temiz bir bardak içinde berrak bir su verdim, birkaç bardak içti. Dudaklarının kenarından sızan su, kaç gündür çenesinde biriken tozu ince çizgileriyle yarıyor ve çamur hatları vücuda getiriyordu. Uzun bıyıklarından ve uzamış sakalından akan suları avuciyle silerek:

    – Canına değsin, burası Kerbelâ… dedi
    Kaynak: Falih Rıfkı Atay Zeytindağı

    Daha önce paylaşmıştım sanırım. Ama konuyla ilgili olunca tekrar vermekte fayda var diye düşündüm.
    İşte o günleri ve güç dengesini anlamak gerekiyor.

    Ve çok üzücüdür. Bu tarihi gerçeklere rağmen hala bazı çevrelerce Vay efendim Atatürk 7. orduyu geri çekti de ondan yenildik diyen havariler var.
    Ayıptır yahu... Yazıktır. Bire üç denge var. Napsın adamlar...!

  5. Nablus Meydan Muharebesi

    Nablus Meydan Muharebesi
    Tüm bu ezici üstünlüğe rağmen Anzak askerlerince şehit olan Osmanlı askerleri takdirle karşılanmaktadır.
    Anzakların %98 i okuma yazma bilmektedir ve bir çoğu günlük tutmaktadır.
    Bazılarında ise fotoğraf makinası mevcuttur.

    Bizim yazılı ve görsel medya çok ilgilenmesede o dönem yapılan savaşları ve anlık hareketleri Anzak forum sayfalarından takip etmek mümkündür.

    Anzakların ortadoğudaki bu savaş ve kendi kahramanlık hikayelerini bilahare paylaşacağım.
    Evet Çanakkale Anzaklar için önemlidir. Çünkü o dar kara parçasında çok kayıp vermişler ve yenilmişlerdir.
    Ama ortadoğuda çok az kayba karşın zafer kazanmışlardır.
    Ortadoğu savaşında Anzakların özellikle Anzak suvari tugaylarının katkısı tartışılmazdır.

    Şimdilik bu takdiri göstermek açısında fotoğrafı ve orjinal yorumu paylaşayım.
    Türk'ün vatan sevgisi ve zorluklara göğüs germesi yabancı gözünden nasılmış bir okuyalım.

    A Turkish soldier lies dead in the late Autumn morning. Many hundreds of Turks fell during the battle of Ayun Kara. This attack by New Zealand troops against the enemy on the outskirts of Richon le Zion is perhaps New Zealand's finest hour under arms.
    Next morning even before the burial party arrives, it can seen that the bolt of the rifle has been removed from this soldiers weapon. A now useless clip of ammunition lies under the soldiers arm pit.
    Even though winter is approaching the condition of the soldiers foot ware is appalling, mainly rags and bandages cover his legs for warmth. Attached to the man's feet are flimsy souls bound by rags, his upper feet and toes exposed to the elements.
    That the Turkish army was able to fight on for nearly another year with such shortages of basic comforts for its men is a tribute to the valour of the common man of Turkey - and a revelation of the arrogance of the ruling classes of Europe that put their people under such duress.

  6. Galiçya Cephesi

    1915 Ekim’i sonlarında ve Kasım ayı başlarında İtilaf Devletleri, Çanakkale harekatını yarıda kesmek ve Gelibolu yarımadasındaki birliklerini tümüyle geri çekmek zorunda kalmışlardı.
    Orduların tahliyesi bir sonraki yılın Ocak ayında bitirildi. Böylece Türk komutası, o güne değin Çanakkale Boğazı’nı koruyan ordularının bir kısmını başka cephelere aktarma olanağı bulmuş oldu. Zira, o tarihlerde Osmanlı Ordusu, birkaç cephede birden çarpışıyordu. İşgale karşı verilen uzun süreli mücadelenin zor şartlarında pişmiş, hiç tartışmasız çok yüksek savaş kabiliyetine sahip birlikler, şimdi Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emrindeydiler.

    Bunlar, 1., 2. ve 5. Orduların kolordularından oluşmaktaydı. Türk Başkomutan Vekili, ittifakın gerektirdiği sorumlulukları dikkate alarak, Avusturyalılara ve Almanlara, Avrupa cephelerinden herhangi birine belli sayıda asker göndermeyi önerdi.
    Enver Paşa’nın bu önerisi, Alman Genel Kurmay Başkanı Gen. von Hinderburg tarafından uygun bulundu ve 4 Haziran 1916’da bir kolordunun Galiçya cephesine sevkedilmesi kararlaştırıldı.

    Türk Harbiye Nazırı ise, bunu aynı zamanda bir itibar meselesi gibi görüp, Galiçya’ya gidecek kolordunun iki tümenden (19. ve 20. Tümenler’den) oluşturulması kararını aldı.
    Daha önce 5. Ordu’ya dahil olan ve Türk Ordusu’nda görevli Alman general, Liman von Sanders, komutasındaki 15. Kolordu, Gelibolu Yarımadası’ndaki siper savaşlarında öyle büyük kayıplar vermişti ki, bünyesindeki asker mevcudunu tam iki kere, neredeyse sıfırdan başlayarak, yeniden oluşturmak gerekmişti.
    19. Tümen, o dönemde henüz 15. Kolordu’ya değil, ancak yine 5. Ordu’nun 3. Kolordu’suna bağlıydı ve Kurmay Albay Mustafa Kemal’in göz kamaştırıcı komutasında, cephede kötüye giden durumu iki kere tersine çevirmiş oluşuyla nam salmıştı.

    10 Haziran 1916 itibariyle 15. Kolordu’nun mevcudu, 30 bin askeri buluyordu. Aynı yılın Temmuz ayının ortalarından itibaren oluşturulan ikmaller çerçevesinde bu sayı hemen hemen 33 bine ulaşmıştı. Kolorduya bağlı suvari müfrezeler, Ağustos 1916’da 100 ata sahipti. Her iki tümenin de kuruluş şemaları benzerlik gösteriyordu. Tüm yardımcı birlikler de dahil olmak üzere üçer piyade alayından (19. Tümen için 57., 72. ve 77. Alaylar; 20. Tümen için 61., 62. ve 63. Alaylar), ikişer ağır makinalı tüfek kıtasından, birer müfreze kıtası, birer topçu alayı (19. Tümen için 25. Alay, 20. Tümen için 20. Alay), birer sıhhiye ve istihkam bölüğü ve birer telgraf ekibinden oluşuyorlardı.

    Galiçya’ya gönderilen kolordunun ilk komutanı Kurmay Albay Yakup Şevki (Subaşı) olmuştu. 1916 Kasım ayından itibaren yerini Tuğgeneral Cevat (Çobanlı) almıştı; Çanakkale Savaşı’nda, Türk Harbiye Nazırlığı’ndan aldığı görevle Çanakkale Müstahkem Mevki’nin müdafasını yöneten ünlü Cevat Paşa... Karargah komutanı olarak Yarbay Şefik atanırken, 19. Tümen’e Yarbay Sedat, 20. Tümen’e Yarbay Yasin Hilmi atanmışlardı. Doğu Galiçya cephesine hareket tarihi olarak 10 Temmuz bildirilmişti. İlk bölükler, büyük pompayla Ocak 1916’da açılan Berlin-Bağdat demiryolundan yararlanarak, hemen aynı ayın 22’sinde Uzunköprü’den yola çıktılar.

  7. Galiçya Cephesi

    Batı Galiçya’ya Türk askerlerinin sevkiyatı bir haftadan daha uzun bir süre sürdü.
    Birlikler yeniden toplanır toplanmaz da, hemen cephe hattına doğru yola çıkıldı. Cephenin bu bölümünde başkomutan, Avusturya-Macaristan tahtının veliahtı Prens Karl’dı; Türk kuvvetleri ise, Dinyester’in kuzey kolları olan Złota Lipa ve Narajówka nehirlerinin ayrıldığı yer olan Brzeżany’dan başlayarak güneybatı yönünde, Alman Güney Ordusu bünyesinde çarpışacaklardı. 15. Kolordu bu nehirlerin geçtiği vadilerde, daha sonra da Gniła Lipa havzasında mevzilenecekti.

    Bölgeye daha erken ulaşan 19. Tümen, Mieczyszczów’daki karargahıyla birlikte, Potutory-Bożyków hattında, Złota Lipa nehri boyunca konuşlandırıldı. 20. Tümen’in payına ikinci bölgede, Bożyków ve Łysa köyleri arasında, Złlota Lipa nehri boyunca kazılmış siperlerin biraz daha uzun bir bölümü düşmüştü. Bu tümenin karargahı, Lipnica Dolna menzilinde kalıyordu, oradan Szumlany’ya taşındı. Tüm kolordu karargahı, bölgeye 20 Ağustos günü ulaşıp Podwysokie’de konuşlandı. 22 Ağustos günü tam öğlen vakti resmi olarak teslim aldıkları, Türkler tarafından kuşatılmış bu bölge, Avusturya-Macaristan’ın, bünyesinde 310. Honvedler Alayı’nı da barındıran, 54. Tümeni tarafından boşaltılmış bir ara bölgede bulunuyordu.

    Gazeteler, Türklerin düşmanla ilk sıcak temasını 19 Ağustos günü duyururlarken, bu çatışma öncesinde Alman ve Avusturya-Macaristan ordularındaki arkadaşları tarafından çok sıcak şekilde karşılanmış olduklarını da ekliyorlardı. Türk askerlerinin “boylu poslu ve çok iyi silahlandırılmış oldukları” yazılıyordu, gerçi yukarıda adı geçen Prenses Lubomirska, çoğunluk tarafından paylaşılan bir görüşü daha bir yıl önce şu şekilde tekrarlamıştı: “Türkler, yiğit, ancak doğulu benliklerine uymayan Alman disipliniyle moral çöküntüye uğramışlardır”.
    Alman ve Avusturyalı kurmayların, müttefikleri Osmanlı’nın savaş kabiliyeti üzerine 1914’deki görüşlerini de anımsamakta yarar var. Gen. von Moltke, Gen. Conrad von Hötzendorf’a dert yanıyordu: “Türk ordusunun kesinlikle hiçbir değeri yok. Silahı yok, cephanesi yok, üzerine giyecek urbası yok. Subay eşleri, sokaklarda dileniyor”.

    Türklerle savaşta çok sayıda deneyime sahip Çarlık generalleri, Złota Lipa’daki işlerinin kimle olduğunu kısa sürede öğrenmişlerdi. Rus karargahının 27 Ağustos tarihli raporunda, “esir alınanlar arasında Türk alayları mevcudiyetinin tespit edildiği” bildiriliyordu. Kısa bir zaman önce Türklerin Kafkas Dağları’nda almış oldukları yenilgiye Türk askerlerinin savaşma isteklerini yitirmelerinden daha ziyade, o cephedeki başkomutanları Enver Paşa’nın skandal niteliğindeki tutumunun ve ordular arasındaki uyum eksikliğiyle harp levazımının felaket kötü durumunun doğrudan neden olduğunu unutmadan, Kafkas Dağları’nda denenmiş taktiğin uygulanmasına karar verildi. Türklerin Brzeżany civarlarında görülmesinden kısa bir süre sonra Ruslar, Rus kökenli 43. Alay’ı ve 113. Tümen’i konuşlandırıldıkları mevzilerden çekerek yerlerine 3. Türkmenistan Tümeni’ni ileriye sürdürler. Aslında bu alışılmadık bir şey de değildi, zira Avusturya-Macaristan Ordusu kurmayları da Doğu Cephesi’ne Viyanalılardan daha çok, Çekleri, Polonyalıları ya da Bosnalıları göndermeyi yeğlemişlerdi.



    Wilhelm (Kaiser), Galiçya'daki Türk birliklerini ziyaret ediyor Galiçya 1916

  8. Galiçya Cephesi

    Avusturya-Macaristan hastanelerinde yeterli sayıda Osmanlı sıhhiye neferi ve doktorunun bulunmaması, Osmanlı askerlerinin yabancı doktorlar tarafından tedavi edilmesini zorunlu kılıyordu.

    Avusturya-Macaristan hastanelerinden birinde sargı eğitimi verilen Osmanlı askerleri 1916

    Osmanlı hastalar ile doktorlar ve hastane personeli arasında yaşanan tartışmalarda iletişim problemlerinin önemli bir payı olduğu anlaşılmaktadır.
    Dil bilmemekten kaynaklanan iletişim sorununun esas nedeni, çoğu kez yanlış anlaşılmalar ya da askerlerin ihtiyaç ve şikâyetlerini dile getirememesiydi. Resmî yazışmaların birçoğunda tercüman sıkıntısı dile getirilmiş ve Osmanlı Devleti’den Almanca bilen subaylar göndermesi talep edilmişti.
    Örneğin, savaş muhabiri olarak Galiçya’ya giden Ahmed Emin Bey [Yalman], Avusturya savaş muhabirlerinden Dr. Stapner ile sahra hastanelerini ve trenlerini dolaşırken Göding Hastanesi’ne de uğramış ve burada bulunan Osmanlı askerlerinin ciddi bir iletişim sorunu yaşadıklarına tanık olmuştur.

    Avusturya-Macaristan hastanesi koğuşunda Osmanlı askerleri. 1917

    Ahmet Emin Bey’e göre Osmanlı askerleri, öncelikle hastaneye geldikleri zaman teslim ettikleri eşyalarının ne olduğuna dair açıklama istemekteydi.

    Benim Notum : Günümüzde de Türk Silahlı Kuvvetlerinde zimmet sorumluluğu devam etmektedir. Görülüyor ki o dönemde de askerin kendine zimmetli tüfeğinin nerde olduğunu bilmemesi sıkıntı kaynağı olmuş..

    Bazıları ise sargılarının her gün değiştirilmediğini elleriyle anlatmaya çalışmaktaydı.
    Sargı hergün değiştirilmeyince, kendilerine kâfi derecede önem verilmediğini düşünmekte ve şikâyette bulunmaktaydılar.
    Kendilerine bazı yaraların kapanabilmesi için sargının sık sık değiştirmemesi gerektiği izah edildiğinde, ikna olmakta ve moralleri düzelmekteydi.

    Protez eğitimi ve fiziksel rehabilitasyon uygulaması sırasında Osmanlı askerleri ile Avusturya-Macaristan hastabakıcıları 1917

    Hastanelerde ölen askerlerin nereye defnedileceği ve defin sırasındaki dinî merasimlerin kim tarafından yapılacağı bir diğer sorundu. İmam eksikliğinden dolayı ciddi sıkıntılar yaşanmaktaydı. Bu yüzden, 17 Ekim 1916’da 15. Kolordu Kumandanı Şevki Bey, Harbiye Nezareti’nden, Avusturya-Macaristan topraklarındaki hastanelerde
    görevlendirilmek üzere 4 imam, cenaze işlemlerine yardımcı olacak 1 memur ve 16 hasta bakıcının Avusturya’ya gönderilmesini talep etti. Ayrıca bu sıkıntının azaltılması için askerlerin yalnızca birkaç hastaneye sevkleri istendi.

    25 Ekim 1916 (12 Teşrinevvel 1332) tarihinde gönderilen bir yazıda Pardubitz Hastanesi’ne Boşnak bir imam gönderildiği bildirilmiştir. Öte yandan Valbriç Mezeriç Hastanesi’nde imama ihtiyaç duyulduğu, vefat olduğu zaman hastane kumandanının Göding’ten imam getirterek dini tören ve defin işlemlerini gerçekleştirdiği bildirilmiştir.

    Bu konuyla ilgili ilginç bazı olayların yaşandığı görülmektedir.
    Örneğin 1916 yılının Kasım ayında gazetelerde Macaristan’ın Holak kasabasında yaralı Osmanlı askerlerinden birinin vefat ettiği ve cenazesinin papazlar tarafından kaldırıldığı ile ilgili bir haber yayınlanmıştır. Olayın doğru olduğunun anlaşılması üzerine şer’i hükümlere uygun olarak yapılmamış olan bu definin geçerli olamayacağı açıklanmış ve askerlerin çok farklı hastanelerde dağınık olarak bulunmasının yarattığı sıkıntı bir kez daha anlaşılmıştır.

    Benzer olayın bir daha yaşanmaması için askerleri belli hastanelerde toplama işlemlerine hız verilmiş ve defin işlemlerinin şer’i hükümlere uygun olarak yapılması için Peşte’de Gülbaba türbedarı ve Macar Darülfünunu Osmanlıca muallimi Abdülmuttalip Efendi görevlendirilmiştir.
    Bu işlemlerin yürütülmesi başkonsolosluğun sorumluluğuna bırakılmıştır. Başkonsolosluktan uzakta bulunan yerlerde ise Boşnak askerlerinin imamlarından yararlanılmasına karar verilmiştir.
    Ayrıca bu iş için İstanbul’dan Peşte’deki Nekahathane’ye mülazım-ı evvel (üsteğmen) Asım Efendi gönderilmiştir.
    Son düzenleme : metin; 17-12-2017 saat: 18:22.

Sayfa 108/176 İlkİlk ... 85898106107108109110118158 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •