Sayfa 189/1001 İlkİlk ... 89139179187188189190191199239289689 ... SonSon
Arama sonucu : 8005 madde; 1,505 - 1,512 arası.

Konu: Banka Mevduat Faizleri( ARTI PUAN/tezgah altı faiz oranları) - VII

  1.  Alıntı Originally Posted by Finans2023 Yazıyı Oku
    TÜRKİYE'NİN AHLAKEN ÇÖKÜYOR OLMASININ NEDENİ;

    üzerine kitaplar yazılacak bir konu. o yüzden meselenin ufak bir ucundan tutmak bile sayfalar sürer. ama kaba taslak bakarsak, önce şöyle bir osmanlı zamanlarına gitmek gerek. ahlaki çöküş bir anda oluşan bir şey değil.

    osmanlı imparatorluğu döneminde anadolu, cumhuriyete kadar orta çağa hapsolmuş bir coğrafyaydı. gayrimüslimlerin ticareti elinde tuttuğu liman kentleri istisnadır çünkü yetmiş iki milletten insanın gelip geçtiği, paranın ve kültürel etkileşimin merkezi olan liman kentleri zaten her devirde kendi kültürünü oluşturur (bkz: levanten). osmanlı imparatorluğu bir balkan imparatorluğu olagelmiş, anadolu'ya ihtiyaç halinde asker ve tahıl deposu olarak bakmış, bir daha da dönüp bakmamıştır.

    cumhuriyet kurulduğunda önündeki en büyük sorun, nüfusun yüzde 85'inin köy, kasaba ve bugünün mahallelerinden hallice küçük şehirlerde yaşaması ve niteliksiz kalabalıklardan oluşmasıydı. zanaat işleri de gayrimüslimlerin elinde olduğu için mübadeleler falan sonrası iş yapacak insan kıtlığı çekilmiştir. cumhuriyet kurulduğunda okuma yazma oranı, ortalama yüzde 8'di. yani tüm dünyası karşıki dağlar, indiği dere, beriki köy, ötedeki şehirden ibaret, eğitimsiz ve cehalete hapsolmuş bir toplumdan bahsediyoruz. bu anadolu profilini zenginleştiren unsurlar kimi okullu olduğu için, kimi zanaat sahibi olduğu için balkanlardan, kırım'dan ve mısır'dan gelen gruplar olmuştur. eski bir geyiktir. ankara'da memur kıtlığı yüzünden garda trenden inen takım elbiseli, tipi düzgün insanlara memuriyet teklif edilirmiş. özellikle belli bir cenahın çok şikayet ettiği hızlı modernleşme (batılılaşma değil) sürecinin amacı, cumhuriyetin devraldığı bu nüfusu eğitim seferberliğiyle iki çağ atlatıp modern zamanlara yetiştirmekti. biraz ütopik elbette.

    modernleşmenin karşısında ise miadını doldurmuş osmanlı'nın son dönemindeki miskin, tarikatlara hapsolmuş, teknoloji, üretim, hukuk, eğitim, şehirleşme, aklımıza ne gelirse her konuda çağın gerisinde kalmış, atalet içindeki fakir toplumunu ortaya çıkaran yapıyı sürdürme gibi bir alternatif vardı. bu toplumda tüm köşebaşları nüfuzlu şeyh, şıh, aşiret reisi, hoca, toprak ağası gibi binlerce insanı kontrol eden tiplerin elideydi. tam bir feodalite kültürü yani. diğer devletler tekstil makineleri, uçak, tank prototipleri, buhar makineleriyle haşır neşir olurken anadolu'da çift sürecek sığır bulamadıkları için kendini sabana koşan köylüler vardı. toplum sıfır noktasındaydı yani. bugün cumhuriyetten ve kurucularından haz etmeyenlerce sürdürülen güç mücadelesi de o günlere geri dönme, halkı bir avuç nüfuz sahibinin parazitleri haline getirme çabasıdır. köy enstitülerinin bu cenahta çok tepki çekmesinin nedeni de bu güç mücadelesi ile ilgilidir. koyun gibi güdeceğin, ağzını açsa o topraklardan sürüp sefalete mahkum edeceğin marabalarının senden bağımsız hayatta kalabileceği, toplumsal hiyararşide yükselebileceği ve diğerlerine "kötü" örnek olabileceği bir sistemi kim ister ki!

    aynı durum daha sonra eğitim sistemi için de geçerli olmuş ve parlak beyinlerin önünü açan ücretsiz ama özellikle özel amaçlı okullarda ortalamanın üstünde eğitim sunabilen sistem kasten bozulmuş; sorgulamayan, söyleneni belleyen, ufkuna çekilen sınırla sadece belli konular üzerine kafa yoran, hamasi konuları asla sorgulamayan öğrencilerin yetişeceği bir eğitim ve sınav sistemi tasarlanagelmiştir. yani öğrenciler hesap makinesi gibi olsun, toprak ağalarının şekil değiştirip (kimi zaman zorla) sahibi olduğu fabrikalarda çalışsın ama toplumsal konularda kendi özgün fikirleri olmasın isteniyordu. halkın çoğuna bu sistemi layık görürlerken, parası olan için alternatifler özel okul olarak sunularak toplum içinde uçurum ve fırsat eşitsizliği yavaş yavaş yaratıldı ve nihayetinde hiç olmadığı kadar yaygınlaştırıldı.

    ahlak tartışması da çok yönlü ve kitaplar alan bir konu ama basit bir şekilde değinirsek, öncelikle ahlak bireyle ilgili değildir, daha deterministik bir kavramdır. bireyin içinde bulunduğu toplum tarafından kendine sunulan seçenekler içinden süzülerek oluşur. hırsızlığı meslek edinmiş bir topluluktan çıkanların çoğunluğunun hırsızlığı benimsemesi beklenir. istisna olacak kişilerin, bunun hem birey için hem de toplum için zararlı olduğunu fark edebileceği bir çevreyle etkileşimde olması lazım. ahlak her şeyden önce bir dizi toplumsal ve bireysel değer üzerinde varılan uzlaşmanın ürünüdür. mutlak değildir ve sürekli değişir, dönüşür. dolayısıyla anadolu ahalisi de kendi çevrelerinden, atalarından ne gördüyse o minvalde bir ahlaki çerçeveye hapsolmuştur. bunun kırılma noktası nedir peki? okuma-yazma öğrenmek ve kısıtlı çevrenin ötesine, icabında binlerce kilometre uzaklara, oralarda yaşanmış tecrübelere, yaratıcılığa, hayal gücüne erişmektir: yazılı metinlerin gücü. cumhuriyet kurulduğunda okuma-yazma oranı neydi? yüzde 8. liman kentleri dışında ulaşım ağı var mıydı? almanların yaptığı bağdat demiryolu ki o da halka fayda olsun diye değil, değerli topraklara erişim sağlansın diye yapıldığı için pek bir kültürel işlevi yoktu. haliyle yüzyıllar boyu aynı habitata mahkum kalmış, dünyanın geri kalanıyla etkileşimi sınırlı olmuş, dededen babadan ve kısıtlı çevreden aldıklarıyla yetişmiş ve kendi çocuklarını da öyle yetiştirmiş bir insan topluluğundan bahsediyoruz. dünyanın en zeki insanı da olsanız, çevresel koşullar desteklemezse ambalajını açmadan potansiyel zekanızla toprak olursunuz.

    bu uzun girizgâhın amacı meseleyi bir bağlama oturtmaktı ki daha basit olan kısma geçebileyim. cumhuriyet niteliksiz ve eğitimsiz insan gücüyle yola çıkmak zorunda kalmış olmasına rağmen akılcı politikalarla gerçekten de kısa zamanda mucizevi başarılar elde etmiştir. özellikle ikinci dünya savaşı öncesi ve sırasında almanya'dan kaçan bilim insanlarının bazılarının ülkeye getirilmesi ve kendilerinden sanayiden eğitime muazzam katkılar alınması sayesinde büyük yol alınmıştır. ikinci dünya savaşı'nda tarafsızlık politikası sayesinde, dünya çapında ekonomik büyüme kaydeden az sayıda ülkeden biri olmuştur ama dış ticaret fazlası vermesi için girişilen savaş ekonomisi politikaları ve üretime hiçbir katkısı olmayan ama savaş ortamında mecburen tutulan hazır kıtalar için harcanan para nedeniyle ekonomik iyileşme kağıt üzerinde kalmış ve halk tarafından hissedilmemiştir. vergiler ve kısıtlamalarla savaş süresince bunalan halk da ilk fırsatta faturayı chp'ye kesmiştir. inönü'nün dediği sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım sözü çok doğru ve derin bir söz ancak ikinci dünya savaşı'nın dehşetini yaşamamış insanlar için savaşın dışında kalmanın anlamını kavramak kolay değil ve belli ki elde edilen ekonomik fayda temkinli olma amacıyla halka faydalı hale getirilmemiş ve bu durum siyaseten bir hatadır. bedeli de iktidar değişimiyle ödenmiştir.

    doğru ya da yanlış ya da eksik, chp hükümetleri sanayileşmeyi tamamlayarak zaman içinde refahın artırılması stratejisini kabul etmiş ve yıllarca buna sadık kalmıştır. üstelik şehirleşmedeki eksiklikler ve köy-kasaba nüfusunun fazlalığı nedeniyle köy enstitüleri projesine bakınca anlıyoruz ki yerinde kalkınma modeliyle köyden kente göçü engelleyip üretim ve eğitimde iyileşmeyi ülkeye bu şekilde zaman içinde yaymayı amaçlamışlar. bunun için gereken sabır ve fedakârlığı da muasır medeniyetler seviyesine çıkma ülküsü etrafında birleştirmeye çalıştıkları toplumdan göreceklerini düşünmüşler. hesapta olmayan şey, abd'nin ikinci dünya savaşı sonrası dünyaya şekil vermeye girişmesi ve uygun gördüğü sistemi dayatmasıydı. bu durum küçük amerika olma vaadini satacak siyasetçiler yaratacaktı. işin ahlakla ilgili ikinci kısmı da burada başlıyor.

    yazının başından beri anlatmaya çalıştığım çevresel ve bireysel şartlar çerçevesinde, türk toplumu için toplumsal uzlaşmayı sağlayamamış bir toplum demek yanlış olmaz. kamusal alanı ankara ve istanbul'la sınırlı bir ülkede milyonlarca insan dünyadan ve ülkeden bihaber yaşayıp gitmişken haliyle ortak değerler üzerinde kapsayıcı bir tartışma hiçbir zaman yaşanmamıştır. haliyle toplumsal ahlak da kısıtlı çevrelerin kitabi sözleri olmaktan öteye geçmemiştir. bu durumun böyle olduğunu, 1950'lerde başlayıp 2000'lerin başında bile devam eden muazzam iç göçten ve bu göçün yıkıcı sonuçlarından anlıyoruz. demokrat parti ve adnan menderes popülizminin odak noktasında chp'nin halka dağıtamadığı zenginliği halka dağıtma vaadi vardı. savaş sonrası abd yardım ve hibeleriyle ve canlanan dünya ekonomisiyle hızlı bir zenginleşme sürecine girilmişken çok mantıklı görünse de "çalışıp kazanmak" yerine "kayrılıp zenginleşmek" politikası benimsenince öyle olmadığı belli oldu. kısa sürede gelen zenginliği yiyen ve yediren adnan menderes, yanlış politikalarla ülkeyi ekonomik krize soktu ve moratoryum ilan edilmesine neden oldu. akabinde başlayan göç dalgalarıyla milyonlarca insan şehirlere akmaya başladı. yine "çalışıp kazanmak ve zenginleşmek" ideali yerine "yolunu bulmak, köşeyi dönmek, kanunu kuralı takmamak ve işini bilmek" düsturu kabul edildiği ve en önemlisi buna siyasi nedenlerle göz yumulduğu için türkiye'de kurallar ve kanunlara uygun yaşamaya çalışan insanlar fakirleşirken, toplumun ortak zenginliklerini yağmalayanlar ve yağmalayanlara göz yumup bundan nemalananlar zenginleşmiştir. çok uzun süren bu yağma sürecinin sonunda geldiğimiz noktada, eğitimli, donanımlı insanlar ülkede gelecek göremediği için ülkeden gitmeyi seçerken; iki kelimeyi biraraya getiremeyen, bırak üretimi, inovasyonu, adını heceleyemeyen insanlar, üretim araçlarının yeni sahipleri ya da üretim araçlarının sahiplerine iş paslayan "iş insanları" oldu. herkesin bildiği üzre bu durum bir başarı öyküsü değil, izlenen siyasetin bir sonucuydu.

    yani yaklaşık 70 yıldır türkiye'de hakim kültür, kanunların etrafından dolanma, kanunları ayan beyan çiğneme, suçluların affedilmesi, mazlumlaştırılması ve mağdur gösterilmesi, ortak zenginliklerin belli kişi ve gruplar tarafından zor kullanarak ve çıkarılan özel kanunlar ya da yağma ile ele geçirilmesi, siyasi gücün toplumun refahını artıracak politikalar yerine seçimi kazandıracak politikalara odaklanması ve bunun sonucunda yüz yıl önce geçerli olan aşiret, bölgecilik, toprak ağalığı, şeyhlik, şıhlık bilmem nelik gibi arkaik yapıların tekrar güçlenmesiyle şekillenmiştir.

    bir de üzerinde uzlaşma sağlanamayan ve sağlanamasın diye sürekli kutuplar yaratılan (sağ-sol, alevi-sünni, dindar-seküler, laiklik-siyasal islam, memur-işçi, asker-polis, türk-kürt falan filan) ortak değerler manzumesi meselesi var. normal şartlar altında toplumun çıkarları bireyin çıkarının önündedir çünkü toplumsal refah ve mutluluk artınca bireyin de hayat kalitesi artar. ancak bu durumun toplumsal örgütlenme gibi zehirli yan etkileri var. dolayısıyla türkiye'de toplumsal bilinç sahibi bireylerin biraraya gelmesi kadar tehlikeli bir şey yoktur. o yüzden üç kişi biraraya gelip protesto yapsa üç otobüs polis gelir ama kan davası, alacak verecek meselesi, namus falan olunca caddeler kan gölüne dönse, polis çayını bitirmeden kımıldamaz çünkü onlar da siyasi otoritenin bakış açısına göre kendilerini konumlandırıyorlar. asayiş öncelikler arasında olmadığı için acelemiz yok.

    lafı her zamanki gibi çok uzattım, bağlayayım. tarihsel nedenlerle toplumsal ahlak üzerinden bir anlaşmaya varamamış bir ülke olduğumuz için modernleşme sürecimiz yarım kaldı. böylece kültürel gelişimimiz 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çarpık şehirleşme, kanunların işlevini yitirmesi, siyasi menfaat için yağma, talan, adam kayırmacılık, torpil, yalan, hile ve aldatma kültürünün önünün açılması ve bu durumun halkın önemli bir kısmı tarafından sıradanlaştırılması gibi bir dizi anormal unsurun normalleştirilmesini de içerdi. bu şartlar içinde doğup büyümüş ve kendine bir köşe kapmış kuşaklar sayıca üstünlük kurarak nihayet siyasete de hükmedecek hale geldiler. aslında uzun süredir devam eden ahlaki erozyonun artık yıkıcı hale gelmesinin ardında, yaklaşık 70 yıllık süreçte oluşturulan yağma kültürünü içselleştirmiş insanların çoğunluğu ele geçirmekle kalmayıp eğitim, sağlık, hukuk, ticaret, yönetim gibi aklımıza gelebilecek her alana hakim olma gücüne kavuşmaları yatıyor. haliyle bu grupların oluşturduğu ortak değerlere göre eğer menfaatin öyle gerektiriyorsa yalan söylemek, çalmak, aldatmak, zor kullanmak, hak yemek, sahtekârlık yapmak ve hatta insan öldürmek vs. normaldir. buradaki sorun şu: ülkede bir böyle bir grup var, bir de bu saydığım yalan-dolan işlerin yanlış olduğunu savunan ve hayatını iyi-kötü buna göre yaşamaya çalışan grup var. ilk kesime göre ülkede ahlaki bir çöküş varsa bile bu kendilerinden kaynaklanmıyor, olsa olsa hoşlanmadıkları karşı cenahtan kaynaklanıyordur. bu dualizm çözülmeden ahlaki çöküş de durmaz. tabii önce kendi ahlak felsefemizi tartışmamız falan da lazım ama bu şartlar altında o artık ütopyanın da ötesi oluyor.

    şimdilik çözümsüz kalmış bu denkleme bir de kısa sürede gelen ne idüğü belirsiz milyonlarca göçmen ve sığınmacı ve onların ahlak anlayışı eklendi. dolayısıyla büyük bir travma yaşanmaz da toplumsal bir dönüşüm başlamazsa, henüz üzerinde anlaşamadığımız ve dolayısıyla içselleştiremediğimiz sosyal kontrat ve ortak değerler manzumesi ile ilgili iyimser olmak için kısa vadede bir neden yok. enkazın kaldırılması uzun ve acılı olacak.
    Türkiyenin Ahlaken çöküşünün nedenleri başlığı altında çok uzun bir analiz içinde 70 yıllık bir analiz var ama Akp döneminin yani şu son 20 yılın nasıl toplum ve kurumlar üzerinde bel kırıcı ve geri dönülmez şiddetli olumsuz etkileri yok. Kendisine muhafazakar dinci diyen insanların yönettiği ülkede yıllık kayıtdışı kadın ticareti 2-3 milyar dolar arasında. Bunlar yabancıdır diye düşünülmesin ülkenin kendi insanları içinde inanılmaz rakamlarda illegal çok yüksek rakamlar olduğu ifade ediliyor. Uyuşturucu ilk kez transit olmaktan çıkıp kullanıcı olarak ilk 10 ülke arasına ve ne yazık ki lise çağına kadar inmiş durumda.
    Namusuyla çalışan insanların namusuyla insan gibi yaşama imkanı kalmamış yalan dolan resmi rakamları bırakırsak yüzde 200 ve üzeri bir enflasyon ve açgözlü fırsatçılıktan doğan baş edilmesi imkansız bir barınma gideri var. Sabah akşam televizyona çıkıp yalan dolan yardım ve kredi rakamları sadece belirli ve kendisinden olanın cebine konuyor.
    Eğitim o kadar körü ve berbat ki ben kendi çocuklarımdan biliyorum benim dönemimin 20 yıl gerisindeler. Televizyonlarda Akademisyen,gazeteci, Anket şirketi sahibi adı altında günde 18 saat menfaat karşılığı yalan söyleyen, iftira atan özetle vatandaşı kandıran etki ajanları. Ciddi İngiliz gazeteleri '' Türkler Başkanlık sistemine evet diyerek mezardaki tabutlarına son çiviyi çaktılar'' derken ne kadar doğru söylemişler. Artık herşey geri dönülmez olarak bozulmuş durumda. Geriye gitmeye gerek yok her şey bu 20 yılda oldu.

  2. Emperyalist devletler her daim devrededirler.

    Gelişmemiş ülkelerde kimin iktidar olacağına karar verirler.

    ABD bir yandan Rusya diğer yandan ülkeleri sömürtecek kişi ve partileri desteklerler.

    İstediklerinin iktidarda kalması için, seçim sonuçlarını kendi lehlerine çevirmek için maddi yardım, medya desteği, silah vs. her şeyi verebilirler.

    Rusya Şangai daki milletler topluluğu gibi demokratik olmayan ülkeleri kendine bağlamaya çalışır.

    Bu amaçla bu ülkelerdeki tek adam rejimlerini desteklerler.

    Zira bir adamı ele geçirmek çok kolay ve masrafsızdır.

    Tek adam ve bir kısım destekçilerine dağıtacağı 1-2 milyar dolarla ülkenin onlarca yıl yüzlerce milyar dolarlık potansiyelini sömürürler. O ülkelerdeki halkı din, milliyetçilik gibi değerleri kullanarak bölerler.

    Bu tehlikeden korunmanın temel koşulu eğitimli halk ve gerçek demokrasidir.
    KESİNLİKLE YATIRIM TAVSİYESİ DEĞİLDİR.
    Sadece Kendi Düşüncelerimdir. Buna göre işlem yapmayınız.

  3. #1507
    Duhul
    Feb 2017
    İkamet
    Istanbul/Montreal
    Yaş
    65
    Gönderi
    36,669
     Alıntı Originally Posted by Westwind Yazıyı Oku
    Royce rolls neyine yetmiyor.


    Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
    Luksu pek sevmem..

    Goze batmayi da.

    En iyi araba bir Polo life 1 litre 90 HP

    Syg,
    Sabir ve zaman: iste benim bahadir askerlerim.. TOLSTOY

  4. #1508
    Dudu aslinda cok mutevazidir.Q7 den sonra polo aldi.[emoji39]

  5.  Alıntı Originally Posted by Finans2023 Yazıyı Oku
    TÜRKİYE'NİN AHLAKEN ÇÖKÜYOR OLMASININ NEDENİ;

    üzerine kitaplar yazılacak bir konu. o yüzden meselenin ufak bir ucundan tutmak bile sayfalar sürer. ama kaba taslak bakarsak, önce şöyle bir osmanlı zamanlarına gitmek gerek. ahlaki çöküş bir anda oluşan bir şey değil.

    osmanlı imparatorluğu döneminde anadolu, cumhuriyete kadar orta çağa hapsolmuş bir coğrafyaydı. gayrimüslimlerin ticareti elinde tuttuğu liman kentleri istisnadır çünkü yetmiş iki milletten insanın gelip geçtiği, paranın ve kültürel etkileşimin merkezi olan liman kentleri zaten her devirde kendi kültürünü oluşturur (bkz: levanten). osmanlı imparatorluğu bir balkan imparatorluğu olagelmiş, anadolu'ya ihtiyaç halinde asker ve tahıl deposu olarak bakmış, bir daha da dönüp bakmamıştır.

    cumhuriyet kurulduğunda önündeki en büyük sorun, nüfusun yüzde 85'inin köy, kasaba ve bugünün mahallelerinden hallice küçük şehirlerde yaşaması ve niteliksiz kalabalıklardan oluşmasıydı. zanaat işleri de gayrimüslimlerin elinde olduğu için mübadeleler falan sonrası iş yapacak insan kıtlığı çekilmiştir. cumhuriyet kurulduğunda okuma yazma oranı, ortalama yüzde 8'di. yani tüm dünyası karşıki dağlar, indiği dere, beriki köy, ötedeki şehirden ibaret, eğitimsiz ve cehalete hapsolmuş bir toplumdan bahsediyoruz. bu anadolu profilini zenginleştiren unsurlar kimi okullu olduğu için, kimi zanaat sahibi olduğu için balkanlardan, kırım'dan ve mısır'dan gelen gruplar olmuştur. eski bir geyiktir. ankara'da memur kıtlığı yüzünden garda trenden inen takım elbiseli, tipi düzgün insanlara memuriyet teklif edilirmiş. özellikle belli bir cenahın çok şikayet ettiği hızlı modernleşme (batılılaşma değil) sürecinin amacı, cumhuriyetin devraldığı bu nüfusu eğitim seferberliğiyle iki çağ atlatıp modern zamanlara yetiştirmekti. biraz ütopik elbette.

    modernleşmenin karşısında ise miadını doldurmuş osmanlı'nın son dönemindeki miskin, tarikatlara hapsolmuş, teknoloji, üretim, hukuk, eğitim, şehirleşme, aklımıza ne gelirse her konuda çağın gerisinde kalmış, atalet içindeki fakir toplumunu ortaya çıkaran yapıyı sürdürme gibi bir alternatif vardı. bu toplumda tüm köşebaşları nüfuzlu şeyh, şıh, aşiret reisi, hoca, toprak ağası gibi binlerce insanı kontrol eden tiplerin elideydi. tam bir feodalite kültürü yani. diğer devletler tekstil makineleri, uçak, tank prototipleri, buhar makineleriyle haşır neşir olurken anadolu'da çift sürecek sığır bulamadıkları için kendini sabana koşan köylüler vardı. toplum sıfır noktasındaydı yani. bugün cumhuriyetten ve kurucularından haz etmeyenlerce sürdürülen güç mücadelesi de o günlere geri dönme, halkı bir avuç nüfuz sahibinin parazitleri haline getirme çabasıdır. köy enstitülerinin bu cenahta çok tepki çekmesinin nedeni de bu güç mücadelesi ile ilgilidir. koyun gibi güdeceğin, ağzını açsa o topraklardan sürüp sefalete mahkum edeceğin marabalarının senden bağımsız hayatta kalabileceği, toplumsal hiyararşide yükselebileceği ve diğerlerine "kötü" örnek olabileceği bir sistemi kim ister ki!

    aynı durum daha sonra eğitim sistemi için de geçerli olmuş ve parlak beyinlerin önünü açan ücretsiz ama özellikle özel amaçlı okullarda ortalamanın üstünde eğitim sunabilen sistem kasten bozulmuş; sorgulamayan, söyleneni belleyen, ufkuna çekilen sınırla sadece belli konular üzerine kafa yoran, hamasi konuları asla sorgulamayan öğrencilerin yetişeceği bir eğitim ve sınav sistemi tasarlanagelmiştir. yani öğrenciler hesap makinesi gibi olsun, toprak ağalarının şekil değiştirip (kimi zaman zorla) sahibi olduğu fabrikalarda çalışsın ama toplumsal konularda kendi özgün fikirleri olmasın isteniyordu. halkın çoğuna bu sistemi layık görürlerken, parası olan için alternatifler özel okul olarak sunularak toplum içinde uçurum ve fırsat eşitsizliği yavaş yavaş yaratıldı ve nihayetinde hiç olmadığı kadar yaygınlaştırıldı.

    ahlak tartışması da çok yönlü ve kitaplar alan bir konu ama basit bir şekilde değinirsek, öncelikle ahlak bireyle ilgili değildir, daha deterministik bir kavramdır. bireyin içinde bulunduğu toplum tarafından kendine sunulan seçenekler içinden süzülerek oluşur. hırsızlığı meslek edinmiş bir topluluktan çıkanların çoğunluğunun hırsızlığı benimsemesi beklenir. istisna olacak kişilerin, bunun hem birey için hem de toplum için zararlı olduğunu fark edebileceği bir çevreyle etkileşimde olması lazım. ahlak her şeyden önce bir dizi toplumsal ve bireysel değer üzerinde varılan uzlaşmanın ürünüdür. mutlak değildir ve sürekli değişir, dönüşür. dolayısıyla anadolu ahalisi de kendi çevrelerinden, atalarından ne gördüyse o minvalde bir ahlaki çerçeveye hapsolmuştur. bunun kırılma noktası nedir peki? okuma-yazma öğrenmek ve kısıtlı çevrenin ötesine, icabında binlerce kilometre uzaklara, oralarda yaşanmış tecrübelere, yaratıcılığa, hayal gücüne erişmektir: yazılı metinlerin gücü. cumhuriyet kurulduğunda okuma-yazma oranı neydi? yüzde 8. liman kentleri dışında ulaşım ağı var mıydı? almanların yaptığı bağdat demiryolu ki o da halka fayda olsun diye değil, değerli topraklara erişim sağlansın diye yapıldığı için pek bir kültürel işlevi yoktu. haliyle yüzyıllar boyu aynı habitata mahkum kalmış, dünyanın geri kalanıyla etkileşimi sınırlı olmuş, dededen babadan ve kısıtlı çevreden aldıklarıyla yetişmiş ve kendi çocuklarını da öyle yetiştirmiş bir insan topluluğundan bahsediyoruz. dünyanın en zeki insanı da olsanız, çevresel koşullar desteklemezse ambalajını açmadan potansiyel zekanızla toprak olursunuz.

    bu uzun girizgâhın amacı meseleyi bir bağlama oturtmaktı ki daha basit olan kısma geçebileyim. cumhuriyet niteliksiz ve eğitimsiz insan gücüyle yola çıkmak zorunda kalmış olmasına rağmen akılcı politikalarla gerçekten de kısa zamanda mucizevi başarılar elde etmiştir. özellikle ikinci dünya savaşı öncesi ve sırasında almanya'dan kaçan bilim insanlarının bazılarının ülkeye getirilmesi ve kendilerinden sanayiden eğitime muazzam katkılar alınması sayesinde büyük yol alınmıştır. ikinci dünya savaşı'nda tarafsızlık politikası sayesinde, dünya çapında ekonomik büyüme kaydeden az sayıda ülkeden biri olmuştur ama dış ticaret fazlası vermesi için girişilen savaş ekonomisi politikaları ve üretime hiçbir katkısı olmayan ama savaş ortamında mecburen tutulan hazır kıtalar için harcanan para nedeniyle ekonomik iyileşme kağıt üzerinde kalmış ve halk tarafından hissedilmemiştir. vergiler ve kısıtlamalarla savaş süresince bunalan halk da ilk fırsatta faturayı chp'ye kesmiştir. inönü'nün dediği sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım sözü çok doğru ve derin bir söz ancak ikinci dünya savaşı'nın dehşetini yaşamamış insanlar için savaşın dışında kalmanın anlamını kavramak kolay değil ve belli ki elde edilen ekonomik fayda temkinli olma amacıyla halka faydalı hale getirilmemiş ve bu durum siyaseten bir hatadır. bedeli de iktidar değişimiyle ödenmiştir.

    doğru ya da yanlış ya da eksik, chp hükümetleri sanayileşmeyi tamamlayarak zaman içinde refahın artırılması stratejisini kabul etmiş ve yıllarca buna sadık kalmıştır. üstelik şehirleşmedeki eksiklikler ve köy-kasaba nüfusunun fazlalığı nedeniyle köy enstitüleri projesine bakınca anlıyoruz ki yerinde kalkınma modeliyle köyden kente göçü engelleyip üretim ve eğitimde iyileşmeyi ülkeye bu şekilde zaman içinde yaymayı amaçlamışlar. bunun için gereken sabır ve fedakârlığı da muasır medeniyetler seviyesine çıkma ülküsü etrafında birleştirmeye çalıştıkları toplumdan göreceklerini düşünmüşler. hesapta olmayan şey, abd'nin ikinci dünya savaşı sonrası dünyaya şekil vermeye girişmesi ve uygun gördüğü sistemi dayatmasıydı. bu durum küçük amerika olma vaadini satacak siyasetçiler yaratacaktı. işin ahlakla ilgili ikinci kısmı da burada başlıyor.

    yazının başından beri anlatmaya çalıştığım çevresel ve bireysel şartlar çerçevesinde, türk toplumu için toplumsal uzlaşmayı sağlayamamış bir toplum demek yanlış olmaz. kamusal alanı ankara ve istanbul'la sınırlı bir ülkede milyonlarca insan dünyadan ve ülkeden bihaber yaşayıp gitmişken haliyle ortak değerler üzerinde kapsayıcı bir tartışma hiçbir zaman yaşanmamıştır. haliyle toplumsal ahlak da kısıtlı çevrelerin kitabi sözleri olmaktan öteye geçmemiştir. bu durumun böyle olduğunu, 1950'lerde başlayıp 2000'lerin başında bile devam eden muazzam iç göçten ve bu göçün yıkıcı sonuçlarından anlıyoruz. demokrat parti ve adnan menderes popülizminin odak noktasında chp'nin halka dağıtamadığı zenginliği halka dağıtma vaadi vardı. savaş sonrası abd yardım ve hibeleriyle ve canlanan dünya ekonomisiyle hızlı bir zenginleşme sürecine girilmişken çok mantıklı görünse de "çalışıp kazanmak" yerine "kayrılıp zenginleşmek" politikası benimsenince öyle olmadığı belli oldu. kısa sürede gelen zenginliği yiyen ve yediren adnan menderes, yanlış politikalarla ülkeyi ekonomik krize soktu ve moratoryum ilan edilmesine neden oldu. akabinde başlayan göç dalgalarıyla milyonlarca insan şehirlere akmaya başladı. yine "çalışıp kazanmak ve zenginleşmek" ideali yerine "yolunu bulmak, köşeyi dönmek, kanunu kuralı takmamak ve işini bilmek" düsturu kabul edildiği ve en önemlisi buna siyasi nedenlerle göz yumulduğu için türkiye'de kurallar ve kanunlara uygun yaşamaya çalışan insanlar fakirleşirken, toplumun ortak zenginliklerini yağmalayanlar ve yağmalayanlara göz yumup bundan nemalananlar zenginleşmiştir. çok uzun süren bu yağma sürecinin sonunda geldiğimiz noktada, eğitimli, donanımlı insanlar ülkede gelecek göremediği için ülkeden gitmeyi seçerken; iki kelimeyi biraraya getiremeyen, bırak üretimi, inovasyonu, adını heceleyemeyen insanlar, üretim araçlarının yeni sahipleri ya da üretim araçlarının sahiplerine iş paslayan "iş insanları" oldu. herkesin bildiği üzre bu durum bir başarı öyküsü değil, izlenen siyasetin bir sonucuydu.

    yani yaklaşık 70 yıldır türkiye'de hakim kültür, kanunların etrafından dolanma, kanunları ayan beyan çiğneme, suçluların affedilmesi, mazlumlaştırılması ve mağdur gösterilmesi, ortak zenginliklerin belli kişi ve gruplar tarafından zor kullanarak ve çıkarılan özel kanunlar ya da yağma ile ele geçirilmesi, siyasi gücün toplumun refahını artıracak politikalar yerine seçimi kazandıracak politikalara odaklanması ve bunun sonucunda yüz yıl önce geçerli olan aşiret, bölgecilik, toprak ağalığı, şeyhlik, şıhlık bilmem nelik gibi arkaik yapıların tekrar güçlenmesiyle şekillenmiştir.

    bir de üzerinde uzlaşma sağlanamayan ve sağlanamasın diye sürekli kutuplar yaratılan (sağ-sol, alevi-sünni, dindar-seküler, laiklik-siyasal islam, memur-işçi, asker-polis, türk-kürt falan filan) ortak değerler manzumesi meselesi var. normal şartlar altında toplumun çıkarları bireyin çıkarının önündedir çünkü toplumsal refah ve mutluluk artınca bireyin de hayat kalitesi artar. ancak bu durumun toplumsal örgütlenme gibi zehirli yan etkileri var. dolayısıyla türkiye'de toplumsal bilinç sahibi bireylerin biraraya gelmesi kadar tehlikeli bir şey yoktur. o yüzden üç kişi biraraya gelip protesto yapsa üç otobüs polis gelir ama kan davası, alacak verecek meselesi, namus falan olunca caddeler kan gölüne dönse, polis çayını bitirmeden kımıldamaz çünkü onlar da siyasi otoritenin bakış açısına göre kendilerini konumlandırıyorlar. asayiş öncelikler arasında olmadığı için acelemiz yok.

    lafı her zamanki gibi çok uzattım, bağlayayım. tarihsel nedenlerle toplumsal ahlak üzerinden bir anlaşmaya varamamış bir ülke olduğumuz için modernleşme sürecimiz yarım kaldı. böylece kültürel gelişimimiz 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çarpık şehirleşme, kanunların işlevini yitirmesi, siyasi menfaat için yağma, talan, adam kayırmacılık, torpil, yalan, hile ve aldatma kültürünün önünün açılması ve bu durumun halkın önemli bir kısmı tarafından sıradanlaştırılması gibi bir dizi anormal unsurun normalleştirilmesini de içerdi. bu şartlar içinde doğup büyümüş ve kendine bir köşe kapmış kuşaklar sayıca üstünlük kurarak nihayet siyasete de hükmedecek hale geldiler. aslında uzun süredir devam eden ahlaki erozyonun artık yıkıcı hale gelmesinin ardında, yaklaşık 70 yıllık süreçte oluşturulan yağma kültürünü içselleştirmiş insanların çoğunluğu ele geçirmekle kalmayıp eğitim, sağlık, hukuk, ticaret, yönetim gibi aklımıza gelebilecek her alana hakim olma gücüne kavuşmaları yatıyor. haliyle bu grupların oluşturduğu ortak değerlere göre eğer menfaatin öyle gerektiriyorsa yalan söylemek, çalmak, aldatmak, zor kullanmak, hak yemek, sahtekârlık yapmak ve hatta insan öldürmek vs. normaldir. buradaki sorun şu: ülkede bir böyle bir grup var, bir de bu saydığım yalan-dolan işlerin yanlış olduğunu savunan ve hayatını iyi-kötü buna göre yaşamaya çalışan grup var. ilk kesime göre ülkede ahlaki bir çöküş varsa bile bu kendilerinden kaynaklanmıyor, olsa olsa hoşlanmadıkları karşı cenahtan kaynaklanıyordur. bu dualizm çözülmeden ahlaki çöküş de durmaz. tabii önce kendi ahlak felsefemizi tartışmamız falan da lazım ama bu şartlar altında o artık ütopyanın da ötesi oluyor.

    şimdilik çözümsüz kalmış bu denkleme bir de kısa sürede gelen ne idüğü belirsiz milyonlarca göçmen ve sığınmacı ve onların ahlak anlayışı eklendi. dolayısıyla büyük bir travma yaşanmaz da toplumsal bir dönüşüm başlamazsa, henüz üzerinde anlaşamadığımız ve dolayısıyla içselleştiremediğimiz sosyal kontrat ve ortak değerler manzumesi ile ilgili iyimser olmak için kısa vadede bir neden yok. enkazın kaldırılması uzun ve acılı olacak.
    Eksisozlukten bu yazıyı aşırıp ahlaken çöküş diye kendin yazmis gibi paylaşmak da guzel komedi. Ekşideki yazarla ayni kişi degilseniz tabii.

  6.  Alıntı Originally Posted by Patrick Bateman Yazıyı Oku






    Engine:
    5.5L V8

    v12 fazla kaçar çok yakar. v8'ten şaşmam.

    By my deeds I honor him, V8.
    zaten TR de alsanız pompacıya hortumdan epistomolojik kopuş için yalvarırsınız.

  7. #1511
     Alıntı Originally Posted by Oralet_Osman Yazıyı Oku
    Eksisozlukten bu yazıyı aşırıp ahlaken çöküş diye kendin yazmis gibi paylaşmak da guzel komedi. Ekşideki yazarla ayni kişi degilseniz tabii.
    oraletcim yazının alıntı olduğuu belirtmemiş ama alıntı olduğu gayet açık
    bir halt olacağı yok.

  8. #1512


    Yılbaşından beri BES te borsa fonlarını seçenler malı götürmüş faizciler dövizciler yan basmış enflasyonu sadece hisseciler yenmiş
    bir halt olacağı yok.

Sayfa 189/1001 İlkİlk ... 89139179187188189190191199239289689 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •