Sayfa 4179/7020 İlkİlk ... 317936794079412941694177417841794180418141894229427946795179 ... SonSon
Arama sonucu : 56156 madde; 33,425 - 33,432 arası.

Konu: Sanat Mozaik

  1. Ispanyol ressam Álvaro Delgado Ramos’un dogum yildonumu (19 Haziran 1922)

    Paisaje con Iglesia, Siglo XX




    Jinete de la Olmeda, Siglo XX


  2. Akademi Onur Odulu, 2 Golden Globe, 3 Emmy Odulu sahibi Amerikali aktris (Virginia Cathryn) Gena Rowlands’in dogum gunu (19 Haziran 1930)




  3. Ispanyol ressam Bonifacio Alfonso Gómez Fernández’in dogum yildonumu (19 Haziran 1933)

    Deseos dorados, 1991




    De Postre Natillas, 2002


  4. Iskocyali roman, tiyatro yazari ve unlu Peter Pan'in yazari James Matthew Barrie'nin olum yildonumu (19 Haziran 1937)

    "Biri disinda, butun cocuklar buyur ve buyuyeceklerini erken yasta ogrenirler. Wendy de soyle ogrendi: Iki yasindayken, bir gun bahcede oynuyordu. Bir cicek daha koparip, bu cicekle annesine kostu. Sanirim kucuk kiz pek sevimli gorunuyordu ki, Bayan Darling elini gogsune koyup, "Ah, keske hep boyle kalabilsen!" diye haykirdi. Bu konuda aralarinda gecen konusmanin hepsi buydu, ama Wendy bundan boyle buyumek zorunda oldugunu ogrenmisti. Bunu iki yasina girdikten sonra anlarsiniz hep. Iki yas, sonun baslangicidir."



    "All children, except one, grow up. They soon know that they will grow up, and the way Wendy knew was this. One day when she was two years old she was playing in a garden, and she plucked another flower and ran with it to her mother. I suppose she must have looked rather delightful, for Mrs. Darling put her hand to her heart and cried, "Oh, why can't you remain like this for ever!" This was all that passed between them on the subject, but henceforth Wendy knew that she must grow up. You always know after you are two. Two is the beginning of the end."

  5. Kanadali yazar, siyasi filozof ve halk entelektueli John Ralston Saul’un dogum gunu (19 Haziran 1947)

    “Demagoglar, diktatorler, bagnazlar, irkcilar, populistler. Bunlarin hepsinin yaptigi sey ayni; korku yoluyla liderlik saglamak. Tapinmanin kokeninde de bu var zaten. Bu insanlar kotu olabilirler, ancak halki etkileyebildikleri bir gercek. Durust bir insanin halki etkileyebildigini gormek insani genelde duygulandirir, ama bunu bir yalancinin yapmasini izlemek kesinlikle cok daha ilginctir. Cunku bu insanlar boyle bir ortamda butun zayifliklarimiza oynar. Tipki bir reklam gibi. Buyumesini engellemeye calistigimiz butun korkularimiz bir anda yesermeye tesvik edilir ve bazilarimiz buna boyun eger. Normal bir yasam suren vatandaslar birden birer canavara donusur. Bunu canli canli gormemissen ya da bir yerlerde okumamissan, toplumda yanlis giden hicbir seyden haberin yok demektir." Karanlik Guzergahlar



    “Demagogues, dictators, bigots, racists, populists. They’re all the same: leadership through fear, the roots of hero-worship. These people may be evil, but they stir up crowds. To see an honest man stir up a crowd is sometimes moving. To watch a dishonest man do it is much more interesting. Then you can see the full spectrum of our weaknesses being played. Like an instrument. The inner fears we try to control are suddenly encouraged to blossom, and some of us let go. Suddenly normal citizens become monsters. If you haven’t seen this happen – seen it, not read about it- then you can’t understand what goes wrong in society.”

  6. Amerikali rock grubu Heart’un solisti ve soz yazari Ann (Dustin) Wilson’in dogum gunu (19 Haziran 1950)


  7. Yunan sair ve oyun yazari Angelos Sikelianos’un olum yildonumu (19 Haziran 1951)

    Acik pencereye yaslanmis bakiyorduk.
    Her sey uyum icindeydi duygularimizla.
    Tarlalarla baglari karartiyordu
    kukurt rengi bulutlar
    ve gizli bir calkantiyla
    agaclarda inlerken ruzgar
    gogsu otlari oksayarak
    ucup gitti hizli kirlangic.
    Sonra birden, buyuk bir gurultuyle
    yirtildi gokler ve raksederek
    bosandi yagmur.
    Tozlar ucustu havada.
    Bereketli topragin kokusuyla
    titrerken burun deliklerimiz,
    dudaklarimizi araladik
    icimize islesin diye sular.
    Sonra yan yana, yuzlerimiz
    sutlegen ve zeytinler gibi
    yagmurdan sirilsiklam,
    “Nedir bu koku,” diye sorduk,
    “bu ogul arilar gibi havaya yayilan?
    Belsem mi, cam mi, kenger mi,
    yoksa kekik mi?”
    oyle yogundu ki kokular,
    soluk aldikca icime doldu hepsi
    ve sonsuz bir meltemin oksadigi
    bir saz gibi titredim
    gozlerim gozlerini bulup
    damarlarimdaki kanin
    cigligini isitinceye degin.
    Asmanin uzerine egilip
    urperen yapraklardan bir bir
    o tatlari tatmak cicekleri solumak istedim;
    oysa aklim uzum salkimlari gibi yogun,
    solugum bogurtlenlere takili
    tatlarla kokulari tek tek secemedim
    ve insan nasil ayni anda tadarsa
    kaderin kadehinden aci ile sevinci,
    ben de oyle tattim ayni anda hepsini;
    ve kolumu beline doladigim anda,
    bulbul gibi sakidi, irmaklar gibi akti
    damarlarimda kanim.



    We leaned out of the window.
    Everything around us
    was one with our soul.
    Sulphur-pale, the clouds
    darkened the fields, the vines;
    wind moaned in the trees
    with a secret turbulence,
    and the quick swallow went
    breasting across the grass.
    Suddenly the thunder broke,
    the wellhead broke,
    and dancing came the rain.
    Dust leaped into the air.
    We, our nostrils quivering,
    opened our lips to drink
    the earth's heavy smell,
    to let it like a spring
    water us deep inside
    (the rain had already wet
    our thirsting faces,
    like the olive and the mullen).
    And shoulder touching shoulder,
    we asked: "What smell is this
    that cuts the air like a bee?
    From balsam, pine, acanthus,
    from osier or thyme?"
    So many the scents that, breathing out,
    I became a lyre caressed
    by the breath's profusion.
    Sweetness filled my palate;
    and as our eyes met again
    all my blood sang out.
    I bent down to the vine,
    its leaves shaking, to drink
    its honey and its flower;
    and—my thoughts like heavy grapes,
    bramble-thick my breath—
    I could not, as I breathed,
    choose among the scents,
    but culled them all, and drank them
    as one drinks joy or sorrow
    suddenly sent by fate;
    I drank them all,
    and when I touched your waist,
    my blood became a nightingale,
    became like the running waters.

  8. Steve McQueen ve Faye Dunaway'in basrollerini paylastigi Kibar Soyguncu (The Thomas Crown Affair - Il caso Thomas Crown) 19 Haziran 1968'de Boston, Massachusetts'de gosterime girdi.




Sayfa 4179/7020 İlkİlk ... 317936794079412941694177417841794180418141894229427946795179 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •