Carl Sagan
@CaRL_SaGaN__
·
26 Nis
Bir televizyon programında (açıkçası şimdi denk geldim) İlber Ortaylı'ya "Dostoyevski mi Tolstoy mu?" sorusu yöneltilmiş. Ortaylı ise tereddütsüz "Tolstoy" yanıtını vermiş ve bu tercihinin gerekçesi olarak da Tolstoy'un daha kültürlü, daha geniş bir adam olduğunu ve çok şey bildiğini, olarak göstermiş. Ne yazık ki bu değerlendirme ne akademik bir ciddiyet taşıyor ne de edebi gerçeklikle örtüşüyor.
Bu tür sığ ve aceleci açıklamaları doğru bulmuyorum hele ki İlber Ortaylı gibi bir ismin ağzından duyunca çok üzüldüm. Çünkü bu tür ifadeler, iki büyük yazarın dünyaya kattığı farklı derinlikleri görmezden gelmek anlamına gelir. "Daha kültürlü", "daha geniş adam" gibi söylemler de ancak kahve sohbetlerinde sarf edilebilecek nitelikteki ifadelerdir.
Öncelikle, şunu belirtmeliyim ki Tolstoy ve Dostoyevski kıyaslanacaksa bu, ancak onların eserlerinin farklı felsefi, psikolojik ve toplumsal yönelimleri üzerinden yapılabilir, kişilikleri üzerinden değil. Çunku iki yazar da birbirinden tamamen farklı edebi damarlara sahiptirler. Tolstoy, Savaş ve Barış, Anna Karenina gibi eserlerinde toplumun katmanlarını, aristokrasiyi, halkı, toplumsal dinamikleri büyük bir doğallık ve kapsayıcılıkla anlatır. Toplum onun için bir organizmadır; birey ise bu büyük yapının bir parçasıdır. Öte yandan
Dostoyevski, Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler, Yeraltından Notlar gibi yapıtlarında bireyin iç dünyasını, psikolojik çatışmalarını, ahlaki ve varoluşsal sorgulamalarını merkeze alır. Onun kahramanları toplumdan çok kendi vicdanlarıyla, Tanrı’yla, özgür iradeyle hesaplaşır.
İşte bu temel farkı görmeden, Dostoyevski’ye "iyi bir psikolog olabilir ama..." diye yaklaşmak, en hafif tabiriyle cehaletle sınır komşusudur. Dostoyevski yalnızca bir psikolog değildir; edebiyat tarihinde insan ruhunun en derin mağaralarına inmeyi başaran birkaç yazardan biridir. Bugün Freud'un, Jung'un, Nietzsche'nin bile Dostoyevski’den etkilenmiş olması boşuna değildir. Onun karakterleri, modern insanın bütün çelişkilerini, suçluluğunu, Tanrı’ya inancı ve isyanı arasında sıkışıp kalmış ruhunu temsil eder. Bu "psikolojik derinlik", basit bir gözlem yeteneğinden ibaret değildir; insanı insan yapan karmaşıklığı kavramış olmaktır.
Tolstoy ise kuşkusuz bilgiye, gözleme ve geniş bir kültüre sahiptir. Ancak bu kültür, Dostoyevski'nin eksikliğini oluşturmaz. İkisinin yürüdüğü yollar farklıdır, o yolları ölçmek için kullanılan teraziler de farklı olmalıdır. Savaş meydanlarında koşturan Pierre Bezukhov ile Saint Petersburg'un kirli sokaklarında vicdan azabıyla kıvranan Raskolnikov aynı terazide tartılamaz ve tartılmamalıdır.
İlber Ortaylı'nın
kendi uzmanlık alanı olan tarih ve diplomasi konularında otorite olması, onu edebiyat eleştirmenliği gibi hassas bir alanı da "tek doğru" edasıyla yorumlamaya muktedir kılmaz. Elbette herkesin bir edebi zevki olabilir; Tolstoy’u tercih etmek anlaşılabilir. Ancak bunu, Dostoyevski’yi küçük düşürerek yapmak hem talihsiz, hem de haddini aşan bir tutumdur bence.
Edebiyat, kesin hükümlerle yaklaşılacak bir alan değildir. Hele ki söz konusu Dostoyevski ve Tolstoy gibi, edebiyatın yörüngesini değiştiren iki devrimci yazarsa. Bu yüzden İlber Ortaylı’nın bu açıklamasını aceleci, sığ ve ciddiyetten uzak buluyorum. Kendi alanında ne kadar titizse, edebiyat gibi başka bir alanda da aynı titizliği göstermek zorunda olmalıdır. Çünkü edebiyat, tarihi bilmekten, devlet protokollerine hakim olmaktan çok daha fazlasını; insanın özüne inebilme cesaretini, derinliğini ve inceliğini ister. Tolstoy da, Dostoyevski de bunu kendi yollarınca başarmıştır. Biri diğerinden daha "kültürlü" değil; sadece farklıdır o kadar.
Ve ikisi de, İlber Ortaylı'nın basit kıyaslarının çok ötesinde birer dâhidir.
Yer İmleri