İşte bizim toprak. Yazdıklarını okuyunca birden anılarım canlandı.
Ankara, 1979 kışı. Hani şu şiirlere konu olan, Ankara merkezde -19, Esenboğa havalimanında -29 derece ölçülen kış. Dönüşümlü 4 vardiya olarak gece-gündüz nöbet sistemi çalışan memurlardan biriyim. Yer Ankara-Keçiören.
Saat 18:00. Gece nöbetine başlamışız. Ertesi gün 08:00 e kadar ayaktayız. İşimiz sürekli kod yazmak, bir dolmakalem ile önümüzdeki bir metrekarelik kalın bir kağıda 5-6 fontu aşmayacak şekilde kod yazıp bu kağıdı hemen hemen boşluk kalmayacak şekilde dolduracağız.
Yakıt yok, kalorifer yanmıyor. Ofise soba kuruldu ama odun kömür de yok. Hemen bir görev dağılımı yapılır, 4 kişi hızlı bir şekilde ise başlarken, diğer 2 kişi binaların etrafında yoğun bir şekilde bulunan ağaçların kopmuş dallarını bulmaya gider. Getirilen dalları tutuşturmak ne mümkün, içleri buz kaplamış. Kuru bir iki tahta parçası kullanarak sobayı yakmaya çalışırsın, soba tütmeye başlar. Nefes alamazsın, pencere açmaktan başka çare kalmaz. Donarsın.
Çaresiz sobayı bırakıp işe başlarsın. Başlarsın da nasıl yapacaksın? Sırtında birkaç kazak, üstünde 70'lerin meşhur uzun yeşil parkası. Ellerde kalın yün eldivenler. Sıkıysa bu eldivenlere rağmen donan elinle o kodları yaz. O soğukta tek bir kağıdı doldurmak kesintisiz 5 saatini alır. Vücudun kaskatı kesilmiştir oturmaktan.
Sabah 08:00 de işten koşturarak çıkar, üniversite servisine yetişmeye çalışırsın. Yerler buz, düşe kalka yakalarsın servisi. Uykusuz, donmuş vaziyette akşama kadar ders dinlersin.
Hiç unutmam o günleri, 1979 kışını. Sobaları. Ay başında ele geçen 12. derece memur maaşı ile 4 tam altın aldığım anları.
Lenovo P1a42 cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Yer İmleri