Sayfa 3749/7020 İlkİlk ... 274932493649369937393747374837493750375137593799384942494749 ... SonSon
Arama sonucu : 56156 madde; 29,985 - 29,992 arası.

Konu: Sanat Mozaik

  1. Avustralya asilli Ingiliz psikanalist Melanie Reizes Klein’in dogum yildonumu (30 Mart 1882)

    “Haset, kiskanclik ve acgozluluk arasindaki farklari gormek gerekir. Haset, arzulanan bir seyin baska birine ait oldugu ve bize degil de ona haz verdigi inancinin yol actigi kizgin bir duygudur; hasetli itki, o istenen seyi sahibinden cekip almaya ya da bozmaya, kirletmeye yonelir. Su da var: haset, oznenin sadece bir kisiyle olan iliskisiyle ilgilidir ve kokeni de anneyle o herkesi dislayan en eski iliskide yatiyordur.

    Kiskanclik da hasete dayanir, ama oznenin en az iki kisiyle iliski icinde olmasini gerektirir: ozne, kendi hakki olan sevginin rakibi tarafindan elinden alindigina ya da alinma tehlikesiyle karsi karsiya bulunduguna inaniyordur. Kiskancligin gunluk kullaniminda, sevilen kisiyle ozne arasina bir ucuncu kisi girmistir.

    Acgozlulukse ozneyi surekli uyaran ama doyurulmasi imkansiz bir istektir, hem oznenin ihtiyacindan hem de nesnenin verebileceginden fazlasina yonelen bir istek. Acgozluluk, bilincdisi duzlemde, memeyi bosaltmaya, kurutuncaya kadar emip tuketmeye ve tumuyle yutmaya yonelir esas olarak; baska bir deyisle, amaci yikici ice yansitmadir. Oysa haset sadece boyle bir gaspla sinirli kalmaz; ayni zamanda, anneye ve oncelikle memesine kotuluk koymak, kotu diskilari ve benligin kotu parcalarini anneye ve memesine yerlestirmek ister. Bunun anlami, annenin yaraticiliginin bozulmasi, tahrip edilmesidir. Uretral-sadistik ve anal-sadistik itkilerden kaynaklanan bu sureci, baska bir yerde, yasamin basindan beri surup giden yansitmali ozdeslesmenin yikici bir yonu olarak tanimlamistim. Acgozlulukle haset arasinda temel bir farklilik -cok kesin bir sinir cizgisi cekilemeyecegini bilsek de- acgozlulugun esas olarak ice yansitmayla, hasetinse yansitmayla baglantili olmasidir.” Haset ve Sukran



    “A distinction should be drawn between envy, jealousy, and greed. Envy is the angry feeling that another person possesses and enjoys something desirable—the envious impulse being to take it away or to spoil it. Moreover, envy implies the subject's relation to one person only and goes back to the earliest exclusive relation with the mother.

    Jealousy is based on envy, but involves a relation to at least two people; it s mainly concerned with love that the subject feels is his due and has been taken away, or is in danger of being taken away from him by his rival. In the everyday conception of jealousy, a man or woman feels deprived of the loved person by somebody else.

    Greed is an impetuous and insatiable craving, exceeding what the subject needs and what the object is able and willing to give. At the unconscious level, greed aims primarily at completely scooping out, sucking dry, and devouring the breast: that is to say, its aim is destructive introjection; whereas envy not only seeks to rob in this way, but also to put badness, primarily bad excrements and bad parts of the self, into the mother, and first of all into her breast, in order to spoil and destroy her. In the deepest sense this means destroying her creativeness. This process, which derives from urethral- and anal-sadistic impulses, I have elsewhere defined as a destructive aspect of projective identification starting from the beginning of life. One essential difference between greed and envy, although no rigid dividing line can be drawn since they are so closely associated, would accordingly be that greed is mainly bound up with introjection and envy with projection.”

  2. Oscar Wilde, Infanta'nin Dogum Gunu (The Birthday of the Infanta- Il Compleanno dell'infanta) hikayesini, ilk kez 30 Mart 1889 tarihinde Paris Illustré' dergisinde yayimladi.

    " 'Sizinle bir daha dans edemiyecek, prenses'demis. Ve prenses soyle demis: 'Su andan itibaren kalbi olan hic kimse benimle olmaya gelmesin.' "



    "He tells the princess that the Dwarf will never dance again because his heart has broken. To which the Infanta replies, "For the future, let those who come to play with me have no hearts."


  3. Italyan futurist ressam Fortunato Depero'nun dogum yildonumu (30 Mart 1892)

    La ciociara (The Two Women, 1919)




    Il motociclista, 1923


  4. Irlandali oyun yazari George Bernard Shaw’in, ask, evlilik ve bir kadinin kocasindan beklentilerini, politik konularla beraber isledigi oyunu Candida, ilk kez 30 Mart 1894’de Ingiltere, South Shields’deki Royal Theatre’da sahnelendi.




  5. Fransiz yazar Jean Giono’nun dogum yildonumu (30 Mart 1895)

    “Bir insanin kisiliginin gercekten olaganustu yonlerini anlayabilmek icin, eylemlerini uzun yillar boyunca izleyebilme sansina sahip olmak gerekir. Kisinin eylemleri bencillikten tamamiyla arinmissa, onu eyleme yonlendiren itki essiz bir yucegonulluluk ornegiyse, hicbir odul beklemedigi kesinse ve dahasi yeryuzunde silinmeyecek izler birakmissa, iste o vakit gercekten de hataya yer birakmayacak bir kesinlikle, unutulmaz bir insandan bahsediyoruz demektir.”



    "Pour que le caractère d'un être humain dévoile des qualités vraiment exceptionnelles, il faut avoir la bonne fortune de pouvoir observer son action pendant de longues années. Si cette action est dépouillée de tout égoïsme, si l'idée qui la dirige est d'une générosité sans exemple, s'il est absolument certain qu'elle n'a cherché de récompense nulle part et qu'au surplus elle ait laissé sur le monde des marques visibles, on est alors, sans risque d'erreurs, devant un caractère inoubliable."



    “1910 yilinda diktigi meseler simdi on yasindaydi. Agaclar bende de, ondan da boyluydu. Manzara hayranlik uyandiriciydi. Nutkum tutulmustu; ben de onun gibi suskunlastim ve butun gun sessizlik icinde ormaninda dolastik. En genis yeri, uc bolum halinde, on bir kilometreye ulasiyordu. Insan butun bunlarin elinden ve ruhundan ciktigini dusununce, insanoglunun yok etmenin disindaki islerde de Tanri kadar yetenekli olabilecegini kavriyordu.”



    "Les chênes de 1910 avaient alors dix ans et étaient plus hauts que moi et que lui. Le spectacle était impressionnant. J'étais littéralement privé de parole et, comme lui ne parlait pas, nous passâmes tout le jour en silence à nous promener dans sa forêt. Elle avait, en trois tronçons, onze kilomètres de long et trois kilomètres dans sa plus grande largeur. Quand on se souvenait que tout était sorti des mains et de l'âme de cet homme - sans moyens techniques - on comprenait que les hommes pourraient être aussi efficaces que Dieu dans d'autres domaines que la destruction."

  6. 1947 yilinda Ingiliz vatandasligina gecen Avusturyali sanat tarihcisi, elestirmen ve kuramci Sir Ernst Hans Josef Gombrich'in dogum yildonumu (30 Mart 1909)

    "Sanat diye bir sey yoktur aslinda. Yalnizca sanatcilar vardir. Bir zamanlar bazi adamlar renkli toprakla bir magaranin duvarina kabaca bizon resim*leri ciziktiriyordu; bugun de bazilari boya satin alip duvar ya da tahta per*deleri resimliyor ve daha bircok baska seyler uretiyorlar. Tum bu etkinlik*leri sanat diye tanimlamakta hicbir sakinca yok, yeter ki bu sozcugun yer ve zamana gore birbirinden degisik anlamlara gelebilecegi unutulmasin ve gunumuzde nerdeyse bir korkuluk veya tapinma araci haline gelen Sanat'in var olmadiginin bilincinde olunulsun. Bir sa*natciya, yapmis oldugu seyin bir bakima guzel sayilabilecegini ama 'Sanat' olmadigini soyleyerek, onu yikima surukleyebilirsiniz. Ayni bicimde, bir tabloyu guzel bulan herhangi bir kimseye, bu tabloda begendigi seyin Sa*nat degil de baska bir sey oldugunu soyleyerek, kafasini karistirabilirsiniz."



    "Genau genommen gibt es 'die Kunst' gar nicht. Es gibt nur Künstler. Einstmals waren das Leute, die farbigen Lehm nahmen und die rohen Umrisse eines Büffels auf eine Höhlenwand malten. Heute kaufen sie ihre Farben und entwerfen Plakate für Fleischextrakt; dazwischen taten sie noch manches andere. Es schadet natürlich nicht, wenn man alle diese Tätigkeiten Kunst nennt, man darf nur nicht vergessen, dass dieses Wort in verschiedenen Ländern und zu verschiedenen Zeiten etwas ganz Verschiedenes bedeuten kann, und man muss sich vor allem merken, dass es 'die Kunst' eigentlich nicht gibt. Wenn man einem Künstler sagt, seine Arbeiten seien ja in ihrer Art recht anständig, nur hätten sie mit >Kunst< nichts zu tun, so ist er erledigt. Und man kann jedem die Freude an einem Bild durch die Bemerkung verderben, ihm gefiele daran nicht der >künstlerische Wert<, sondern irgendetwas anderes."

  7. Turk sair ve yazar Ziya Osman Saba'nin dogum yildonumu (30 Mart 1910)

    Yasamak icin dunyaya gelmisim, kabul.
    Kabul, ellerimin beyazi, gozlerimin rengi,
    Kadin, erkek, evli, bekar, dul,
    Toprak ustunde yurumek: kabul.
    Toprak altinda curumek: kabul.
    Yasamak her cesidinden ... Kem yuz, aci dil
    Ac, sefil.
    Insanlara kole,
    Allah'a kul.
    Ey, kitalar, denizler, gok kubbe dolusu:
    Kabul, kabul, kabul!



    I accept the life for which I came into the world.
    I accept my white hands and the tint my eyes;
    Man and woman, married or bachelor or widowed;
    Above ground I accept rojing around
    And death and decay in the ground
    I accept all forms of life:
    The face that frowns and the tongue that is angry,
    I accept the miserable and the hungry.
    Chattel to men
    And serf to God.
    Continents and oceans, domeful of skies:
    I accept I accept I accept.

  8. Avusturyali filozof, egitimci, yazar ve antropozofitin kurucusu Rudolf (Joseph Lorenz) Steiner’in olum yildonumu (30 Mart 1925)

    "Hayat tarzimizin butun ozellikleri, ahlaki ideallerimiz tarafindan belirlenir. Bu idealler, hayattaki vazifelerimizle ilgili fikirlerimizden olusurlar. Baska bir anlatimla idealler, davranislarimizla elde etmek istedigimiz hususlarin icimizdeki fikirleridir." Gercek ve Bilim



    "Unsere Lebensführung ist ihrem ganzen Charakter nach bestimmt durch unsere sittlichen Ideale. Diese sind die Ideen, die wir von unseren Aufgaben im Leben haben, oder mit anderen Worten, die wir uns von dem machen, was wir durch unser Handeln vollbringen sollen."



    “Icsel, spirituel sureclerin tanimlanmalari fizik dunyasindaki olaylarin tanimlanmalarindan cok daha yanlis anlasilmaya aciktir. Bu tur yanlis anlamalar kolay ortaya cikar cunku ruhun yasami surekli hareket halindedir ve bizler ruh hayatinin fizik dunyadaki hayattan cok farkli oldugunu unuturuz.” Yuce Alemleri Bilmek



    "In einem viel höheren Maße als an die Schilderung der Tatsachen der physischen Welt können sich an diejenige innerer geistiger Vorgänge Missverständnisse knüpfen. Das Bewegliche des Seelenlebens, die Notwendigkeit, diesem Leben gegenüber nie aus dem Bewusstsein verlieren, wie verschieden es ist von allem Leben in der physischen Welt, und vieles andere, machen solche Missverständnisse möglich."

Sayfa 3749/7020 İlkİlk ... 274932493649369937393747374837493750375137593799384942494749 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •