Sayfa 149/178 İlkİlk ... 4999139147148149150151159 ... SonSon
Arama sonucu : 1419 madde; 1,185 - 1,192 arası.

Konu: Tarihte Bugün

  1. Nargin Adası-4

    Esaret hayatını Nargin’de geçiren Türk askeri esirlerinden olan Süleyman Nuri hatıralarında adaya nakledilişleri ve ada hakkındaki intibalarını şu şekilde kaleme almıştı :


    “Bakû istasyonundan, etrafımız Rus askerleriyle kuşatılmış bir güruh halinde, bizleri sahile, Bakû’nün iptidai bir şekil arz eden, ağaçtan iskelelerinden birine getirdiler ve bir çatanaya bindirerek 15-20 kilometre deniz açığında bulunan ve adı Azericesi Yılan Adası olan Nargin Adası’na getirdiler.


    Bakû, deniz açıklarından sahilden içerilere doğru az yükselerek kalkan bir yamacın üzerine sahilden “Züh” ve “Bayıl” denilen semtler kadar serpilmiş, bazı yerlerde seyrek ve bazı yerlerde sık sık üzin ve fabrika oldukları açıktan seçilmesi zor olan binalardan müteşekkildi.



    “Çatana bizi sonumuzun meçhul karanlıkları “Nargin” adasının toprakları üzerine serpiverdiği zaman, hemen orada ilk müşahede ettiğimiz, muhafız Rus erleriyle, hangi millet ordusuna mensup oldukları fark edilemeyen yırtık pırtık elbiseli esirleriyle, kadınlı erkekli beyaz sıhhiye giysili sağlık memurlarıyla ve Bakûlü olmaları ve adda alış verişle meşgul oldukları kolayca tahmin edilebilen sivilleriyle ada, üzerimizde hiç de ümit verici bir tesir bırakmadı. 2, 2,5 kilometre kare sathında, bir kilise ve birkaç idare binalarından başka, yer üstünde hemen hemen başka bir bina görünmüyor, tek tük Alman, Avusturya ve Macar esirleri olmak üzere 50 bin Türk esiri, yarı yarıya toprağa gömülü zeminliklerde yaşıyorduk..

    “Bir iki gün devam eden acemiliğimiz devrinde, adanın hemen hemen bütün sahillerini döndük dolaştık, batı ve Bakû’ye yani kuzeye taraf olan sahillerin müthiş kayalık ve bu kayalar üzerinde oltalarıyla bütün gün balık tutamayan balık avcılarına ve her adımda dünya kadar tesadüf ettiğimiz su yılanlarına rastladık.

    Bakûlülerin burasını “yılan adası” olarak tesmiye etmelerinin (adlandırmalarının) sebebi bu imiş meğer! Bir günde bizim de belki ebedi mekânımız olması pek de ihtimalden uzak olmayan ve adanın diğer kısmına nazaran daha hakim mevkii olan kuzey tarafı ucuna, ölen esirleri gömdüklerini işittiğimiz yeri görmek ve bu vesileyle onları ziyaret etmiş olmak için, bir gezinti yapmaya gittik.


    Orada yegâne açık bulunan bir çukura yaklaştık, çukur henüz yarı yarıya doluydu, çukurun içine atılmış ölülerin, üzerlerine kalın bir tabaka kireç serpildiği için ölüleri saymak mümkün değildi. Bu çukurun hayalen toprakla örtüldüğünü farz ederek, buna benzer çukurlar olmaları muhtemel, fakat şimdi, toprak üzerinde birer iz olarak kalmış yerleri çokluklarından saymak da mümkün değildi.

    Saymak istememizin sebebi, adanın üsera kampı olduğundan beri, bugüne kadar ölenlerin sayısını, mümkün mertebe sıhhate yakın bir tarzda tahmin ederek merakımızı tatmin etmekti.

    Buradan koğuşa gelince, bizden kıdemli olan erlerden çukurların ellişer kişilik olarak kazıldıklarını, her gün ölenleri sırayla balık istifi koya koya 50 kişi tam olduğu tekmil haberi verilince, çukur kapatılarak diğer bir çukurun hemen orada ve yahut da yakın civarında kazıldığını söylediler. Cephe başka burası da bambaşka bir alem, artık biz de ölümle hayat arasında fark görmek hissinden mahrum olanlara döndük…



    “..Sabahları sırayla koğuşlarımızdan tayin ettiğimiz arkadaşlarımız ekmeklerimizi, karavana kaplarıyla getirilen bulanık su halinde, çay olduğuna binbir şahit lazım olan çaylarımızı, kendi kaplarımızda içiyor ve akşamları da bulgur tanesi gibi ot tohumu taneleriyle, mutfakta kendi arkadaşlarımızın sözde soydukları ve fakat haddi zatında soyulmamış bütün bütün patateslerin katışık ve bunların topunun da yıkanmadıkları için, topraklı taşlı çorba mı desem lâpa mı desem, karavanalarımızı getiriyorlar ve bunlara beş on kişi bir arada kepçe gibi kaşıklarla girişiyorduk.”

  2. Nargin Adası-5

    Nargin adasında sadece asker savaş esirleri değil Erzurum'a kadar olan cephe hattında şüphelendikleri halktan sivil insanlarda vardı.


    Bunlar arasında oldukça yaşlı olanlarla çocuklar dikkat çekiyordu.


    Bakû Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi Erzincan Temsilcisi Abdulmabud Bey, Bakû’deki merkeze gönderdiği telgrafında şunları yazmaktaydı:

    “Nargin Adası’nda ve Tiflis’teki hapishanede külli miktarda Türk esiri var ki, ne bu muharebede askerlikte bulunmuşlar, ne kabaklarda(önce). Lakin Rus koşunları(birlikleri) Türkiye toprağına sokuldukta, yalan danışlar ve provakatiya neticesi olarak hapsedilmişlerdir.

    Bunların arasında 90 yaşında kişiler dahi vardır. Ben telgraf ile Kafkasya Komisarlığı Sadrı’na ve Doktor Sultanov’a müracaatla asker olmayan Türk esirlerinin bırakılmaları hakkında teşebbüste bulunmalarını istida etmiştim.
    Atalar ve kardaşlar, fitne ve yalan danış kurbanı olan bu zavallıların müdafaa ve muhafazasına ses kaldırın.

    Erzincan – Bakû Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi Vekili Abdülmabud”

  3. Nargin Adası-6

    Bakû Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi, Ruslar tarafından Anadolu’da işgal edilen bölgelerdeki aç, sefil ve korunmaya muhtaç Müslümanlar için büyük bir yardım faaliyetine başlarken, Ruslara esir düşen ve bir kısmı Azerbaycan’a sevk edilen Türk savaş esirlerinin durumuna da seyirci kalmadı.

    Cemiyet-i Hayriye ilk iş olarak, esirlerle daha yakından ilgilenebilmek ve daha serbest bir şekilde yardımların ulaşmasını sağlamak amacıyla, Bakû’deki Türk esirlerinin “resmi himayeciliğini” üzerine almak istemiştir.
    Hükümet nezdinde yapılan girişimler sonucunda resmi olarak izin alınmış ve böylece Cemiyet, esirlerin bulundukları yerlere rahatlıkla girip çıkma ve kontrol edebilme hakkına sahip olmuştur.

    Cemiyet, ilk olarak Nargin Adası’nda giyecek ve yiyecek sıkıntısı çeken Türk esirlerin yararına olmak üzere halktan yardım toplamaya başladı. Bu amaçla çeşitli çaylar, toplantılar tertip edildi, tiyatro günleri düzenlendi.


    Ayrıca Cemiyet, esirlerin resmi korumacılığını üzerine aldığından, haftada bir gün (Pazar günleri) Nargin’deki Türk esirlerinin Bakû’ye çıkarılarak gezdirilebilmesi için de izin alabilmişti. Böylece Türk esirlerin haftada bir gün de olsa o çok kötü şartlardan kurtulup rahat etmeleri, dinlenmeleri sağlanıyordu.

    Bu tarihlerde Bakû’de bulunan Fahrettin Erdoğan hatıralarında şunları aktarmaktadır :
    “...Erzurum’un düşmesinden sonra Rus cephesi Erzincan’a kadar ilerlemiş, burada esir edilen subay ve erleri Sibirya’ya değil, Bakû’nün karşısında Hazar Denizi’nin ortasındaki Nargin adasında esirler kampında topluyorlardı. Her Pazar bu kampta bulunan esir subaylar muhafızlarla şehri ziyarete geliyorlardı. Biz de onları görmek için iskeleye gittik.

    Halk yığılmış, otomobiller sıralanmış, içinde genç kızlar yolcuların gelmesini bekliyorlardı. Bu otomobildekilerin kimler olduğunu sordum. Bakû milyonerlerinin kızları olduklarını öğrendim.
    Mesela Topçubaşı Ali Merdan Bey’in, Nagiyov, Tagiyov ve Kuluyovların hususi taksilerindeki kızları en başta duruyordu.
    Motörler yanaştı. Esir Türk subayları kıyıya çıktılar. Taksiden çıkan kızlar birer ikişer mevcuduna göre subayları kollarından tutup taksilere oturttular. Şehrin her tarafını gezdirdikleri gibi subayların ve kamptaki arkadaşlarının ihtiyaçlarını mağazalardan alıyorlar ve paraları Cemiyet-i Hayriye tarafından ödeniyordu.
    Bunları evlerine götürerek öğle yemeklerini aileleri arasında yedirttikten sonra tekrar taksilerle aldıkları kıyıya getirip teslim ediyorlardı...

    ” Cemiyet-i Hayriye’nin Türk esirleri için yapmış olduğu hizmetlerden biri de, Rusya’ya nakledilirken çok kötü şartlardan dolayı vagonlarda veya getirildikleri yerlerde ölen esirlerin İslâmi usullerle defnedilmesi, yaralı ve hasta olanların ise bakımlarının yapılmasının sağlanması idi.

    Cemiyet, Bakû’ye getirilen hasta ve yaralı Türk esirlerin mümkün olduğunca bakımını üstlenerek, Cemiyet-i Hayriye’nin hastanesinde tedavilerinin yapılmasını sağlarken, burada ölen Türk askerlerinin defin işlerini de üzerine almış ve bu işle, İsmail Bey Sefer Aliyov’u görevlendirmişti.

    Aslında Rus Hükümeti ölen harp esirlerinin defin ücretlerinin karşılanması için belirli bir miktar ödenek ayırmıştı. Türk esirleri için bu pek uygulanmayınca Cemiyet-i Hayriye defin masraflarını kendisi karşılamak durumunda kaldı.

    Fakat kaynaklardan anlaşılıyor ki bu hizmet Nargin’de ölen Türk esirleri için pek mümkün olmamıştır. Ada ile bağlantı belirli şartlarda ve Rusların kontrolü altında, çok nadir sağlandığından buradaki hasta veya ölen Türklerin durumları hakkında bilgiler pek yetersiz olup, gelen haberler de pek iç açıcı değildi

  4. Metin Bey,

    Detaylı bilgileriniz için çok teşekkür ederim. Atalarımızın uğramış olduğu bu bela ve akabindeki zulmü okurken insan gözyaşlarını tutamıyor. Savaşın acı yüzü daha iyi anlaşılıyor. Allah'tan bu acıları milletimize bir daha yaşatmamasını dilerim.

  5.  Alıntı Originally Posted by D R A G O N Yazıyı Oku
    Metin Bey,

    Detaylı bilgileriniz için çok teşekkür ederim. Atalarımızın uğramış olduğu bu bela ve akabindeki zulmü okurken insan gözyaşlarını tutamıyor. Savaşın acı yüzü daha iyi anlaşılıyor. Allah'tan bu acıları milletimize bir daha yaşatmamasını dilerim.
    Rica ederim.
    Talebiniz gayet yerinde oldu. Zira bnm arşivlerimde konuyla ilgili sadece 2 başlık vardı.
    Bu bilgisel paylaşım devam edecek. Şu anda konuyla ilgili kitaplardan ve hatıratlardan derlemeye devam ettiğim 11 paylaşım daha hazırladım..
    Toplamda 20-25 civarında başlık ile internet üzerindeki en kapsamlı bilgisel paylaşımı olacak.

  6. Nargin Adası-7

    Azerbaycan Türk halkı Nargin Adası'ndaki Türk esirlerinin durumuyla oldukça ilgili bulunuyordu. Hatta yardım heyetlerinin ve cemiyetlerin dışında şahsî olarak da idarî makamlara başvurarak, Türk esirlerine yardım etmek amacıyla girişimde bulunanlar vardı.


    Nargin Adası’nda esir olan Türk subaylarından Ahmet Göze, Azerbaycan Türklerinin kendilerine yapmış oldukları yardımlara değinirken Azerbaycanlı Ayşe Hanım adlı bir Türk kadınının göstermiş olduğu yardımseverliği şöyle anlatmaktadır :

    “...Ayşe Hanım zengin bir kadın, çok büyük bir vatanperver, milli hisleri kuvvetli ve çok cömert bir hanımefendidir. Nargin Adası'nda yüzlerce Türk esirinin bulunduğunu bilmekte ve her fırsatta kendilerini ziyarete gelmektedir. "Asker evlatlarım, ziyarete geldim" diyerek hallerini hatırlarını sormaktadır.

    "Her haliyle bütün servetini onlara feda etmeye hazır olduğunu belli etmektedir. Bu hamiyetli yaşlı hanım bütün kampın anası olmuştur adeta. Bilhassa bayramlarda sabah sabah kampa koşmakta ve "asker evlatlarının" bayramlarını tebrik etmektedir. Amma nasıl tebrik. Kâhyası arkasından bütün esirlere maaşları kadar maaş yani albaya albay, yüzbaşıya yüzbaşı maaşı bayram harçlığı ve herkese birer kat çamaşır, ayakkabı vesaireyi muhtevi bohçalar vermektedir.

    "Onun karşılanışı da bir âlemdir. Bütün esirler onu merasimle tabur halinde karşılayıp selamlamakta kendisi de esir olan bu kadına en büyük saygıyı, o da onlara en büyük sevgiyi göstermektedir.

    ” Yine Nargin Adası'nda tutulan askeri esirlerden Hakkı Mehmet de buradan kurtulduktan sonra, 1 Şubat 1918 tarihli ifadesinde, Azerbaycan Türklerinin esirlere yaptıkları yardımlar hakkında şunları kaydetmektedir:

    “...Bu zamana kadar Bakû milyonerlerinden merhum İsrafil Gacırof'un zevcesi Seniha Hanım her hafta zabitan ve efradımızı ziyaret ederek birçok muavenette bulunmuş, hatta hastalarımıza bizzat pansuman ve masaj gibi büyüklükler de göstermişti.

    Fakat bir müddet sonra Ruslar bu hanımın da adayı ziyaret etmesini men etmişlerdi.
    “Verilen yemekler pek fena, ekmek çamur gibi idi. Bakû milyonerlerinden Müslüman bir zat Rusların verdikleri siyah unu alarak onun yerine beyaz un ita edip pek büyük bir iyilikte bulunmuştur.”

  7. Azeri kardeşlerimizin kadirşinaslıkları gerçekten takdire şayan.Bu arada, Rusların da bu yardımlara göz yummaları baya ilginç geldi bana. Sizin yorumunuz nedir Metin Bey?

  8. Nargin Adası-8

    Azerbaycan Türkleri, Nargin’deki Türk esirlerin durumlarını iyileştirmek, ihtiyaçlarını karşılama gibi faaliyetlerin dışında, onların adadan kaçmalarına yardımcı olmak ve Türkiye’ye ulaşmalarını sağlamak içinde gizli çalışmalar yürütmüşlerdir.


    Bu konuyla ilgili olarak birçok bilgi mevcuttur. Örneğin; Bakû’deki Türk esirlerinin resmi korumacılığını üzerine alan Bakû Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi, yukarıda da belirtildiği üzere esirlerin belirli günlerde Bakû’ye çıkarılmaları için de gerekli olan izni alabilmişti.

    İşte bu izin çerçevesinde 1915 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında “Türk Bayramı Günü” 8 Türk esir subay şehre bırakılmış ve bir daha geri dönmemişlerdir.
    Büyük ihtimalle bu esirlere Cemiyet üyeleri tarafından yardım edilerek, İran’a kaçmaları sağlanmıştır ki; bu olaydan sonra Cemiyet-i Hayriye temsilcilerinin adaya gidip gelmesi kısıtlanmıştı.

    Nitekim bu olayı 16 Nisan 1916 tarihli bir rapor ile bildiren “Bakû Arama Polisi Başkanı Rudenko”da, Cemiyet-i Hayriye’nin bu kaçırılma işini planladığı konusunda şüpheleri olduğunu belirtmiş ve kaçan esirlerin isimlerini vermiştir. Bu rapor aşağıdadır :

    “1915 Yılı Temmuz ve Ağustos aylarında Türk Bayramı günü 8 esir subay kaçmayacaklarına dair yemin ettirilerek şehre bırakılmıştır.

    Bunlar; Yüzbaşı İzzet, Yüzbaşı Tapayev Farad Bey, Yusuf İbrahim Efendi, Yakup Mustafa Efendi, Hüseyin Hilmi Efendi, Şükrü Şaban, Fikri Şakar, Ziya Efendi.

    Yukarıda adı geçen subaylar adaya geri dönmeyerek, kaçmışlardır.
    Firariler İran pasaport ve giysileri ile teçhiz edilerek İran’a gitmişlerdir.
    Bakû’deki esirler üzerinde resmi himayeciliği Müslüman Hayriye Cemiyeti üstlenmişti.
    Bu Cemiyet’in üyeleri önceleri askeri hastaneye giderek esirleri kontrol ediyorlardı.
    Ancak bu kaçış olayından sonra Cemiyet’in elemanlarının esirlerin yanına gitmeleri yasaklanmıştır.
    Bu kaçış olayını kim tertip etmiş ve firarilere kim pasaport temin etmiştir?
    Bu durum aydınlatılamamıştır.

    16.4.1916 Bakû Arama Polisinin Başkanı Rudenko”

Sayfa 149/178 İlkİlk ... 4999139147148149150151159 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •