Sayfa 188/1001 İlkİlk ... 88138178186187188189190198238288688 ... SonSon
Arama sonucu : 8005 madde; 1,497 - 1,504 arası.

Konu: Banka Mevduat Faizleri( ARTI PUAN/tezgah altı faiz oranları) - VII

  1. Tanesi 600 dolar !

    5 adet 3000 dolar, açıklamada box yazdığına bakmayın.

    Tabi hepsi böyle değil

    Bu cohiba marka ve limitli sayıda 10.000 kutu üretileceği için böyle

    10 yıl sonra tanesi 1000-1200 dolara vurursa şaşırmam





  2. https://www.ebay.com/itm/144766035623

    Aynı araba 2003 modeli, 8bin dolar.

    ABD'de yazları mcdonalds'ta çalışan lise talebesi alıp biner buna.

  3. Greencard'a başvurasım geldi birden nedense

  4. #1500
    Duhul
    Feb 2017
    İkamet
    Istanbul
    Yaş
    40
    Gönderi
    3,057
     Alıntı Originally Posted by Patrick Bateman Yazıyı Oku
    Greencard'a başvurasım geldi birden nedense
    ülke olarak Ana Simülasyonun bir alt simülasyonundayız adeta.
    “Sermaye piyasası, sabırsız kişiden sabırlı kişiye para aktaran bir araçtır". Warren Buffett
    "Don't be dazzled by the stock market.. It's a giant distraction" John Bogle

  5.  Alıntı Originally Posted by Patrick Bateman Yazıyı Oku
    Greencard'a başvurasım geldi birden nedense
    başvur limit artmış eğer hostesse eşin çıkma olasılığı çok yüksek iki arkadaşa çıktı öyle .

    Arkadaş ticarethane sahibi onlara çıkmadı ama

  6.  Alıntı Originally Posted by paramanya Yazıyı Oku
    Bloomberg de faizin düştüğü gun programa katilan konuk ocaktan sonra nisanda da zam yapilacak duyumları alıyoruz dedi kafaya koydular 10k yapacaklar . Nisan'da 20 $ kuruyla 500 $
    Her şey anketlere bağlı.

    Popülistlikte sınır yok.

    MB matbaası oldukça zamların ucu açık.

    Anket sonuçlarına göre son ayda bile çok sürpriz hamleler gelebilir.

    Şu ana kadar gelenler antreler niteliğinde. Asıl yemeklere henüz geçilmedi diyorlar. Aralıktan sonra bekleniyor.

    Sistem değişikliği söz konusu olduğundan var olma meselesi olarak görülüyor.
    Son düzenleme : virtue; 25-10-2022 saat: 23:21.
    KESİNLİKLE YATIRIM TAVSİYESİ DEĞİLDİR.
    Sadece Kendi Düşüncelerimdir. Buna göre işlem yapmayınız.

  7. TÜRKİYE'NİN AHLAKEN ÇÖKÜYOR OLMASININ NEDENİ;

    üzerine kitaplar yazılacak bir konu. o yüzden meselenin ufak bir ucundan tutmak bile sayfalar sürer. ama kaba taslak bakarsak, önce şöyle bir osmanlı zamanlarına gitmek gerek. ahlaki çöküş bir anda oluşan bir şey değil.

    osmanlı imparatorluğu döneminde anadolu, cumhuriyete kadar orta çağa hapsolmuş bir coğrafyaydı. gayrimüslimlerin ticareti elinde tuttuğu liman kentleri istisnadır çünkü yetmiş iki milletten insanın gelip geçtiği, paranın ve kültürel etkileşimin merkezi olan liman kentleri zaten her devirde kendi kültürünü oluşturur (bkz: levanten). osmanlı imparatorluğu bir balkan imparatorluğu olagelmiş, anadolu'ya ihtiyaç halinde asker ve tahıl deposu olarak bakmış, bir daha da dönüp bakmamıştır.

    cumhuriyet kurulduğunda önündeki en büyük sorun, nüfusun yüzde 85'inin köy, kasaba ve bugünün mahallelerinden hallice küçük şehirlerde yaşaması ve niteliksiz kalabalıklardan oluşmasıydı. zanaat işleri de gayrimüslimlerin elinde olduğu için mübadeleler falan sonrası iş yapacak insan kıtlığı çekilmiştir. cumhuriyet kurulduğunda okuma yazma oranı, ortalama yüzde 8'di. yani tüm dünyası karşıki dağlar, indiği dere, beriki köy, ötedeki şehirden ibaret, eğitimsiz ve cehalete hapsolmuş bir toplumdan bahsediyoruz. bu anadolu profilini zenginleştiren unsurlar kimi okullu olduğu için, kimi zanaat sahibi olduğu için balkanlardan, kırım'dan ve mısır'dan gelen gruplar olmuştur. eski bir geyiktir. ankara'da memur kıtlığı yüzünden garda trenden inen takım elbiseli, tipi düzgün insanlara memuriyet teklif edilirmiş. özellikle belli bir cenahın çok şikayet ettiği hızlı modernleşme (batılılaşma değil) sürecinin amacı, cumhuriyetin devraldığı bu nüfusu eğitim seferberliğiyle iki çağ atlatıp modern zamanlara yetiştirmekti. biraz ütopik elbette.

    modernleşmenin karşısında ise miadını doldurmuş osmanlı'nın son dönemindeki miskin, tarikatlara hapsolmuş, teknoloji, üretim, hukuk, eğitim, şehirleşme, aklımıza ne gelirse her konuda çağın gerisinde kalmış, atalet içindeki fakir toplumunu ortaya çıkaran yapıyı sürdürme gibi bir alternatif vardı. bu toplumda tüm köşebaşları nüfuzlu şeyh, şıh, aşiret reisi, hoca, toprak ağası gibi binlerce insanı kontrol eden tiplerin elideydi. tam bir feodalite kültürü yani. diğer devletler tekstil makineleri, uçak, tank prototipleri, buhar makineleriyle haşır neşir olurken anadolu'da çift sürecek sığır bulamadıkları için kendini sabana koşan köylüler vardı. toplum sıfır noktasındaydı yani. bugün cumhuriyetten ve kurucularından haz etmeyenlerce sürdürülen güç mücadelesi de o günlere geri dönme, halkı bir avuç nüfuz sahibinin parazitleri haline getirme çabasıdır. köy enstitülerinin bu cenahta çok tepki çekmesinin nedeni de bu güç mücadelesi ile ilgilidir. koyun gibi güdeceğin, ağzını açsa o topraklardan sürüp sefalete mahkum edeceğin marabalarının senden bağımsız hayatta kalabileceği, toplumsal hiyararşide yükselebileceği ve diğerlerine "kötü" örnek olabileceği bir sistemi kim ister ki!

    aynı durum daha sonra eğitim sistemi için de geçerli olmuş ve parlak beyinlerin önünü açan ücretsiz ama özellikle özel amaçlı okullarda ortalamanın üstünde eğitim sunabilen sistem kasten bozulmuş; sorgulamayan, söyleneni belleyen, ufkuna çekilen sınırla sadece belli konular üzerine kafa yoran, hamasi konuları asla sorgulamayan öğrencilerin yetişeceği bir eğitim ve sınav sistemi tasarlanagelmiştir. yani öğrenciler hesap makinesi gibi olsun, toprak ağalarının şekil değiştirip (kimi zaman zorla) sahibi olduğu fabrikalarda çalışsın ama toplumsal konularda kendi özgün fikirleri olmasın isteniyordu. halkın çoğuna bu sistemi layık görürlerken, parası olan için alternatifler özel okul olarak sunularak toplum içinde uçurum ve fırsat eşitsizliği yavaş yavaş yaratıldı ve nihayetinde hiç olmadığı kadar yaygınlaştırıldı.

    ahlak tartışması da çok yönlü ve kitaplar alan bir konu ama basit bir şekilde değinirsek, öncelikle ahlak bireyle ilgili değildir, daha deterministik bir kavramdır. bireyin içinde bulunduğu toplum tarafından kendine sunulan seçenekler içinden süzülerek oluşur. hırsızlığı meslek edinmiş bir topluluktan çıkanların çoğunluğunun hırsızlığı benimsemesi beklenir. istisna olacak kişilerin, bunun hem birey için hem de toplum için zararlı olduğunu fark edebileceği bir çevreyle etkileşimde olması lazım. ahlak her şeyden önce bir dizi toplumsal ve bireysel değer üzerinde varılan uzlaşmanın ürünüdür. mutlak değildir ve sürekli değişir, dönüşür. dolayısıyla anadolu ahalisi de kendi çevrelerinden, atalarından ne gördüyse o minvalde bir ahlaki çerçeveye hapsolmuştur. bunun kırılma noktası nedir peki? okuma-yazma öğrenmek ve kısıtlı çevrenin ötesine, icabında binlerce kilometre uzaklara, oralarda yaşanmış tecrübelere, yaratıcılığa, hayal gücüne erişmektir: yazılı metinlerin gücü. cumhuriyet kurulduğunda okuma-yazma oranı neydi? yüzde 8. liman kentleri dışında ulaşım ağı var mıydı? almanların yaptığı bağdat demiryolu ki o da halka fayda olsun diye değil, değerli topraklara erişim sağlansın diye yapıldığı için pek bir kültürel işlevi yoktu. haliyle yüzyıllar boyu aynı habitata mahkum kalmış, dünyanın geri kalanıyla etkileşimi sınırlı olmuş, dededen babadan ve kısıtlı çevreden aldıklarıyla yetişmiş ve kendi çocuklarını da öyle yetiştirmiş bir insan topluluğundan bahsediyoruz. dünyanın en zeki insanı da olsanız, çevresel koşullar desteklemezse ambalajını açmadan potansiyel zekanızla toprak olursunuz.

    bu uzun girizgâhın amacı meseleyi bir bağlama oturtmaktı ki daha basit olan kısma geçebileyim. cumhuriyet niteliksiz ve eğitimsiz insan gücüyle yola çıkmak zorunda kalmış olmasına rağmen akılcı politikalarla gerçekten de kısa zamanda mucizevi başarılar elde etmiştir. özellikle ikinci dünya savaşı öncesi ve sırasında almanya'dan kaçan bilim insanlarının bazılarının ülkeye getirilmesi ve kendilerinden sanayiden eğitime muazzam katkılar alınması sayesinde büyük yol alınmıştır. ikinci dünya savaşı'nda tarafsızlık politikası sayesinde, dünya çapında ekonomik büyüme kaydeden az sayıda ülkeden biri olmuştur ama dış ticaret fazlası vermesi için girişilen savaş ekonomisi politikaları ve üretime hiçbir katkısı olmayan ama savaş ortamında mecburen tutulan hazır kıtalar için harcanan para nedeniyle ekonomik iyileşme kağıt üzerinde kalmış ve halk tarafından hissedilmemiştir. vergiler ve kısıtlamalarla savaş süresince bunalan halk da ilk fırsatta faturayı chp'ye kesmiştir. inönü'nün dediği sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım sözü çok doğru ve derin bir söz ancak ikinci dünya savaşı'nın dehşetini yaşamamış insanlar için savaşın dışında kalmanın anlamını kavramak kolay değil ve belli ki elde edilen ekonomik fayda temkinli olma amacıyla halka faydalı hale getirilmemiş ve bu durum siyaseten bir hatadır. bedeli de iktidar değişimiyle ödenmiştir.

    doğru ya da yanlış ya da eksik, chp hükümetleri sanayileşmeyi tamamlayarak zaman içinde refahın artırılması stratejisini kabul etmiş ve yıllarca buna sadık kalmıştır. üstelik şehirleşmedeki eksiklikler ve köy-kasaba nüfusunun fazlalığı nedeniyle köy enstitüleri projesine bakınca anlıyoruz ki yerinde kalkınma modeliyle köyden kente göçü engelleyip üretim ve eğitimde iyileşmeyi ülkeye bu şekilde zaman içinde yaymayı amaçlamışlar. bunun için gereken sabır ve fedakârlığı da muasır medeniyetler seviyesine çıkma ülküsü etrafında birleştirmeye çalıştıkları toplumdan göreceklerini düşünmüşler. hesapta olmayan şey, abd'nin ikinci dünya savaşı sonrası dünyaya şekil vermeye girişmesi ve uygun gördüğü sistemi dayatmasıydı. bu durum küçük amerika olma vaadini satacak siyasetçiler yaratacaktı. işin ahlakla ilgili ikinci kısmı da burada başlıyor.

    yazının başından beri anlatmaya çalıştığım çevresel ve bireysel şartlar çerçevesinde, türk toplumu için toplumsal uzlaşmayı sağlayamamış bir toplum demek yanlış olmaz. kamusal alanı ankara ve istanbul'la sınırlı bir ülkede milyonlarca insan dünyadan ve ülkeden bihaber yaşayıp gitmişken haliyle ortak değerler üzerinde kapsayıcı bir tartışma hiçbir zaman yaşanmamıştır. haliyle toplumsal ahlak da kısıtlı çevrelerin kitabi sözleri olmaktan öteye geçmemiştir. bu durumun böyle olduğunu, 1950'lerde başlayıp 2000'lerin başında bile devam eden muazzam iç göçten ve bu göçün yıkıcı sonuçlarından anlıyoruz. demokrat parti ve adnan menderes popülizminin odak noktasında chp'nin halka dağıtamadığı zenginliği halka dağıtma vaadi vardı. savaş sonrası abd yardım ve hibeleriyle ve canlanan dünya ekonomisiyle hızlı bir zenginleşme sürecine girilmişken çok mantıklı görünse de "çalışıp kazanmak" yerine "kayrılıp zenginleşmek" politikası benimsenince öyle olmadığı belli oldu. kısa sürede gelen zenginliği yiyen ve yediren adnan menderes, yanlış politikalarla ülkeyi ekonomik krize soktu ve moratoryum ilan edilmesine neden oldu. akabinde başlayan göç dalgalarıyla milyonlarca insan şehirlere akmaya başladı. yine "çalışıp kazanmak ve zenginleşmek" ideali yerine "yolunu bulmak, köşeyi dönmek, kanunu kuralı takmamak ve işini bilmek" düsturu kabul edildiği ve en önemlisi buna siyasi nedenlerle göz yumulduğu için türkiye'de kurallar ve kanunlara uygun yaşamaya çalışan insanlar fakirleşirken, toplumun ortak zenginliklerini yağmalayanlar ve yağmalayanlara göz yumup bundan nemalananlar zenginleşmiştir. çok uzun süren bu yağma sürecinin sonunda geldiğimiz noktada, eğitimli, donanımlı insanlar ülkede gelecek göremediği için ülkeden gitmeyi seçerken; iki kelimeyi biraraya getiremeyen, bırak üretimi, inovasyonu, adını heceleyemeyen insanlar, üretim araçlarının yeni sahipleri ya da üretim araçlarının sahiplerine iş paslayan "iş insanları" oldu. herkesin bildiği üzre bu durum bir başarı öyküsü değil, izlenen siyasetin bir sonucuydu.

    yani yaklaşık 70 yıldır türkiye'de hakim kültür, kanunların etrafından dolanma, kanunları ayan beyan çiğneme, suçluların affedilmesi, mazlumlaştırılması ve mağdur gösterilmesi, ortak zenginliklerin belli kişi ve gruplar tarafından zor kullanarak ve çıkarılan özel kanunlar ya da yağma ile ele geçirilmesi, siyasi gücün toplumun refahını artıracak politikalar yerine seçimi kazandıracak politikalara odaklanması ve bunun sonucunda yüz yıl önce geçerli olan aşiret, bölgecilik, toprak ağalığı, şeyhlik, şıhlık bilmem nelik gibi arkaik yapıların tekrar güçlenmesiyle şekillenmiştir.

    bir de üzerinde uzlaşma sağlanamayan ve sağlanamasın diye sürekli kutuplar yaratılan (sağ-sol, alevi-sünni, dindar-seküler, laiklik-siyasal islam, memur-işçi, asker-polis, türk-kürt falan filan) ortak değerler manzumesi meselesi var. normal şartlar altında toplumun çıkarları bireyin çıkarının önündedir çünkü toplumsal refah ve mutluluk artınca bireyin de hayat kalitesi artar. ancak bu durumun toplumsal örgütlenme gibi zehirli yan etkileri var. dolayısıyla türkiye'de toplumsal bilinç sahibi bireylerin biraraya gelmesi kadar tehlikeli bir şey yoktur. o yüzden üç kişi biraraya gelip protesto yapsa üç otobüs polis gelir ama kan davası, alacak verecek meselesi, namus falan olunca caddeler kan gölüne dönse, polis çayını bitirmeden kımıldamaz çünkü onlar da siyasi otoritenin bakış açısına göre kendilerini konumlandırıyorlar. asayiş öncelikler arasında olmadığı için acelemiz yok.

    lafı her zamanki gibi çok uzattım, bağlayayım. tarihsel nedenlerle toplumsal ahlak üzerinden bir anlaşmaya varamamış bir ülke olduğumuz için modernleşme sürecimiz yarım kaldı. böylece kültürel gelişimimiz 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çarpık şehirleşme, kanunların işlevini yitirmesi, siyasi menfaat için yağma, talan, adam kayırmacılık, torpil, yalan, hile ve aldatma kültürünün önünün açılması ve bu durumun halkın önemli bir kısmı tarafından sıradanlaştırılması gibi bir dizi anormal unsurun normalleştirilmesini de içerdi. bu şartlar içinde doğup büyümüş ve kendine bir köşe kapmış kuşaklar sayıca üstünlük kurarak nihayet siyasete de hükmedecek hale geldiler. aslında uzun süredir devam eden ahlaki erozyonun artık yıkıcı hale gelmesinin ardında, yaklaşık 70 yıllık süreçte oluşturulan yağma kültürünü içselleştirmiş insanların çoğunluğu ele geçirmekle kalmayıp eğitim, sağlık, hukuk, ticaret, yönetim gibi aklımıza gelebilecek her alana hakim olma gücüne kavuşmaları yatıyor. haliyle bu grupların oluşturduğu ortak değerlere göre eğer menfaatin öyle gerektiriyorsa yalan söylemek, çalmak, aldatmak, zor kullanmak, hak yemek, sahtekârlık yapmak ve hatta insan öldürmek vs. normaldir. buradaki sorun şu: ülkede bir böyle bir grup var, bir de bu saydığım yalan-dolan işlerin yanlış olduğunu savunan ve hayatını iyi-kötü buna göre yaşamaya çalışan grup var. ilk kesime göre ülkede ahlaki bir çöküş varsa bile bu kendilerinden kaynaklanmıyor, olsa olsa hoşlanmadıkları karşı cenahtan kaynaklanıyordur. bu dualizm çözülmeden ahlaki çöküş de durmaz. tabii önce kendi ahlak felsefemizi tartışmamız falan da lazım ama bu şartlar altında o artık ütopyanın da ötesi oluyor.

    şimdilik çözümsüz kalmış bu denkleme bir de kısa sürede gelen ne idüğü belirsiz milyonlarca göçmen ve sığınmacı ve onların ahlak anlayışı eklendi. dolayısıyla büyük bir travma yaşanmaz da toplumsal bir dönüşüm başlamazsa, henüz üzerinde anlaşamadığımız ve dolayısıyla içselleştiremediğimiz sosyal kontrat ve ortak değerler manzumesi ile ilgili iyimser olmak için kısa vadede bir neden yok. enkazın kaldırılması uzun ve acılı olacak.

  8. Banka Mevduat Faizleri( ARTI PUAN/tezgah altı faiz oranları) - VII

     Alıntı Originally Posted by Trade Shark Yazıyı Oku
    ülke olarak Ana Simülasyonun bir alt simülasyonundayız adeta.
    Bilim adamları piramitlerin nasıl yapıldığını çözmeye çalışıyor. Ben norveçlilerin neden varlık fonlarını tüketmediklerini.

    Al afrikdan toprak parçası 6 ay norveçte 6 ay orada yaşa sıcak sıcak kemiklerinde ısınır
    Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi

Sayfa 188/1001 İlkİlk ... 88138178186187188189190198238288688 ... SonSon

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •