Sayfa 2/2 İlkİlk 12
Arama sonucu : 18 madde; 9 - 16 arası.

Konu: Kimseyi tanımadım ben senden daha güzel

Hybrid View

Previous Post Previous Post   Next Post Next Post
  1. TÜRK ASKERİ

    Kişi egemenliğine dayanan devlet anlayışlarında ulusların savaş
    meydanlarındaki zaferleri dâhil bütün başarılarında tek pay sahibi ülkeyi
    yöneten ailedir. Başarısızlık ise hangi alanda olursa olsun egemen aile üyesi
    olmayan herkesindir. Bu kural Osmanlı devlet anlayışı için de geçerliydi.
    Savaşlardaki başarı padişahın, başarısızlık ise onun kulu durumundaki
    komutan ve askerlerindi. Oysa bir ülkedeki başarı ve başarısızlıkta yönetici
    yönetilen ayrımı yapmaksızın toplumun ortak sorumluluğu vardır.
    “Ben yaptım, ben başardım, benim eserim.” gibi kaynağını bencillikten
    alan yaklaşımlar ufku dar günü yaşayan insanların anlayışıdır. Yarının adamı
    olmayı hedefleyen ATATÜRK, her türlü bencil yaklaşımı şiddetle reddetmiş ve
    her başarının sahibi olarak yüce Türk ulusunu görmüştür. Millî Kurtuluş
    Savaşı’nın önderi olmasına rağmen başarıyı sahiplenmemiş, cephede omuz
    omuza savaştığı askerlerinin hakkını teslim ederek kendi başarısını
    önemsememiştir. O, alçakgönüllü kahraman,.ulusunu ve ordusunu .yücelterek
    kendisine yakışanı yapmıştır. Aşağıdaki anekdot bu gerçeği yansıtan sayısız
    örnekten sadece birisidir:
    Şafak söküyordu. Doğacak güneş 30 Ağustos sabahının güneşi idi.
    Bütün İstanbul, bu büyük zafer bayramının hazırlıklarını tamamlamıştı.
    Sofrada bulunanlardan bir kısmı, o sabah Taksim meydanında yapılacak olan
    kutlama törenine gidecekti.
    Hep birden kalkıldı. ATATÜRK’ü, Türk yurdunu ve Türk ulusunu
    kurtaran en büyük zaferin yıl dönümünü kutluyorduk.
    Ulu önder, kutlamaları -derinlere bakan gözlerinin dalgınlığı içindedinledi,
    dinledi:
    “Bu zaferi kazanan ben değilim. Bunu asıl, tel örgüleri hiçe sayarak
    atlayan, savaş meydanında can veren, yaralanan, kendini esirgemeden
    düşmanın üzerine atılarak Akdeniz yolunu Türk süngülerine açan kahraman
    askerler kazanmıştır. Ne yazık ki onların her birinin adını Kocatepe sırtlarına
    yazmak mümkün değildir. Fakat hepsinin ortak bir adı vardır: Türk askeri.
    Tebriklerinizi onların adına kabul ediyorum.”

    İbrahim Necmi Dilmen77
    Tarih göstermiştir ki bilge herşeyi bilmez,sadece ahmaklar herşeyi bilir...



  2. İŞTE TÜRK ASKERİ BUDUR

    Yurdumuzu gezin görün, nerede bir yeşillik var, neresi nakış nakış
    işlenmiş biliniz ki ya orası Mehmetçiğin kışlasıdır ya da oraya Mehmetçiğin eli
    değmiştir. Sanmayın ki o güzellikler önceden kalma; tamamı Mehmetçiğin
    zekâsının, zevkinin, emeğinin ve vatan sevgisinin ürünüdür. Mehmetçiğin
    ayak bastığı her toprak parçası onun gelişiyle vatanlaşmıştır. İhmalden dolayı
    çoraklaşmış olan vatan parçaları onunla hayat bulmuştur.
    Bütün bu güzellikler Mehmetçiğin bir yönü; onun bir de itaatkârlığı, azmi
    ve dayanıklılığı yönü var ki onu da aşağıdaki anekdotta Mehmetçiği hayatının
    her anında ayrı bir heyecanla seven büyük Mehmetçik ATATÜRK’ün, kendi
    ağzından dinleyelim:
    Bir gün ATATÜRK’e Türk askeri hakkında ne düşündüğünü
    sormuşlardı.
    -Durun size bu konuda bir öykü anlatayım, dedi:
    Yıldırım Orduları kumandanı idim. Liman von Sanders Paşa da o sırada
    kıt’alarımızı teftişe gelmişti. Hastahaneden yeni çıkmış bir eri de her nasılsa
    bölüklerin arasına karıştırmışlar. Von Sanders:
    -Canım... böyle adamları da niye buraya gönderirler? diye söylenerek
    hasta ve cılız eri göğsünden itti. Mehmetçik derhâl yere yuvarlandı.
    Alman generali davasını ispat etmiş olmanın gururu içinde:
    -İşte gördünüz ya, dedi, düşmek için bahane arıyormuş!...
    O sırada Von Sanders’e bir azizlik yapmak aklıma geldi. Erin yanına
    sokularak:
    -Ne kof şeymişsin sen, dedim. Dikkat etsene, seni yere yuvarlayan
    adam bizden değildi. Ne diye karşı durmadın. Şimdi yeniden yanına gelirse
    sıkı dur. Gücün yetiyorsa bir kakma da sen ona vur, dedim.
    Sonra da Von Sanders’e dönerek:
    -Sizin güçsüz sandığınız er, boş bulunduğu için yere yıkılmış. Türk
    askeri amir karşısında dünyanın en uysal askeri olur. Kendisine söyledim:
    “Hele gelsin bak, bir daha beni yere yıkabilir mi?”, diyor.
    Von Sanders askerlerle şakalaşmasını severdi. Gülerek aynı askerin
    yanına geldi. Fakat eliyle dokunur dokunmaz, o güçsüz askerden göğsüne
    öyle bir kakma yedi ki, derhâl sırt üstü yuvarlandı. Von Sanders, Mehmetçiğin
    karşı koymasına kızmamış, bilâkis Türk askerine karşı olan hayranlığı
    artmıştı. O kadar ki yerden kalkınca ilk işi Türk askerinin elini sıkmak oldu.
    ATATÜRK:
    -İşte Türk askeri budur! diyerek sözlerini bitirmişti.

    81 Erendil; s. 43.
    Yahya Galip Kargı82
    Tarih göstermiştir ki bilge herşeyi bilmez,sadece ahmaklar herşeyi bilir...




  3. ATATÜRK VE MİLLÎ BİRLİK

    “Bir elin nesi var iki elin sesi var.” atasözünün işaret ettiği gerçek,
    birlikten güç doğduğudur. Yaşam ve tarih aile içerisine atılan nifakın aileyi,
    ulus içine atılan nifakın ise ulusu yok ettiğini çok kez göstermiştir. Tarihte bu
    acıları belki de en fazla yaşamış olan Türk ulusudur. Bunun içindir ki
    ATATÜRK; millî birlik ve bütünlüğü milletin varoluş nedenlerinden biri olarak
    görüp üzerinde önemle durmuştur. O, 23 Mart 1923’te Afyon’da halkla yaptığı
    konuşmada bu konuyu şöyle dile getirmiştir:
    “Yurttaşlarım,
    Gördüğünüz bütün o felâketlerden sonra, sizleri o felâkete sürükleyen
    sebepleri anlamışsınızdır ve o felâketlerden nasıl kurtulduğunuzu, elbette
    takdir etmişsinizdir. Sizler ve bütün millet o felâketlere kendine güvenmediği,
    geleceğini şunun bunun eline verdiği, şunun bunun esiri olduğu için
    uğramıştır. O, felâketlerden ancak millî benliğinize hâkim olduğunuz için
    kurtuldunuz; amaca doğru bütün bir millet hâlinde yürüdünüz; üzerinize çöken
    felâketlere tahammül gösterdiniz, sebat gösterdiniz ve ancak bu sayede
    başarılı oldunuz.
    Bundan sonra da egemenliğinizi canınız gibi koruyarak ulusal
    egemenliğinize, namusunuza, kutsal değerleriniz gibi dört elle sarılarak hiç
    durmadan bütünlük içinde geleceğe doğru yürüyecek, bugünden daha
    saadetli, daha şerefli ve mutlu günlere kavuşacaksınız.
    Yurttaşlarım,
    Allah birlik ve beraberlik içinde çalışan, şerefini, namusunu koruyan
    ulusları mutlu eder. Biz de bundan önce olduğu gibi bundan sonra da bu
    anlayışla çalışırsak, Allah’tan böyle bir mutluluğu istemeyi hak ederiz.”96

    96 Erendil; s. 64.
    Tarih göstermiştir ki bilge herşeyi bilmez,sadece ahmaklar herşeyi bilir...






  4. "Belgeselde Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemi, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Türkiyesi'nin ilk yıllarındaki gelişmelere paralel olarak anlatılıyor.

    Michael Adams tarafından hazırlanan belgesel hem 1970 yılında Çanakkale, Samsun, Amasya, Sivas ve Ankara'da BBC tarafından yapılan kayıtlar, hem de tarihi görüntülerden oluşuyor.

    Belgeselde röportajları yer alan isimlerse şunlar:

    - Türkiye'nin ilk Başbakanı ve ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü

    - Türkiye'nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu

    - Kurtuluş Savaşı'nı genç bir gazeteci olarak izleyen ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee

    - Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu kadrolarından, Atatürk'ün yakın arkadaşlarından asker ve siyasetçi Ali Fethi Okyar'ın oğlu Prof. Dr. Osman Okyar"
    https://www.youtube.com/watch?v=tpUx1nA3WqU

  5. #6
    Duhul
    Feb 2017
    İkamet
    Türkiye
    Gönderi
    10,163
    Blog Entries
    12
    11 Kasım 1938.

    Atatürk’ün naaşı, İslam Tetkikleri Entsitüsü direktörü Ordinaryüs Profesör Mehmet Şerafettin Yaltkaya’nın nezaretinde yıkandı. Başbakan Celal Bayar’ın talimatıyla, Profesör Lütfi Aksu tarafından tahnit işlemi yapıldı. Vücudun bozulmadan korunmasını sağlayacak olan solüsyon, 200 gram formalin, 1 gram sublime, 200 gram tuz, 10 gram acide pehenque, 1000 gram su’dan oluşuyordu. Profesör Aksu, tahnit işlemi bittikten sonra, iki küçük şişeye solüsyondan doldurdu, ağızlarını lehimledi, üzerlerine yapıştırdığı etiketlere terkibi yazdı, Atatürk’ün kollarının arasına sıkıştırdı. Kurşun galvanizli tabuta yerleştirildi, kapağı kapatıldı, gül ağacından yapılmış tabuta yerleştirildi, onun da kapağı kapatıldı, üzerine Türk Bayrağı örtüldü.

    Cenaze namazı için camiye götürülmesinin dinen şart olup olmadığı konusu, cumhuriyetimizin ilk diyanet işleri başkanı Mehmet Rifat Börekçi’ye danışıldı. Milli mücadele kahramanı Börekçi, “Atatürk’ün cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği vatan toprağının her yerinde kılınabilir” dedi. Namaz, Dolmabahçe Sarayı’nda Ordinaryüs Profesör Yaltkaya tarafından kıldırıldı. Tekbir, Türkçe verildi.

    15 sene sonra…
    Anıtkabir tamamlandı.

    Atatürk’ün ebedi istiharatı için, Anıtkabir’deki son kontroller, inşaat başmühendisi Sabiha Rıfat Gürayman tarafından yapıldı.

    8 Kasım 1953, saat 23 suları… Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi histoloji kürsüsü başkanı Profesör Kamile Şevki Mutlu’nun ev telefonu çaldı. Arayan, Ankara valisiydi. “Atatürk’ün tabutunun açılması ve tahnit işleminin çözülmesi için, hükümet tarafından kendisinin görevlendirildiğini” bildirdi.

    9 Kasım 1953, saat 7.30… Profesör Kamile Şevki Mutlu, Etnografya Müzesi’nde, geçici kabirden çıkarılan ve katafalkın üzerine konulan gül ağacı tabutun önündeydi, titriyordu. İçinden “galiba bayılacağım” diye mırıldandı. Ama, dayanmak zorundaydı. Saygı duruşu yapıldı. Ve “başlayalım lütfen” dedi. Yardımcı olmaları için, Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’ndan 10 öğretmen getirilmişti, öğretmenler gül acağı tabutun vidalarını söktü, kapak kaldırıldı, kurşun tabutun lehimleri söküldü, onun kapağı da kaldırıldı, ortalığı tahnitte kullanılan solüsyonun kokusu sardı. Cenaze, kahverengi muşambaya sarılıydı. Taşınma sırasında zarar görmesin diye, naaş ile tabut arasındaki boşluklar talaşla doldurulmuştu. Talaş ıslaktı, bu iyiye işaretti, koruyucu solüsyonun uçup gitmediğini gösteriyordu. Profesör Kamile Şevki Mutlu, muşambayı göğüs hizasına kadar açtı, vücut parafinli sargılarla örtülüydü, yüzü ise, ıslak pamukla kaplıydı. Adeta zaman durmuştu. Çıt çıkmıyordu. Nefesler tutulmuştu. Profesör Mutlu, pamuk tabakasını yavaşça kaldırdı. Atatürk’ün yüzü ortaya çıktı. Hiç bozulmamıştı… Teni bronzdu. Altın saçları, rengini kaybetmemişti. Kalın kaşlarından bi kaç tel kopmuş, sol göz kapağının üstüne düşmüştü. Sakalı hafif uzamıştı. İnce dudakları yapışıktı. 15 sene önce Dolmabahçe Sarayı’ndaki yatağında uyur gibiydi. Ne bozulma, ne kokuşma vardı. İki sene önce rahmetli olan Profesör Lütfi Aksu’nun tahniti son derece başarılıydı. Profesör Kamile Şevki Mutlu, Atatürk’le yüz yüzeydi. Yanağına dokundu, okşadı. O an neler hissetti derseniz… Hatıralarında anlatacaktı. “Bir an için sanki konuşacakmışız gibi hissettim” diyecekti. Salonda derin sessizlik hakimdi, duygular darmadağındı. Atatürk’ün naaşı kurşun tabuttan çıkarıldı, dualarla kefenlendi, ceviz ağacından yapılan yeni tabuta konuldu, Türk Bayrağı’yla örtüldü, yarın Anıtkabir’de toprağa verilmek üzere, generaller tarafından ihtiram nöbetine başlandı.

    Demem o ki..

    Bu milletin yetiştirdiği en büyük insan, vefat ettiğinde bir erkeğe, toprağa verileceği zaman, bir kadına emanet edilmişti.

    Çünkü… 1938’de Atatürk’ün naaşını emanet edebileceğimiz en yetkin kişi bir erkek’ken, 1953’te bir kadın’dı.
    Çünkü kadınlar… Atatürk devrimleri sayesinde, sadece 15 sene gibi kısa sürede, erkeklerin önüne geçmeyi başarmıştı.

    Kamile Şevki, 1924’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi, 1930’da mezun oldu. O tarihe kadar kadın hekimlere kamusal görev verilmiyordu, Sağlık Bakanlığı ilk kez 1930 mezunu kadın hekimlere kadro verdi, Kamile Şevki patoloji asistanı oldu. 1931’de Milli Tıp Türk Kongresi’ne tek başına bildiri sundu, bu bildiri kadın hekimlerimiz adına ilk’ti. Türkiye’nin ilk kadın patoloji uzmanı oldu. Türkiye’nin ilk kadın tıp profesörü oldu. Türkiye’nin ilk elektron mikroskobu laboratuvarı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, Kamile Şevki’nin yönetimindeki histoloji kürsüsünde kuruldu. Ankara Üniversitesi Senatosu’nda ilk kadın öğretim üyesi oldu. Bugün bile hâlâ kendi adıyla anılan, böbreküstü beziyle alakalı “Şevki metodu”nu geliştirdi. 1987’de rahmetli oldu. Taa en başından, en sonuna kadar, Atatürk devrimlerinin eseriydi, Cumhuriyet kadınıydı.

    Sabiha Rıfat, 1927’de, bugünkü adıyla İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girdi, o sene ilk defa kız öğrenci kabul eden üniversitenin, ilk kız öğrencisiydi. 1933’te mezun oldu, Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendisi oldu. TBMM binası dahil, sayısız önemli projeye imza attı . Fenerbahçe’nin ilk kadın voleybolcusuydu. Ve, bu konuda da erkeklerden daha başarılıydı. Üniversite öğrencisiyken, o tarihlerde karma oynanan, beş erkek ve bir kadından oluşan, İstanbul şampiyonu olan Fenerbahçe voleybol takımının “kaptan”ıydı. 2003’te rahmetli oldu. Çocuğu olmamıştı, tüm servetini şehit çocuklarının eğitimine bağışladı. Taa en başından, en sonuna kadar, Atatürk devrimlerinin eseriydi, Cumhuriyet kadınıydı.

    Dolayısıyla…

    10 Kasım’ı anlayabilmek için, 11 Kasım’a bu açıdan bakmak lazım.

    Atatürk varsa, kadın vardır...
    Kadın varsa, Atatürk vardır...


    Atatürk’ü öldürmenin tek yolu, kadınları erkeğin gerisinde bırakmak, erkeğe muhtaç hale getirmektir.

    Cahillerin kadın haklarına, kadın eşitliğine, kadın özgürlüğüne düşman olmasının temel sebebi budur..



    (Facebook-Alıntı)

  6. #7
    Duhul
    Feb 2017
    İkamet
    Türkiye
    Gönderi
    10,163
    Blog Entries
    12



    Yıl 1976 UNESCO, üyelerine bir öneriyle gelir.

    Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum.

    Diyor ki "Bu gün UNESCO'nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir."

    Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı, UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri ayni anda kutlasın önerisidir.

    Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
    "Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?"
    şeklindeki kinayeli sözlerine,Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur, ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;

    "Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayi her ülke her problemimizde çare olarak aramaliyiz" sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal...

    Sonra ne mi olur?

    UNESCO tarihinde ilk ve tektir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar;

    hani İsveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;

    "Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum" diyecektir.

    İşte o muhteşem belge diyor ki;

    "ATATÜRK KİMDİR ;
    ATATÜRK ULUSLARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ,
    OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER,
    İNSAN HAKLARINA SAYGILI,
    DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ,
    BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN,
    EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI,
    TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"

    Var mı ? böyle bir metin !

    Bir filozof der ki "bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin."
    şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin göstermeyiz..

    İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır.

    Eşi olmayan devlet adamı metni.


    (Prof. Dr. İlnur Güntürkün KALIPÇI'nin yazısından)

Sayfa 2/2 İlkİlk 12

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •