Sayfa 2497/7020 İlkİlk ... 149719972397244724872495249624972498249925072547259729973497 ... SonSon
Arama sonucu : 56156 madde; 19,969 - 19,976 arası.

Konu: Sanat Mozaik

  1. Polonyali yazar, guzel sanatlar sanatcisi, edebi elestirmen ve sanat ogretmeni Bruno Schulz’un dogum yildonumu (12 Temmuz 1892)

    "Uyusuk kentin , o dipsiz bucaksiz sikintisina karsi savas acan bu yalniz kahramani, ancak bugun anlayabiliyorum. Bizim tarafimizdan gelecek her turlu destek ve saygidan yoksun kalmis bu tuhaf adam, siirin yitik sorununu savunuyormus meger. Dogu baharatlarinin tum renkleri ve kokulariyla birlikte ogutulerek ortaya cikmasi icin, icine, bos saatlerin kepeklerinin akitildigi harika bir degirmenmis o. Ama o muhtesem sihirbazin , o fizik otesi numaralarina alisik oldugumuz icin, bizi gunlerin ve gecelerin uyusuklugundan kurtaracak o sinirsiz buyunun kıymetini bilememisiz."



    “Only today do I understand the lonely heroism with which he gave single-handed battle against the boundless element of boredom numbing the town. Bereft of all support, without acknowledgement on our part, that astonishing man defended the lost cause of poetry. He was a wondrous mill, into whose hoppers the bran of the empty hours was poured, bursting into bloom in its mechanism with all of the colours and aromas of oriental spices. But we, having grown accustomed to that metaphysical prestidigitator’s magnificent jugglery, were inclined to misapprehend the value of his sovereign magic, which delivered us from the lethargy of our empty days and nights.”

  2. Alman filozof, gazeteci, deneme yazari ve sair Gunther Anders'in dogum yildonumu (12 Temmuz 1902)

    "Diktatorluk donemini, savasi, toplama kamplarini, isgal guclerini, atese verilmis kentleri 'korku devri' olarak niteleme hakkina iliskin tek bir soz dahi etmek yakisik almazdi. Ote yandan savasin finalindeki felaketi izleyen on yilda bu 'korku devri' teriminin tuhaf denebilecek asiri gercekdisi kariyerine tanik olduk. Bugun Viyana’da, Paris’te, Londra’da, New York’ta — 'Age of anxiety'nin revacta oldugu yerlerde - korkuyu, gercek korkuyu aramaya ciksak neredeyse elimiz bos donerdik. Kuskusuz, 'korku' — sozcugunu basilmis halde bulurduk, suruyle hem de, balyalarca - her gun yuzlercesi hurda kagida donusen, yuzlerce yenisi cikan - yayinda. Cunku korku bugun artik bir metaya donusmustur. Korku hakkinda herkes konusuyor. Lakin korkudan konusan cok az kisi var." Insanin Eskimisligi



    "Über die Berechtigung, die Zeit der Diktatur und des Krieges, der Lager, der Besatzungen, der brennenden Städte, das 'Zeitalter der Angst' zu nennen, auch nur ein Wort zu verlieren, wäre unerlaubt. Aber unterdessen, in den zehn Jahren, die der Schlußkatastrophe gefolgt sind, hat der Ausdruck eine merkwürdige Karriere gemacht, eine höchst unreelle. Ginge man heute in Wien, in Paris, in London, in New York — wo immer die Redensart „Age of Anxietj" geläufig ist, auf die Suche nach Angst, nach wirklicher Angst — die Ausbeute würde äußerst bescheiden ausfallen. Gewiß : das gedruckte Wort 'Angst' würde man finden, in Schwärmen sogar, in Ballen von Publikationen, von denen Hunderte täglich in die Makulatur wandern, um von anderen Hunderten ersetzt zu werden. Denn Angst ist heute zur Ware geworden; und über Angst spricht heute jedermann. Aber aus Angst sprechen nur sehr wenige."




    "Hitler'in 1933'te kitaplari yaktirmasi sirasinda binlerce sayfa tutusup kul oldugunda, Iskenderiye Kutuphanesi yanginindakinden farkli olarak tek sayfa bile yanmadi. Cunku her birinin geride yuz ya da bin kardesi vardi. Kundakcinin maksadi ne denli kepazece, pek yakinda kagit disinda bir takim baska seyleri de atese atacagini acik eden el hareketi ne denli dusundurucu idiyse de, o safhadaki imha eylemi katisiksiz maskaralikti. Odun yiginin etrafinda dans edip bagiran kitlenin ortasinda, alevlerin ulasamadigi, olan biteni takmayan ve gorunmeden dans eden bir alaycilar kumesi de vardi : Kitap numunelerinden olusan bir kumeydi bu ve "'Yakın örneklerimizi bakalim! Yaksaniz ne yazar! Bizi yakmis olmayacaksiniz ki!' diye seslenip her yone savruluyorlardi. Bugunse, o sozde yakilmis olanlar, binlerce nushalariyla yeniden hayattalar."



    "Als bei Hitlers Bücherverbrennung 1933 Tausende von Seiten in Asche sanken, verbrannte, im Unterschiede zum Bibliotheksbrand in Alexandria, keine einzige Seite. Denn von jeder gab es hundert oder tausend Geschwister. Wie schmählich die Absicht des Brandstifters auch gewesen sein mochte; wie ominös die Geste seiner Hand, die verriet, daß sie bald anderes als Papier den Flammen übergeben würde — in diesem Stadium war seine Zerstörung noch reine Farce: denn inmitten der johlenden Menge, die den Scheiterhaufen damals umtanzte, tanzte ungesehen eine leichte, den Flammen nicht erreichbare Schar von Spöttern: die der Buchmodelle, die 'Verbrennt nur unsere Exemplare!' riefen, „'verkennt sie nur! Uns verbrennt Ihr nicht' — um dann in alle Winde zu zerstieben. — Und heute leben die angeblich Verbrannten von Neuen in abertausenden von Exemplaren."

  3. 1971 yilinda Nobel Edebiyat Odullunu kazanan, Silili sair ve yazar (Ricardo Eliécer Neftalí Reyes Basoalto) Pablo Neruda'nin dogum yildonumu (12 Temmuz 1904)



    Olursem, sag kal butun pak gucunle
    uyandir olumun ve sogugun ofkesini,
    kaldir kalici gozlerini guneyden guneye,
    duyulsun gitarin agziı gunesten gunese.



    Tuzun gulu gibi ya da topaz gibi
    ya da atesi cogaltan karanfillerin oku gibi sevmem seni:
    karanlik bazi seylerin, gizlice, golgeyle ruh arasinda,
    sevildigi gibi severim seni.

    ciceklerin isigini icinde gizleyen
    ciceklenmeyen bitki gibi severim seni,
    ve tesekkurler askina, kasvetle bedenimde
    yasar topraktan yukselen kesif rayiha.

    severim seni bilmeden nasil, ne zaman, nereden,
    basitce severim seni, sorunsuz ve gurursuz,
    baska turlu sevmeyi bilmedigim icin boyle severim seni.

    Fakat ne sen varsin ne de ben,
    oyle yogun ki sevdamiz, bagrimdaki elin elimdir,
    oyle yogun ki, uyudugumda kapanan gozlerindir.



    Ve siir cime dusen ciy gibi duser cana.

    Ne cikar sevdam onu tutamadiysa.
    Gece yildizla dolu ve yanimda degil o.Hepsi bu.

    Sarki soyluyor uzaklarda biri. Cok uzaklarda.
    Ruhum kayboldu onsuzlukta.

    Gozlerim onu ariyor geri getirirmis gibi, yuregim onu.
    Ve yanimda degil o.



    "Ah, sar beni tutusmus agzinla, yokla istersen geceden gozlerinle, ama birak yuzeyim ve uyuyayim adinin ustunde. / Oh invadimi con la tua bocca bruciante, indagami, se vuoi, coi tuoi occhi notturni, ma lasciami nel tuo nome navigare e dormire. / Invade me with your hot mouth; interrogate me with your night-eyes, if you want—only let me steer like a ship through your name; let me rest there."


  4. Kanadali yazar Pierre (Francis de Marigny) Berton'in dogum yildonumu (12 Temmuz 1920)



    "Irkcilik cahilin siginagidir. Bolmek ve yok etmek ister. Ozgurlugun dusmanidi ve kafaya kafaya carpisip yok edilmeyi hak eder. / Le racisme est un refuge pour l’ignorant. Il cherche à diviser et à détruire. Il est l’ennemi de la liberté et mérite d’être affronté et enrayé."

  5. Ingiliz akademisyen ve filozof Simon Blackburn'un dogum gunu (12 Temmuz 1944)

    "Hicbir sey yeterli neden olmadan meydana gelemez. Bu ilkeye gore, seyleri yeterince iyi bilen birisi icin, bunun neden baska turlu degil de ne ise o oldugunu belirlemek icin yeterli bir neden saglamak mumkun olmadikca hicbir sey meydana gelemez. Bu ilkeyi kabul etmekle sormaya hak kazandigimiz ilk soru sudur. Neden hicbir sey degil de bir sey var? Zira ‘hic(bir sey)’ bir seyden daha basit ve kolaydir. Dahasi seylerin var olmak zorunda olduklarini varsaysak bile, onlarin neden baska turlu degil de olduklari gibi var olmak zorunda olduklarina iliskin bir neden sunabilmeliyiz."



    “Nothing takes place without sufficient reason, that is to say that nothing happens without its being possible for one who has enough knowledge of things to give a reason sufficient to determine why it is the thus and not otherwise. This principle, having been laid down, the first question, we are entitled to ask will be: Why is there something rather than nothing? For ‘nothing’ is simpler and easier than ‘something’. Further, supposing that things must exist, it must be possible to give a reason why they must exist just as they do and not otherwise.”

  6. Turk sair ve Polisiye yazari Amet Umit'in dogum gunu (12 Temmuz 1960)

    “...Ana tanricayi bilirsiniz. Iki yaninda birer pars, bacaklarinin arasinda bir cocuk olan sisman ilk kadin tanri. Insanligin ilk tanrisi. Anadolu'nun eski insanlarinin onu neden tanri olarak sectiklerini biliyor musunuz? Cunku erkekler kendi dolleyici rollerinin farkinda degillerdi. Kadinlari dolleyen seyin ruzgar, yagmur, irmak, yani doga oldugunu saniyorlardi. Bu dusunce o zamanlar icin hic de yadirgatici degil. Insanlar kendilerini doganin bir parcasi olarak goruyorlardi. Dogumu bir buyu, bir mucize saniyorlardi...”



    "...You know about the Mother Goddess - the first female god, a fat woman with a lion on one side and a child between her legs. She was the first god of humankind. Do you know why than ancient people of Anatolia chose her as their god? Because men were not aware of their roles as impregnators. They thought that it was the wind, the rain, the rivers, in short, nature, that impregnated women. And this was not at all a strange idea at the time. People viewed themselves as part of nature. They thought birth was magic, a miracle..."



    "Adnan Sonmez gecmiste basarili bir gazetecidir. Ancak alkole olan bagimliligi karisinin onu terk etmesi onun artik meslegini tam anlamiyla yapmasini engellemektedir. Artik kovulmayi beklemektedir. Gunun birinde gazetenin binasina girer ve iceri giremez. Bu sekilde kovuldugunu ogrenir. Yolda yillardir gormedigi uvey kardesi Dogan’la karsilasir. Dogan karisik islere karistigini ve yardim etmesini ister. Adnan bu islere bulasmak istemez. Ancak bir yandan da gazeteci tarafi agir basar ve bu iki duygu arasinda gel gitlere kapilir. "



    "Adnan Sonmez, journaliste sur le déclin, sombre dans l'alcoolisme. Sa femme l'a quitté et il vient de se faire renvoyer de son journal, sans explications. Il rencontre par hasard son demi-frère qu'il n'a pas vu depuis plus de vingt ans, et qu'il estime peu. Dogan, craignant pour sa vie, demande à Adnan de lui accorder son aide. Celui-ci, presque malgré lui, par instinct journalistique et par curiosité, va finir par s’impliquer dans cette affaire complexe qui va le mettre en butte à ce qu’on appelle en Turquie."

  7. Budizm, Zen ve Shin konularinda kitap ve makaleler yazan Japon Budist bilgin ve yazar Daisetsu Teitaro Suzuki’nin olum yildonumu (12 Temmuz 1966)

    “Yasamin su kati gercekleri dedigimiz seylerle surekli olarak karsi karsiya olmak zihnimizi kemiklestiriyor. Yumusaklik kalmiyor, siirsellik gidiyor. Orada yesil otlarin bitmesine olanak veremeyen bir kum coluyle karsilasiyoruz. Basho’nun caginda yasam daha boylesine siirsellikten yoksun, boylesine tikistirilip SIKISTIRILMIS degildi. Bambu kamislarindan yapilmis bir kulube, bir kamis sopa, pamukludan yapilmis cuval gibi bir cul sair icin cevresinde dolanmak, gonlunun cektigi, hosuna giden koyde kalmak, her turlu yasantiyi tatmak icin yeterliydi. Bu yasantilarin cogunlugu da ilkel bir yolculukta karsilasilacak gucluklerin getirecegi yasantilardi. Yolculuk cok kolay, cok rahat olunca yolculugun ruhsal anlami yok oldu. Belki buna duygusallik diyebilirsiniz ama yolculugun uyandirdigi bir tur yalnizlik duygusu vardir, insani yasamin anlami konusunda dusuncelere goturur. Aslina bakacak olursaniz yasam da bir bilinmezden otekine bir yolculuk degil mi? Payimiza dusen altmis yetmis ya da seksen yillik omrumuzde, eger elimizden gelirse gizlerin ortulerini kaldirmaya calisiyoruz. Bu kisa omru uzuntusuz sikintisiz da olsa kapali gozle gecirmek bizi bu sonsuzluk duyarliginin yalnızligindan yoksun birakir.” Zen Budizm



    “Where science rules the imagination beats a retreat. We are all made to face so-called hard facts whereby our minds are ossified; where there is no softness left with us, poetry departs; where there is vast expanse of sand, no verdant vegetation is made possible. In Basho's day, life was not yet so prosaic and hard-pressed.: One bamboo hat, one cane stick, and one cotton bag were perhaps enough for the poet to wander about with, stopping for a while in any hamlet which struck his fancy and enjoying all the experiences-which were likely mostly hardships of primitive travelling. When travelling is made too easy and comfortable, its spiritual meaning is lost. This may be called sentimentalism, but a certain sense of loneliness engendered by travelling leads one to reflect upon the meaning of life, for life is after all a travelling from one unknown to another unknown. A period of sixty, seventy, or eighty years alloted to us is meant to uncover if we can the veil of mystery. A too smooth running over this period, however short it may be, robs us of this sense of Eternal Aloneness.”

  8. Alman thrash metal grubu Destruction, 2.studyo albumu Eternal Devastation’i 12 Temmuz 1986’da Steamhammer etiketiyle piyasaya surdu.


Sayfa 2497/7020 İlkİlk ... 149719972397244724872495249624972498249925072547259729973497 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •