Sayfa 243/7020 İlkİlk ... 1431932332412422432442452532933437431243 ... SonSon
Arama sonucu : 56156 madde; 1,937 - 1,944 arası.

Konu: Sanat Mozaik

  1. Amerikalı sarkici, soz yazari, aktor ve dansci Prince'in (Prince Rogers Nelson) dogum yil doonumu (7 Haziran 1958)




  2. Amerikali sair,kisa oyku yazari ve elestirmen Dorothy Parker'in olum yil donumu (7 Haziran 1967)





    Yildiz hos bir nafaka verecek,
    Neyim ben ki sececek?
    Ah, gunah cikartan bir ruh mu olacak,
    Kucuk tokali ayakkabilar mi ancak?

    Bir alyans mi dilemeli
    Isiltili ve zarif ve degirmi,
    Ya da rica mi etsem ortusunu gondermeni
    Yeni bellenmis bir hoyugun?

    Zarif isilti, altin mi
    Istesem yoksa yuzen gemiler mi,
    Yoksa her daim lanet mi okusam
    Bir cift yalanci dudaga?

    Ister salin alcakta istersen yuksekte,
    Ister son istersen yan sicacik;
    Tek dilegimi soylemeye cesaretim yok-
    Onu bana bagislamandan korkarim.

  3. Amerikali yazar Henry (Valentine) Miller'in olum yil donumu (7 Haziran 1980)



    "Gozum nerede bir kirintiya ilisse uzerine atlayip mideme indirecegim. Yasamaksa asil mesele, yasayacagim, yamyam gibi olsa bile. Bugune dek degerli kicimi kurtarmaya calistim, kicimi orten birkac et parcasini korumaya. Artik paydos. Dayanma gucumun sinirlarina ulastim. Sirtim duvara dayanmis, daha fazla gerileyemem. Tarih acisindan oluyum. Otede bir sey varsa eger, geriye dogru sicramaliyim. Tanri'yi buldum ama beceriksiz cikti. Sadece ruhani olarak oluyum. Cismen hayattayim. Ahlaken ozgurum. Biraz once veda ettiğim dunya bir hayvanat bahcesi aslinda. Gun yeni bir dunyaya agariyor, siska ruhlarin keskin penceleriyle gezindigi bir cangil dunyasina. Bir sirtlansam sayet, siska ve ac bir sirtlanim ben: Semirme zamani." Yengec Donencesi



    "On whatever crumb my eye fastens, I will pounce and devour. If to live is the paramount thing, then I will live, even if I must become a cannibal. Heretofore I have been trying to save my precious hide, trying to preserve the few pieces of meat that hid my bones. I am done with that. I have reached the limits of endurance. My back is to the wall; I can retreat no further. As far as history goes I am dead. Physically, I am alive. Morally I am free. The world which I have departed is a menagerie. The dawn is breaking on a new world, a jungle world in which the lean spirits roam with sharp claws. If I am a hyena I am a lean and hungry one: I go forth to fatten myself."

  4. Italyan sinemasinin komedi yonetmenlerinin babasi Dino Risi'nin olum yil donumu (7 Haziran 2008)






  5. "Ask. Ne ogrendim ask hakkinda? Ask hakkinda ogrendigim, askin var oldugudur. Ya da belki, daha yalin anlatimla ask hakkinda ogrendigim ve ogrenmeyi surdurdugum, filmlerimde, butun filmlerimde anlattigimdir. Yani, sevdigimiz insanlari asla unutmadigimiz, onlarin daima bizimle kaldiklaridir; bizi onlara artik var olmasalar bile cozulmez bicimde baglayan bir seyler oldugudur.

    Imkansiz asklar, yarim kalmis asklar, var olabilecekken olmamis asklar oldugunu ogrendim. Yara izi biraksa da daglayici bir damganin daha iyi olduğunu ogrendim; kisi andiran bir yurektense bir yangin yegdir. Annem bu konuda hakliymis, ayni anda iki insanı sevmek mumkunmus, bunu ogrendim. Olur kimi zaman: direnmek, yadsimak ya da mucadele etmek yararsizdir.

    Askin yalnizca cinsellik olmadigini ogrendim: o cok, cok daha fazlasi. Askin ne okuma yazma bildigini ogrendim. Duygular soz konusu olunca gizemli yasalarca yonetildigimizi, belki kader belki serap; ama kesinlikle akil ermez, aciklanamaz bir seylerin var oldugunu ogrendim. Cunku temelde asik olmayi aciklayacak bir neden asla yoktur. Sadece olur. Bu bir gizemin icine girmek gibidir: siniri asmak, esigi atlamak gerekir. Ve orada, bu gizemde mumkun oldugunca uzun sure kalmayi denemektir." Ferzan Ozpetek, Istanbul Kirmizisi / Rosso Istanbul


  6. "Okuma, insanlarin en bilgesiyle bile olsa, bir konusmaya indirgenemez; bir kitapla bir dost arasindaki asil farklilik, bilgeliklerinin buyuklugundeki farklilik degil, onlarla iletisim kurma bicimidir; okuma, konusmanin tersine, yalnizligimizi surdururken, yani yalizken sahip olunan ve konusunca cabucak dagilan entelektuel gucten yararlanmaya devam ederek, esinlere acik olmaya ve zekanin kendi kendisi uzerindeki calismasini butunuyle verimli kilmaya devam ederek, her birimizin onceden iletilmis bir baska dusunceyi edinmesidir." Okuma Uzerine



    "Ho cercato di sostenere che la lettura non dovrebbe essere assimilata ad una conversazione, sia pure con l’uomo più sapiente; la differenza essenziale tra un libro e un amico, non consiste nella loro maggiore o minore saggezza, ma nel modo in cui comunichiamo con loro; la lettura, al contrario della conversazione, consiste, per ognuno di noi, nel ricevere un pensiero nella solitudine, continuando in pratica a godere dei poteri intellettuali che abbiamo quando siamo soli con noi stessi e che invece la conversazione vanifica, a poter essere stimolati, a lavorare su noi stessi nel pieno possesso delle nostre facoltà spirituali."

  7. "Cunku Westminster'da oturunca -kac yil oldu? yirmi kusur- insan trafigin ortasinda bile, ya da gece yarisi uyaninca, Clarissa kalibini basardi, garip bir sessizlik, daha dogrusu gizemli bir seyler duyar, aciklanamaz bir kesinti (ama belki de kalbi hasta oldugu icin oyle geliyordu, denilenlere bakilirsa), Big Ben vurmadan once. Iste! Yine vuruyor! Once tatli bir uyari, sonra asil kacinilmaz ses. Kursundan halkalar havada eridi. Boyle budalalariz iste biz, diye dusundu Victoria Sokagi'ni gecerken. Ancak Tanri bilebilir neden boylesine sevdigimizi, nasil boyle degerlendirdigimizi, usul usul kurdugumuzu, cevremizde buyuttugumuzu, yiktigimizi sonra, her an yeniden yarattigimizi; ama en duskunler bile, sokak kapilarina cokmus o en igrenc yaratiklar bile (olesiye icen), ayni seyi yapmiyorlar mi; basa cikilmaz bunlarla, oyle kanunlar falan cikararak, Clarissa kalibini basardi, neden mi: Cunku yasamayi seviyorlar. Insanlarin gozlerinde, bu calkantida, avarelikte, itisip kakismada; bu gurultude, bu samatada: arabalar, otomobiller, otobusler, kamyonlar, guclukle ilerleyen, itisen gezginci saticilarda, bando sesinde, tepelerden geçen ucagin o utkulu, kulak tirmalayan garip tiz homurtusundaydi sevdigi sey: hayat, Londra, bu haziran dakikasi." Bayan Dalloway



    "For having lived in Westminster - how many years now? over twenty - one feels even in the midst of the traffic, or waking at night, Clarissa was positive, a particular hush, or solemnity; an indescribable pause; a suspense (but that might be her heart, affected, they said, by influenza) before Big Ben strikes. There! Out it boomed. First a warning, musical; then the hour, irrevocable. The leaden circles dissolved in the air. Such fools we are, she thought, crossing Victoria Street. For Heaven only knows why one loves it so, how one sees it so, making it up, building it round one, tumbling it, creating it every moment afresh; but the veriest frumps, the most dejected of miseries sitting on doorsteps (drink their downfall) do the same; can't be dealt with, she felt positive, by Acts of Parliament for that very reason: they love life. In people's eyes, in the swing, tramp, and trudge; in the bellow and the uproar; the carriages, motor cars, omnibuses, vans, sandwich men shuffling and swinging; brass bands; barrel organs; in the triumph and the jingle and the strange high singing of some aeroplane overhead was what she loved; life; London; this moment of June."

  8. "O zaman degin, cocukken insana sonsuz gibi gorunen bir yolda, yillarin yavas yavas ve hafifce gectigi, boylece hic kimsenin akip gittiklerinin ayirdina varmadigi bir yolda, hep ilk gencliginin kaygisizligiyla ilerlemisti. Insan bu yolda sakin sakin, cevresine merakla bakarak ilerlerdi, aceleye gercekten hic gerek yoktu, ne arkanizda sizi SIKISTIRAN ne de tabi, bekleyen birileri bulunurdu, arkadaslariniz da kaygisiz, oynamak icin SIK SIK durarak ilerlerdi. Evlerinin kapisindan buyukler size dostca selam verir ve suc ortakligi dolu guluslerle ufku gosterirlerdi; boylece yurek yigitce ve tatli arzularla carpmaya baslar ve insan kendisini az otede bekleyen harikulade umudunu tadar; gerci o seyler henuz uzaktadir ama bir gun onlara ulasilacagi kesin, tartismasiz bir bicimde kesindir.

    Daha cok yol var midir? Yoo, su ilerideki nehri gecmek, su yesil tepeleri asmak yeterlidir.Belki de varmisizdir bile. Su agaclar, kirlar, su beyaz ev belki de bizim aradigimiz seylerdir. Bir an bunun dogru olduguna inanip, orada durmak isteriz. Sonra, kulagimiza ilerde daha iyisinin oldugu calinir ve tasasiz bir bicimde yeniden yola koyuluruz.Insan, boylelikle, umut dolu, kendi yolunda gider durur; gunler uzun ve sakindir, gunes yukarida gokyuzunde parlamakta ve aksam bastiginda uzulerek yok olmaya yuz tutmaktadir.

    Ama bir noktada, belkide icgudusel olarak, insan geri doner ve arkasindaki bir kapinin kapanarak donusu olanaksiz kildigini fark eder.Iste o zaman , bir seylerin degismis oldugunun ayirdina variriz, gunes eskisi gibi kipirtisiz degildir, hizla hareket etmektedir; ne yazik ki henuz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna dogru hizla kaydigini, bulutlarin da gokyuzundeki mavi koylarda hareketsiz durmadigini, birbirlerinin uzerine cikarak kactiklarini, iyice acele ettiklerini goruruz; zamanin gectigini ve gunu gelince yolun zorunlu olarak son bulacagini anlariz." Tatar Colu



    "Fino allora egli era avanzato per la spensierata età della prima giovinezza, una strada che da bambini sembra infinita, dove gli anni scorrono lenti e con passo lieve, così che nessuno nota la loro partenza. Si cammina placidamente, guardandosi con curiosità attorno, non c'è proprio bisogno di affrettarsi, nessuno preme di dietro e nessuno ci aspetta, anche i compagni procedono senza pensieri, fermandosi spesso a scherzare. Dalle case, sulle porte, la gente grande saluta benigna, e fa cenno indicando l'orizzonte con sorrisi di intesa; così il cuore comincia a battere per eroici e teneri desideri, si assapora la vigilia delle cose meravigliose che si attendono più avanti; ancora non si vedono, no, ma è certo, assolutamente certo che un giorno ci arriveremo.

    Ancora molto? No, basta attraversare quel fiume laggiù in fondo, oltrepassare quelle verdi colline. O non si è per caso già arrivati? Non sono forse questi alberi, questi prati, questa bianca casa quello che cercavamo? Per qualche istante si ha l'impressione di sì e ci si vorrebbe fermare. Poi si sente dire che il meglio è più avanti e si riprende senza affanno la strada.Così si continua il cammino in una attesa fiduciosa e le giornate sono lunghe e tranquille, il sole risplende alto nel cielo e sembra non abbia mai voglia di calare al tramonto.

    Ma a un certo punto, quasi istintivamente, ci si volta indietro e si vede che un cancello è stato sprangato alle spalle nostre, chiudendo la via del ritorno. Allora si sente che qualche cosa è cambiato, il sole non sembra più immobile ma si sposta rapidamente, ahimè, non si fa tempo a fissarlo che già precipita verso il confine dell'orizzonte, ci si accorge che le nubi non ristagnano più nei golfi azzurri del cielo ma fuggono accavallandosi l'una sull'altra, tanto è il loro affanno; si capisce che il tempo passa e che la strada un giorno dovrà pur finire."

Sayfa 243/7020 İlkİlk ... 1431932332412422432442452532933437431243 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •