Dinler ve Toplumlarda Kurban Ritüeli Tarihi
Bu seferki yazıda “Kurban†konusunu inceleyeceğiz. “Kurban vermenin altındaki sebepler nedir?â€, “neden kurban veririz?â€, “Kurban vermenin tarihçesi nedir?†gibi konulara değineceğiz.
Öncelikle konuya başlamadan önce Celal Şengör’ün “Birbirini Yalanlayan İnançlarla Bilim Yapılabilir Mi?†adlı konuşmasından biraz altıntı yapayım:
“Din nedir? buradan başlamak lazım. Ben, Din’in altındaki bütün inanç sistemlerini kast ediyorum. Şimdi Din, ilk ortaya çıktığı zaman iki tane işlevi var, bugün hâlâ daha iki tane işlevi var.
Bunlardan bir tanesi İzah işlevi. İnsanlar, çevrelerinde olup biteni izah etmek istiyorlar. Anlamak istiyorlar. Çünkü bu, insanın hayatta kalabilmesi için gerekli bir şey. Ne olup biteceğini anlayacaksınız ki, ona karşı tedbir alasınız. Yani bir yıldırım düştüğü zaman, insanın ilk sorduğu soru “Bu nedir?†olmuştur. İkinci sorduğu soru, “Niçin olmuştur?†İnsanın ilk dönemlerinde, yani ilk düşünmeye başladığı zamanlarda buna bir açıklama getirmesi mümkün değildir çünkü bilimsel bir birikime sahip değildir. Onun için insan, ikinci bir şey icat ediyor; “Yalan Söylemekâ€. İnsan, şimşeğin çaktığını görüyor, “buna bir şeyin sebep olması lazım†diye düşünüyor. Şimdi ilk insanların bildiği sebepler arasında iki şey var; birincisi kendi, ikincisi hayvanlar. (Hayvan sana saldırırsa ölürsün, hayvan seni boynuzlarsa ölürsün vs. Hayvan bir sebeptir.)
Dolayısıyla, şimşeği çaktıran için diyor ki; “Bu bir güç.†nasıl bir güç? kendisi gibi bir güç. Çünkü başka bir şey bilmiyor. “Bu kızdı†diyor, “Şimdi bu güç her neyse, benim bir şeyler yapmam lazım. Kızgınlığını geçirmem lazım.†Gene kendisine dönüyor “Benim kızgınlığım nasıl geçer?†diyerek. Cevaplar basit; birisi sana iltifat ederse, birisi sana hediyeler sunarsa vs. İnsan da dolayısıyla böyle düşünüyor. “O zaman ben de öyle yapayım. Bunu bize kim yapıyosa ona hediyeler vereyim, iltifatlar (dua) edeyim de bizi rahat bıraksın.†diyor.
Kendisinin en kıymetli hediyesi nedir o zamanlar? yiyecektir. Yiyecek hediye ediyor o da. Avını götürüyor, sunuyor. O güç ve otorite diye gördüğü hayâli şeyle bir ilişki kurmaya çalışıyor. Bu, izah görevidir Din’in.
İkinci göreviyse Düzenleme’dir. İnsan oğlu bir topluluk içinde yaşıyor. İnsanoğlu’nun yaşadığı topluluk iki gruptan oluşuyor. Bir grup; Avcılar, diğer grup; Tarımcılar. Şimdi, Avcılar, küçük gruplar hâlinde yaşamak zorundadırlar. Çünkü avı ne zaman yakalayabileceği belli değildir. Bilirsiniz, Etobur hayvanlar bazen haftada 1 defa, bazense 3 defa yerler. Garantisi yok. Avını ne zaman bulursa. Dolayısıyla içerisinde yaşadığı dünya, düzensiz bir dünya. Belirli kuralları olmayan bir dünya. (Av ne zaman gelir, mevsime göre hangi av vardır, av nerden gelir vb.) Bunun için avcı toplumlar, küçük toplumlar olmak zorundadırlar. Genellikle birkaç çekirdek aile, en fazla bir Klan olabilirler. Bunun üstüne çıktığınız zaman topluluğu besleyemiyorsunuz. Çünkü topluluğun av ile hareket etmesi lazım ve ne kadar yiyecek bulabileceğinizin garantisi yok. Dolayısıyla belirli bir nüfus sayısının üzerine Avcılar çıkamazlar.
Daha ilginç olanı, avcının tabiatta gördüğü güçler, az önce bahsettiğimiz güçler. İşte kendisini öldürebilen hayvanlar var mesela. Bunlara güç atfediyor. Bu hayvanların sayesinde öldürmeyi de, ölmeyi de öğreniyor. Ölmek nedir zaten biliyor, hastalıklar var vs. Bu esnada, insanın son nefesini verip gitmesine bir model buluyor. “Bu ölende nedir giden ki ölmüş? hiç farkı yok bizden. Bir hoh yaptı son defa nefes verdi gitti. Bu nefes nedir?†diyerek, son nefese Ruh adını vermeye başlıyorlar. İnsanın son nefesiyle beraber ruhunun da gittiği inancı böylece yayılmaya başlıyor. “Bu ruhtur, bizim yaşamamıza sebeptir. Gitti mi biter.†düşüncesi oluşuyor, (e bir de yakınları ölüyor tabi annesi, babası, çocukları ölüyor bu insanların, bir daha görmek de istiyorlar, kabul etmek istemiyorlar) ve böylece “Sonraki yaşam†veya “Ruh ölümsüzdür†inancı gelişmeye başlıyor.
Bunun üzerine, hayvanlar arasında da ruhlar farz ediliyor. Doğa felaketlerini, başlarına gelen kötü şeyleri bu öldürdükleri hayvanlara bağlıyorlar. “Bu hayvanların ruhlarından korunursam, hayvandan da korunurum.†diye düşünüyorlar. Yardım isteyebileceği kişiler kimler? anası, babası. Öldüler mi ne olacak? bu sefer onların ruhlarından yardım istemeye başlayacak. Avcı toplumlarda bu yüzden Tanrı yoktur. Ruhlar vardır. Ruhlara danışılır. Kahinler çıkar ortaya, ruhlarla konuşanlar vardır. Daha gelişmiş olan toplumlarda ise artık Göktanrı inancı vardır. (Bir tane Ana Tanrı vardır, o da doğanın kendisidir†diye düşünmeye başlarlar. İşin içine sanat ve hayalgücü giren toplumlarda ise bu yüzden orman tanrısı-perisi, su tanrısı-perisi gibi, savaş tanrısı-perisi gibi modeller icad edilmiştir. Avcıların çok basit bir mitolojileri vardır esasında. Her şeyi ruhlar idare eder, her bölgeye göre ayrı ayrı ruhlar vardır.)
Şimdi, gelelim Tarım toplumlarına; bir kere toprakla ilişkiniz var. Toprağa küçücük bir tohum atıyorsunuz, kocaman bir buğdaya dönüşüyor. Bunu ilk yapan insanlar, anne ile toprağı eşit görüyorlar. “İkisi de doğuruyor†diyorlar. Dikkat ederseniz, Tarım toplumlarının ilk gelişmeye başladığı dönemlerde, milletlerde Baş Tanrı, her zaman kadındır. “Tanrıça†inancı hakimdir. İlk defa bu bizim Çatalhöyük’te değişmeye başlıyor. Çünkü volkanlar patlıyor, birçok doğa felaketi meydana geliyor. Volkan patlaması sayesinde nem lokalize oluyor, fırtınalar başlıyor, şimşekler çakıyor. (Bu görüntüyü aklınızda canlandırmaya çalışın… bir felâket. Üstelik bu felâket can alıyor, insanları öldürüyor ve ektiğiniz ürünleri mahvediyor.) Böyle bir şeyi siz ilk insan olarak gördüğünüz zaman, ödünüzün patlamaması mümkün değil. Ancak ilk insan, bu patlamadan bile faydalanıyor ve volkanın kenarındaki obsidyenlerden cam, balta, mızrak gibi silahlar yapıyor. Bu obsidyenin ticareti bile yapılmaya başlıyor. Anadolu’da çıkan bu obsidyenlerin, tâ Sina’ya kadar ulaştığını arkeolojik kazılarda görmüş bulunmaktayız.
Bu sefer insan, bu felâketi getiren ama yanında sana silah veren varlık için “Erkek†modeli geliştiriyor. Çünkü anne doğurucudur, besleyicidir, merhametlidir; ama baba kızar, bağırır, çağırır, döver ama yine de sana silah verir, dövüşmeyi öğretir vs. İlk insan diyor ki; “Bu Tanrı. Bu, babama benziyor. Bir şeye kızdı, ortalığı birbirine katıyor.â€
Ortadoğu’nun ilk dinlerine baktığınız zaman, mesela Babil ve Sümer’e bakın, ilk Tufan’ı yapan Tanrı; “Fırtına Tanrısıâ€. Yunan Panteonu’nun başı olan Zeus meselâ, bir Fırtına Tanrısı. Dolayısıyla bir iktidar değişikliği oluyor. Anne’nin yerine Baba Tanrı imajı geliyor. Düzenleme işlevine gelirsek, Tarım toplumları çok büyük toplumlardır. (Çünkü kalabalık olabilecek bir çevrede yaşar, yiyecek üretirler ve belli bir düzenleri vardır. Hangi dönem hangi yiyeceğin çıkacağını bilir ve üretirler. Başarılı olanları ticaret yapar, merkezî bölgeler oluştururlar.) Fazla sayıda insanı besleyebiliyorlar çünkü. Ancak bazı sorunları var o da; belirli takvimlere uyma mecburiyeti. İşte “Şu zamanda ekiceksin, şu zamanda biçiceksin, şu zamanda depolayacaksın. Bunları yapmazsan; aç kalırsın.†ve bir tarım toplumunun aç kalması, avcıların aç kalmasına benzemez. Avcı toplumu çok aç kalırsa eğer 3-5 kişi ölür en fazla. Tarım toplumlarının aç kalmasına ise; bir mevsim hasat yapılmazsa eğer, bir şehir gidiyor. Dolayısıyla takvim çok önemli.
Peki bu takvimleri kim tutuyor? işi gücü olmayan adamlar. Daha doğrusu, bu işle görevli adamlar. Yıldızların hareketini takip ediyorlar, Güneşâ€™i, Ay’ı takip ediyorlar. Onun için Güneş, Tanrı’dır. Ay, Tanrı’dır. Yıldızlar, Tanrılar’dır. (Mesela şuan burç yıldızları olarak bildiğiniz bütün yıldızlar eskiden Tanrı olarak görülürlerdi. Ayrıca şu yazıyı okuyunuz; Sirius Yıldızı) Bu yıldızlar ile alakalı görevli olan ve konuşan adamlar var; papazlar. Papaza gidip soruyorsun çünkü “Benim ne zaman ekmem lazım?†diye, Papaz da sana cevap veriyor. Bu papazların görevi, takvim yapmak. Bunun için bizim Babil’den elimize son derece detaylı Astronomi takvimleri kalmıştır. Ekeceğin tarih belli, biçeceğin tarih belli, bir de depolayacağın tarih belli. Böylece iş durumu başlıyor. İnsanlara işler dağılıyor. Kimisi tüccar, kimisi depocu vs. ve tarım toplumlarında, kalabalık sebebiyle işi gücü olmayan adamlar fazlalaşmaya başlıyor. Bunlara da iş bulunuyor, ihtiyaç var çünkü.
Şimdi bunu düzenlemeniz lazım. Kim papaz olacak, kim depocu olacak, kim tarlada çalışacak, kim not tutacak vs. Şimdi, bu düzenlemenin yapılabilmesi için bir sosyal çatı lazım. Bu sosyal çatıyı da, empoze edebilmeniz lazım. İnsanların bunu kabul edebilmesi ve hır çıkmaması lazım. Bu düzenleme işlevini de, Din yapıyor.
Şimdi, bunların hangisi birincil olmalı? Düzenleme işlevinin birincil olması mümkün değil. Çünkü; diyelim ki Düzenleme işlevini birincil kabul ettiniz; mesela “İzah işlevini de bu düzenleme işlevi yapıyor, izahları düzenliyor, sosyal davranışı da düzenliyorâ€, dediniz; şimdi bunun yapılabilmesi için öncelikle bir izahın ortada olması lazım. Ayrıca insanoğlu, genetik yapısından ötürü bazı şeyleri doğarken beraberinde getiriyor. Bazı düzenli davranışları var, çevreyi doğar doğmaz yorumlamaya başlıyoruz biz. Örneğin, doğan bebek hemen meme aramaya başlıyor. Nereden biliyor orada meme olduğunu? genetik yapısında var çünkü. (İçgüdü’nün DNA ile Aktarımı adlı yazımı okuyunuz) Ancak her çocuğun meme bulacağı da garanti değil. Çocuğun meme bulacağı “varsayımı†yanlış olabilir, mesela annesi ölmüş olabilir. Böyle bir durumda çocuk da ölür. Hayvanlar âleminde de sık sık görülür bu, bazen anne, çocuğunu terk eder. Yavru da açlıktan ölür. İşte insanlar büyüse de, buna benzer varsayımları hâlâ oluyor. Genetik yapısıyla birlikte gelen bazı izahlar var. Çevreden belirli beklentileri var. Örneğin; Timsah yavrusu, doğduğu zaman sineği avlayacağını biliyor. Ördeklerin yüzmesi, kanguru yavrularının kesede beklemeleri vs. Bunların hepsi, canlının genetik yapısıyla beraber gelmiş hareket ve düşünce sistemleri. O çevreyi varsayıyorlar. Dolayısıyla, bir izah işlevinin ikincil kabul edilebilmesi mümkün değil.
Dinler bu konuda açıklamalar sunuyorlar. Çevrede ne olup ne bitiyor, öldükten sonra ne olacak, ne yaparsak tanrılar kızmaz vs. İzahı yaptıktan sonra, bu anlayışa göre cemiyeti düzenlemek zorundasınız. Eğer çevreye ters bir cemiyet düzenlerseniz hapı yutarsınız. Mesela tarım yapıyorsunuz, yazın ortasında ekin ekmeye kalktınız; aç kalırsınız. Demek ki; çevrenizin davranışını bilmek mecburiyetindesiniz. Biz, çevremize göre düzenlenmek zorundayız. Ha, çevremizi de değiştirebiliriz, göç ederiz; ama bilmek zorundayız. Bilmeden hiç bir şey yapamazsınız. Bilim bu yüzden gereklidir. Ancak varsaymadan da bilim yapamazsınız.â€
İşte şuan bizim için Bilim ne kadar önemliyse, geçmişte de din o kadar önemli olmuştur. Çünkü geçmiş zamanların bilimi dinlerdir ve insan geliştikçe, daha fazla düşünür oldukça, bu dinlerin daha ayrıntılı hâle getirilmesi ve daha çok şeyleri cevaplaması gerekmiştir. Böylece, sürekli yeni, ama daha kapsamlı dinler ortaya çıkmış ve eski dinleri tarihe gömmüştür. Ancak burada kaçırmamanız gereken nokta şudur ki; ilkel insan döneminde de tanrıdan korkar veya ondan beklenti içine girer, kurban sunardık ve şimdi de sunmaktayız. İlkel insan döneminde de ruhlardan korunmak için kurban verirdik, aksesuarlar icad ederdik; şimdi de yapmaktayız. (Örneğin bir işe kalkışmadan önce hayırlı olması için kurban kesilir, bir kişinin ruhani etkilerden korunması için Nazar Taşı gibi taşlar yapılır, ekinlerinizi ektikten sonra hasadın iyi olması için tanrılara rüşvet niteliğinde kurbanlar sunulur)
Öyleyse, binlerce yıldır hiç değişmeden, resmen içgüdüsel bir şekilde beynimize ve dinlerimize kazınmış olan bu önemli olaylardan birisi olan Kurban hakkında, daha fazla ayrıntıya girme vakti gelmiştir. Bunu, toplumlara ve dinî inançlara göre sıralayarak yapmayı tercih edeceğim.
1. Etimoloji
“Kurban†sözcüğünün dilimizdeki kökeni, adak, hediye, yakın olma, yaklaşma, yakınlık gösterme, hediye verme gibi anlamlar içeren, İbranice “korban†ve Arapça “K-R-Bâ€(كرب) sözcüğüne dayanmaktadır. Ancak dilimize sözcüğün “yakınlaşma†anlamının dolaylı olarak geçtiğini söyleyebiliriz.
İnançsal bir kavram olarak kurban, Bir Tanrı’ya ya da bir başka doğaüstü varlığa sunulan (can)’a denir. Kabul edilen inanışa göre kurban, canlılığın kutsanması anlamına gelir.
Kurban kavramı üzerine yapılan çalışmalar, kurban ritüellerinin çok tanrılı pagan kültürlerden, tek tanrılı dinlere değin bazı benzer anlamlar ve gerekçeler taşıdığını ancak uygulamalar konusunda farklılıklar olduğunu ortaya koyar. Kurban kavramının doğaüstünü denetlemeye yönelik büyü ve bir tür hediye verme eylemi olarak doğduğunu söyleyebiliriz ve kısaca şöyle tanımlayabiliriz: “Kurban, dinsel ya da kutsal amaçlarla sembolik bir sunumun yok edilmesini içeren bir verme eylemidir.â€
DAHA UZAYIP GİDİYOR AMA DEVAMINDA KÜLTÜREL ANTROPOLOJİ KİTABI OKUNMASINI ÖNERİYORUM
Yer İmleri